Pir Sultan'ın Şah İsmail değerlendirmesi
Şah İsmail Hatayi'nin işine
gelen nefeslerini kullanıp, Şah İsmail kişiliğine katil demek, dürüst bir
yaklaşım değildir. Ya tümden rededilecek, yada dürüstçe savunulacak. Sahiplenme
esas alınarak, hatalarının tespitine itirazımız yoktur. Ancak genel olarak
deyişlerine utanmazca sahip çıkıp, ardından Şeyh-ül İslam'ın ağzından konuşmak
dürüstlük değildir.
Hoca Sadettin Efendi, Şeyh-ül islam olup, onun yazdığı şeyler
tek yanlılığı beraberinde getirir. Bir harekete tek yönlü bakmak yanlılığı ve
yanılgıyı, çift taraflı bakmak objektifliği gösterir. Bu nedenle psikolojik
savaş temelinde ele alınan yazılar, bizim kaynağımız olmasın! Pirlerimiz olsun,
mürşitlerimiz olsun ne demişler; onları baz alalım. Hoca Efendi bir Osmanlı
tarihçisi ve Şeyh-ül islam'dır. Böylesi yanlı ve taraflı bir kişiden gayet tabi
iltifat değil, iftira gelecektir. Dolayısıyla Şah İsmail'i rencide eden bir dizi
bitmez tükenmez ithamlar, iftiradan ibarettir. Biz bunları alevi kaynağı olarak
görmeyiz.
Ben Pir Sultan ne demiş ona bakarım.
Resmi tarihçiler Şah İsmail'i gözünü kırpmadan annesini öldüren biri gibi
aktarıyor. Amaç Şah İsmail nezninde kızılbaş hareketi karalamaktır. Zira aynı
tarihçiler, Şah İsmail'in Çaldıran'da eşini savaş meydanında bırakıp kaçtığı
yönünde de, spekülasyon yaratmıştı.
Safeviler Çaldıran'daki savaşta yenilgiyle çıkarlar. Savaşın ardından
Tebriz'deki saray Osmanlı'ların eline geçer. Bu sarayda bulunan Şah İsmail'in
tahtı, o ünlü yağlı boya resmi ve Taçlu Begüm'ün kolyesi Tebriz'den alınarak
İstanbul'a getirilir. Güya Taçlu Begüm Osmanlı'ların savaş esiridir artık.
Osmanlı devleti psikolojik savaşı namus ve vicdanını tamamen yitirerek sürdürür.
Tebriz'deki sarayın düşmesiyle ele geçirilen eşyalar, Şah İsmail'in Çaldıran'da
bırakıp kaçtığı değerler olarak lanse edilir. Öyle bir iftira furyası başlatılır
ki, esas hedef kızılbaş kadındır. "Şah İsmail'in taçlu Begüm'ü savaş meydanında
bırakıp kaçtığı" iddia edilir. Bunun kanıtı(!) olarak sarayda ele geçirilen,
kolye gösterilir. Başka hiçbir kanıtları(!) yoktur. Çünkü Taçlu Begüm savaşta
esir düşmemiştir. Aksine Safevi kaynaklarına göre savaş alanındaki hangemede
sadece 6 yada 9 saatlik bir kordinasyon kopukluğu yaşarlar. Zira Taçlu Begüm
Osmanlı'ya esir düşmemiş, Safevi topraklarında yaşlandıktan sonra hakka
yürümüştür.
Dolayısıyla yalanlara kimse inanmaz ve savaşın psikolojik boyutu şeklinde
algılanmalıdır. Bilinir ki, Osmanlı'da oyun çoktur. İftiranın hedefi esasta
bütün kızılbaşlardır, hedef kızılbaş kadındır. Eşine sahip çıkmayan, size sahip
çıkamaz mesajı verilmiştir. Bunu yine Hoca Sadettin Efendi diyor.
Gözümüzü açalım iftira dolu sözlere, spekülasyonlara inanmayalım.
