Hacı
Bektaş Veli'nin Yaşadığı Tarihsel Ortam
Baki Öz (Araştırmacı Yazar)
1) Giriş: Hacı Bektaş Veli'yi yaratan ve "Hacı Bektaş Veli'ye
XIII. y. yılın ürünüdür" dedirten tarihsel koşulları ve bu
dönemin Ortadoğu, Anadolu ortamını, yaşantısını ana çizgileriyle
görelim. Şuna inanıyoruz; Hacı Bektaş'ı anlamak, ancak XIII. y.
yıl Ortadoğu ve Anadolu koşullarını, yapısını tanımakla mümkün
olacaktır. Hacı Bektaş'a, inanç- düşünce- eylem bağlamındaki
hareketine, çizgisine çağı ve ortamı gözönüne alınarak bakılması
durumunda Hacı Bektaş olgusu bir somutluk, bir gerçeklik
kazanabilecektir.
Olgunun bir başka yanı da şudur: Hacı Bektaş; çağına damgasını
vuran, ortamını yaşanılabilir duruma getirmek için çözümler
üreten, arayışlar içerisine giren, koşulları toplumun yararı
doğrultusunda değiştirmek için zorlayan biridir.
Sulucakarahöyük'teki küçücük topluluğunu yapılandırışında
bunları görüyoruz. O, düşündüğü ideal toplum için
Sulucakarahöyük topluluğunu model almış, bu modeli Anadolu
geneline yaymaya çalışmıştır. İşte Hacı Bektaş'ı bir birey
olmaktan çıkarıp, günümüze kadar kalıcı kılan bu yanıdır. İşte
bu nedenler Hacı Bektaş olgusunun tarihsel dönemini, çağını,
ortamını, koşullarını ön plana çıkarıyor, bilinmesini gerekli
kılıyor. Çünkü, Hacı Bektaş Veli bir XIII. y. yıl Anadolu
ürünüdür. Acaba nasıldır XIII. y. yıl Anadolusu ? . .
2) Anadolu'ya Göçler :
V. y. yıldan itibaren Hazar denizi çevresinde yoğunlaşmalar
olmuş, bu durum ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımlara yol
açmıştır. Avrupa'ya göçenler etkinlik kuramazlar, Avrupa
toplulukları içerisinde erirler. Fakat Ortadoğu ve Anadolu'ya
göçenler bugünlere kadar sürecek biçimde kalıcılıklar sağlar ve
etkinlikler kurarlar. Beylik, devlet ve imparatorluklar kurar,
kurum ve kuruluşlarını oluştururlar. Yer yer ve zaman zaman
Ortadoğu'yu, ama sürekli olarak da Anadolu'yu yurt edinirler.
Türkler, Anadolu'yla en belirgin biçimiyle M. S. 450'lerden
sonra tanışırlar. Fakat Anadolu'yu fethetme ve yerleşme/
yerleştirme doğrultusunda yapılan asıl göçler 1000'li yıllarda
başlar. Büyük Selçuklular döneminde Çağrı Bey, Tuğrul Bey,
İbrahim Yinal, Kutalmış, Yakuti, Anadolu'ya akınlar düzenlerler,
Afşin Bey'se Ege denizine ulaşır. 1071'de yapılan Malazgirt
Savaşı'yla Türkler'e Anadolu'nun kapıları açılır. Artık Asya'da
birikmiş ve ekonomik, toplumsal, siyasal bunalıma düşmüş Oğuz/
Türkmen boylarını yerleştirecek bakir alanlar bulunmuştur.
Asya, sürekli olarak askeri ve siyasal çalkantılar yaşamaktadır.
Aynı topraklar üzerinde yeni yeni devletler kurulmakta ve
kurulmaya çalışılmakta. Bu çalışmalar büyük savaşlara yol
açmaktadır. Savaşlarsa halkın yaşamını doğrudan etkilemekte,
halkı "başka yerlere göç" biçiminde yeni arayışlara sokmaktadır.
Bu siyasal ve toplumsal gelişmeler sonucunda Anadolu'ya olan
göçleri ve bu katılımlar sonucunda oluşan Anadolu
coğrafyasındaki toplumsal mozayiği, bu yeni coğrafyada özellikle
Xlll. y. yıllarda toplumsal bunalımlara neden olacak
odaklaşmaları şöyle toparlayabiliriz:
* Hz. Ali'nin oğullarından Zeynel Abidin'in oğlu Zeyd'in soyu
IX. y. yılın ilk çeyreğinde Anadolu'ya taşınır. Malatya yöresine
yerleşir. Ünlü Battal Gazi bu topluluk içerisinde Anadolu'da
doğar. Bu topluluğun bir kolu daha sonraları Isparta'ya dek
dağılacak ve orada bilinen Veli Baba Ocağı doğacaktır. Bu
topluluk etnik olarak Arap, inanç olarak Alici/ Alevidir.
Anadolu'da Türkleşeceklerdir.
* Hurremiye hareketinin önderi Babek'in ordusu içerisinde önemli
ölçüde Türkler vardır. Eba Müslim'e özenti duyuyorlar ve
Ehlibeyt yanlısıdırlar. İran topraklarındaki Arap/İslam
egemenliğine karşı bir başkaldırı yürütmektedirler.
Azerbaycan'da ortaya çıkan bu hareket, Abbasi hizmetindeki Türk
komutan Afşin tarafından 833- 34'lü yıllarda bastırılır.
Bilindiği kadarıyla iki bin Babeki savaşçısı Anadolu'ya, Bizans
topraklarına sığınır. Rumeli'ye geçen gruplar da vardır.
Başlarında ünlü komutanları Nasr Theophobos vardır. Divriği,
Arguvan ve Malatya dolaylarındaki Paulikenler arasına yerleşir
ve onlarla Heterodoks oluşları nedeniyle kaynaşırlar. Bu
topluluklar ilerde Anadolu Aleviliğinin çeşnisi olacaklardır.
* Ortadoğu devletlerince baskı ve kıyıma uğrayan Mazdek-
Hurremi- Babeki kalıntıları farklı zaman dilimlerinde ve çeşitli
gruplar biçiminde Anadolu'ya göçer, yerleşir, Alevi inancıyla
karılıp yoğrularak ve Alevi toplumu içerisinde yerlerini
alırlar.
* Abbasi halifeleri Harunreşit ve oğulları Memun, Mutasım
dönemlerinde Ortaasya Türklüğü'ne sıcak bakılacak, Türk
boylarından askeri birlikler kurulacak, komutanlık ve
valiliklere Türkler'den atamalar yapılacak ve Araplar'la
karışmaları istenmeyen Türk toplulukları Abbasiler'le Bizans
arasındaki tampon bölge olan Anadolu'nun doğu kentlerine
yerleştirileceklerdir. "Avasım kentleri"
denilen bu bölgelere yerleştirilen Türk boyları genellikle
Abbasiler'in denetiminde kalarak Sünni İslamlığı
benimseyeceklerdir. Daha sonraları Anadolu'ya göçen birçok Türk
topluluğu Avasım bölgesindeki etnikdaşlarının arasına kolaylıkla
yerleşebileceklerdir.
* 1015- 1070 yılları arası Anadolu'ya fetih hareketi sırasında
kimi akıncı birlikleri ve onlarla birlikte hareket eden Türkmen
boyları Anadolu'ya yerleşmişlerdir.
* 1071- 1079 yılları arasında Kutalmışoğulları'nın Anadolu
Selçuklu Devleti'ni kurmaları sıralarında Anadolu'ya büyük bir
Türkmen akını olur. Büyük boylardan kopan küçük özerk gruplar
Anadolu'ya gelirler. Giderek "Türkiye"nin
temellerini atacaklardır.
* Büyük Selçuklular, Sünni İslamlığı temel alan bir düzen
kurmuşlardı. Alevi- Şii Türkmen boylarıyla aralarında ciddi
geçimsizlikler vardı. Alparslan bu sorunu Türkmen boylarını
Anadolu'ya sürerek çözümlemiştir.Geçinilemeyen ve güdüm altına
alınamayan Türkmen boylarının Anadolu'ya sürümü tüm Büyük
Selçuklu yönetimi boyunca sürmüştür. Bu, bir zoraki göçürmedir.
Selçuklular zoraki göçürmenin kapsamına Ortadoğu'daki Şii,
Batıni- İsmaili toplulukları da sokmuşlardır. Bu topluluklar
Anadolu Aleviliğinin yapılanmasına katılacaklardır.
* Anadolu'ya asıl toplu göçler Asya'da ortaya çıkan Moğol-
Cengiz olayı üzerinedir. Cengiz Han (1206- 1227) Asya'nın tümüne
egemen bir devlet olur. Doğu Avrupa'ya, Ortadoğu'ya ve
Anadolu'ya doğru genişlemek ister. Bu hareketi, huzursuzluklara
neden olur. Kimi devletleri, beylikleri yıkar. Gidilen yerlerde
sivil halka zarar verilir. Kıyım, kırım yapılır ve zulüm
uygulanır. Selçuklu ülkeleri alınır. Birçok toplum ve topluluk
Cengiz Han'a bağlanır. Moğol istilasi Türkistan ve Ortadoğu
tarımına ve kent uygarlığına ağır darbeler indirir. Asya ve
Ortadoğu'nun siyasal ve yönetsel çehresi değişir. Tedirgin olan
toplumlar Cengiz ordularının önünden kaçarak, Anadolu'ya
doluşurlar. Bu vesileyle Anadolu'ya toplu göçler olur.
* Muhammed Harizmşah'ın (1200- 1220) yanlış politikası Cengiz
Han'ı üzerine çeker. Yenilir ve devleti yıkılır. Oğlu Celeleddin
Harzemşah (1220- 1231) Tebriz'i başkent edinerek Azerbaycan
üzerinde yeniden devletini kurarsa da, Moğollar'ca yeniden
ortadan kaldırılırlar ve kalabalık Harzemli Türk kitlesi
Ortadoğu'ya, oradan da Anadolu'ya gelip yerleşirler. Erzincan,
Erzurum'la birlikte kimi yerler Harzemliler'e ikta olarak
verilir ve yüzbinlerce Harzem halkı Anadolu'ya yerleştirilir.
Bugün Erzincan ve Dersim bölgesinin birçok aşireti kendisini
Harzemli kalıntısı sayar.
* Moğol İmparatorluğu topraklarının Ortadoğu bölümü Hülağü
Han'ın payına düşer. Hülağü Han, 1258'de Bağdat'a giderek
insanlığa yakımayacak ölçüde kırım ve zulüm uygular. Halifelik
servetine el kor ve halifeyi öldürtür. Şii- Sünni ayrımını
körükler. Korku ve tedirginliğe düşen bölge insanı Anadolu'ya
sığınarak kırımdan kurtulmaya çalışır.
* Anadolu, XII. y. yıldan itibaren mutasavvıf derviş akımına
uğrar. XIII. y. yıl Anadolu'su ise artık bir derviş yatağıdır.
Bilindiği gibi Ortaasya "Horasan Melamilliği"
nin kaynağıdır. Asya'daki siyasal ve toplumsal çalkantılar
düşünce ve inanç çevrelerini yeni arayışlar içerisine iter.
Özellikle Moğol istilası, yani Cengiz'in egemenlik girişimi
kitlelerle birlikte mutasavvıf çevreleri de ürkütür. Kimi kez
bireysel, kimi kez grup olarak, kimi kez de kitlelerin öncüleri
olarak kitleleriyle Anadolu'ya göçer, Anadolu'nun yeni siyasal,
toplumsal ve inançsal yapılanmasına katılır ve öncülük ederler.
Anadolu'daki dağınık boyların yerleşmesinde, tarıma
geçmelerinde, üretim yapmalarında, disipline edilmelerinde,
Selçuklu ve daha sonraları Osmanlı düzeni içerinsinde yer
almalarında, belli bir inanç yapısı içerisinde yoğrulmalarında
mutasavvıf dervişler temel rol oynar ve temel öncülük görevi
yaparlar.
X. - XIII. yüzyıllarda Anadolu'ya olan göçlerin Hacı Bektaş
Veli'ye ortam hazırlaması açısından karakteristik özellikleri
şunlardır:
* Anadolu'ya ilk gelen Türk- Türkmen nüfusu ve boyları hakkında
kesin bilgi yoktur. Moğol istilasından önce Oğuz boylarından
yalnızca Kınık, Döğer, Yağma, Salgur, Avşar ve Yıva boylarının
Anadolu'ya göç gönderdiği saptanabilmektedir. Moğol istilası
üzerine göç artmış ve diğer boyları da kapsamıştır. Böylece Oğuz
boylarıyla birlikte Kıpçak, Peçenek, Moğol, Çağatay ve Harezmli
topluluklar da Anadolu'ya gelmişlerdir. Ortaasya'dan
Azerbaycan'a doluşan Türk topluluklarının çoğu Anadolu'ya
geçmiştir. Kaynaklar "çekirge gibi çok sayıda Türkmen"in
Anadolu'ya geldiğini yazarlarsa da inandırıcı kanıtlar
vermezler. Yalnız, bu durum Anadolu'ya bir- iki yüzyılda oldukça
yoğun bir Türk/ Türkmen nüfusun geldiğinin belirtisidir. Cahen;
bu göçlerin "onbinlerce oldukları kesindir, ama yüzbinlerce
oldukları biraz şüphelidir" derse de, Moğol istilasına kadar
200- 300 bin dolayında insanın geldiğini yazar. Kafesoğlu, X. -
XII. y. yıllarda 550- 600 bin Türkmen'in geldiğini savunur. M.
Halil Yınanç, daha kabarık bir rakam vererek bu dönem Anadolu'ya
1 milyonun üstünde insanın geldiğini yazar. Ona göre, 400 bin
dolayında olan Melikşah'ın ordusunun üçte biri aileleriyle
birlikte Anadolu'ya yönelmişlerdir. Ayrıca çobanlık ve çiftçilik
yapmak için 500 bin Türk ve Müslüman gelmiştir. XIII. y. yıl
ortalarında Moğol döneminde Anadolu'dan geçen Rubruck,
Türkler'in yerli nüfusa oranını onda bir olarak verir. S.
Yerasimos, Moğol istilasının yarattığı göç dalgasının Anadolu'ya
"çok önemli bir demografik katkı olduğu" nu savunur. XIII. y.
yılda Anadolu'da bir nüfus patlaması olmuştur. Doğallıkla bu
nüfus patlaması ile etnik ve dinsel çekişmeler bir takım
sıkıntıları da birlikte getirmiştir.
* Alevilik, ilkin Ortasaya Türklüğü içerisinde yayılmıştır.
Anadolu'ya Türk göçleriyle birlikte gelir. Anadolu'ya gelen
göçlerin bir bölümü Alevi'dir. Bir kısmı Müslümanlık'la Şamanlık
arasında bocalamaktadır. Bir bölümü ise henüz Şamanlık ve diğer
Asya dinlerindedirler. Bu dönemler Anadolu, bu nedenlerle etnik
ve dinsel bakımdan karmaşıktır. Göçebeler arasında geçerli ve
yaygın olan Alevilik, Şiilik ve Sofilik (tasavvuf) Türk
Anadolu'sunda giderek yaygınlaşır. Türkmenler, toplum içindeki
etkileri ve saygınlıklardan dolayı Büyük Selçuklular'ın
"başlarından attıklarına sevindikleri" dervişlerini, dedelerini
de birlikte getirmişlerdir. Anadolu genelinde bu "mistik
liderler", yani mutasavvıf derviş ve dedeler, babalar kendi
tarikatlarını kurar ve "konfederasyonlar biçiminde"
örgütlenirler. Giderek bu İslam ve Türk öğeleri "Türk
Anadolu'sunda ortaya çıkan bu yeni uygarlık bileşimine" egemen
olurlar.
* XIII. y. yıl Anadolu'su mutasavvıf derviş, dede, baba ve
düşünürlerle doludur. Heterodoks hareket doruktadır. Köprülü
başta olmak üzere birçok bilim adamının kabul ettiği gibi
İslamlık eski inançların üzerinde zayıf bir örtüdür. Kaynaklar
bu dönem Anadolu'sunda Alevi nüfusunu "milyonlarca" sözcüğüyle
anlatırlar. Bu izlenim Prof. Babinger'i "Anadolu Selçukluları
Şii bir mezhebe mensup idiler. Yani tek kelimeyle Alevi idiler"
kanısına götürür.
* Anadolu'ya ilk göçler sırasında Hıristiyan halk tedirginleşir.
Batı Anadolu'ya göçer. Seyrek nüfuslu İç Anadolu'ya Rum
feodalları egemen olur. İki toplum bölgeleri arasında ıssız
bölgeler doğar. Türkmen çoğunluk göçebelikte direnir. Selçuklu
yönetimi Hıristiyan köylüyü topraklarına döndürmeye çalışır. Bir
yerde Rum ve Hıristiyan köylünün savunucusu ve koruyucusu olmaya
çalışır. Başaramaz. Dönemin tarihçisi İbni Bibi'nin yazdığına
göre bu dönem Amadolu'sunda Farsça, Rumca, Türkçe, Ermenice ve
Süryanice gibi beş dil konuşulmaktadır. Ulusal birlik ve
bütünlük sağlanamamıştır. Bu kaynaşmada Alevilik temel rol
oynar. XIII. y. yıl heterodoks ve Alevi yapılanması Anadolu'da
etnik kaynaşmanın yolunu açar. Selçuklu Devleti'nin
beceremediğini Alevilik yoluyla Anadolu çok etnikli, çok dinli
toplumu kendi dinamiğiyle çözer. Ermeniler, Süryaniler gibi Doğu
kilisesine bağlı olan Hıristiyanlar, Paulicienler gibi
Hıristiyan heterodoks eğilimleri Selçuklu ve Danişmendli
yönetimlerini Bizans'a yeğ tutarlar. Toplumda bir kaynaşma olur.
Bu ortamda oluşacak olan Bektaşilik'se bu oluşumu
gerçekleştirir, yaşama geçirir.
* Türkler, din öğesinden çok, ulusal duyguya önem vermişlerdir.
Anadolu'ya göçmüş mutasavvıf dervişler, dedeler, babalar
İslamlığı Anadolu coğrafsında adeta bir ulusal dine
dönüştürmüşlerdir. Bu dedeler, babalar Türklüğü ve ulusal
öğeleri İslam potasında değil, İslamlığı Türklük ve ulusal
öğeler potasında eritmiş ve yoğurmuşlardır. XIII. y. yıl bu
oluşumun dorukta olduğu dönemdir.
* Asya'dan gelen nüfus Anadolu'da önemli olaylar yaratmıştır.
1240'larda Selçuklular'a, 1260'larda ise Moğollar'a karşı
direnmişlerdir. Halk tabakalaları içerisindeyse etkin bir maya
görevi yapmışlardır. Uygun kaynaşmayı yaratarak çoğu kez fetih
işlerini kolaylaştırmışlardır. Toplumun maneviyatına etki etmiş,
yerleşmelerine, üretici olmalarına çalışmışlardır. Ahilik örgütü
içerisinde kent ekonomisine girmişlerdir. Osmanlı Devleti' nin
kuruluşuna katılmışlardır. Bütün bu önemli oluşumlar XIII. y.
yılda gerçekleşir. Hacı Bektaş Veli ise bu etkenlerin ürünüdür,
öncüsüdür.
XI. - XIII. Yüzyıl Arası Siyasal- Yönetsel
Gelişmeler:
XI.- XIII. y. yıl Ortasya ve Ortadoğu'nun siyasal bakımdan en
çok bunalımlı dönemidir. İstikrarlı ve kalıcı bir düzen
görülmez. Hazar denizini odak alan bölge üzerinde birçok Türk
devleti kurulmuştur. 1000'li yıllarda bu bölgede Oğuz Yabgu
Devleti vardır. Hazar denizinin doğusunda ve Aral gölünün
kuzeyinde uzanan topraklarda Moğol soylu Karahitay Devleti
egemendir. Hazar ve Aral'ın doğusuna uzanan bölgede Türklük
öğeleri İslami öğelere ağır basan Karahanlı Devleti (840- 1212),
Karahanlılar'ın güneyinde Hindistan'a kadar uzanan bölgede
İslami öğeleri Türklük öğelerine ağır basan Gazneli Devleti
(962- 1187) vardır. Aynı bölgede giderek İran'a ve Anadolu'ya
doğru genişleyen Büyük Selçuklu Devleti (1038- 1157) kurulur.
Bunların insan kitlesi aynıdır. Oğuzlar ve çeşitli Asyalı
boylar. Oğuz boyları bu devletler arasında çekişme konusu olur.
Bu durum, Oğuz halkının huzursuzluğuna yol açar. Büyük Selçuklu
Devleti, Abbasi Halife- Devleti'ni siyasal güdümüne almaya
çalışır. B. Selçuklu toprakları üzerinde bir dönem bağlı, bazen
bağımsız Irak, Horasan, Kirman, Suriye ve Türkiye Selçuklu
devletleri kurulur.
Türkler'de ülkeyi hanedan üyeleriyle birlikte yönetme geleneği
vardır. Bölgelere vali olarak atanan kimi hanedan üyeleri ve
valiler bağımsızlıklarını ilan ederler. İhşidiler,
Tulunoğulları, Harizmşahlar bunlar arasındadır. Yetişkin olmayan
ve gerekli beceriyi gösteremeyen hanedan üyesi valilerin
yanlarındaki "atabeyler", "Atabeylikler" adıyla irili- ufaklı
devlet ve beylikler kurarlar. Kuzey Irak'tan Akdeniz'e kadar
uzanan topraklar üzerinde Zengiler, İran'da Salgurlular/ Fars
Atabeyliği, Azarbaycan'da İldenizliler/ Azerbaycan Atabeyliği,
Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu'da Beğteginoğulları/ Erbil
Atabeyliği, Güney Suriye'de Böriler/ Dımaşk Atabeyliği
varlıklarını sürdürürler.