Feodal toplumda iki şey çok önemlidir. Eş ve anne çok kutsanır. Her iki boyutta
iftira sunumu Şah İsmail'i gözden düşürmeye yöneliktir. Her ne kadar Safeviler
yenilselerde, onurlu bir direniş gösterdiler. Bu savaşın yenilgi nedeni esasta
objektif nedenlere bağlıdır. Yani ateşli silahlarla alakalıdır. Yinede
direndiler ve onurlu bir savaş sürdürdüler. Savaş meydanında alt edemediklerini,
iftiralarla bitirmek hedefleniyor. Hoca Saddetin Efendi'nin kaynakları subjektif
duyumlar üzerine kuruludur. Esasen kendiside birinci elden kaynak sunmamaktadır.
Dedesinin ağzından dinlediği masalları subjektif ve dayanaksız olarak "ak kağıt
üzerinde kara yalanlar" olarak sunmuştur. Ebu Suhud Efendi'yle tek merkezin
sunumu ve mahiyeti taşır. Çünkü her ikiside Osmanlı devletinin çıkarlarını ve
yanlılığını taşıyor. Ne beklersiniz bunlardan. Güzel iltifatlar
beklemeyecektiniz her halde?
Gelelim Şah İsmail'e. Onun işine gelen nefeslerini kullanıp, Şah İsmail
kişiliğine katil demek, dürüst bir yaklaşım değildir. Ya tümden rededilecek,
yada dürüstçe savunulacak. Sahiplenme esas alınarak, hatalarının tespitine
itirazımız yoktur. Ancak genel olarak deyişlerine utanmazca sahip çıkıp,
ardından Şeyh-ül İslam'ın ağzından konuşmak dürüstlük değildir. Bu ikiyüzlülüğü,
arsızlığı şu kadar Hatayi tespiti yaparak izah edemezsiniz. O Hatayi, bu Hatayi
değil(!) gibi komikliğe düşemezsiniz. Hadi canım sen de, olur mu hiç? Bu düpe
düz acizlik ve takiyedir. Mahlaslarına bakılarak Hatayi tespitleri dayanaktan
yoksundur. Mahlaslara göre ben de en az 4 tane Aşık Mahzuni Şerif tespit ederim.
Oysa mahlaslara rağmen Aşık Mahzuni'ler(!) birbirlerinden ayrılamaz. Dolayısıyla
aşıklık geleneği iyi incelenmelidir. Bir aşık bir nefesi yazarken hangi düzeyde,
hangi kapıda, ne ruh halinde ve kavrama kapasitesi nedir, bu irdelenmelidir!
Yoksa kolay yola başvurup, mahlasları referans olarak kullanamayız. Bu ayıraç
değildir, kolaycılıktır.
Biz Şah İsmail'in semah döndüğünü, cem yaptığını, müshayibi olduğunu ve ruhun
göçüne inandığını net olarak biliyoruz. Dolayısıyla başındaki taç alevilerin
kızılbaşlığını temsil etmektedir. Bence artık Hoca Sadettin Efendi'nin iftira
dolu sözlerini dillendirmek kabak tadı verdi.
Bizim pirlerimiz, mürşitlerimiz dururken, ne gerek çok uzağa gitmeye, Çaldıran'a
katılanlar bizim atalarımız ve sözlü kaynağımız varken ne gerek var, onun
düşmanlarının ağzından konuşmaya. Şah İsmail'in divanı var ve bu divanın içinde
aleviliğin esasları olan Buyruk kitabı var. Artık bunlara itibar edelim, kendi
pirlerimize güven duyalım. Onlar yalan söylemez, alevilik gizlenmeye ihtiyaç
duymuştur, ama hiç yalan söylememiştir. Batini bir yapıya sahip olmak
pirlerimizin bizi aldattığı manası doğurmaz. İllegal bir örgüt gibi aleviliği
düşünün. Bu doğa kanunlarında var, tehlike anında bir canlı, tabiatın renklerine
bürünerek kendini muhafaza eder. Doğada olan bir şey aleviliğe ters düşmez.
Düşmandan korunmak için iyi bir yöntemdir.