Türkler'in XI. y. yılda Anadolu'ya akınlarıyla birlikte,
özellikle Anadolu toprakları üzerinde kimi beylik/ devletler
kurulur. Erzurum dolaylarında Saltuklular, Erzincan- Divriği
dolaylarında Mengücekliler, İç Anadolu Bölgesinde
Danişmendliler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarının bir
bölümü üzerinde Artuklular, Erzen, Bitlis yöresinde
Dilmaçoğulları/ Togan Arslan Oğullar, Van, Ahlat yöresinde
Sökmenliler/ Ahlatşahlar, Diyarbakır yöresinde İnal/
Yınaloğulları, Harput- Elazığ yöresindeyse Çubukoğuları,
Anadolu'nun batı kesimindeyse İnançoğulları/ Denizli- Ladik
Beyliği siyasal- yönetsel varlıklarını sürdürürler. Bu ülke
toprakları adı geçen Beylik ve devletlerle Türkiye Selçuklu
Devleti arasında çekişme konusu olur. Çoğu, XIII. y. yılda
Türkiye Selçukluları'nın eline geçer ve bu beylik ve devletlerin
siyasal varlığına son verilir.
Türkiye Selçuklu Devleti siyasal- yönetsel varlığını
sürdürürken, 1243'lerde Kösedağ Savaşı'yla Moğol İlhanlı
Devletine yenilir. Bunun üzerine siyasal egemenliği sarsılır.
Anadolu'da Moğol- İlhanlı egemenliği başlar. Devlet yönetiminde
doğan otorite boşluğu ve toplum üzerindeki egemenliğin gevşemesi
ve bölgelerde kimi beylik ve devletlerin kurulmasına, bölgede
ulusal birlik ve ülke bütünlüğünün bozulmasına neden olur.
İnceleme konumuz olan XIII. y. yılda Türkiye Selçukluları'ndan
birçok beylik doğarak ayrılırlar.
XIII. y. yıl siyasal bakımdan bir dönüm noktasıdır. Yüzyılın ilk
yarısı Türk- Türkmen toplumunun Anadolu coğrafyasında
birleşmesi, ulusal ve ülkesel birliğini kurması savaşımı içinde
geçer. İkinci yarıda ise, sağlanan ulusal ve ülkesel birliği
dağıtmama savaşımı verilir. Doğallıkla, dönemin bu durumu
doğrudan toplumun yaşantısına yansır. Bu nedenle XIII. y. yılı
bir bunalım dönemi olarak nitelememek gerekir.
4) Haçlı Savaşlarının Yarattığı Bunalım:
Haçlı Seferleri 1096- 1270 yılları arasında yapılır. Avrupa,
doğuya ve İslam ülkelerine sekiz sefer düzenler. Yaklaşık iki
yüzyıl süren bu savaşlar döneminde doğu- batı uygarlığı karşı
karşıya gelir. Fakat konumuz açısından, yani Hacı Bektaş'ın
ortaya çıkışı açısından önemli yanı Anadolu ve Ortadoğu'da
sergilenen savaşlar, kitle kırımları, insan ölümleri, ekonomik
bunalımlar ve kıtlıklardır.
X. - XIII. y. yıllar arasında Avrupa'da nüfus patlaması olur.
Nüfus patlaması tarım ürününün artışını zorunlu kılar. Batı
Avrupa'da yeni alanlar tarıma açılır. Feodal rantın sabitliğine
karşın, üreticinin payı artar. Bu durum Batı Avrupa'daki feodal
sistemin yükseliş dönemine rastlar. XIII. y. yılda Avrupa'da
feodalizm en yüksek noktasındadır. Özünde Haçlı seferlerinin
temelinde bu gelişme yatmaktadır. Avrupa feodalları Orta ve Doğu
Avrupa topraklarına doğru da yayılım içerisindedir. Akdeniz'deki
Venedik, Cenova gibi İtalya kentleri Batı Avrupa'nın ticaretine
aracılık etmektedir. Almanya İmparatorluğu'nun pazarı Venedik'in
denetimindedir. Ceneviz, Venedik ve Piza Haçlı seferleri
süresince burjuva öğelerini temsil ederler. İtalyan
burjuvalarından oluşan koloniler doğar. Bunlar doğu ticaretinin
önemli merkezleri olurlar. Haçlı çılgınlığını ticari alışverişe
dönüştürürler. Hıristiyan din adamları ve papaların çabaları
yalnızca dinsel amaçlı değildir. Amaçları; maddi ve manevi
olarak kilise iktidarını güçlendirmek ve yaymaktır. Papalık,
daha sonraki merkeziyetçi monarşilere örneklik ederek "otokratik
merkeziyetçi bir otorite" kurarlar. Avrupa'nın feodal
temsilcileri olan baronlar, şövalyeler elde edecekleri arazi ve
zenginlekler peşindedirler. Yeni topraklar alarak etkinlik
alanlarını genişletmek ve monarşik devlet olma yolunda büyümek
isterler. Haçlı seferleri, şövalyelerin ülküsü olur. Savaş,
onlar için kâr(kazanç) kaynağıdır. Avrupa'nın işsizi, çapulcusu,
dinsel fanatiği bunun için yollara dökülmüştür. Kudüs'ün
alınması Hıristiyan dünyasının kurtuluşunun simgesi yapılmıştır.
Din adamları, Haçlı seferlerini "Tanrı'nın isteği" olarak
propaganda etmektedirler.
I. Haçlı Seferinde (1096- 1099) Avrupa'nın yoksul ve fanatik
köylü kesimi yollara düşer. İstanbul'da 600 bin Hıristiyan Haçlı
toplanır. Bunların geneli Anadolu'da ikinci Kılıç Arslan'ın vur-
kaç taktiği, açlık ve susuzlukla yok olur. Antakya önlerine
ancak 50- 100 bin kadarı ulaşır. Kudüs'ü, Fatimiler'den alarak
bir Latin Devleti, Antakya, Urfa, Trablusşam, Sur ve Yafa'da da
birer kontluklar kurarlar. Bölgede toplum, Fransız feodalizmi
türünde bir feodaliteye sokulur.
II. Haçlı Seferi (1147- 1149) Musul Atabeyliği'nin Urfa
kontluğunu ortadan kaldırması üzerine düzenlenir. Bu sefere
Almanya İmparatoru ile Fransa Kralı katılırlar. Alman orduları
Mesut tarafından bozguna uğratılır. Fransız birlikleri ise
Türkmenler'in saldırılarına uğrar. Geri kalanlar Türk ve
Rumlar'ın saldırılarıyla erirler.
III. Haçlı Seferi (1189- 1192) Eyyubi hükümdarı Selahattin'in
Kudüs'ü alması üzerine düzenlenir. Haçlılar bu sefere Alman
İmparatoru, Fransa Kralı ve İngiltere Kralı'nın yönetiminde
katılırlar. Alman orduları Anadolu'da geçerken büyük yitikler
verir. Ama Konya'ya girmeyi başarırlar. Çarşıları yağmalar ve
birçok insanı öldürürler(1190). Ordular dağılır. Diğer birlikler
Akka'yı kuşatırlar. Erzaklarının bitmesi üzerine, Akka
müslümanlarının direnişi kırılır ve teslim olurlar. Kudüs'ü
almak için Selahattin Eyyubi'yle savaşırlar. Kudüs,
Müslümanların elinde kalır.
IV. Haçlı Seferinde Haçlılar İstanbul'a vararak Latin
İmparatorluğu'nu (hanedanlığını) kurarlar(1204- 1261). Kenti
yağmalarlar. Halk ayaklanır. Bizans hanedan üyelerinden kimileri
Anadolu'ya geçerek İznik ve Trabzon'da iki ayrı devlet kurarlar.
İznik Devleti 1261'de Latin İmparatorluğu'na son vererek Bizans
İmparatorluğu'nu yeniden canlandırır. Trabzon Rum İmparatorluğu
ise Fatih Sultan dönemine dek sürer.
Selahattin Eyyubi'nin ölümü ve Eyyubi Devleti'nin parçalanması,
Haçlılar'ın yüzyıl kadar daha Suriye'de kalmalarına olanak
verir. Çevre bölge ve ülkelere seferler düzenlenirse de,
başarılı ve kalıcı olamazlar. Ortadoğu toprakları üzerine ayrıca
dört sefer daha yapılır.
Bu iki yüzyıl içerisnde savaşlar nedeniyle Anadolu ve
Ortadoğu'da yüzbinlerce Hıristiyan ve Müslüman ölür. Anadolu,
Suriye ve Filistin'in birçok yeri yakılır yıkılır. Anadolu savaş
alanı olmuş ve en çok zararı görmüştür. Savaş ekonomisi
yaşanılmış, üretim düşmüş, açlık ve kıtlık yaşanılmıştır. Haçlı
seferleri Anadolu ve Ortadoğu'daki Türk- İslam devletlerini
güçsüzleştirdiğinden, Moğol saldırıları karşısında dirençsiz
bırakmıştır. Hıristiyan din adamlarının otoritesi sarsılmıştır.
Bu savaşlar bölgedeki Müslüman- Hıristiyan ilişkilerini
bozmuştur. Kapanmaz yaralar açmış, din ve mezhep savaşlarını
sürekli kılmıştır. Müslümanlar içindeki Hıristiyan toplulukları
zarar görmüştür. Yunus Emre, Mevlana ve Hacı Bektaş gibi
hümanist ve evrenselcilere bu yaraları kapamak savaşımı
düşecektir. Bunlar Hacı Bektaş ve Hacı Bektaş'ların doğmasına
neden olacaktır. İşte böylesi bir XIII. y. yıl Hacı Bektaş'a
kaynaklık eder ve Bektaşiliği ön plana çıkarır. Hacı Bektaş'ın
felsefesindeki acı, kıyım, ölüm, yıkım, savaş, kıtlık, açlık
karşıtlığı; din, dil, etnik, mezhep ve dinler üstü bir dostluk
ve barış içerisinde "olgun insan", "olgun toplum" olarak yaşama
isteği bu gözlemlerin ve yaşanılanların verdiği derslerin
sonucudur.
5) XI.- XIII. Yüzyıllarda Askeri Olaylar ve
Savaşların Yarattığı Genel Bunalım:
Hacı Bektaş'lara ortam hazırlayacak askeri olayları kronolojik
sırası içerisinde vererek; bir duygu, gönül, düşünce ve inanç
adamı olan Hacı Bektaş Veli'nin doğmasına hangi etkenlerin
kaynaklık ettiğini belirtmek, açıklamak amacındayız. Çünkü
insan, ortamının ürünüdür. Onu, koşulları yaratır. Hacı
Bektaş'ın yaşadığı XIII. yüzyılı da bu açıdan değerlendiriyoruz.
XIII. y. yılı hazırlayan gelişmeler ve XIII. y. yıl ortamında
Hacı Bektaş Veli konumuzun odağıdır. Düşünürler, inanç adamları,
gönül adamları, liderler bunalımlı dönemlerde ortaya çıkarlar.
Toplum, onlara gerek duyar. Hacı Bektaş'ın da ortaya çıkışı
böyledir. Şimdi Türk/ Türkmenler'in Anadolu'ya gelişleriyle
ilgili önemli askeri olaylara, geniş kitlelerin kırımına, zulüma
uğramalarına, kan ve can kaybına neden olan savaş olaylarına
bakalım. Çünkü bu olaylar, bunların toplumdaki yankısı, sonraki
yıllara kalan izleri konumuz açısından önemlidir.
* 26. Ağustos. 1071'de Bizans İmparatorluğu'yla Büyük Selçuklu
Devleti arasında Doğu Anadolu'da Malazgirt Savaşı
olur. Büyük Selçuklular'ın 50 bin ile Bizans'ın 100 bin
dolaylarındaki ordusu karşı karşıya gelir. Bizans yenilir. Türk/
Türkmenler Anadolu'ya yerleşme olanağını yakalarlar.
* Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu'da Türkiye Selçuklu
Devleti'ni kurar ve genişler. Antakya'yı alması Suriye
Selçukluları'nı korkutur. Suriye Selçuklu Meliki Tutaş'la Halep
yakınlarında yapılan savaşı yitirince, Süleyman Şah intihar eder
(5. Haziran. 1086) .
* I. Kılıç Arslan, Haçlılar'a karşı 30. Haziran. 1097'de
Dorileum (Eskişehir) Savaşı'nı verir. Yenilir ve
çekilir. Haçlılar 100 bin kişiyle Çukurova'ya girer ve
Antakya'yı kuşatırlar. 40 bin kişiyle Kudüs'ü kuşatır ve
alırlar. 70 bin Yahudi ve Müslümanı öldürürler.
* I. Kılıç Arslan, babasının yerine Türkiye Selçukluları'na
sultan olur. Konya'yı başkent edinir. Danişmendliler'i yener.
1104'de Büyük Selçuklu Devleti'nden ayrılarak bağımsız olur.
Suriye'ye yönelir. B. Selçuklu sultanı Muhammed Tapar, Emir
Çavlı konutasında Türkiye Selçukluları üzerine bir ordu
gönderir. Savaşı yitiren I. Kılıç Arslan atıyla Habur ırmağını
geçerken boğulur (1107) .
Türkiye Selçukları'yla Bizans İmparatorluğu arasında 17. Eylül.
1176'da
Miryokefalon (Gelendost/ Kumdanlı) Savaşı yapılır.
Bizans 100 bin kişilik bir orduyla Selçuklu Türkleri'ni
Anadolu'dan atmak ister. Bizans ordusu yenilir. Bu olay, Türkler
açısından bir dönüm noktası olur. Anadolu'dan atılamayacakları
anlaşılır ve Türkiye'yi yurd edinirler.
Türkiye Selçukluları'yla Bizans arasında 1211'de
Alaşehir Savaşı
olur. Bizans ordusu yenilir. Selçuklu askeri yağmaya girişir. I.
Gıyaseddin Keyhüsrev'in bir Bizans askerince öldürülmesi üzerine
durum değişir. Laskeris, karşı saldırıya geçer. Selçuklu ordusu
büyük yitikler vererek, Türk topraklarına çekilir.
Türkiye Selçukluları Güneydoğu Anadolu'yu almak, Kilikya Ermeni
Krallığı'nı ortadan kaldırmak, ülkesel bütünlüğü sağlamak için
1218'de Keban Savaşı'nı yaparlar. Maraş ve
dolayları alınır. Ermeniler üzerinde egemenlik sağlanır.
I. Alaeddin Keykubat, Akdeniz ve Karadeniz'e ulaşır. Buradaki
beylikleri ortadan kaldırır. Kırım'daki Suğdak'ı alır (1224) .
Eyyubi ve Artuklu meliklerini yener. Anadolu'daki ilk Türk
beyliklerini / devletlerini ortadan kaldırır.
Cengiz Han'ın önünden geçerek Anadolu'ya sığınan Harzem
hükümdarı Celaleddin Harzemşah'la Türkiye Selçuklu hükümdarı I.
Alaeddin Keykubat arasında Erzincan'da 10. Ağustos. 1230'da
Yassıçemen Savaşı olur. Üç gün süren savaşta Harzem
ordusu büyük yitikler ve çok sayıda tutsak vererek yenilir.
Celaleddin Harzemşah kaçar ve büyük bir olasılıkla Dersimliler
tarafından öldürülür. Halkı; Erzincan, Amasya, Larende ve Niğde
gibi çevre illere yerleştirilir. Buralar onlara ikta olarak
verilir. Harzemlileri izleme bahanesiyle Moğollar 1231'de
Anadolu'ya girerler. Amid, Erzen ve Meyyafarkin'i (Silvan)
yağmalarlar. Siird'i beş gün kuşatır, kenti aldıktan sonra halkı
öldürürler. Çevre kent ve köylere giden Moğollar; - dönemin
yazarlarının belirttiklerine göre- , "insanları birer birer
öldürürler". Bu kaynaklara göre; Amid yöresinde 15 bin, Siird'de
ise 20 bin kişi öldürülmüştür. Kızlar tutsak alınıp Azerbaycan'a
götürülür. Moğollar, Sivas'a kadar ilerlerler.
Türkiye Selçukluları'nın Doğu Anadolu'da egemenlik sağlaması
Eyyubileri tedirgin eder. Büyük bir orduyla harekete geçerler.
İki ordu 1234'de Harput yakınlarında savaşır. Eyyubiler
yenilirler. Sultan Alaeddin Eyyubiler'i Doğu Anadolu'dan tümüyle
uzaklaştırmak için Rakka, Urfa, Harran ve Siverek'i alır.
1239'larda "Babai Olayı" denilen Alevi -
Türkmen ayaklanması patlar. Olayın önderleri Baba İshak'la Baba
İlyas Vefai tarikatındadırlar. Baba İshak olayı Maraş, Kahta,
Adıyaman, Malatya, Kefersut yörelerinde başlatır. Amaç; olayın
asıl merkezi olan Amasya - Tokat Alevi - Türkmenleri'yle ve bu
yöredeki hareketin lideri Baba İlyas'la bağ kurmaktır.
Ayaklanma, Amasya'dan Adıyaman'a kadar genişler ve Anadolu'nun
tümüne yayılır. Malya ovasında 1240'da verilen savaş yitirilir.
Tarihlere göre; Malya Savaşı'nda 3 bin - 6 bin Babai Türkmen,
bini Frank askeri olmak koşuluyla 12 bin- 60 bin arasındaki
Selçuklu askerine karşı savaşmıştır. Babailer'in Selçukluları 12
kez yenilgiye uğratmalarını, kentleri ele geçirmelerini göz
önüne alırsak Babai ayaklanmacı ve savaşçılarının daha çok
olması, en az 10 binin üzerinde olması gerekir. Dönemin
tarihçisi İbni Bibi'ye göre bu savaşta 4 bin Babai Alevi-
Türkmen kılıçtan geçirilir. 600 kişi tutsak edilir. Baba İshak
da burada öldürülür.İbni Bibi kadın ve çocuklara değinilmediğini
yazarsa da, yanılıyor olmalıdır. Babailer'in kadın ve
çocuklarıyla birlikte savaştıkları bilinmektedir. Selçuklular'ın
kendilerine karşı savaşan bu kadın ve çocuklara dokunmayacakları
düşünülemez. Zaten dönemin bir başka yazarı, kadın ve çocukların
bu kırımdan kurtulamadıklarını belirterek İbni Bibi'yi tamamlar.
Bar Hebraeus; "Bunlardan erkek, kadın, çocuk, hayvan velhasıl
hiçbir şey kılıçtan kurtulamadı…" demektedir.
* Babai olayından Selçuklular'ın yıprandığını gören Moğollar
Anadolu'nun istilasını düşünürler. Sultan II. Gıyasettin
Keyhüsrev/ vezir Sadeddin Köpek yönetici ikilisi acizdir.
Selçuklu sınırlarında dolaşan Boycu Noyan komutasındaki Moğol
ordusu Kafkasya'daki Gürcü ve Ermeni birlikleriyle Erzurum'u
kuşatır. Kenti alır, yakar ve yıkar. Erzincan ve Kemah
yağmalanır. Sivas'a doğru ilerlenir. Selçuklular 80 bin kişilik
ordularıyla Suşehri 'nde Moğolları karşılarlar. 1243 yılında
yapılan Kösedağ Savaşı'nda Selçuklular panik
içerisine girer, ordu bozulur ve başlarında sultanları II. G.
Keyhüsrev olmak üzere kaçarlar. Selçuklular'ın böyle kolayca
bozulacaklarını düşünemeyen Moğollar cesaret bulur ve ileri
hareketlerini sürdürüler. Suriye ve Mısır'a kaçmak isteyen halkı
ve askerleri öldürürler. Sivas alınarak halkın çoğu öldürülür ve
kent üçgün yağma edilir. Kayseri üzerine yürünür. Bura da
yağmalanır. 10 bin dolayında Kayseri halkını Meşhed ovasına
çıkararak hunharca katlederler. Geri dönülür. Erzincan alınarak
yağmalanır ve halkı katledilir. Selçuklu ülkesi ikibuçuk ay
hükümetsiz kalır. Malatya subaşısı Reşididdin halka haber
vermeden hazinelerle birlikten kaçarak Halep'e sığınır.
Ermeniler yollarda yakaladıkları sığınmacıları öldürürler.
Türkmenler karışılıklar çıkarırlar. Ticaret ve tarım bozulur.
Ülkede kıtlık başlar. Ülke anarşiye boğulur. İktidar boşluğu
doğar, yönetim mücadeleleri başlar. Anadolu, Moğol egemenliğine
geçer. Selçuklular, Moğollar'a vergi verir ve onların bağlısı
olurlar. Bu statü 1277'ye dek sürer. Bu tarihten sonra da
Moğallar Anadolu'yu işgal eder ve doğrudan yönetirler.
Moğollar'ın kurduğu bu yönetim İlhanlı Devleti'nin 1335'de
parçalanışına dek sürer.
* Moğollar 1251'de Diyarbakır ve Meyyâfârkin yöresine girer,
Suruç, Harran ve Urfa'ya kadar akınlar düzenler, insanları
öldürür, tutsak eder ve çevreyi yağmalarlar. Kervanları
soyarlar.
* 1256'da Boycu Noyan kışlamak için Anadolu'ya girer. Selçuklu
birliklerini yeniden yener. Konya' ya kadar ilerler. Moğollar,
Doğu ve Orta Anadolu'yu istila ederlerken kalabalık Türkmen
yığınları ve Ağaçeriler de Malatya Harput bölgesi ile Fırat-
Musul yörelerini işgal ederler.
* Hülagü Han, Suriye seferi sırasında şehzade Yaşmut'a 1257'de
Mardin ve Meyyâfârkin (Silvan) 'i aldırtır. Silvan kuşatmaya
direnir. Açlık felaket halini alır. Kent halkı kedi, köpek ve
fareleri yerler. Moğollar, kente girdiklerinde birbirleri
üzerine yığılmış insan ölüleriyle karşılaşırlar.
* Memlük sultanı Baybars Moğolları 1260'da Aynucalut
Savaşı'nda yener. Moğollar ilk kez acı bir yenilgi
alırlar. Baybars'ın İslam ülkelerinde yıldızı parlar ve İslam
toplumlarının koruyucsu(hamisi) olur.
* Baybars, Muineddin Pervane yönetimindeki Selçuklu ordusunun
desteğindeki Moğol ordusunu 1277'de Elbistan Savaşı'nda
yener. Moğollar 6700 ölü, pek çokta tutsak verirler. Selçuklu
birliklerinin çoğu Baybars'a katılırlar. Kimileri de gönüllü
tutsak olurlar. Baybars Kayseri'ye girer. Pervane'nin iki yüzlü
siyaset uyguladığını anlayarak ülkesine döner. İlhanlı hükümdarı
Abaka Han Anadolu halkının ve Selçuklular'ın Baybars'la anlaşıp
çağırtarak Moğollar'ın yenilmesine yol açtıkları gerekçesiyle öç
almak için Anadolu'ya gelir. Baybars'la gizlice anlaştığı için
vezir Pervaneyi öldürtür. Erzurm ile Kayseri arasına 200- 500
bin arası insan öldürtür. Anadolu Türk/ Türkmen'inden - dönemin
kaynaklarına göre- 200 bin- 600 bin arası insan öldürtür. Bir o
kadar tutsak alır. Tutsakların 400 binini Bayburt'ta salı verir.
Semerkant'tan Kayseri'ye kadar öldürülenlerin sayısı 6 milyonu
geçer. Sadece Bağdat'ta 2 milyon insan can verir. Birçok kent
tarla haline gelir. Yıkılanlar arasına Tus'taki İmam Rıza
türbesi de vardır.
* Selçuklu emirlerinden Harzem kökenli Diyarbakır yöneticisi
Baycar 1277'de ayaklanır. Lülve Komutanı Hatıroğlu'na ihanet
ederek, Moğollar'a teslim eder. Moğollar onu parçalayarak,
parçalarını illere gösterilmek üzere gönderir ve halkı
sindirirler.
* Baybars'ın Anadolu'da olmasını fırsat bilen Karamanoğlu Mehmet
Bey, II. Keykavus'un oğlu Siyavuş'u (Cimri ) sultan ilan eder.
37 günlük bir yönetimden sonra Anadolu' ya gelen Moğollar Mehmet
Bey'le Siyavuş'u öldürürler. Cimri olayı ve Baybars'ın Anadolu
içlerine kadar gelmesi, Moğollar'ın Anadolu'yu işgal etmelerine
ve ülkeyi tek elden yönetmelerine yol açar.
Moğollar'ın Anadolu'nun yönetimini doğrudan üstlenmeleri üzerine
vezirler ve valiler halk üzerinde bir sömürü, talan düzeni
kurdular. Taht kavgaları kanlı boyutlarıyla sürüyordu.
Anadolu'daki Moğol hanedan üyeleri, vali ve komutanları da zaman
zaman merkezi yönetime karşı ayaklanıyor ve halka
sığınıyorlardı. Baltu (1296) ve Sülemiş (1298) ayaklanmaları
bunların en önemlileridir. Kısaca Hacı Bektaş ne yana baksa kan,
ölüm, savaş, siyasal mücadele, kıtlık ve sömürü görüyodu.
Bunlar, onun Anadolu' ya yeni bir yaşam tablosu getirmesinde
temel etken olacaklardır.
XI.- XIII. Yüzyıl Anadolu' sunun Düşünsel ve İnançsal Yapısı:
İslam dünyasında felsefe hareketleri Abbasiler döneminde
Hıristiyanlaşmış Yunan felsefesine ait yapıtların
çevirilmeleriyle başlar. Felsefeden dayanak bulan tasavvuf
giderek sistemleşir. X. y. yıldan sonra tasavvuf bir düşünce
sistemine dönüşür. Asıl felsefe akımları da yine X. y. yıl
başlarında doğar. Öncülüğü, Doğa felsefesi ile ilgili akımlar
yapar. Giderek bu akım; Eflatun'la Aristo'nun felsefe
sistemlerini uzlaştıran ve bunu Yeni Eflatuncu yorumlarla
donatan Meşaicilik ile, Eflatunculuk'la gnostik felsefeyi
birleştirerek yeni bir atılım yapan İşrakilik olarak iki çığırda
gelişirler. Buna karşın İslam dünyası XII. ve XIII. y. yılda iki
önemli badire atlatır. Bunlar Haçlı seferleriyle Moğol
istilasıdır. Bu olaylar VIII. - XI. y. yıllar arasındaki olguyu
(pozitif / müsbet) bilim araştırmalarını ve özgür düşünceyi
zayıflatır. Eşari kelamcılığı düşünce tartışmalarını durdurur.
Eğitim, iskolastik biçim alarak bağnazlığı arttırmıştır. Felsefe
akımlarına hoşgörü kesilmiştir. Felsefe, Kelamcılığın sonuca
varış aracı olmuştur. XIII. y. yıldan sonra felsefe akımları
yerlerini tümüyle kelam ve tasavvuf hareketlerine
bırakmışlardır.
Haçlı seferleri ve Moğol istilası sonrasında Anadolu'da dinsel
ve düşünsel bağdaşma oldukça bozuldu. Kitle içerisinde kızgınlık
ve kırgınlıklar doğdu. Anadolu düşünsel ve inançsal birliği
derin yarlar aldı.
XIII. yüzyıl bu dinsel ve mezhepsel kargaşalıklara çözüm arama
çabalarıyla geçer. Hacı Bektaş Veli Anadolu toplumunun düşünce
ve inanç uzlaşımının ve dayanışmasının mimarı olur. Bu yanıyla
XIII. y. yıl dinlerin ve mezheplerin bir biriyle kaynaşma
sağladığı bir dönem olur.
İslam dünyasında düşünce ve inanç akımları genellikle iki temel
üzerinde yapılanmışlardır. Birincisi Ehlisünnet (Sünnilik),
ikincisiyse Ehlibeyt (Şiilik/ Alevilik) . Ara akımlar bu iki
koldan birine yanaşarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Mutezile,
İhvanülsafa, Mazdekilik, Karmatilik, Hurremilik, İsmaililik,
Batınilik… gibi akımlar hep Ehlibeyt akımı içerisinde yerlerini
alarak genel İslam anlayışına kazandırılmışlardır. Bu akımların
İslam temeli üzerinde Bektaşilik adı altında yoğrulmasında Hacı
Bektaş Veli önemli rol oynar.
Asya göçleriyle birçok da Türkmen dervişi, mutasavvıfı, dedesi,
babası, düşünürü Anadolu'ya gelirler. Bunlar Türkistan- Horasan-
Maveraünnehir'de Melamilik, Yesevilik ve Vahdet- i Vücut
akımları içerisinde yoğrulmuş kimselerdir. Anadolu'nun
kentlerine yerleşir, çoğu kez yüksek kesimlere seslenir,
aristokrat ve aydın tabakası içerisinde yaşarlar. Bir bölümüyse
kırsal kesimlere ve halk arasına yerleşirler. Bu hareket
Anadolu'da kendi içerisinde biçimlenir. Birincisi Muhyiddin
Arabi (öl. 1241) ve evlatlığı Sadruddin Konevi(öl. 1274) ile
temsil edilenler ahlakçılığı temel alırlar. İkinci gurupsa
Kübrevilik ile Suhreverdilik tarikatlarında toplanırlar ve daha
hoşgörülü, daha estetik bir karakter gösterirler. Necmeddin Razi
(öl. 1256), Bahaüddin Veled (l. 1228), Burhaneddün Muhakkik- i
Tirmizi (öl. 1240) Kübrevililiği temsil ederler. Evhaduddin
Kirmani'yse (öl. 1237) Suhrevirdiliğin temsilcisidir. Bu
tarikatlar İranilik etkisi taşırlar. Orta Anadolu'nun Konya,
Kayseri, Tokat ve Amasya gibi ticaret ve kültür merkezlerine
yerleşirler. Halkın dinsel yaşamında önemli ölçüde rol oynarlar
.
Bu iki ahlakçı ve estetikçi akım XIII. y. yılın ortalarında
Mevlana Celaleddin (öl. 1273) ve Mevleviliği doğurur. Mevlana,
özellikle Selçuklu yöneticileriyle iyi ilişkiler içerisindedir.
Mevlevilik'se kent insanının ve yönetici çevrelerin tarikatı
olacaktır. Ahi Evren'in kurduğu Ahilik'se kent insanını
örgütlemesi ve ekonomik yaşama sokmasıyla birlikte, Mevleviliğe
göre ayrı bir yol izler.
Tasavvuf, XIII. y. yıl Anadolu' sunda göçebe, yarı göçebe ve
köylük çevrelerde önemli temsilciler bulur. Bu akımı Anadolu' ya
"Horasan Erenleri" getirmişlerdir. İslama
yaklaşımı yüzeyseldir. Bu bir "halk tasavvufu" akımıdır.
Temsilcileri baba, dede ve atalardır. Horasan Melamiliğinin/
Melametiliğinin devamcısıdırlar. Hacı Bektaş Veli bu hareket
içerisinden ortaya çıkacak ve bu harekete yeni bir düzen
verecektir.
Bu genel akımların dışında XIII. y. yıl Anadolu' sunda yaşamış
ve toplum üzerinde derin izler bırakmış birçok düşünür ve inanç
adamı vardır. Fahreddin Irakeyn (öl. 1289) 'in Tokat' ta tekkesi
vardır. Kalenderiler'le ilişkilidir. Sıraceddin Urumavi (öl.
1283) Konya'da yaşamış ve Mevlana yanlısıdır. Bir başka Mevlana
yanlısı olan Kutbeddin Şirazi hikmet, tabiiye, riyaziye ve tıp
uzmanıdır. Hacı Mübarek Haydari ise Haydari halifelerindendir.
XIII. y. yılda yaşamıştır. Tabduk Emre ile Yunus Emre de yine bu
yüzyılın insanlarıdır. Batıni- Alevi akımın içerisinde yer almış
ve toplumumuz üzerinde bugünlere kalacak ölçüde izler
bırakmışlardır.
Hacı Bektaş Veli, tasavvufun Anadolu'da en gelişmiş dönemini
yaşadığı XIII. yüzyılın insanıdır. Bu düşünce- inanç akımlarının
ve tasavvuf hareketinin en canlı olduğu dönemde hareketin
içerisinde yer almıştır. Horasan Melamiliği'nden Anadolu Batıni-
Alevi Kalenderiliği'ne uzanan çizginin temsilcisidir. Düşünce ve
inanç hareketlerinin en canlı olduğu bir çağda, bu hareketlere
bir düzen kazandırarak, Bektaşilik çığırı içerisinde
toparlayarak, birçok hareketi Bektaşilik özgünlüğü içerisinde
eritip, karıp ve yoğurup biçimlendirmeyi başarmıştır. O'nun
ululuğu işte buradan kaynaklanır.
XI.- XIII. Yüzyıl Türkiyesi'nde Toplumsal Yapı:
Büyük Selçuklular olsun, Türkiye(Anadolu) Selçukluları olsun
toplum olarak köylülüğe, ekonomi olarak tarıma dayanırlar.
Toprakların, memur ve subaylara maaşlarına karşılık işletme
hakkının verilmesi esasına dayanan İkta sistemi temel
alınmıştır. Büyük Selçuklular hanedan üyelerini Anadolu
topraklarını almaları durumunda kendilerine ikta olarak
verileceği özendirmesiyle, Anadolu'yu fethettirir, birçok
hanedan üyesini merkezden uzaklaştırır, Ortadoğu ve Anadolu'ya
yerleştirirler.
Türk devletlerinde ülke yönetiminin hanedan üyelerinin ortak
malı oluşu esastır. Türkiye Selçukluları da kamu topraklarının
hükümdarlık ailesinin malı olması ilkesini benimsemiştir.
Merkezi yönetimin güçlenmesi, iktidarı padişahın şahsında
toplamıştır. XI. y. yılın sonları hükümdarlık ailesi iktaları
dönemi olmuştur. Büyük çapta devlet mülkiyeti ortaya çıkmıştır.
Merkeziyetçi eğilimin artmasıyla, XII. y. yılda hükümdarlık
ailesi iktaları devletin sıkı denetimine alınmış ve basit birer
kazanç kaynağı düzeyine indirilmişlerdir. Türkiye Selçukluları
iktaları illerdeki vali ve askerleri kapsayacak ölçüde
yaygınlaştırarak ve büyük ikta sistemini kırarak feodallaşmayı
önlemeye çalışmışlardır.
Selçuklularda toprak üzerinde devlet mülkiyeti esas olmakla
birlikte, uygulamada özel mülkiyet vardır ve yaygındır. Devlete
yararlılık gösteren kişilere temlikler verilmiştir. Bu lkin miri
topraklardaki vergilerin bireylere bırakılması biçiminde başlar
ve giderek içeriği özelmülkiyetçilik lehine değişir. Bu vergi
hakkı giderek devletin toprak üzerindeki haklarından
vazgeçmesiyle sonuçlanır. Topraklar tam mülkiyetiyle özel
kişilere bırakılır. Vakıflar özelleşmeyi kamuflaş yaparak
yürütürler. Dahası II. İzzettin Keykavus 1260'larda bir köyü
parayla satar.
Moğol dönemi, Anadolu'da özel mülkiyetlerin büyük ölçüde
çoğalmasına, Batı feodalitesini anımsatan yüzlerce küçük
beyliğin doğmasına yol açar. Askeri iktalar özel mülklere
dönüşür. İkta sisteminin dışında, büyük arazi sahibi dihkanlar
varlıklarını sürdürürler. Kamu/ devlet mülkiyetine dayanan ikta
sisteminin dışında genişçe bir özel mülk alanı oluşmuştur. Küçük
arazi sahibi özgür köylülük de vardır. Türkiye Selçuklu devleti/
toplumu, XIII. y. yılda geniş arazilere sahip büyük ailelerin
egemenliğinde ve görünüşe göre feodal bir devlettir.
Selçuklu toplumu, bir sınıflı toplumdur. Sınıflar kristalize
olmuştur. Ülkede tam anlamıyla bir beyerki/ zengin
erki(plutokrasi) vardır. İranlı ve İranlılaşmış öğeler devlet
üzerinde, yönetimde egemendirler.Eğitim ve kültür bu doğrultuda
yapılanmaktadır. Kamucu/ devletçi toplum yapısından sınıflı
feodal toplum düzenine geçiş izlenmektedir. Toplum, bu geçişin
sancılarını çekmektedir. Bu toplumsal sancılar kendini; göçebe-
yerleşik, Türk/ Türkmen- İrani öğeler, Şii(Alevi)- Sünni
çatışması ve azçok özgür kabile üyeliği biçiminde yaşatılan
göçebe yığınların "Türkmenlik"ten çıkıp yarı- bağımlı köylü
konumuna zorlanmasına karşı gösterilen direnişler biçiminde
ortaya kor. Türkmen feodallaşmaya karşı tepki göstermektedir.
Artık XIII. yüzyıl Anadolusu'nda bir sınıflı toplum ve
sınıfsallık üzerine oturtulmuş bir düzen vardır. Toplumun
huzursuzluğu ve tepkisi buradan kaynaklanmaktadır. Hacı Bektaş
da bu yapı ve düzen içerisinde bir tepki ve yeni bir ideal düzen
koyucu olarak görünür.
Dönemin yazarlarından İbni Said'in verdiği bilgiye göre,
Selçuklu ülkesinde 400 bin köy vardır ve bunları 36 bini
haraptır. XIII. y. yılın sonlarından itibaren kıtlıklar
Anadolu'yu kasıp- kavurmaktadır.Bu durumda toplumuna duyarlı
yaklaşan, toplumunun dertlerini dert edinen Hacı Bektaş ve Hacı
Bektaş'ların çıkması/ doğması kaçınılmazdır. Dönemin toplumsal
yaşantısı, toplumsal- ekonomik- siyasal düzeni, askeri kırımlar,
doğal felaketler, baskı ve zulümlar Hacı Bektaş'ın ortaya
çıkmasının zorunlu ve kaçınılmaz ortamıdır. Koşullar, Hacı
Bektaş'ı doğurmuş ve öne çıkarmıştır.
- II-
HACI BEKTAŞ VELİ'NİN KÖKENİ
VE YAŞAMINDAN ÖNEMLİ KESİTLER
1- "Bektaş" Adının Anlamı ve Kökeni:
Araştırmacılar Hacı Bektaş'ın gerçek adının "Muhammed",
mahlasının ise "Bektaş" olduğunu, ayrıca "Hünkâr"ın da Farsça
olup "Hüdavendigâr"ın kısaltılmışı olduğunu, lakap olarak
kullanıldığını yazarlar. Vakfiyelerde adının "Hacı Bektaş"
olduğu belirtilir.
"Bektaş" sözcüğü Türkçe'dir. Şemseddin Sami Bey'in "Kamûs-
i Türki"sine ve Ahmet Vefik Paşa'nın "Lehçe- i
Osmâni"sine göre "yaşıt", "eşit", "birbirlerinin
tıpkısı" anlamına gelir.
"Bektaş" adının Türkçe oluşunu ve Hacı Bektaş'ın mahlası, sanı
değil de doğrudan adı olduğunu kesindir. Gerk "Terceme-
i Kamus"da, gerek "Tarama Sözlüğü"nde,
gerekse "Eski Uygur Türkçe Sözlüğü" gibi eski
Türk dilleriyle ilgili sözlüklerde "Bektaş" sözcüğü "eş",
"denk", "benzer" anlamlarına gelir ve "bengdeş", "beğdeş",
"bağdaş", "bekdaş", "bekdeş" ve "bektaş" biçiminden yazılmıştır.
"Hacı"lığı da kesin belgelerle saptanamıyor. Bu ad söylencelere
dayandırılmaktadır. "Veli"liği de Anadolu'ya geldikten ve
kendini kanıtladıktan sonra almış olmalıdır. "Seyyid"liği Ali
soyuna dayandırılmasının bir sonucudur. Sonradan san olarak
takılmıştır. Bunlara karşın, "Bektaş" sözcüğünün Farsça ve
Arapça olması olanaksızdır. Türkçe'dir. Eski Türkçe'de
kullanılmıştır. "Bektaş"ın san olarak savunulması da
tutarsızdır. "Bektaş", doğrudan Hacı Bektaş'ın adıdır.
2) Hacı Bektaş'ın Soyu:
Hacı Bektaş Horasanlı'dır. Nişabur kentinde doğmuştur. Babası
İbrahim Sani'dir. Muhammed mahlasıyla anılır. Soy olarak Hz.
Ali'ye bağlanır. Annesinin adı Hatem (Hateme) 'dir. Şeyh
Ahmet'in kızıdır. Anadolu'daki Ağuçan Ocağı bu Ahmet Dede'nin
soyundan olduklarını savunurlar.
Hacı Bektaş'ın soy kütüğü ile yol kütüğü (şeceresi) sürekli
birbirine karıştırılmıştır. Birden de çok kütükler üretilmiştir.
Bu alanda tam bir karışıklık vardır. Gerek soy kütüğü, gerekse
yol kütüğü çoğunluk Hacı Bektaş'ı Hz. Ali kaynağına kadar
götürür. Zaten iki kütük düzenlemesi arasındaki karışıklıkta
buradan doğmaktadır. burada yalnızca soy kütüğüne ilişkin bir
örnek vereceğiz:
Hacı Bektaş- ı Veli, 2) Seyyid Muhammed İbrahim el- Sani, 3)
Seyyid Musa el- Sani, 4) İbrahim Mükerrem el- Mucap, 5) İmam
Musa'l Kazım, 6) İmam Cafer el- Sadık, 7) İmam Muhammed el-
Bakır, 8) İmam Zeyn'el Abidin Ali, 9) İmam Hüseyin el- Şehid,
10) İmam Emir el- Müminin Ali.
Hacı Bektaş, her türlü eğitimini Horasan'dan almıştır Toplumsal
ve etnik çevresi de Türkistan- Horasan- Nişabur'dur. Buraların
çocuğudur. Eflâki, Aşıkpaşaoğlu ve Vilâyetname Hacı Bektaş'ın
Horasanlı olduğunu yazarlar. Türkistan- Horasan'a olan Arap
göçleri genellikle evlenmeler yoluyla toplumsal karışmaya/
kaynaşmaya uğramışlardır. Bölgede Araplaşma değil, Türkleşme
olmuştur. Hacı Bektaş'ın konumu bu sosyolojik gerçeğin
sonucudur.
Hacı Bektaş'ın soyu İmam Kazım'a dayandırılır. "Seyyid"liği ve
"Evladıresül"lüğü buradan kaynaklanan bir inancın sonucudur. Bu
durum inanç bağlamında doğrudur. Tarih bakımından büyük bir önem
taşımaz. Ama Arap değil de, Türk oluşu tarihsel gerçeğe daha
uygundur.
Hacı Bektaş'ın Yaşadıgı Zaman Dilimi:
Hacı Bektaş 1209/ 10- 1270/ 71 yılları arasında yaşamıştır. 62-
63 yıl ömür sürmüştür. Aşağıda vereceğimiz şu kanıtlar bizi bu
sonuca götürmüştür.
* Hacı Bektaş "Vilâyetname"si ile 1318- 1358
yılları arasında yazılan "Ariflerin Menkıbeleri"
Hacı Bektaş'ı, yaşadığı yılları çok iyi bildiğimiz
Mevlana'yla(1207- 1273) çağdaş gösterir, ilişkilerinden söz
ederler. Yine bu dönem yaşamış ve ilişkiler içerisinde oldukları
bir takım adlar verirler. Seyyid Mahmut Hayrani(öl. 1268) ,
Nureddin b. Caca(1256- 1277 yılları arasında yönetimdedir) ve
Hacım Sultan(XIII. y. yıl) bunlar arasındadır. Bu kişiler Hacı
Bektaş'ın çağdaşıdırlar.
* Kaynaklar Hacı Bektaş'la Ahi Evren'in ilişkisine yer verirler.