İptida bir sofu şaha varınca
Niye geldin derler Urum sofusu
Çevre çevre dört yanın bakınca
Niye geldin derler Urum sofusu
Ateşin yanmadan dumanın tüter
Murtaza Ali katarıdır bu katar
Bunca evliyaya hizmetin yeter
Niye geldin derler Urum sofusu
Çok uzak illerden özendin geldin
Şol tozlu yollara bezendin geldin
Urum'dan ne günah kazandın geldin
Niye geldin derler Urum sofusu
Bülbül gerek gül dalına konmaya
Şah ismail gibi sama dönmeye
Musahibin yok mu derdin yanmaya
Niye geldin derler Urum sofusu
PiR SULTAN ABDAL'ım hele yazsalar
Arasalar ülke üllke gezseler
Yolu doğru sürmeyeni assalar
Niye geldin derler Urum sofusu
Gelelim Pir Sultan Abdal'dan Şah İsmail'e övgü dolu nefese. Bundan daha net bir
kanıt olamaz. Şah İsmail'in sema döndüğü, yol kardeşliğine önem verdiği ve cem
yaptığını ifade eder. Hiç kimse Pir Sultan Abdal'dan daha iyi alevi değildir.
Bir yapı devletleşmenin ön aşamasındayken ve devletleştikten sonra izlediği
yöntemler ve hareket çizgisi değişmelere uğrayabilir. Çağımızda Çin Halk
Cumhuriyeti denilen bir sözde halk cumhuriyeti var. Oysa 1949 yılındaki kuruluş
amaçlarından tamemen sapmıştır. Safevi devletini bu şekilde değerlendirmezsek,
işte her şeyi yanlış değerlendiririz! Dolayısıyla çelişkilerin aşamalarını
görmek gerekir.
Pir Sultan Abdal açılın kapılar Şah'a gidelim derken, sadece manevi Şah'tan bahs
etmiyordu. Hiç kimse kendini kandırmasın. Bu Şah kimdir? Tarihi kronolojiye
bakılırsa, bunun Şah Tashmap olduğu açığa çıkacaktır. Pir Sultan, gerçek adıyla
Haydar, Sivas ilinin Banaz köyünde doğdu. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) ve
Sah Tahmasp (1524-1576) döneminde yaşadı. Şah İsmail'e bu kadar düşman olan ve
Çan sesine düşkünlerin esas derdi nedir? Yavuz'un iftiralarından medet umanlar
esas gayesi İrene Melikoff'un anlattığı şu gizli hakikatte yer almış olabilir
mi?
Muhammed anadan düştü
Kafirlerin aklı şaştı
Bin kilise yere geçti
Muhammed doğduğu gece
Bana öyle geliyor ki, Şah İsmail'in bu kadar hedef tahtasına yatırılmasının
gerekçesi budur. Bir yandan Yavuz'cular diğer yandan kilise bunu destekliyor.
İrene Melikof, Şah İsmail'in "Hristiyanlığa bir düşmanlığı söz konusu değil"
derken haklıdır. Çünkü aleviler diğer dinlere karşı hoşgörülüdür. Ancak hoş görü
ayrı,onların dinlerini red etmek, çürütmek ayrı şeydir.
Jean Aubin diyor ki: "Sık sık Çarmıha gerili İsa'ya gönderme yapılır. Oysa bu
şiirlerde, kafirlere ve kiliseye bir düşmanlık söz konusu ve hristiyanlara
düşman olan Şah İsmail'in düşüncesine de uygundur." Aktaran İren Melikof
Efsaneden gerçeğe Hacı Bektaş Sayfa 307-308 Aleviliğin iki tane büyük direği
vardır. Bunlardan birisi Şah İsmail Hatayi, diğeri Pir Sultan Abdal'dır.
Bunların ikisini çekip alırsanız alevilik kalmaz. Bu nedenle bu Pir ve Mürşit
hakkında yazılarımı beyan ederken, sözü pişirip söylemek gerekir. Aksi taktirde
bizde Şah İsmail'le aynı gemide yer alıyoruz. Dolayısıyla bunun ne manaya
gelebileceğini tahmin edebilirsiniz. Eleştiriler olsun, bu iyi bir şeydir. Ama
kimin ağzından konuştuğumuza dikkat ederek, saldırıları eleştiri şeklinde
algılamadan. Dolayısıyla niyet çok önemli.
Hüseyin Erdem
7 şubat 2011
Kaynak: alevihabermerkezi.com |