Ahi Evren, 1205'de Anadolu'ya gelir. 1227/ 28'de Konya'ya
yerleşir. 1243'de Ahilerle birlikte Moğol olayına karşı çıkar.
Eşiyle birlikte Moğollar'a tusak düşer. 1247'de Kayseri'ye
yerleşir. Daha sonra Kırşehir'e geçerek ondört yıl orada yaşar.
1261'de Moğollar'a karşı yaptığı ayaklanmada öldürülür, eşi ve
yanlıları Sulucakarahöyük'teki Hacı Bektaş'a sığınır ve orada
yaşarlar. Bu tarihsel bilgiler bizde Hacı Bektaş'ın yaşadığı
dönem hakkında sağlıklı kanaat uyandırır.
* Hacı Bektaş'a yakın bir dönemde yaşayan Iraklı Abû'l- Farac
al- Vasıti (1275- 1343) onun adından, yolkütüğünden(şecere) söz
eder ve yaşadığı döneme ilişkin bilgi verir.
* Kırşehir'de oturan ve kitabını 1502'de yazan Aşıkpaşaoğlu,
"Hacı Bektaş, Osmanlı Hanedanından kimse ile konuşmadı" diyerek,
onu Osmanlı öncesi döneme yerleştirir.
* 1295, 1297 ve yıllarına ait Ali Emiri ve başkalarının
buldukları vakıfnamelerde ve Kırşehir'de bir Mevlevi tekkesi
kuran Şeyh Süleyman b. Hüseyin al- Mevlevi b. Şemseddin'in
vakfiyesinde Hacı Bektaş'la ilgili ölenler için kullanılan
"Kuddısa Sırrıhu" ve "merhum" deyimi kullanılır ve
Sulucakarahöyük'ten Hacıbektaş kazası diye söz edilir. Bu durum
Hacı Bektaş'ın bu vakfiye tarihlerinden önce öldüğünü
kanıtlamaktadır.
* Hacı Bektaş ilçesi Halk Kütüphanesinde bulunan 14, 15 nolu
yazmada ve 119 noda kayıtlı bilgisini "Silsilename"den
alan "Vilâyetname"de, Ankara Milli Kütüphane'nin 0. 1251 nosunda
kayıtlı "Uyun - al Hudâya" yazarı Resmi Ali
Baba(Giritli Derviş Ali) 'nın istinsa ettiği "Vilayetname"nin
üzerinde Hacı Bektaş'ın 1209- 1270 yılları arasında 63 yıl
yaşadığı kaydı düşülmüştür.
4) Hacı Bektaş'ın Anadolu'ya Gelişi:
Cengiz olayı Asya'yı kasıp- kavurmuştur. Herkes huzursuzdur.
İnsanlar bölgeden ayrılarak konumlarını kurtarmaya çalışırlar.
Düşünce ve inanç akımları alanında da kargaşalıklar vardır.
Anadolu umut kapısıdır. Birçok insan, topluluk, bunlarla
birlikte düşünce ve inanç adamları umuda koşar gibi Anadolu
yollarına düşerler.
Hacı Bektaş da birçok insan, topluluk, düşünür, mutasavvıf
dervişle Anadolu'ya göçer. Hacı Bektaş'ın Anadolu'ya boyuyla
birlikte geldiğini, bu boyun Çepniler olabileceğini, Çepniler'in
Sivas, Amasya, Tokat, Ankara, Kırşehir yörelerinde Ulu Yörük
oymakları içerisine yerleştiklerini bilinmektedir.
Yanında kardeşi Menteş'in olduğunu kesin bildiğimiz Hacı
Bektaş'ın boyuyla, çevresiyle ve düşünce arkadaşlarıyla bu göçe
karar vermesi, gelip belli bölgelere yerleşmeleri doğal ve akla
uygun geliyor bana. Zaten kendisine ilk inananların da Çepni
boyu olması bu yaklaşımı haklı çıkarmaktadır.
Nitelikli kaynaklar onun Yesevi, Melami, Kalenderi gibi
akımların içerisinde yer aldığını, Anadolu'ya da amaçlı
gönderildiğini anlatırlar. Bu durum onun en az 25 yaşın
üzerinde, yani 1234'lü yıllarda Anadolu'ya geldiğini gösterir.
Kaynaklar onun Kayseri'de Battal Mescidi'nde bir süre
Kirmani'nin gözetiminde yetiştiğini yazarlar. Kirmani, 1234'de
Anadolu'da temelli ayrıldığına göre, Hacı Bektaş'ın bu tarihte
veya bir süre öncesinde Anadolu'da olması gerekir.
Hacı Bektaş birlikte geldiği topluluk içerisinde ön plandadır.
Yolculuğu döneminde bile bir arayış içerisindedir. Hacca gider.
Necef, Mekke, Medine, Kudüs, Halep ve Elbistan'ı dolaşır. Sivas,
Amasya, Kayseri ve Kışehir'i dolaştıktan ve buralarda belli
süreler kaldıktan sonra Sulucakarahöyük'e yerleşir.
"Vilâyetname" bu inceleme/ araştırma gezisinin odak noktalarını
belirtir. "Kürdistan'da bir kavmin içinde bir zaman eğleşir.(…)
O kavmi kendisine bağlar. (…) Rum ülkesine yürür. Elbistan'da
Ashâb- ı Kehf mağarasına uğrar. Orada erbain çıkarır. Kayseri'ye
doğru yola çıkar. (…) Rum ülkesine Zülkadirli ilinde Bozok'tan
girer. (Daha sonra) Sulucakarahöyük'e iner".
Bu gezi ve incelemeler onu olgunlaştırır. Anadolu'daki merkezine
yerleşmeden önce Horasan ve Erdebil'de tekke eğitimi almış,
Ortadoğu'yu gezmiş, İslamın yoğun merkezlerinde kalmış, çeşitli
İslami çevrelerle tanışmış, Horasan'da Yeseviliği ve Melamiliği,
İran ve Arabistan'da Batınilik'le İsmaililiği, Selçuklu
üzerindeki Acem etkisini, Karamanlılar'daki Türklük idealini,
ayrıca Ahilik ve Babailiği yerinden görmüş, tanımiş ve yer yer
etkilenmiştir. Hacı Bektaş, 1240'lı yılarda Anadolu'dadır.
Olayın içinde veya çevresindedir. Olay karşısında belli bir
bilince ve tutuma sahiptir.
Hacı Bektaş, Anadolu'da birçok yerde bulunduktan sonra en son
durağı Sulucakarahöyük'tür. "Vilâyetname"ye
bakılırsa burada 15 yıla yakın yaşamıştır. Moğollar'a ve
Mevleviler'e karşın, Ahiler arasında bulunmuştur. Onları kendine
yakın bulmaktadır. O nedenle Sivas'tan Kayseri'ye geçer. Büyük
bir olasılıkla Moğollar'a karşı Kayseri savunmasında bulunur.
Ahi Evren'le dostluğu bu ilişkiler içerisinde gelişir. Ahi
Evren'in Kayseri savunmasında tutuklanması üzerine Hacı Bektaş
Sulucakarahöyük'e geçer ve yerleşir. Bu durum karşısında Hacı
Bektaş'ın Sulucakarahöyük'e geliş tarihi 1257- 60 arası
olmalıdır. Zaten Ahi Evren'in 1261'de Moğollar'a Kırşehir'de
direnişi sonucunda öldürülmesi üzerine eşi, yakınları ve
yandaşları olan Ahiler Sulucakarahöyük'e göçer ve Hacı Bektaş'ın
yanında korunurlar.Baba İshak olaylarının kılıç artıklarının
Hacı Bektaş'ın yanında toplanmalarından çekinm, olacaklar ki,
cezalandırma yoluna gidilmeyecek, ama sürekli göz altında
tutulacaktır. Ahiler de onun gücüne güç katacaklardır. Bu
gelişmeleri gözönüne alırsak, Hacı Bektaş Ahi Evren'in öldürülüş
tarihi olan 1261(1 Nisan)'den önce Sulucakarahöyük'e yerleşmiş,
bu tarihte artık burada bir güçtür.
5) Hacı Bektaş Hayatta İken Ünlü Değil miydi?
Hacı Bektaş, döneminde ünlüdür. Mevlana, Baba İlyas ve Ahi
Evren'le çağdaştır. Kaynaklar bu dönemin ünlülerinin
ilişkilerini mistik bir dille anlatırlar. Düşünce üretmişler,
yolaklar kurmuşlar, toplumu örgütleme çalışmaları yapmışlar,
siyasal olaylara katılmış ve yönetmişlerdir. Dönemin
yazarlarından Ahmet Eflâki, Elvan Çelebi, Vasiti Hacı Bektaş'a
yer verirler. Bunlardan Vasiti, Iraklı'dır ve Hacı Bektaş
hakkında bilgisi vardır, ona ilşkin bilgi verir. 1502'de
tarihini yazan Aşıkpaşaoğlu onun hakkında sağlıklı bilgilere
sahiptir. Ünü sürdüğünden sonraki yıllarda hakkında
"Vilâyetname" düzenlenir. Adına tarikat kurulur. Toplumun büyük
bir kesimi ona bağlı olduğunu ve onun izinden yürüdüklerini
açıklarlar. Devlet, kurduğu bir askeri ocağını (Yeniçerilik) ona
bağlar. Mevlevi inançlı Eflâki gibi yazarların onu kendi tarikat
önderleriyle kıyaslayarak, küçük düşürücü öyküler anlatmaları
dönemin mezhep ve tarikat bağnazlığından kaynaklanmaktadır.
Ayrıca Anadolu'ya ilk "Ehlibeyt sevgisini" ve "tevella- teberra"
inancını getiren odur. Sulucakarahöyük'ü Babai kalıntılarına,
Kalenderiler'e, Haydariler'e ve diğer heterodoks çevrelere
merkez etmiş, bu kesimlere kucak açmıştır. Anadolu'da bir Alevi
derneşmesi sağlamıştır. Geniş bir halife topluluğu vardır.
Alevi- Bektaşilik'le ilgili belge ve kaynakların yokedildiği
tarihsel bir gerçektir. Bu da Hacı Bektaş'ın ününün örtülü
kalmasına yol açmış, yolağın yayılmasını engellemiştir.
6) Hacı Bektaş Babai Ayaklanmasına Katılmış mıdır?
Aşıkpaşaoğlu bu konuda şunu yazıyor: "Hacı Bektaş, Horasan'dan
kalktı. Bir kardeşi vardı, Menteş derlerdi. Birlikte kalktılar.
Anadolu'ya gelmeye heves ettiler. Önce doğru Sivas'a geldiler. O
zamanda Baba İlyas gelmiş, Anadolu'da oturur olmuştu. Meğer onu
görmek isteğiyle gelmişler.(…)Bu Hacı Bektaş, kardeşiyle
Sivas'a, Sivas'tan Baba İlyas'a geldiler."
Aşıkpaşaşaoğlu'nun anlatımında Hacı Bektaş'ın Baba İlyas'ın
doğrudan müridi olduğu anlamı çıkmıyor. Y. N. Öztürk'ün bu sıcak
ilişkiyi "Horasan hemşeriliği"ne bağlaması gözardı edilemeyecek
bir görüştür. Zaten Aşıkpaşaoğlu'nun Baba İlyas'ın halifelerini
sayerken, bunlar arasında Hacı Bektaş'a yer vermeyişi de bu
açıdan anlamlıdır.
Mevlevi Ahmet Eflâki, Hacı Bektaş'ı her yerde Mevlana'ya göre
küçümserken bu konudaki tutumunu yüceltir. Eğer Hacı Bektaş
olaya katılmış olsaydı, durumu ideolojik değerlendiren Eflâki,
mutlaka Hacı Bektş'ı bu tutumundan da ötürü yerer ve kınardı.
Şunu yazıyor:
"Hacı Bektaş- ı Veli, Baba Resul'ün has halifeleriden idi. Baba
Resul Rum ülkesinde(Anadolu'da) ortaya çıkmıştı. Bir topluluk
ona(Baba Resul'a) Baba Resu'llâh diyordu. Hacı Bektaş'ın
marifetle dolu aydın bir kalbi vardı. Onun yoluna uymadı".
Elvan Çelebi de Hacı Bektaş'ın ayaklanmaya katılmadığını söyler.
"Sultan tacı"nı istemeyerek Babai liderlerini izlemediğini
belirtir. Şunları söylüyor:
Hacı Bektaş şol sebepten hiç
Göze almadı tacı sultanı
Ulu işigine gelür ü gider
Can- ile seyr ider bu canânı
Böyle anladı bildi buldı bular
Bu nihâdı bu yol u erkânı
Babai ayaklanmasının başlatılması konusunda Baba İlyas'la müridi
Baba İshak arasında çelişki vardır. Baba İlyas'ın ayaklanmayı
zamansız bulmasına ve başlatılmasının geciktirilmesini
düşünmesine karşın, Baba İshak - tıpkı Şeyh Bedreddin olayında
olduğu gibi- şeyhinin onayını almadan başlatır. Bu nedenle ileri
gelir halifelerin çoğu olaya katılmaz. Zaten Baba İlyas da bir
oldu- bitti karşısında bırakılmıştır. Elvan Çelebi'yle birlikte
çağdaş kaynakların çoğu Baba İlyas'ı değil, yalnızca Baba
İshak'ı suçlarlar. Bu durum, bu konudaki kanımızı
güçlendirmektedir.
Hacı Bektaş ayaklanmaya katılmamıştır. Eğer katılmış olsaydı,
Babai kılıç artıklarının oun yanına toplanmalarında devlet
kuşkulanır, bu tür bir oluşuma izin vermez, dahası Hacı Bektaş
cezalandırılırdı. Bunlar olmadığına göre Selçuklu Devleti'nin
Hacı Bektaş'tan kuşkusu yoktur. Bu da Hacı Bektaş'ın o güne
kadar devlet nezdinde kötü ve kuşku yaratıcı bir izlenim
bırakmadığını gösterir. Görüldüğü kadarıyla Hacı Bektaş bu
dönemler "taç peşinde" değildir, yani yönetim düşünmemektedir.
Hacı Bektaş Anadolu'da olmasına karşın, Baba İlyas'ın başında
düşündüğü gibi düşünmüş ve o doğrultuda kararlı davranmıştır.
Doğru bildiğini yapmıştır. Olayı zamansız bulmuş, tutumuyla daha
fazla Türkmen kırımını önlemeye çalışmıştır. Yoksa Marksist ve
sol çevrelerin onun kişiliğinde görmeye çalıştıkları doğrultuda;
ne olaya katılmış, ne de önderlik etmiştir.Olmasını istediğimiz
şeyleri, olmuş gibi göstermek tarihçilikle bağdaşmaz.
Tarihçilik, olan şeyi olduğu gibi yansıtmaktır. Sonradan Alevi
ve Türkmenler Hacı Bektaş'ın çevresine toplanmışlardır. Bu durum
Anadolu'da bir Alevi derneşmesi yaratmıştır. Hacı Bektaş, Baba
İlyas'ın eylemini düşünce yoluyla gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Geçmişten ve yakın dönemde yaşanılandan alınan dersle eyleme
çekidüzen verilmiştir. Bunlar Hacı Bektaş yoluyla olmuştur. Hacı
Bektaş'ın çeşitli kitlelere önderliği bu aşamadan sonra başlar.
Olaylar bu doğrultuda gelişir.
Hacı Bektaş Evli mi, Bekar mı idi? (Mücerredlik Sorunu) :
Hacı Bektaş'ın evliliği/ bekarlığı genellikle Çelebiler'le
Babaganlar arasında sorun olmuş, olayın büyütülmesi buradan
doğmuştur. Çelebileri Alevi- Bektaşi dünyasında tek otorite
görmek istemeyen Anadolu'daki Alevi Ocakları da Hacı Bektaş'ın
evlenmediği ve soy bırakmadığı savını kendi meşruluklarına uygun
görmüş ve bu konuda Babagan Kolu'nun savını desteklemişlerdir.
Görüldüğü kadarıyla olayın bir meşruluk ve temsilcilik boyutu
vardır. Tartışmalı bir süreç geçirmesi bu kaygıdan
kaynaklanmaktadır. Bizim bu yanlardan herhangi biriyle doğrudan
bağımız olmadığına, olayın salt araştırıcısı olduğumuza, siyasal
bir kaygı da taşımadığımıza göre, daha sağlıklı kararlar
verebilecek konumda sayılırız.
Hacı Bektaş'ın Kalanderi/ Haydari kökenli olduğu, bu dervişlerin
de bekar/ mücerred oldukları doğrudur. Hacı Bektaş da bu
döneminde Kalenderi erkânına göre giyinir, traşını ona göre
yapar ve evlenmez. Fakat Sulucakarahöyük'teki konumu farklıdır.
Yerleşmiştir. Artık Ortadoğu'yu dolaşan bir Kalenderi dervişi
değildir. Birçok Alevi ve heterodoks gruplar ona
bağlanmışlardır. "Serçeşme" konumuna geçmiştir. Artık eski bir
Kalenderi/ Haydari dervişi değil, bir sistem adamıdır. Bu
toplulukları yönlendirmek ve yönetmektedir. Eski konumuna göre
çok farklı olmak zorundadır. Bu kez konumu böyle
gerektirmektedir. Bu dönem Bektaşilik töreleri tam oluşmamasına
karşın, halifelerine sofra, çerağ, alem, seccade verir ama,
nasip verme töreninin herhangi bir özelliğine ve "mücerredliğe
rastlanmaz". Hacı Bektaş'ın da bu döneminde evlenmesi
mantıksaldır. Yerleşik bir yaşama geçmiş, sistem adamı olmuş
biri için evlilik kaçınılmazdır.
Alevi- Bektaşilik'te bekarlık değil, evlilik özendirilir.
Evlilik, erdemli olmanın bir parçasıdır. Erdemli olmaya gidiş
yolunun önemli bir basamağıdır. Müsahip olmada, Ceme girebilmede
evlilik zorunluluğu vardır. "Buyruk", evlenmemiş kimselerin
"dini, imanını, müslümanlığını tam görmez". Babagan Kolu
Bektaşileri evlidir. Bu kolun postnişinlerinin bile çoğu
evlidir. B. Noyan'ın belirttiği gibi ilk postnişin ve halifeler
tümüyle evlidir. Sersem Ali Dedebaba'dan sonra mücerred
Dedebabalar gelmişlerdir. Ali Naci Baykal Dedebaba'yla birlikte
Dedebabalık yeniden evlilerin eline geçmiştir.Bildiğim kadarıyla
günümüzün Dedebabası Bedri Noyan ve halifelerinin tümü evli ve
çocuk sahipleridirler.
Manicilik'le ortaya çıkan, Hıristiyanlık'ta keşişlik biçiminde
kurumlaşan mücerredlik Anadolu Bektaşiliği'nde pek yüz
bulmamıştır. Hıristiyan dünyasının içinde olan Balkan
Bektaşileri, özellikle Arnavut Bektaşi dervişleri mücerredliğe
eğilim duymuşlardır. Balkan Bektaşi dergâh kurucularından Otman
Baba, Demir Baba ve Musa Baba hiç evlenmemişlerdir, yani
mücerreddirler. Zaten ilk dönem Bektaşiliğinde mücerredlik
kurumu ve mücerred olan yoktur. Mücerredlik bu yolağa (tarikata)
1551- 52'li yıllarda, yani Balım Sultan'la girdiği sanılmasına
karşın, ondan da sonra girmiştir.
Hacı Bektaş'ın mücerred olması için ideolojisi açısından bir
neden yoktur. İzinde olduğu insanlar hep evlidir. Hz. Muhammed,
Hz. Ali, Oniki İmamlar hepsi evlidir ve çocukları vardır.
Yetersiz ve pek açıklayıcı da olmasa, Hacı Bektaş'ın evli oluşu
ve soyunun sürüşüne ilişkin belgeler vardır. Aşıkpaşaoğlu'nda
şöyle bir kayıta rastlanır. "Ya bu Hacı Bektaşoğlu Mahmut Çelebi
ki o Resul Çelebi'nin oğludur. Onun müritlerinden ve ilim
ehlinden kimse var mıdır? Cevap: Vardır".Bu, Hacı Bektaş'ın
evlendiğinin ve soyunun sürdüğünün kanıtıdır.
Tarihçi M. Ali "Künhü'l- Ahbar"da(V. cildde)
1596- 97 yılında Hacıbektaş'a gittiğini, Balım Sultan'ın oğlu
İskender Çelebi (İskender Mürsel) ile görüştüğünü ve Hacı
Bektaş'ın soyundan gelenlerin adlarını öğrendiğini yazmaktadır.
Tarihçi Peçevi İbrahim Efendi(öl. 1650) Hacı Bektaş'ın
torunlarından Kalender Çelebi'nin ayaklanmasına(1526- 27
yılları) yer verirken, Kalender Çelebi'nin Hacı Bektaş'ın
soyundan, torunlarından olduğuna değinir. Ona göre; "Kalender,
Hacı Bektaş- ı Veli'nin torunlarındandır. Yani Hacı Bektaş- ı
Veli'nin Kadıncık Ana'dan burnu kanı damlasıyla doğma öz oğlu
olan Habib Efendi'nin soyundan gelmedir".
Şemseddin Sami, ünlü "Kamus- ül- Alam"(Kadıncık
maddasi)ında, Ahmet Rıfat'sa "Mirat- ül Makasit"inde(1871),
Hacı Bektaş'ın Kadıncık Ana'yla evli olduğunu, çocukları yoluyla
soylarının sürdüğünü yazarlar.
Çeşitli nedenlerle verilen padişah fermanlarında, vakıf
kayıtlarında, mahkeme sicillerinde Çelebiler için " Hacı Bektaş
evladından" deyimi kullanılır. Padişah III. Mustafa'nın
1764(1177 H.) tarihli fermanında; Hacı Bektaş'ın torunlarının
Mürselli ve Hüdadatlı olarak iki kesim oluşturduğunu,
mürşitliğin Mürselilere ait olduğu belirtir. II. Mahmut'un da bu
doğrultuda fermanları vardır. Başvuruları değerlendirerek;
"Çelebiler'in Hacı Bektaş'ın torunları olduklarını", Bektaşi
dergah ve zaviyelerinin başına, "Hacı Bektaş'ın torunlarından
olan kişilerin postnişin olarak atanmasını" buyurur. 1824'deki
bir fermanı bunun en açık kanıtıdır.
Vakıf kayıtları ve mahkeme sicillerinde de Hacı Bektaş dergahına
vakfedilen emlak ve arazilerden sağlanan gelirlerden "Hacı
Bektaş evladı olan Çelebiler'e" pay ayrılır.
Bu belgeler Hacı Bektaş'ın evlendiği, çocuk sahibi olduğu ve
Çelebiler'in onun soyu olduğununun kanıtlarıdır.
Kaynaklarda karşımıza Hacı Bektaş'ın eşi veya manevi kızı
konumunda birden çok ad çıkmaktadır. Karışıklığın birinci nedeni
budur. Kadıncık Ana, Kutlu Melek, Fatıma Hatun, Fatma Nuriye…
hemen hemen aynı insanın adları olarak geçerler. Fakat başka
başka insanlar da olmaları olası. Son yıllarda Doç. Mikail
Bayram olaya yeni bir boyut kazandırmıştır. "Menakib- i
Evhadü'd- din- i Kirmâni"ye dayanarak, Fatma Hatun'un
Kirmani'nin kızı ve Ahi Evren'in ise eşi olduğunu saptar. Yani
Ahi Evren şeyhinin kızıyla evlenmiştir. Ahi Evren'in 1261'de
Moğollar'ca öldürülmesi üzerine Fatma Hatun eşinin dost çevresi
olan Sulucakarahöyük'e göçer. Bektaşiler arasında "Kadıncık
Ana" olarak bilinen bu Fatma Hatun'dur. Doğallıkla
burada Hacı Bektaş'la bir evlilik yaptığı düşüncesi ortaya
çıkmaktadır.
Her ne kadar kesin yargıya varmakta zorluk çekiliyorsa da, Hacı
Bektaş klasik derviş tanımlamasının dışında bir nitelik
sergilemektedir. Yaşam dolu biridir. Çalışıp üretmektedir.
Topluluğuyla birlikte işin, üretimin ve yaşamın doğrudan
içindedir. Toplumdan kaçan, bir yalnızlık, bir inziva adamı
değildir. İşle ibadeti birbirinden ayıracak ölçüde çağın ve
derviş anlayışının önündedir. Bekarlık değil, evlilik onun
yaşantısına uymakta ve yakışmaktadır. Büyük bir olasalıkla İdris
Hoca'nın kızı Fatma Nuriye'yle evlenmiştir. Alevi- Bektaşi
geleneğinde dedelerin eşleri "Ana" olarak adlandırılır. Hacı
Bektaş'ın eşinin de "Kadıncık Ana" lakabıyla adlandırılması
anlayış açısından doğaldır. Bu evlilikten Seyyid Ali
Sultan(=Timurtaş) veya bir başkası doğmuş ve soyu bu çocuğuyla
sürmüştür. Bu soyun bugünkü temsilcileri "Çelebiler"dir. "Burun
kanından doğma" anlatımı yalnızca bir söylencedir. Hiçbir
bilimsel değer taşımaz. Hacı Bektaş'a olağanüstülük yükleyebilme
amacıyla doğmuş olmalıdır. Bu tür birçok derviş ve evliya
söylenceleri insanın hayal, sevgi ve bağlılık dünyasının
ürünleridir.
8) Hacı Bektaş Alevi'dir:
Biz Hacı Bektaş'ın Alevi- Şii olduğu görüşünde ve kanısındayız.
Onunla ilgili belgeler bizi bu kanıya götürmektedir. Kanaatımızı
oluşturan verileri iki grupta toplayabiliriz.
* Hacı Bektaş'ın Yapıtlarındaki Veriler: Hacı
Bektaş kitaplarını Alevilik dokusu üzerinde yazmıştır. Kimi
pasajlarında bunu rahatlıkla duyumsatır. Şu pasajlarında
Aleviliğin temel dünya anlayışına, Alevilik düşüncesine,
görüşüne, ilkelerine ve Aleviliğin temel felsefesi olan
tasavvufa temellik edecek düşünce izlerine rastlamak olasıdır.
Bu düşünce izlerine Alevi- Bektaşiler'in günlük yaşamına girmiş
olan "Buyruk"ta ve Alevi toplumunun
"sohbet"lerinde bugün de rastlanır.
Makalat"a göre;
"Müminlerin amacı Çalap Tanrı'yı bulmaktır. Kendilerini O'na adamaktır.
(O'nunla) bir olmaktır.(…)Muhiplere sorsalar, Tanrı'yı nice
bildiniz? Muhipler cevap vereler, kendi özümüzde bildik ve kendi
özümüzü Çalap Tanrı'dan bildik. Sözümüzün delili, şartı budur
ki, Hz. Resul buyuruyor ki; 'Her kim kendini bilirse, kuşkusuz
Tanrısı'nı da bilir.' "
"Gönül cennete(uçmak) benzer. Yahya İbni Muaz şöyle der: Benim
gönlüm, dünya ve ötedünyadan değerlidir. Çünkü dünya mihnet ve
nimet evidir, ama benim gönlüm marifet evidir. Marifet dünya ve
ötadünyadan üstündür."
"Gönül ile Hak Teala arasında perde yoktur.(…)Ve hem Beyt- ül-
mâmur(gökte, Kabe hizasında büyük meleğin tavafı olan beyt- i
şerif) var. Lakin gönül ikisinden daha değerlidir/ üstündür.
Çünkü Beyt- ül- mâmur göktedir. Kerrubiler(büyük melekler) tavaf
ederler. Ama gönül padişahı âlem Tanrı'nın nazargâhıdır. Nitekim
Sad b. Abdullah der ki, Resul hazretinden işittim: Tanrı ile tüm
nesneler arasında perde vardır, yanlız gönül ile Çalap Tanrı
arasında perde yoktur. Müminin gönlü Kabe'ye benzer. Kabe'ye
varan ayağıyla yürür. Ama gönül isteyen, yüzü üzre varması
gerek. Onun için aşıklar yüzlerini yere sürerler."
"Ariflerin arılığı görünümdedir. Yeniden aslına erer, birikir. Arifler
katında eş koşma murdardır. Onu içlerinde bırakmaz, dışarı
atarlar. Kendileri arıdırlar ve başkalarını da arıtırlar. Şöyle
bilmelidir: Kendisini arıtmayan başkalarını da arıtamaz."
"(…) Arifler katında iman akıl üzeredir. Fakat herkesçe
bilineni; imanın dil ve gönül üzere olduğudur. Kim Çalap
Tanrı'ya gönülden tanıklık yapmazsa, mutlak kafirdir.(…)İbadete
gelince; amel imandan ayrıdır ve iman ibadettir."
"Gönül büyük bir kenttir. Tanrı arştan yerin altına kadar ne
yarattıysa o kentte vardır ve o kente sığar".
"Birisinin gönül gözü olmazsa, Hak'tan ne haberi olur."
"Bir insan, rahmani ile şeytani olanı ayırmayı bilmeyince
kendini de bilmez. Bir insan kendini bilmeyince Çalap Taalayı da
bilmez. Şimdi her kim bu sözlerin anlamını anlamışsa, rahmani
ile şeytaniyi ayırmasını bilirse, o kişi kendisini de bilmiş
olur. Bir kişi ne zaman kendini bilirse aşk gelir, o kişiyi
Hakk'tan yana çağırır. Ne kadar talihi varsa, o kadar ileri
gider."
"Fevaid"e göre;
Hacı Bektaş burada olgunluğu/ olgunlaşmayı amaç gösterir. "Kamil insan"ı,
ideal insan tipi olarak alır. Alevi- Bektaşiliğin amaçladığı
insan tipidir bu. Kişinin iç olgunluğu, arınmışlığı öne
çıkarılır. Namaz kılıp, oruç tutmanın yeterli olgunluğu
sağlayamayacağını vurgular. "İslamlık" olarak bilinen bu ibadet
biçimleri O'nun için ölçü değildir. O'nun felsefesinde "ham
sofuluk" yoktur. Gönülden inanmışlık vardır. Hz. Ali'nin
ahlak(etik) anlayışı O'nun için modeldir. Hacı Bektaş, O'nu
Sünni görmek isteyenlere buradaki pasajlarıyla gereken yanıtı
verir. İşte ilgili bölümler:
"Evliyaya şundan dolayı 'abdal' derler ki, kendisinden ilk
yaratıldığı hamlık durumu olgunluğa dönüşmüştür. Onlar Tanrı'nın
ahlakıyla ahlaklanıp bezenmişlerdir. 'Tanrı'nın huylarıyla
huylanınız' buyruğu budur."
"Şunun açıklanmasından yanayız ki; olgunlaşmış evliyaların ve
tanrı'ya erenlerin söyleşmeleri/ sohbetleri görünüme
dayanan(zahiri) ibadetten daha yararlıdır. Onların sözlerini
dinlemek, bilim öğrenimi yolundan daha insanı Tanrı'ya
eriştiricidir."
"Şeytan, herkesin yolunu keser ve cehennem odunu yapar. Ancak
evliyanın(Tanrı dostlarının) çevresinde dolaşamaz.(…) 'Gerçektir
ki, şeytan Ali'nin gölgesinden kaçar'. Her kim ki velinin
gölgesine sığınır, şeytan onun çevresinde bile dolaşamaz.
Şeytanı gören bir kişi yanıtında; 'Bu mescidde bir aşırı
sofu(zahit) namaz kılıyor. İstiyorum ki onu yolundan ayırayım.
Fakat onun yanında gerçeğe ermiş biri(arif) bulunuyor. Onun
korkusundan mescide giremiyorum. O olmasaydı, aşırı
sofunun(zahit) işini bir anda bitirirdim'".
* Çağdaş Kaynakların Hacı Bektaş'a İlişkin
Verileri: XVI. y. yıla kadarki ilk dönem
kaynaklarından yalnızca Taşköprülüzade Ahmet'in "Şakayıku'n-
Numaniyye" adlı yapıtı Hacı Bektaş'ı Sünni gösterir.
Diğer kaynakların hepsinde Hacı Bektaş Alevi- Şii ve heterodoks
bir veli, derviş olarak sunulur. İslamın namaz, oruç gibi Sünni
mezhebin katıca uyguladığı kuralları uygulamadığı ve
önemsemediği vurgulanır. Çizilen bu tablo onun Sünni mutasavvıf
dervişlerden olmadığını, Alevi nitelik sergilediğini gösterir.
Ünlü Aşıkpaşa'nın oğlu Elvan Çelebi(öl. 1359) "Menakıbu'l-
Kutsiyye fi Menasıbi'l- Ünsiyye" adlı yapıtında aile
içindeki geleneksel bilgileri en yetkili ağız olarak anlatır ve
Hacı Bektaş'a değinerek O'nun Alevi niteliğine ilişkin önemli
ipuçları verir.
Mevlevi olan Ahmet Eflaki(öl. 1360) "Menakıbu'l- Arifin"
adlı kitabında Hacı Bektaş'ın Baba Resul'un halifesi olduğunu,
çokca "şeriata uymadığı"nı ve "namaz kılmadığı"nı belirtir.Bu
tanımlamalar Hacı Bektaş'ın Sünni anlayışta olmadığının
kanıtıdır doğallıkla.
Hacı Bektaş'ın ölümünden 80- 100 yıl sonra müritleri tarafından
yazılan, ancak elimize XV. y. yıldaki nüshaları geçen "Menakıb-
ı Hünkâr Hacı Bektaş- ı Veli (Vilayetname- i Hacı Bektaş)
" Alevi- Bektaşilik'le ilgili buğün de varlığını sürdüren
inançların çoğunun kaynağını oluşturur. Alevi- Bektaşi
çevrelerin inanarak benimsediği ve Alevi- Bektaşiliğe katkıda
bulunan birçok mutasavvıf dervişi içerir. Bu temel keynak Hacı
Bektaş'a Batıni- Şii- Alevi bir nitelik biçer. Bu kaynakta, Hacı
Bektaş'ın Ehlibeyt bağlılığından yola çıkan Kalenderi- Haydari
eğiliminden biri olduğu açıkça anlaşılır.
Aşıkpaşaoğlu(öl. 1481) "Tevarih- i Al- i Osman"
adlı yapıtında Hacı Bektaş Veli yer alır. Baba İlyas'la ve
Babailer'le olan ilişkisine değinilir. "Meczup ve saf bir
derviş" olduğunu söyler. O dönem yaşamış Alevi- Batıni
dervişleri belirtir. Bu tarihçinin anlattklarında da Batıni-
Babai- Alevi ve heterodoks bir Hacı Bektaş tipi ortaya çıkar.
y. yılda yazılan bir başka kaynak, İranlı mutasavvıf
Abdurrrahman- ı Cami(öl. 1495)'nin "Nefahâttu'l- Üns min
Hazarâti'l- Kuds" adlı Farsça yapıtıdır. Bu yapıtı aynı
dönem Lamii Çelebi "Terceme- i Nefahât"
adıyla Türkçe'ye çevirmiştir. Kaynak bir sufi biyografisi
koleksiyonudur. Hacı Bektaş'ın tasavvufi kişiliğine ilişkin
önemli gözlemlerde bulunur. O'nun Alevi niteliğini belirtir.
Gerek yazdıkları, gerek onunla ilgili yazılan, gerekse O'nun
izini sürdüren Alevi- Bektaşi toplumunun tarih boyu
geleneklerinde ve bilgilerinde yer alan dökümanlara bakarsak
Sünni değil, Alevi bir Hacı Bektaş çıkar karşımıza. Bu
kanıtlardan yola çıkarak Hacı Bektaş'ın Alevi olduğunu
kesinlikle söyleyebiliriz.
-III-
BEKTAŞİLİK VE OSMANLI DEVLETİ
Osmanlı Devleti'nin Kuruluşuna Hacı Bektaş Katılmadı:
Hacı Bektaş'ın Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan önce yaşadığı,
devletin kurulmasına doğrudan katılmadığı, dönemin yazarlarından
Aşıkpaşaoğlu'nca saptanır. Aşıkpaşaoğlu şu bilgiyi verir:
"(…)Bektaşiler, Yeniçeriler'in başındaki taç Hacı Bektaş'ındır derler.
Yalandır. Bu ak börk, Orhan Gazi zamanında Bilecik'te ortaya
çıktı.(…)Her kimse ki Hacı Bektaş, Osmanlı Hanedanından birisi
ile konuştu derse yalandır. Şöyle bilesiniz".
Bu konuda kesin yargıyı Köprülü son dönem çalışmalarında ortaya
kor. Şunları saptamıştır:
"Hacı Bektaş'ın Osman I. ile karşılaştığı hakkında Bektaşi söylencelerinde
varolan rivayetlerin aslı olmadığı gibi, Yeniçeriliğin ilk
doğuşunda Hacı Bektaş'ın 'hayır dua' ettiği rivayeti asla kabul
edilemez.(…)Hacı Bektaş'ın ölümü bundan çok
öncedir.(…)Aşıkpaşaoğlu'nun bu konudaki açık ifadesi, varolan
belgelerle pek iyi sağlamlık kazanmaktadır".
Bu bilgi son çalışmalarla genellik kazanmıştır. Mevlevi yazar
Eflaki Hacı Bektaş'ı Mevlana dönemine kor ve ilişkilerinden söz
eder. Kaynaklar Hacı Bektaş, Osman Bey'in kayınbabası Şeyh
Edebali (uzun ömürlü olmuş ve 1326'da ölmüştür) ve Ahi Evren'den
birlikde söz eder ve ilişkilerini anlatırlar. Moğollar'a karşı
birlikteliklerinden ve direnişlerinden söz ederler. Mevlana
müridi olan Moğol veziri Nureddin Caca'nın 1261'lerde Ahi kırımı
ve Ahiler'in Sulucakarahöyük'e ve Hacı Bektaş'a sığınmalarını
tarihler açıkça anlatırlar. Bunlar tarihsel olarak belli ve
bilinen olaylardır. Görüldüğü gibi bunlar Osmanlı öncesi olan
olaylardır. Hacı Bektaş Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna
kalamamış, ölmüştür. Bu nedenle Osmanlı'nın kuruluşunda doğrudan
bir rolü olmamıştır.
Yalnız bu yargımızı Osmanlı Beyliği'nin yerleştiği uc bölgelere
göçerek yerleşen Alevi, Ahi, Bektaşi, Kalenderi ve Haydari
dervişlerinin ve topluluklarının Osmanlı'nın kuruluşuna maddi ve
manevi katılmalarından, desteklemelerinden ayrı tutalım. İkisi
ayrı ayrı olaylardır. Hacı Bektaş Osmanlı'nın kuruluşuna
katılmamıştır, devletin kuruluşundan önce (1271'lerde) ölmüştür,
ama Bektaşiler katılmış ve etkin görev üstlenmişlerdir.
Yeniçeriliğin Kuruluşunda Hacı Bektaş'ın Rolü Yok:
Bu konudaki yanlış şudur. Yeniçeri askeri ocağının Orhan Bey
döneminde kurulduğu bilgisi yanlıştır ve artık günümüz
tarihçiliğinde bilğisel değerini yitirmiştir. Günümüz
tariçilerinin kesinlikle saptadıkları ve doğru bilgi olarak
kabul ettikleri Yeniçeri Ocağı'nın I. Murat döneminde 1363
yılında kurulduğudur. Böyle olunca da 1271'lerde ölen Hacı
Bektaş Veli'nin Orhan Bey veya I. Murat'la görüşmesi, bu
padişahların Yeniçeri Ocağı'nı ona kurdurmaları, veya onun
doğrudan bu ocağı kutsaması, resmi giyim- kuşamını belirlemesi
olası değildir. Bu savların artık günümüzde tarihsel, bilimsel
ve bilgisel bir değeri kalmamıştır. Bütün bunlar yalnızca
Yeniçeri Ocağı'nın Bektaşi tarikatına bağlandığını ve ocağın
Bektaşi postnişinlerince kutsandığını gösterir. Birinci planda
doğru olan bilgi budur. Bütün diğerleri bu temel bilginin
söylenceleştirilerek mistik bir çıkmaza sokulmasıdır.
Yeniçeriler'in Resmi Giysilerinin Bektaşilik'le
Bağıntısı Sorunu:
Aşıkpaşaoğlu "börk" konusuna değinerek, Bektaşilik'le
Yeniçerilik arasındaki ilişkiye açıklık getirmeye çalışır. Şunu
yazmaktadır:
"Bektaşiler, Yeniçeriler'in başındaki taç Hacı Bektaş'ındır derler.
Yalandır. Bu ak börk, Orhan Gazi zamanında Bilecik'te ortaya
çıktı.(…)Bektaşiler'in ak börk giymelerine neden şudur: Onların
bir şeyhleri vardı. Abdal Musa derlerdi. O Abdal Musa neden
olmuştu. Abdal Musa, Orhan zamanında gazaya geldi ve
Yeniçeriler'in arasında nice zaman yoldaşlık edip yürüdü. Bir
Yeniçeri'den eski bir börk diledi. Bir eski börk verdiler. Abdal
Musa bunu başına giydi. Seferi onlarla birlikte yaptı. Seferden
dönünce kendi memleketine gitti. Başında Yeniçeri'den aldığı
börk vardı. 'İşte ben de gaziler tacını giyip geldim' diye
haylıca övündü. Halk: 'Bunun adı nedir? ' diye sordu. O da 'buna
bükme elif tac derler' diye cevap verdi. Bektaşiler'in tacının
gerçeğini açıkladım. Aslı böyledir".
Hacı Bektaş'ın Osmanlı kurucu padişahları dönemine ulaşmadığına
göre, Orhan Bey döneminde "ak börk"ün kabul edilmesinin Hacı
Bektaş'ın "izniyle" olmaması gerekir. Aşıkpaşaoğlu doğru
söylüyor olmalıdır. Ama bu konuda Abdal Musa'nın etkisi
olabilir. Yeniçerilik, Yeniçeri törenleri ve giysisi tümüyle
Alevi- Bektaşilik dışında düşünülemez. Derin Alevi- Bektaşilik
izleri taşır. "Tarih- i Selâtin- i Osmaniyye"ye göre giysinin
biçimi için Orhan Bey Hacı Bektaş'ın oğlu Seyyid Ali Timurtaş
Efendi'ye baş vurur ve onun belirlemesini ister. O ise,
"Giysinin hayırlısı ak olanıdır" hadisine uyarak "ak börk ve ak
giysi giyilmesini" buyurur. Böylece Yeniçeri giysisi bu dönemde
ve bu yolla kabul edilmiş olur. Müstakimzade'nin "Risâlet'üt-
Taç"ında da buna benzer bir bilgi verilir. Askeri üniformaların
çeşitliliğini gidermek için, I. Murat döneminde Bektaş Paşa
aracılığıyla Hacı Bektaş'ın oğlu Seyyid Ali Timurtaş eliyle
"Yeniçeriye ve Dergahta bulunan devlet ve saltanat ileri
gelenlerine BERATA ünvanı verilir. Bu kişilere keçeden börk
uygun bulunur". II. Bayezıt'in ilk dönemlerinde Derviş Küçük
Abdal'ın yazdığı "Otman Baba Vilayetnamesi"nde "(…)Giydiğim
börk Hünkâr Hacı Bektaş kisvetidir ve bu kuşandığım kılıç
Murtaza Ali kılıcıdır" ifadesi geçer. Bu, Otman Baba'ya
sorulan bir sorunun yanıtıdır. Demek ki, Fatih döneminde de
Yeniçeriler kendilerini Hacı Bektaş'a mensup sayıyorlar,
börklerinin Hacı Bektaş giysisi olduğu kanısındadırlar. Bu kanı,
doğallıkla çok öncelerden gelen bir inancın sürmesidir. Osmanlı
Devleti'nin kuruluşunda Ahileler'in rolü bilinmektedir.
Ahilik'le Bektaşilik arasında inanç ve düşünce birlikteliği
vardır. Zaten Ahilik giderek Bektaşilik içerisinde erimiş ve
birlikte kaynaşmışlardır. A. Gölpınarlı'nın savunduğu gibi,
Yeniçeri'ye kabul edilen "börk, doğrudan doğruya Fütüvvet
ehlinin börküdür". Börk veya üsküf Fütüvvet erbabından
alınmıştır. Yani Yeniçeri börkü Ahilik kaynaklıdır, Ahilik'ten
alınmıştır. Ahi başkanı olan I. Murat'ın kurduğu ordusuna kendi
inancının bir gereği olan "ak börk"ü giydirmesinden ve bunu
ocağın üniforması haline getirmesinden daha doğal ne olabilir.
Kısaca "ak börk"ü I. Murat Yeniçeri ordusunun üniforması olarak
kabul etmiştir. Ahiliğin Alevi- Bektaşilik içerisinde erimesiyle
de, bu giysiler ve gelenekler Bektaşi kaynaklı olarak anlaşılmış
ve insanlığın geleneksel belleğine öyle yerleşmiştir. Zaten Doç.
M. Bayram da özgün araştırmalarıyla bu bilgileri ve görüşleri
tamamlayacak bulgular ortaya kor. Abdal Musa'nın giydiği "elifi
taç"ın Ahiler'in memleketi olan Kayseri ve Kırşehir'de "Külah-
duzlar Mahallesi"nde örüldüğünü, Ahiler'in Kırşehir ve
Kayseri'de toplu öldürülmeleri üzerine uclara gittiklerini ve bu
örgülerini de böylece Osmanlı topraklarına taşıdıklarını,
Yeniçeriler'in külahlarının bu Ahiler'in getirdikleri modele
dayandığını açıklar.
Yeniçeri Ocağı'nı, Hacı Bektaş'ın Oğlu Seyyid Ali
Timurtaş Sultan mı Kutsamıştır:
"Kavanin- i Yeniçeriyan"a dayanan tarihçi Prof. İ. H.
Uzunçarşılı; Yeniçeri Ocağı kurulurken Vezir Hacı Bektaş Paşa,
Hacı Bektaş Veli'nin oğlu Timurtaş Dede ve Mevlana soyundan
Emirşah Efendi'nin görev aldığını, ocağın kurulmasını
gerçekleştirdiklerini ve kutsadıklarını yazar. Bu olayda Hacı
Bektaş'ın birey olarak doğrudan rölü olmamıştır. Çünkü bu döneme
ulaşmamıştır. Kuruluşta, oğlu Timurtaş Dede doğrudan görev
yapmıştır. Hacı Bektaş Paşa'nın vezir oluşu nedeniyle ocağın
bürokratik işlerini üsleneceği, Timurtaş Dede'ninse manevi
olarak görev yapıp ocağı kutsadığı olasıdır. Yeniçeri Ocağı,
Hacı Bektaş Veli ocağına bağlanmış, Yeniçeriler'e; "Ocağ- ı
Bektaşiyan", "Taife- i Bektaşiyan", "Gürûh- u
Bektaşiyan", "Zümre- i Baktaşiyan" denmiştir.
Ocaktaki terfi ve derece silsileleri "Silsile- i Tarik- i
Bektaşiyan" sözüyle dile getirilmiştir. Ocak ağaları içinse
"Sanâdid- i Bektaşiyan", "Rical- i Dudmân- ı Bektaşiye"
gibi deyimler kullanılmıştır.Böylece Yeniçeri Ocağı'na kökü
Türklük ve İslamlık kaynaklarına kadar giden "alp- erenlik"
niteliği verilmeye çalışılmış, Ahilik- gazilik- Hacı Bektaş
bagıntılı bir oluşum yaratılmış,Yeniçeri askeri örgütü "erenler
serveri ve gaziler serdarı" sayılan Hacı Bektaş gibi bir
din ve inanç ulusunun ruh ve dinamizmiyle biçimlendirilmek
istenmiştir.
Yeniçeri Ocağı, bir Ahi başkanı olan I. Murat'tan itibaren bu
askeri örgüt Bektaşi tarikatına bağlıdır ve Yeniçeriler Bektaşi
misyonuyla yetiştirilmektedirler. Otman Baba Vilayetnamesi
Yeniçeriler'in Fatih döneminde kendilerini Hacı Bektaş "mensubu"
saymaktadırlar. Koca Sekbanbaşı'nın "Hulâsat- al- Kelam fi Redd-
al- Avam" adlı kitabında yazdığına göre; Kanuni'nin Macaristan
savaşında askerin çabasızlığını görmesi üzerine, Pirevinde Hacı
Bektaş evladı olarak bulunan şeyh getirtilerek ocak yeniden
dualattırılır ve manevi bir güç, çaba verilmeye çalışılır.
Yeniçeriler'se artık kendilerinin "Hacı Bektaş köçekleri"
olduklarını içtenlikle dile getirirler.Ocağın 94. cemaat
ortasında Hacı Bektaş babalarından biri, Hacı Bektaş vekili
olarak oturmaktadır. Bunlar da göstermektedir ki, Yeniçeri Ocağı
Bektaşilik'le doğrudan ilişkilidir. Bu askeri örgüt Hacı Bektaş
ve Bektaşiliğin manevi niteliğiyle yetiştirilmek istenmiştir.
Ocak kurulurken, Hacı Bektaş değil ama, Pirevinin dönemin
postnişini bu yeni kurulan askeri kuruluşu kutsamış ve manevi
eğitimlerini(terbiyelerini) üstlenmişlerdir.
I. Murat döneminde 1363 yılında kurulan bu Yeniçeri askeri
ocağını hanği postnişin veya hangi Hacı Bektaş "evladı", Hacı
Bektaş adına kutsamış ve ocağın manevi eğitimini Bektaşilik
tarikatı adına üstlenmiştir. "Kavanin- i Yeniçeriyan", "Tarih- i
Selâtin- i Osmaiyye", "Risalât- al- Taç" gibi eski kaynaklar ile
Cemalettin Efendi, İ. H. Uzunçarşılı ve A. Gölpınarlı gibi
yazarlar bunun Timurtaş Dede veya öteki adıyla Seyyid Ali Sultan
olduğunu belirtirler.
Kaynaklardaki bilgilerde, Timurtaş Hacı Bektaş'ın oğludur.
1310'da doğmuştur. Şehzade Süleyman Paşa'nın birlikleriyle
Trakya'ya geçmiş, Balkanlar'a giderek Dimetoka'da Seyyid Ali
Sultan (Kızıl Deli) dergahını kurmuştur. Diğer adı, Hızır
Lala'dır. Hacı Bektaş'ın ölümünden sonra Pirevinde postnişin
olmuştur. Postnişinliği 1361 yılına dek sürmüştür. Ölümü ise
1402'dir.
Kaynaklardaki bu bilgiler kendi içerisinde çelişmektedir.
Birinci uymazlık Hacı Bektaş 1271'de ölür, "oğlu" Seyyid Ali ise
1310'da doğar. İkincici, 1361'e kadar postnişin olan Seyyid
Ali'nin değil de, bu tarihten sonra postta olan kişinin Yeniçeri
Ocağı'nı kutsaması gerekir. Çünkü Yeniçeri Ocağı 1363'de
kurulmuştur. Üçüncüsü, Seyyid Ali, Timurtaş , Hızır Lala ve
Hızır Bali'lerin ayni kişiler olmaması gerekir. Çünkü aynı
kişiler olduklarını gösterir sağlam bir kaynak ve delil yoktur.
Dördüncüsü, Anadolu'daki Seyyid Ali ile Balkanlar'daki Seyyid
Ali aynı kişiler olmayabilirler.
Hacı Bektaş "Vilayetname"si de, Hacı Bektaş'tan sonra posta
geçenler hakkında karışıklığa yol açacak bilgiler verir. Hacı
Bektaş'tan sonra ilkin posta geçenin bir yerde Habip Emirci, bir
başka yerdeyse Hızır Lala Cüvan olduğu ve elli yıl görevde
kaldığı yazılıdır. Öyle sanıyorum ki, Timurtaş Dede Seyyid Ali
Sultan'ın dışında biridir. Yeniçeri Ocağı'nın kurulduğu tarihte
postnişindir. Yeniçeri ocağını Hacı Bektaş adına o kutsamış ve
manevi eğitimiyle ilgilenmiştir. Hacı Bektaş'ın da oğlu değil,
ya torunlarından biri veya yoloğullarından biridir. Fakat,
torunu olma olasılığı daha büyüktür. Çünkü bu dönem henüz
yoloğulluğu ve dedebabalık henüz oluşmamıştır. Bunlar Balım
Sultan'la (öl. 1516) tarikata girecek ve etken olacaklardır.
5) Yeniçeriler'in Bektaşiliği:
Yeniçeriler, Bektaşi Tarikatı'nın bir bakıma "seyfi kolu"
olarak görev yapmışlardır. Yeniçeriler kendilerini Bektaşi
Tarikatı'ndan görmüş ve Hacı Bektaş'ı kendilerine "pir"
tanımışlardır. Yeniçeriler'e bu nedenle "Taifeyi Bektaşiyan/
Bektaşi tayfası" denir.Onların "sofra gülbank"ı Hacı
Bektaş'ı "pir" tanıyışlarına kanıttır.
Yeniçeriler'in Bektaşi tekkeleriyle olan bağlantısı I. Kosova
Savaşı(1389)'nda oynadıkları belirleyici rolleriyle kesinlikle
ortaya çıkar.Fatih döneminde yaşayan Otman Baba
"Vilayetname"sinde giydiği börkün Hacı Bektaş'ın, kuşandığı
kılıcınsa Hz. Ali'nin olduğunu söyler. Bu, Yeniçeriler'in
kendilerini Fatih döneminde Hacı Bektaş bağlısı sayışlarının
kanıtıdır. Bu gelenek kuşkusuz o gün doğmamıştır, daha öncelere
dayanmaktadır. Koca Sekbanbaşı, Kanuni'nin Macar seferi
sonrasında, Pirevindeki Hacı Bektaş postnişinini getirterek
ocağı dualattırdığını yazar.1683 Viyana kuşatmasında
Osmanlılar'a tutsak olan Kont Marsigli, Yeniçeri Ağası'nın
Divan'da Hacı Bektaş adının geçtiğinde hep ayağa kalkıp saygı
göstardiğini, Yeniçeriler'in kırmızı renkli sancağında "hilal"
ile Hz. Ali'nin "iki uçlu kılıcının (zülfikâr)"
yer aldığını anlatır. Yeniçeriler'e kimikez "Hacı Bektaş
oğulları" da denir. III. Selim yönetiminin ikinci yılında
Yeniçeriler'in bağlılık ve cesaretlerini dilerken onlara "Hacı
Bektaş köçekleri" diye seslenmiştir. Yeniçeriler
birliklerine üye olarak kaydedilirken, Hacı Bektaş yoluna iman
ve bağlılık yemini ettirilirdi. Yeniçeriler'e Bektaşilik
felsefesi kazandırılmaya çalışılır, biçimsel bağlılıktan
kurtarılmaya özen gösterilirdi. Bu durum Yeniçerilik- Bektaşilik
ilişkisnin başından beri kurulduğunun, Hz. Ali- Oniki İmam
bağlılığının inanca temel kılınarak Bektaşilik yoluyla
Yeniçeriler'e kazandırılmaya çalışıldığının kanıtıdır.
1822'lerde düzenlenen şu Yeniçeri askerinin terhis belgesi ve
benzeri olan sofra "gülbank"ları görüşümüzü kanıtlayacak
niteliktedir.
"Müminiz kalû belâdan beri Hakkın birliğini eyledik ikrar; bu yola vermişiz
seri Nebimiz vardır Cenâb- ı Ahmed- i Muhtar; erlerden berû
mestâneleriz, Nur- ı ilahide pervaneleriz. Bir bölük bu cihanda
divâneleriz, sayılmamakla kimse bilmez halimiz. On iki imam on
iki tarik cümlesin dedik beli, yediler, kırklar nûr'ı nebi
Kerem- i Ali pirimiz Sultan Hacı Bektaş- ı Veli. Bin iki yüz
otuz sekiz senesinde cennetmekan, firdevs âşiyan kanun sahibi
elgazi Sultan Süleyman Han hazretlerinin kurduğu nizam- ı
müstahsene üzre ve Çorbacı Ağanın izni ve cümle ihtiyarların
marifetiyle işbu terhis (suffa) teskiresi buna talip ve râgıp
olup ismi kul defterine kayıtlı olan Mahmut'a ita olundu vakt- i
hacette ibraz oluna".
Osmanlılar'da Yeniçeri Ağaları'nın çoğu Bektaşi kökenlidir.
Yeniçeri Ağalığı'na kimikez "Ağayan- ı Bektaşiyan" da
denilmektedir. Ayrıca "Çorbacı"lara da çoğu kez "Sanadid- i
Bektaşiyan" veya "Ağayan- ı Bektaşiyan" deniliyordu. 94. Ortanın
Bektaşi babası gerektiğinde Yeniçeri Ağası atamalarında etkin
olabilmektedir. Örneğin 1655'lerde Mehmet Ağa'nın Yeniçeri
Ağalılığı'na atanmasınana Bektaşi babasının karşı çıkması
üzerine görevinden alınarak yerine Boşnak Mehmet Ağa
getirilmiştir. Yeniçeri dualarına Alevi- Bektaşilik'te olduğu
gibi "gülbenk" denilmektedir. Yeniçeriler'in "Kazan- ı
Şerif"inin Hacı Bektaş'ın çorba pişirerek ocağa armağan ettiğine
inanılır ve belli bir saygınlığı ve kutsallığı vardır.
Ayaklanacakları zaman bu kazanın çevresinde toplanarak karar
almaktadırlar.Yeniçeri cemaat ortalarından 3. , 7. , 34. , 35. ,
36. , 100. , bölüklerdense 40. , 51. , 61. lerin bayraklarında "zülfikâr"
vardır.Ramazan ve cuma gecelerinde Yeniçeriyi meydan etmeye
pirleri Hacı Bektaş izin vermediği inancıyla, bu ay ve günlerde
ceza uygulanmaz. Hacı Bektaş babası, "Hacı Bektaş köçekleri"nin
yakından izleyicisidir. Onlara zarar gelmesini önler. 1656'larda
İstanbul kadısı Abdürrahimzade'nin bir Yeniçeriyi cezalandırması
Bektaşi babası ve yandaşlarının ayaklanarak tepkilerine yol
açar. Kadının görevden alınmasıyla iş tatlıya bağlanır.
Yerniçeri ağalarının "Ağa Kapısı"nda kurdukları "Ağa Divanı"nda
"Sultan Hacı Bektaş Veli ruhu için" dua okunur.
Çorbacılarla odabaşılar ayakta dua eder, Hacı Bektaş'ın adı
geçince Yeniçeri Ağası da ayağa kalkardı. Bu gelenk Fatih Sultan
Mehmet'ten beri sürüp gelmekteydi.Yeniçeri sofra ve ulufe(maaş)
gülbenklerinde, Yeniçeri ulufe defterlerinin girişinde Hacı
Bektaş anılır ve kutsanır.Komutan ve devlet adamı olarak
devletin içinde yer alınmış, özellikle Arnavut Bektaşiler
Osmanlı Devleti'nin hizmetine çok iyi komutan, yetenekli devlet
adamları ve valiler vermişlerdir.Bunlar Yeniçeriler'in
Bektaşiliğe manevi bağlılıklarının kanıtlarıdır.
Bektaşiliğin Yeniçeri ordusu üzerindeki etkisi kesindir.
Yeniçeriler, Bektaşi Tarikatı'nın tekke eğitiminden
geçmişlerdir. Bektaşi babaları Yeniçerler'in eğitmenleri,
danışmanları ve dini önderleri olmuşlardır. Yeniçeri Ocağı'nın
kuruluşu bir Bektaşi girişimi olduğu gibi, Yeniçeri
ideolojisisnin oluşmasında da Bektaşi değerleri ve inançsal-
düşünsel yapısı geniş yer tutmuştur. Alevi- Bektaşilik'in temeli
olan Hz. Ali ve Oniki İmamlar inancı Yeniçeri inancının da temel
görüntüsüdür. Gülbank ve dualarında bu temel inanç kendini
ortaya kor.
Yeniçeriler'in Alevi- Bektaşiliği pek öze inmemiş, yüzeyde ve
görünümde kalmış, bir nitelik oluşumuna yol açamamıştır. Her ne
kadar Hacı Bektaş'a bağlı olduklarını, Oniki İmam'ı tanıyıp
inandıklarını söyleseler de bunlar yalnızca söylemde, yüzeyde ve
biçimde kalmıştır. Fakat manevi bir bağlılıklarının olduğu da
yadsınamaz.
6) Alevi- Bektaşiler'in Osmanlı Devleti'nin
Kuruluşunda Rolleri:
XIII.- XIV. yüzyıllarda Şiilik- Alevilik- Ahilik arasında derin
görüş ve inanç ayrılıkları yoktur. Bunlar birbirlerine oldukça
yakın düşünce ve inanç akımlarıdır. Giderek siyasal ve toplumsal
gelişmeler karşısında birleşmiş, birbirleriyle kaynaşmış ve
dahası Bektaşilik gibi yeni adlarla yeniden kalıba
dökülmüşlerdir. Özellikle Ahiler ve Ahilik 1261'de Moğollar'ın
Ahi kırımıyla Bektaşilik içerisinde yerlerini alarak,
kaynaşmışlardır. Bu nedenle kaynakların Osmanlılar'ın kuruluşuna
katkılarına çeşitli adlar altında değindiği tasavvufi ve
tarikatsal çevreler sonradan Bektaşilik içerisinde toparlanan ve
yoğrulan Şii- Batıni- Babai- Kalenderi- Haydari- Alevi- Ahi
çevrelerdir. Bu akımların hepsinin ortak noktası Ali ve Oniki
İmam sevgisi ve bağlılığı üzerinde yapılanmalarıdır. Kısaca, bu
temelde yeralan inanç ve düşünce akımlarının tümü Alevi-
Bektaşilik içerisinde toplandıklarından, günümüzde de bu adla
adlandırılmaktadırlar.
Osmanlı'nın ilk dönem padişahları gerçekçidirler. Bu yanları
yeni kurulan Osmanlı Devleti'nin genel politikasına damgasını
vurmuştur. Toplumun tabanı Alevi- Bektaşi'dir. Yönetim, tabanına
dayanarak kuruluşunu tamamlamıştır. Tabanın inançsal- düşünsel
ideolojisi olan Alevi- Bektaşilik kuruluş dönemimde devlete
damgasını vurmuştur. Alevi- Bektaşi kesimlerin ta Türkiye
Selçuklu sultanı I. Alaeddin Keykubat döneminden(1220- 1237)
beri devletle sıcak ilişkileri vardır ve devlet, Alevi-
Bektaşiler'in gözardı edilmez bir potansiyel güç olduğunun
farkındadır. Bu nedenle Osmanlı kurucuları bu güce dayanmak
gereğini duymuşlardır.
Osmanlı'nın ilk padişahlarının düşünsel- inançsal eğilimleri de
Alevilik- Bektaşilik doğrultusundadır. Osman Bey, Orhan Bey ve
Murat Hüdavendigâr Aleviliğin bir örgütlü kolu olan Ahilik
inancındandırlar.Fr. Giese, Cl. Huart ve C. Brockelmann gibi
Batılı tarihçiler de aynı görüşü savunurlar. L. Massignonn ile
İ. Melikoff Osman Bey'in Bektaşiliğini kesin görür, dahası
adının da bir "Bektaşi velisi"ne borçlu olduğunu düşünürler.
Osmanlı'nın kuruluşuna onun Türkmenlik özelliğinden ötürü birçok
"Horasan Ereni", "Rum Abdalı", "Pir", "Eren",
"Derviş", "Şeyh", ve "Dede" katılmışlardır.
Osmanlı'nın kuruluşuna az- çok katkıda bulunarak günümüze kadar
ünlerini sürdüren bu Alevi- Bektaşi dede ve dervişleri
şunlardır: Şeyh Edabali, Şeyh Bali, Şeyh Osman, Aynuddevle, Hacı
Mihman, Bağdın Hacı, Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murad,
Kumral Abdal, Abdal Mehmet, Baba Muhlis, Ahi Hasan, Koçum Seydi,
Ahi Kadem, Karaca Ahmet, Mehmed- i Küşteri, Baba Postinpuş, Kara
Hoca, Duğlu Baba, Emircan (Emirci) Sultan, Sarı Saltık, Kaygusuz
Abdal, Aşık Paşa…
Dönemin Ahi, Alevi, Bektaşileri bürokrat, asker ve komutan
olarak Osmanlı kuruluşuna ve devletin örgütlenmesine
katılmışlardır. Bursa'nın alınmasına Ahi Hasan, Kumral Abdal ve
Ali Şemseddinzade, Ahi Mehmet ve Candarlı Halil, Abdal Murat,
Doğlu Baba, Abdal Musa, Geyikli Baba'lar savaşçı olarak
katılmışlardır. Bunlardan Geyikli Baba Baba İlyas'ın müridi,
Abdal Musa ise Hacı Bektaş'ın yoldaşı ve Bektaşilik Tarikatı'nın
asıl kurucusudur. "Ahi Alayları" Ahi pirlerinin
önderliğinde bu tür çarpışmalara girmişlerdir. Alevi, Ahi ve
Bektaşiler devletin yapılanmasında etkendirler. Osman Bey
yönetime gelirken bir Alevi- Ahi- Türkmen geleneği olan "Seymen
alayı düzülmüş"tür.Alevi- Bektaşi ocakları doğrudan devlete
yardımcı olmuşlardır.
Aşıkpaşaoğlu, Gelibolulu Ali, Müneccimbaşı Ahmet, Taşköprülü
gibi birçok Osmanlı yazarının kroniğine bakılması durumunda;
özellikle Osman Bey, Orhan Bey, Murat Bey, Yıldırım Bayezıt,
Çelebi Mehmet, II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet dönemleri
bilgin, asker- sivil bürokrat arasında Ahi, Bektaşi kişilerin
adlarına rastlanır.Bir Ahi şeyhi olan Edebali Osman Bey'e
özellikle hukuksal alanda danışmanlık yapmış, devletin
kurulmasına çalışmıştır. Onun ölümünden sonra şeyhin bir başka
damadı olan Dursun Fakih Osman Bey'in hukuk danışmanlığını
yapmış, dahası ilk hutbesini o okumuştur. Fetva eminliği de
yapmıştır. Bilindiği gibi Ahi'dir.
Akça Koca, Osman Bey döneminde savaşlara katılmış ve komutanlık
etmiştir. Alplerdendir. Akyazı ve dolaylarını alarak Osmanlı
topraklarına katan Akça Koca'ya Yalova timar olarak verilmiştir.
İzmit ve dolaylarına Kocaeli denilmesi onun adından
kaynaklanmaktadır. Gençlik yıllarında Hacı Bektaş'la görüştüğü
ve onun yolağına girdiği olasılığı güçlüdür.
Orhan Bey, Muhiddin Arabi'nin "Vahdedi Vücud"
felsefesine bağlı ve Olcaytu çevresinin dört önemli şeyhinden
biri kabul edilen Keşanlı Kemaleddin Abdurrazzak'ın müridi olan
Davud- u Kayseri'ye İznik- Orhaniye Medresesini
kurdurmuştur(1336).
Ünlü Candarlı ailesi Ahi'dir. Candarlı Kara Halil Osmanlı'ya
kadılık, kazaskerlik ve veziriazamlık yaparak hizmet etmiştir.
Orhan Bey döneminde Bursa kadılığı göreviyle yönetime girmiştir.
Osmanlı'nın ilk düzenli askeri birlikleri kabul edilen yaya ve
atlı (müsellem) birlikleri onun ürünüdür(1329). Yayalar,
başlarına Ahi serpuşu giymektedirler ve Ahiler'den oluşmuş
askeri birliklerdir. Oğlu Ali Paşa da babası gibi çalışmaların
içine girmiştir. Baba- oğul adli, mali, askeri, alanlarda köklü
örgütleme çalışmaları yaparak, devleti aşiret durumundan bir
devlet durumuna çıkarmışlardır.
Muhlis Paşa, Baba İlyas'ın oğludur. Askeri görevler
üstlenmiştir. Aile, tarihçi Aşıkpaşaoğlu'na gittikçe
Sünnileşmişse de "dervişlik özelliklerini" korumuşlardır.
Ece Halil, ünlü Alevi- Bektaşi dervişi Sarı Saltık'ın
halifesidir. Orhan Bey'in önemli devlet adamı ve
komutanlarındandır. Karesi Beyliği'nin ve Rumeli'nin alınmasında
önemli ölçüde rol oynamıştır. Ardılı Yakup Ece de aynı görevi
sürdürmüştür. Turgut Alp, Konur Alp'ler de aynı kategoride olan
devlet adamlarıdır.
Alaeddin Paşa, Ahi Mahmut'un oğlu Nizameddin Ahmet Paşa, Hacı
Paşa ve Sinaneddin Yusuf Paşa'lar Orhan ve Murat Bey'ler
dönemlerinde vezirlikler yapmışlardır. Ahi'dirler. Sinaneddin
Yusuf özellikle Ahi "reisi" dir. Vakfiyesinde Ahi şeyhlerine
özgü bir san olan "Sadru'l- kebir" deyimi geçer. Bunlar Ahi
tarikatı içerisinde yetişmiş, ilmiye sınıfına geçmiş, sonradan
devlet yönetiminde görev almış, devletin kurumlaştırılmasında ve
yönetilmesinde önemli görevler yapmışlardır.
Başlarda devletin Alevi- Bektaşi eğilimli bir niteliği vardır.
Temel öğe Türkmen değerlidir. Yöneticiler Türkmenler arasından
deneyim kazanmış kişilerden seçilmektedirler. Yeniçeri askeri
ocağı Bektaşi dergahınca kutsanmış ve Bektaşi Tarikatı'na
alınmışlardır. Padişahlara Bektaşi babaları kılıç
kuşandırmaktadırlar. Devletin tarikat kesimiyle arası sıcaktır.
Birçok baba, dede, derviş ve özellikle Hacı Bektaş çelebisi
Balkanlar'ın fethine katılmakta ve oraların İslamlaşıp
Türkleşmelerinde görev üstlenmişlerdir. Bir Bektaşi babasının
oluşumu değerlendirişi şöyledir:
"Bektaşi tekkesine bağlı Yeniçeri askeri Rumeli'de fetihler yaptıkça, biraz
gerisinde, tekke hemen faaliyete geçiyor; bu fatih askerlerin
kılıçlarının arkasındaki uygarlığı, hoşgörüyü ve insanlığı
yaşayarak, yerli halka anlatıyordu. Bu nedenle de Rumele'de en
çok yayılan ve tutulan tarikat, Bektaşi Tarikatı idi. Tekkelerin
ve Bektaşi dervişlerinin davranışlarından etkilenen yerli
Hıristiyan halk da akın akın Müslüman oluyorlardı. Halkın
Müslüman olması için zor kullanılmıyordu…"
-IV-
BEKTAŞİLİĞİN TARİKATLAŞMA SÜRECİ
1) Bektaşilik Tarikatı'nın Kuruluş Süreci (Tarikatı Kim
Kurmuştur ?):
Bektaşilik Tarikatı'nın kuruluşunda geçirdiği süreç, kurucusunun
kim veya kimler olduğu, bu süreçte Hacı Bektaş'ın konumunun ne
olduğu, tarikatın piri mi, yoksa kurucusu mu olduğu, Balım
Sultan'ın tarikata nasıl bir yapı kazandırdığı yüzyıllar
geçmesine karşın hala tartışmalıdır. Öteden beri bu konuda
yazanların çoğunluğu, Hacı Bektaş'ın tarikat kurmadığı ve
Bektaşiliğin yalnızca "piri"olduğu kanısındadırlar. Bektaşiliği
XVI. y. yılda Balım Sultan'ın kurduğunu savunurlar. Jacop,
Tschudi, Şemseddin Sami Bey gibi eski yazarlardan tutun, A.
Yaşar Ocak gibi yeni yazarlara kadar birçok araştırmacı bu
görüştedirler. Durum böyle olunca şu iki soru halen
tartışılırlığını koruyor demektir: 1) Bektaşilik Tarikatı ne
zaman kurulmuştur? 2) Bektaşilik Tarikatı'nın kurucusu kimdir?
Hacı Bektaş Veli mi, Balım Sultan mı? Bu süreçte başkalarının da
rolü var mıdır ? . .
a- Hacı Bektaş Veli:
Prof. F. Köprülü, Bektaşilik Tarikatı'nın kurucu olarak kabul
edilen Balım Sultan'dan en az bir yüzyıl öncesinde Bektaşiliğin
tarikat olarak varlığını sürdürdüğü, "tüm ayin ve erkanıyla
birlikte" kurulu olduğunu yazmalara dayanarak savunur. Bektaşi
şairi Muhyiddin(öl. 1476) "Hızırname" adlı kitabında Hacı
Bektaş'tan söz eder ve Sarı Saltık, Yunus Emre gibi diğer
dervişlerin ona bağlılığını vurgular. Eminüddin Baba b. Davud
Fakih tarafından yazılarak 1497- 98'lerde II. Bayezıt'a sunulan
"Risale- i Kudsiyye"de şeyhlerin taclarındaki alametten söz
edilirken, Bektaşi geleneğinin ünlü "Elifi tac"ına da
değinilir."Elifi tac", Aşıkpaşaoğlu'nun tarihinde de
yer alır. Doğallıkla bunlar göstermektedir ki, Bektaşiliğin
bütün resmi adap ve erkanı Balım Sultan'dan çok önceleri
oluşumunu tamamlamış, XV. y. yıllarda biçimleşmiş ve kurumlaşmış
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hacı Bektaş, Bektaşiliğin "piri"dir. Bektaşilik
Tarikatı'nı Hacı Bektaş kurmuştur. Hacı Bektaş, Horasan
Okulu'ndan aldığı "Dört Kapı"anlayışına, her kapıya
"onar makam"ekleyerek "Dört Kapı Kırk Makam"dan oluşan
tarikatın altyapısını kurar. Buna, "Bektaşi Seyri Sülüğü"
de denir.Kaygusuz Abdal, Bektaşi erkannamesi üzerinde
düzenlemeler yapar. Bektaşiliğin ilk erkennamesini yazan o olur.
Böylece Bektaşi Tarikatı'nın ilk "tüzük yapıcısı" Kaygusuz
Abdal'dır. Balım Sultan'sa bu erkannameyi sonradan
geliştirmiştir ve kurumlaştırmıştır.Hacı Bektaş'dan sonra
tarikatın başına Abdal Musa geçmiştir. Bektaşilik; XVI. yıldan
sonra Batınilik, Hurufilik, Ahilik, Kalenderilik, Haydarilik,
Nakşibendilik, Melamilik, Şiilik, Oniki ve Sekiz İmamcılık gibi
inanç eğilim ve topluluklarını içine alıp eriterek bir
bireşime(senteze) ulaşmıştır.
Hacı Bektaş dağınık Alevi ve Alevilik türevi akımları ve
toplulukları içine almış, yeniden kalıba dökmüş, Aleviliği
yeniden derneştirmiş ve Alevi- Bektaşiliğin yolunu çizmiştir.
Bunu da doğallıkla kurduğu tarikatıyla yapmıştır. Çevresine bir
takım görevliler alması, bunların bir bölümünü kimi yerlere
görevlendirerek göndermesi, oralarda "aydınlatma/ irşat"
çalışmaları yaptırması, Anadolu'daki diğer Alevi ocakları ile
ilişki kurarak kendine bağlaması, onları yönlendirmesi… O'nun
bir tarikat kurduğunun ve bunları tarikatı/ örgütü yoluyla
yaptığının kanıtlarıdır. Zaten başka türlü de bu çalışmaları
yürütemezdi, Alevi topluluklarını bir çatı altında toplayamazdı,
adını bu ekole veremezdi, tüm Anadolu ocakları tarafından
"serçeşme" olarak kabul edilmezdi. Bu nedenlerle Hacı Bektaş,
Alevi- Bektaşi toplumunun gözünde yolun- yolağın "piri"dir,
tarikatın kurucusudur. Dönemin örgütlenme biçimi de böyleydi.
Alevi toplumu böyle bilmekte, böyle inanmaktadır. Balım Sultan
onlara göre ikinci pir(piri sani)'dir. Alevilik- Bektaşilik
araştırmacısı İngiliz J. K. Birge bu süreci Alevi toplumunun
yorumuna göre yapar. Ona göre; "XIII. yüzyıldan başlayarak Küçük
Asya'dan ismen ait oldukları çeşitli dinlerden karışmış öğeler
içeren bir tür halk dini gelişti. Hacı Bektaş'ın, harekete
yardımcı olan gezginci ruhani önderlerden biri olarak giderek
artan bir biçimde üstünlüğü tanındı, yalnızca Kırşehir
yakınındaki köy adını ondan almakla kalmadı, fakat tüm Küçük
Asya'da sayısız köyde onun adı pir olarak ünlendi. Balım
Sultan'la kent içi ve yakınlarındaki tekkelerde daha
yetkinleştirilmiş bir ritüel ve örgütlenme başladı. Bu
örgütlenme, belirli ölçülerde çok benzer inanç ve uygulamaları
sürdüren, fakat Bektaşiliğin düzenlenmiş sisteminin dışında
kalan köy gruplarından farklılaştı ve daha biçimsel olarak
örgütlenmiş Bektaşi Tarikatı haline geldi".
b- Balım Sultan:
Balım Sultan(1462(? )- 1516), geniş bir kitleye göre
Bektaşiliğin önemli bir ulusudur. "İkinci piri(piri sani)",
kurucusu ve kurumlaştırıcısı olarak görülür. Kurucusu
olamadığını daha önce kanıtladık. Yalnız "ikinci piri" olduğu,
kurumlaştırdığı, yolu yasal bir kurum durumuna getirdiği,
Bektaşiliğin varolan yapısına yeni bir biçim kazandırdığı,
erkanını geliştirerek yeniden düzenlediği kesindir. Bektaşilik
onunla birlikte devlet tarafından tanınır ve geniş yığınlara mal
olur. 1501'lerde dönemin padişahı II. Bayezıt tarafından
Kırşehir'deki Hacı Bektaş Dergahı'nın başına atanır. Amaç; Türk/
Türkmen Kızılbaş- Alevi- Bektaşi'yi İran'ın Şiilik etkisinden
korumaktır. Bu durum Bektaşilik'le devletin ilişkilerini
arttırır. Bundan sonra, devlet içerisindeki birçok yönetici
bürokrat ve ulemadan insanlar doğrudan Bektaşilik Tarikatı'nın
üyeleri olurlar.
Balım Sultan, Hacı Bektaş'tan sonraki "mihenk taşı"dır.
Bektaşiliğin toplumsal ve insancıl yönlerini, barışseverliğini
ve yardımseverliğini ön plana çıkaran bir gönül eridir.
Yüzyıllardan beri gelen Alevi- Bektaşiliğe ait kuralları
derlemiş ve dergahta bir düzen içerisinde yaşama geçirilmesini
sağlamıştır. Sözel olan Bektaşi geleneğinde düzenlemeler
yaparak, yazılı metin haline getirmiştir. Yapısal olarak
Bektaşiliği "kurallara bağlamış"tır. Balım Sultan'la Bektaşilik
erkannamesi son biçimini almıştır. Böylece geniş bir coğrafik
alana yayılan Bektaşilik uygulamasında "birörneklilik" sağlanmış
olur.
Balım Sultan XVI. y. yılda Bektaşiliği Haydariliğin bir kolu,
türevi olmaktan kurtarır, Haydarilik etkilerinden arındırır.
Osmanlı Devleti'nin de desteğini alarak Hacı Bektaş'ın adına
yeniden yapılandırır.Artık bu yüzyıldan sonra Bektaşilik
bağımsız bir tarikattır. Diğer Batıni- Alevi eğilimli
tarikatları içerisinde eritip özümleyecek güçtedir.
Balım Sultan yola, tarikatın pratiğine sürekli bir biçim ve
içerik kazandıracak yeni etkiler getirmiştir. Geliştirilen
erkana göre yola girenlerle sıkı ilişki içerisinde örgütlenmiş
bir Bektaşi toplumu ortaya çıkarmayı amaçlamıştır. Tarikata bir
disiplin getirmiştir. Kent içi ve kenti çevreleyen tekkelerde
daha yetkinleştirilmiş "bir ritüel ve örgütlenme" başlatmıştır.
Giderek düzenlenmiş sistemin dışında kalan köy gruplarından
farklılaşan, bir biçime ulaşmış Bektaşilik Tarikatı yaratmıştır.
Bu örgütünü kendisi tarafından kurulan sistemin "ruhani ve
örgütsel" başı olan Dedeler'le yaymayı ve yaşatmayı
amaçlamıştır.Çelebiler Anadolu ve köylük yörelerde tutunurken,
kentsel yörelerde Balım Sultan ekolü benimsenir. Balım Sultan,
soydan Alevi olmayanlara kapı açarak Bektaşi olabilmelerinin
yolunu açar ve Alevi- Bektaşilik alanında önemli bir reform
yapar. Dedebabalık'la yönetilen Bektaşiliğin bu kolu ne var ki
fazla yaygınlaşamamış, bugün ancak birkaç yüzbin kişilik bir
topluluktan öteye gidememiştir.
Balım Sultan'a kadar Bektaşilik, genellikle kırsal kesimlerde ve
köylük yörelerde tutunmuş, Alevi- Türkmen içerisinde benimsenme
olanağı bulmuştur. Özellikle Aleviliğin bir türevi ve Aleviliği
yeniden biçimleyen, derneştiren, onları eğiterek disipline eden
bir eğilim olarak kendini ortaya korken, Balım Sultan'la kentsel
kesimlere ve Osmanlı aydınları arasına da girmiştir. Böylece
Bektaşilik tarihinde yeni bir dönem başlar ve Bektaşiler; "Köy
Bektaşisi",
"Kent Bektaşisi" olarak farklılaşırlar. Kent
Bektaşiliğine "Nazenin Tarikatı" veya "Babagan Kolu (Babalar
Kolu) " da denir.
Balım Sultan, Oniki İmam anlayışını yola kazandırır. Bu, O'nun
yaptığı yeniliklerin başındadır. Oniki İmam törenleri, oniki
çerağ, oniki post, palhenk, evlenmemiş(mücerred) babalık kuralı,
şerbet yerine şarap, ibahiyecilik, üçleme(teslis) , Hurufilik
etkisi O'nunla tarikata girer. Balım Sultan düzenlemesinde ünlü
"Dört Kapı"nın "şeriat" ve "tarikat" kapıları yer almaz. Bu
kapıların kullanılmasına gerek görülmez.
Oniki İmam inancı Alevi- Şiilik'te başından beri olmasına
karşın, Bektaşilik Tarikatı'nın temel töreleri arasına Balım
Sultan'la girer. Tarikatın "temel direği" olur. Her bağlının,
müridin temel inanışları içerisinde yer alan bir ilke olur.Bu
temel ilke Alevi- Bektaşi edebiyatının temel çeşnisi ve
zenginliği olacaktır. Hemen hemen tüm Alevi- Bektaşi ozanları
Oniki İmam çeşnisini şiirlerinde malzeme olarak
kullanacaklardır. Alevi- Bektaşi edebiyatı bu zenginlik üzerine
kurulmuştur dersek, doğruyu söylemiş oluruz.
Oniki İmam anlayışına paralel olarak yaşam "oniki" rakamı
üzerine sistemleştirilmiştir. Cemlerde simgesel olarak oniki
çerağ yakılır. Kemer üzerine Oniki İmamı simgeleyen oniki köşeli
"palheng taşı" denilen taş takılır. Bu dervişlerin
gönüllerini Tanrı'ya bağlayan bir simge olarak algılanır.
"Eline, diline, beline sahip olmayı" gerektirir. Bektaşi tacı
oniki dilimlidir. Tekkelerin meydan yerleri, tekke üstündeki
baca ve kubbeler hep oniki dilimli olur. Bektaşi tekkelerinde
pire hizmet görevlerinin her biri bir post ile simgeleştirilir
ve temsil edilir. Bu anlayışı Balım Sultan "oniki post"
biçiminde biçimleyerek tarikatın töreleri arasına
kazandırmıştır. Postlardan herbiri, Bektaşiliğin en büyük
adlarından birine bağlanarak anılmış ve böylece o kişiler
ölümsüzleştirilmiştir. Oniki İmam "sırrı" olan "Oniki Post"
şunlardır:
Baba Postu: Horasan postu(Hacı Bektaş Veli)
Aşçı Postu: Seyyid Ali Sultan postu
Ekmekçi Postu: Balım Sultan postu
Nakib Postu: Kaygusuz Sultan Abdal postu
Atacı Postu: Kanber Ali postu
Meydancı Postu: Sarı İsmail postu
Türbedar postu: Kara Donlu Can Baba postu
Kilerci Postu: Hacım Sultan postu
Kahveci Postu: Şah Şazeli postu
Kurbancı Postu: Hz. İbrahim postu
Ayakçı Postu: Abdal Musa postu
Mihmanevi Postu: Hızır Peygamber postu
Bektaşi tekkelerinde yapılan temel hizmetlerin herbiri bir
Alevi- Bektaşi ulusunun adına dayandırılarak adlandırılır ve
yapılır. Bunlar da oniki anlayışı üzerine oturtulmuştur. Şu
adlar yer alır:
Tarikatçı: İmam Hasan
Ferraş(yatak serme görevlisi) : İmam Hüseyin
Hallak(berber) : Muhammed Hanefi
Zakir(saz çalıp nefes okuyan) : Abdüssamed
Sofracı: Abdülvahid
İbrikdar: Selman Farisi
Saki(su ve şarap dağıtıcısı) : Tayyib
Meydan Hizmetçisi: Abdümuin
Gözcü: Abdülkerim
Pervane(haberci, kılavuz) : Abdullah
Çerağcı(ışıkları yakan) : Hadi Ekber
Bevvab(kapıcı) : Abdülcelil
Bekktaşilik'te şerbetin yerini şarabın alması Balım Sultan'la
töreleşir ve yola girer. Fakat bu bir yerde bir içki serbestliği
değildir. İçki, insan için, yol bağlıları için bir "mihenk taşı"
olarak görülür. Yol bağlıları böylece bir denemeden, bir
sınavdan geçirilir. İçki/ dem/ dolu yolun belli kuralları
çerçevesinde alınır. Töresel ve törensel bir değer taşır. Cem
töreninin bir parçası olur.
"Dedebabalık", evlenmemiş("mücerret") babalık kurumu ve
"mengüç" Balım Sultan'la yola girer ve usül haline
gelir. Dedebabalık yoluyla Bektaşi Tarikatı yönetilmeye
çalışılır. Dedebabalık, Hacı Bektaş'ın görevini vekaleten
üslenen makamdır. Dedebabalar, Hacı Bektaş'ın vekilleridirler.
Doğallıkla Dedebabalık, Çelebiler kolu ve Alevi- Kızılbaşlar'ca
genellikle benimsenmez. Bektaşiliğin "Babagan Kolu"nun başı
olarak tarikatın yönetiminde varlıklarını sürdürürler.
Mücerredliğin kurucusu Balım Sultan'dır. O'na kadar bu uygulama
yoktur. Kendisi de evlenmeyerek bu uygulamaya önderlik etmiştir.
Amacı profesyonel dervişler yetiştirmek ve tarikatı bunlarla
yürütmektir. Mücerredlikle, "insanı yoldan alıkoyan
nesnelerden ırak tutmak" ereklenir. Sonradan Hilmi Dedebaba
Şahkulu Sultan Dergahı'ında bu töreyi ve töreni yürütmüştür.
Arnavutluk'a giden Salih Niyazi Baba bu töreyi orada
sürdürmüştür. Bu tören Dimetoka'da Seyid Ali Sultan (Kızıl Deli)
Dergahı ile Kerbela'daki Bektaşi Dergahı'nda sürdürülürken
sonraları töre buralarda bırakılmış, yalnızca Pirevi'nde
yürütülür olmuştur. "Terk ve tecrit" anlamında
dervişlerin kulağına "mengüç" veya diğer adıyla "teslim
halkası" bir törenle takılır. Bunlar dervişi dünyadan ve
dünyasal nesnelerden, etkenlerden arındırmayı, soyutlamayı
simgelerler. Mengüç, eski Türk/ Oğuz geleneğidir. Kaynaklarda
tiginlerin kulaklarına mengüç/ küpe taktıkları görülmektedir.
İbahilik; Sünni anlayışın yasakladığı ve günah olarak
değerlendirdiği şeyleri yasak görmemektir. Hatta bir bölümünün
tersini yapmak anlayışıdır. Bu anlayış yolun temel kurallarından
biri durumuna Balım Sultan'la gelir. İslamlığa bir yorumdur.
Sünnü İslamın, İslamlık olarak ortaya sürdüğü şeyleri, Alevi-
Bektaşi anlayışından süzerek/ geçirerek kabul etme veya kabul
etmeme anlayışı ve tavrıdır. Alevi- Bektaşiliğin özgün yanını ve
- Sünniliğe karşın- kimliğini bu anlayış ortaya kor. Alevi-
Bektaşiliğe yorum(tevil) yolunu açar. Bir başka deyişle Alevi-
Bektaşiliğin felsefik altyapısını oluşturur.
Üçleme(teslis) ve hulûl, Balım Sultan'la yolun töresi haline
gelir. Tarikata girmesinde Hurufilik aracılık yapmıştır.
Üçleme(teslis), Hıristiyanlığın "baba- oğul- kutsal ruh"
anlayışını çağrıştırır. Alevi- Bektaşilik'te "Allah-
Muhammed- Ali" biçiminde yer alır. Tanrının görünüş alanına
çkması, evren ve insanla bütünleşmesi olan "hûlul" öncelerde de
vardır. Tasavvufun zengin malzemelerindendir. Bektaşilik de bu
anlayışı alarak yolun töresi içine sokmuştur.
Alevi-Bektaşi Kümeleri ve Bektaşilik Tarikatı'nın İç Yapılanışı:
Bektaşilik Tarikatı'nın yapısını, "Bektaşi Erkannamesi"
düzenler. Erkanname, kurumun belkemiğidir ve kurum bu
erkannameyle ayakta durur, yürütülür, yönetilir. Bektaşi
erkannamesi Hacı Bektaş'tan beri vardır. Üzerinde ilk
düzenlemeyi Kaygusuz Abdal yapmıştır. Daha sonra erkanname asıl
Balım Sultan tarafından yeniden düzenlenir. Yola giriş ve
tarikatın yürütülmesi belli kurallara bağlanır. Erkanname
üzerinde düzenlemeler daha sonraki yıllarda da yapılacaktır.
Tarikatın kuralları geliştirilerek günümüze dek getirilecektir.
Böyle olmasına karşın Bektaşilik'te ve tarikatta tarihi süreci
içerisinde kimi ayrılıklar oluşacaktır. Ayrılıklara Alevi-
Bektaşi toplumunun coğrafik yapısı, köken ve etniksel durumu,
inanç ve düşünce farklılıkları neden olacaklardır. Bu ayrım;
inanç, kural ve törensel yaşamda kendini belirgince ortaya
koyacaktır. Fakat bu ayrılıklar Alevi- Bektaşi toplumunda hiçbir
zaman da uçurumlaşmaya gitmeyecektir. Yol ve erkan bir
görülecektir. Her türlü ayrımın üzerinde düşünülerek M. T.
Oytan'ın güzel değerlendirmesiyle Alevi- Bektaşiler kendilerini
"aynı bahçenin gülleri" olarak niteleyeceklerdir. Bu niteleme
Alevi- Bektaşiler'in yaşamına da yansıyacaktır.
Alevi- Bektaşi toplumu kendi içerisinde üç grupta toplanabilir.
Bunlardan ilki Alevi, ikinci ve üçüncüsüyse Bektaşi
topluluklarını kapsar. Sınıflarsak;
* Çelebi Bektaşiler: Hacı Bektaş'ın soyundan gelen ve "beloğlu"
olarak kabul edilen "Çelebiler"e bağlı olan Bektaşi ve
Aleviler. Çelebiler, Hacı Bektaş'ın İdris Hoca'nın kızı Fatma
Nuriye ile evlendiğini, kendilerinin de bu evlilikten doğan
Timurtaş(Seyyid Ali Sultan)'tan geldiklerini ve doğrudan Hacı
Bektaş'ın torunları olduklarını savunurlar. Birçok Alevi Ocağı
Hacı Bektaş'ı "seçeşme", yani tüm ocakların başı kabul
ederek, Çelebiler'e veya Hacı Bektaş'ın soyundan gelen "mürşid"e
bağlıdırlar. Bunlar, Alevi- Bektaşi toplumu içerisinde çoğunluğu
oluştururlar. Cem töreninde görgü yapılırken genellikle dede
görgü görenlerin sırtını elle sıvazlar. Buna "Pençe- i ali
abâ" denir. Elin parmakları Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve
Hüseyin'i simgeler. Bu grupta olanlar "Pençeciler"
adını alırlar. Bunlar içerisinde diğer kesimse görgüyü "erkân/
tarik"(değnek)le yapar. Bunlar topluluk içerisinde oldukça
azdır ve "Tarikçiler/ Erkancılar" adını alırlar.
Dedeler Hacı Bektaş Dergahı'ından belgeli(icazetli) olarak
"talip arası"na çıkar, aldıkları "hakkullah"ın bir
bölümünü "karakazan hakkı" olarak merkez dergaha
gönderirler. Türk/ Türkmen kökenli Alevi- Bektaşiler bu ikinci
grupta toplanırlar. Bulgaristan'daki Türk kökenli Bektaşi
toplulukları da Çelebiler Kolu'na bağlıdırlar.
* Babağan Bektaşiler: Kendilerini Hacı Bektaş'ın manevi
evlatları, O'nun yolunun sürdürücüleri olarak görüp, bu nedenle
kendilerini "yoloğlu" olarak niteleyen ve Bektaşiliğin
"Babagan Kolu" olarak adlandırılan Bektaşiler kesimi.
Bu grup kentlerdeki Alevi- Bektaşi kesiminin bir bölümünü
oluşturur. İstanbul, Rumeli ve Arnavutluk'ta toplanmışlardır.
Arnavutlar, Bektaşiliğin bu kolunu seçmişlerdir. Tekkeler
biçiminde örgütlenmişlerdir. Devletle iyi ilişkiler içerisine
girmiş, bürokrasi, bilim ve düşünce kesimlerinde önemli yerler
edinmişlerdir. Devlet yönetim kesimleriyle iç içelikleri,
tarikat içi yönetimi ele almalarında bir avantaj olmuştur.
Alevi- Bektaşi toplumu içerisinde en eğitimli ve entelektül
kesim Bektaşiliğin bu kolu içerisinde yer alanlardır.
Bektaşiliğin dünyada yayıldıkları alanlarda dergahlar açarak
örgütlenmişlerdir. "Seyyidlik" iddiaları yoktur.
Bektaşiliği bilimle edinecekleri düşüncesindedirler. Evlenmemiş
babalık (mücerretlik) sistemi bu kolda geçerlidir.
Bektaşiliğin kentlerde ve kent kültürü içerisinde yayılmasında
rol oynamışlardır. Alevi- Bektaşi nüfusu içerisindeki yerleri
diğer gruplara göre oldukça azdır. Sayıları 200- 300 bin
dolayındadır. Bu gruba giren Bektaşiler hiyerarşik sıraya göre
düzenlenmiş bir "babalık sistemi"yle yönetilir. Rumeli
Bektaşiliği'ne, yani Babagan Kolu Bektaşiliğine "Nazenin
Tarikatı" da denir. Bu adla adlandırılanlar özellikle
Arnavut kökenli Bektaşiler'dir.
- V-
TÜRKİYE'DEKİ BEKTAŞİ DERGAHLARI VE
ÜNLÜ YOL SÜRDÜRÜCÜLERİ
ABDAL MUSA SULTAN VE ELMALI TEKKESİ:
Abdal Musa Hacı Bektaş'ın önde gelen halifelerindendir.
Söylenceler O'nu Anadolu'nun gözcüsü olarak gösterirler. Bektaşi
meydanındaki oniki posttan onbirincisi olan "ayakçı postu"
O'nundur ve "Abdal Musa Postu" olarak adlandırılır.
Bektaşi söylencelerinde Abdal Musa, Ahmet Yesevi'nin
halifelerinden gösterilir. Soyunun Ortaasya'dan gelmesi
nedeniyle "Horasan Erenleri"nden sayılır.
Azerbaycan'nın Hoy'dan olduğu kabul edilir. Fakat Anadolu'ya
Horasan'dan gelmişlerdir. Peygamber soyundan geldiği, yani
"seyyid" olduğu görüşü benimsenir. Babası Hasan Gazi'dir. Dedesi
Haydar Ata ise Hacı Bektaş'ın amcasıdır. Hacı Bektaş'la yakın
akrabalığı vardır. Annesi Ana Sultan, kız kardeşi ise Hüsniye
Bacı'dır. Annesi ile kız kardeşinin mezarları Elmalı'nın Tekke
köyünde, Abdal Musa Tekkesi'ndedir.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi'nde Abdal Musa'ya ilişkin bilgiler vardır.
Aşıkpaşaoğlu, Abdal Musa'yı Hacı Bektaş'ın "müridi", Hatun
Ana(Kadıncık Ana)'nınsa "muhibbi" olarak gösterir. Abdal Musa
Sulucakarahöyük'te Hacı Bektaş'ın yatırının başında bir süre
kalmış, büyük bir olasılıkla Hacı Bektaş Degahı'nı Kadıncık Ana
ile birlikte o kurmuş, Orhan Bey döneminde savaşlara katılmış,
özellikle Bursa'nın alınmasında(1326) bulunmuş, bir asker
üsküfünü başına koyarak geri geldiğinden Bektaşiler'in "Elifi
tac"ı böylece onunla gelenekleşmiştir
Abdal Musa, XIII. y. yılın son yarısıyla XIV. y. yılın ilk
yarısı içerisinde yaşamış olmalıdır. Kaynaklar ve söylenceler
O'nun Orhan Bey döneminde yaşadığını ve Bursa'nın alınmasına
katıldığını vurguyla belirtirler. Eğer böyleyse Hacı Bektaş'ın
son dönemine kavuşmuştur. Bursa ve Orhan Bey zamanına rastlayan
dömemiyse O'nun oldukça olgunluk ve yaşlılık dönemi olmalıdır.
Yeniçeriliğin kuruluşuna(1363) ya kalmamış olmalı, ya da
Yeniçeri dönemi savaşlara katılmamış olmalıdır. Bu nedenle
"Elifi tac" Yeniçeriler'le katıldığı savaşlardan değil de, daha
önceki akınlara katılışı sırasıyla ilgili bir söylenceye
bağlanabilir.
Abdal Musa uzun zaman Bursa'da kaldığından ve Orhan Bey
döneminde yararlı hizmetlerde bulunduğundan, kendisine Bursa'da
bir makam verilmiştir. O ise daha sonraları heterodoks
Türkmenler'in yoğunlukta olduğu yöreleri tercih etmiş, önce
Aydın bölgesine, sonraysa Kızılbaşlık- Aleviliğin merkezi Teke
bölgesine göçmüştür. Antalya dolaylarını ve Toros dağları
eteklerini tercih ederek Elmalı'ya yerleşmiştir.Bektaşilik
inancında merkez dergahtan sonra en önemli bir Bektaşi dergahı
olarak bilinen Elmalı Tekkesi'ni kurmuştur. Mezarı oradadır.
Elmalı aynı zamanda Tahtacı Alevileri'nin yaşadığı önemli bir
merkezdir. Hasluck bura tarikat üyelerinin mali durumlarının iyi
olduğunu belirtir.
Bektaşi eşik(asitane) ve dergahlarının en büyüklerinden ikisinin
Abdal Musa ve O'nun halifesi olan Kaygusuz Abdal adına kurulmuş
olması, Abdal Musa'nın Bektaşilik içerisindeki yerinin önemini
gösterir. Zaten, Abdal Musa'nın da Alevi- Bektaşiler içerisinde
önemli bir yeri vardır. Alevi yolunun kurallarını Abdal Musa
netleştirmiştir. Aleviler, Balım Sultan'dan çok, Abdal Musa'ya
önem verir, adına özel Cemler düzenler ve kurban keserler. Abdal
Musa bu yönüyle kimi kez Hacı Bektaş'tan bile öne çıkarılır.
Arşiv belgelerine göre, Abdal Musa'nın Fenike köylerinde vakıf
arazileri vardır. Hatta O'na bağlı Bektaşi tekkeleri de
kurulmuştur. Manisa'nın Adala bucağında Abdal Musa adına
vakfedilmiş çiftlikler vardır. Abdal Musa Tekkesi'ni XVII. y.
yılda gezen Evliya Çelebi tekkenin varlıklı olduğunu belirtir.
Bektaşilik, Abdal Musa yoluyla Doğu Anadolu'da, Batı Anadolu'da,
Balkanlar'da, Rodos ve Girit'te tutunur ve tanınır. Zile-
Emirören köyünde bir mezar, Abdal Musa mezarı olarak bilinir.
Divriği'nin Timisi köyünde Abdal Musa koruluğu vardır.
Divriği'ye bağlı Hergün tuzlasındaki 80 dikili taş "Abdal
Musa'nın askerleri" olarak adlandırılır. "Abdal Musa'nın
askerleri" miti Doğu Anadolu'nun Alevi çevrelerinin tümünde
yaygındır. Anadolu Alevileri Muharrem ayında Abdal Musa
çorbası(aşuresi) dağıtırlar. Bosna'nın Sarajova bölgesi, aşure
çorbasına Abdal Musa çorbası derler. Bosna'dan Azerbaycan'a
kadar Alevi- Bektaşiler Abdal Musa kurbanı keserler. Araştırmacı
W. Bauer'e göre Bektaşiliğin batı ve güney batıya yayılması ve
özellikle Likya'da tutunması Abdal Musa yoluyla olmuştur.
Kaygusuz Abdal, Kafi Baba, Budala Sultan, Sevündük Dede, Kilerci
Baba, Baltası Gedik, Mesten Dede, Keramet Baba, Hasan Baba,
Oturak Dede'ler ise Abdal Musa'ya, ya da zaman içerisinde
tekkesine bağlanmış Bektaşi babalarıdır. Kafi Baba, Abdal
Musa'nın mürididir. Kaygusuz Abdal'sa halifesidir ve Mısır'a
görevlendirmiştir.
HAYDAR BABA TEKKESİ:
Haydar Baba(Haydar Gazi/ Haydar Sultan) adıyla anılan veli
Yesevi dervişlerinden ve Abdal Musa'nın atalarındandır. Mezarı,
Antalya'nın Elmalı'dadır. Mezarının bulunduğu yerde tekkesi
kurulmuştur. Bu tekke 1826'da devletce yıktırılan Bektaşi
tekkelerindendir.
GEYİKLİ BABA:
Geyikli Baba'nın Hoy'dan geldiği, Ortaasyalı dervişlerden
olduğu, Yesevi dervişleri grubuna girdiğini, ilkin Baba İlyas-
Ebul Vefa tarikatından olduğunu, sonradan Bektaşi Tarikatı'nda
yer aldığını, Orhan Bey'in İnegöl yöresini kendisine "yurt"
verdiğini kaynaklar belirtirler. Evliya Çelebi, Geyikli Baba'yı
"Bektaş fukarasından" gösterir. Bursa'da ölen Geyikli
Baba'nın türbesini, tekkesini ve tekkesinin yanındaki mescidi
Orhan Bey yaptırır. Eski kaynaklarda bu zaviyenin adı "Geyikli
Baba Tekkesi" olarak geçer.Tekkenin, Bektaşilik'le ilgisi
sonradan ortaya çıkar.
Aşikpaşaoğlu, Geyikli Baba'yı Orhan Bey döneminin(1321- 1362)
dervişlerinden gösterir.Geyikli Baba, Orhan Bey'le savaşlara
katılır, yararlılıklar gösterir. Kaynaklara göre Sünni İslamın
kurallarına uymamaktadır. Geyiklerle gezdiği veya geyiklere
binerek dolaştığı sanılırsa da geyik postu giydiği kesindir ve
adını da bu giyiminden almış olmalıdır.
.
Geyikli Baba'ın izdaşları ondan sonra da bir topluluk oluşturur
ve Alevi- Bektaşi toplumu içerisinde varlıklarını sürdürürler.
XIV. ve daha sonraki yüzyıllarda sürekli "Geyiklü Cemaati",
"Geyikli Baba Dervişleri", "Geyiklü Baba Sultan
Cemaati" adıyla varlıklarına rastlanır. XV. y. yılda
yazılan önemli Bektaşi menakıbnamelerinden "Velayetname- i Hacım
Sultan"da Germiyan ilinde "Geyiklü Cemaati"nden söz
edilir. Araştırmacılar XVI. y. yıl arşiv belgelerinde Geyiklü
Baba cemaati'ne ilişkin kayıtlara rastlarlar. Bunlardan Prof. Ö.
L. Barkan Konya yöresindeki aşiretler arasında "Geyiklü Baba
Dervişleri"nin bulunduğunu,Cevdet Türkay'sa Erzurum, Sivas,
Malatya, Adana, Biga, Bursa ve İnegöl gibi birbirinden uzak
bölgelerde "Geyiklü Baba Sultan Cemaati"nin olduğunu
saptar.
KOLU AÇIK HACİM SULTAN:
Hacı Bektaş'ın akrabası olan ve O'nunla birlikte Horasan'dan
gelen Hacim Sultan'ın asıl adı Recep'tir. Uşak'ta Susuz denilen
yerde yatmaktadır. Hasluck'a göre Vidin'de makamı vardır.
Hakında "Vilayetname" düzenlenmiştir. Cemler'de talibe öğretilen
makamlar arasında "Meydan taşı" O'na aittir. İnanışa
göre bir tahta kılıç olan "Batın kılıcı" Hacı Bektaş
tarafından kendisine verilmiş ve eğitici(terbiye edici) olarak
görevlendirilmiştir. Bu nedenle Bektaşiler Hacim Sultan'dan
çekinirler. Hak yoluna gitmeyenleri eğiten olarak bilirler. "Eranlerin
Batın celladı" olarak bilirler. Tekke, XX. y. yılın
başlarında kullanılmaz durumdadır ve bir mütevellice
yönetilmektedir. Çevresinde Bektaşi köyleri yoğundur.
YATAĞAN BABA TEKKESİ:
Söylenceye göre, Yatağan Baba Hacı Bektaş'ın halifesi ve Abdal
Musa'nın piridir. Yatağan Baba'nın mezarı ve tekkesi
Muğla'dadır. Zengin ve önemli bir tekkedir. Paul Lukas XVIII. y.
yılın başlarında bu tekkeyi gezmiştir. Tekke, 1826'da devletçe
yıkılan Bektaşi tekkelerindendir. Daha sonra onarılarak
canlandırılmıştır.
HAMZA BABA DERGAHI:
Hamza Baba, Hacı Bektaş'ın Sulucakarahöyük'te kurduğu dergahta
yetiştirdiği "üçyüzaltmış mürit"ten biridir. Hacı Bektaş Veli
Ocağı'ndan yetişmiş olarak bilinir. Doğrudan Hacı Bektaş'tan el
aldığına inanılır. Soykütüğü Ahmet Yesevi'ye uzanır. Horasan
erenlerinden Hacı İlyasoğlu Pir Hamza Baba diye anılır.
Hacı Bektaş Pir Hamza Baba'yı Saruhan ülkesine gönderir. Oraları
aydınlatmasını ister. İzmir Kemalpaşa'daki sonradan adının
verileceği orman köyüne yerleşerk tekkesini açar. Saruhan Beyi
ile ilişkiye geçer. Saruhan beyi kendisine vakıf arazileri
verir. Müritlerinden Koca Bektaş Baba Akhisar'ın Beyova'ya,
yatağan Baba ise Soma'nın Yatağan köyüne yerleşerek tekkelerini
kurarlar. Halifelerinden Şeyh Bedrettin olayına katılanlar
olmuştur.
Hamza Baba'nın ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Yalnız
1360'lardan önce ölmüştür. Türbesi, II. Murat döneminde
yapılmıştır. Sonraları Ege yöresinde yaygın bir üne kavuşmuştur.
II. Mahmut'un kapadığı dergahlardan biri de budur. Dergah, II.
Meşrutiyet'e kadar kapalı kalır. Yalnız türbe halk tarafından
sürekli gizlice ziyaret edilir. Günümüzde dergah açıktır. Her
yıl "Pir Hamza Baba'yı Anma Törenleri" düzenlenir,
aşure ve lokma dağıtılır.
VELİ BABA DERGAHI:
Veli Baba Dergahı, Isparta'nın Senirkent'e bağlı Uluğbey
kasabasındadır. Çevrenin saygın Alevi- Bektaşi ocak ve
dergahlarındandır. Veli Baba'nın soyunun Ali soyuna dayandığına
inanılır. Zeynelabidin'in oğlu Zeyd'din soyundan geldiği kabul
edilir. Macaristan'da yatırı ve tekkesi bulunan Gül Baba ile
yakınlıkları vardır. Gelenek Gül Baba'yı, Veli Baba'nın amcası
olarak gösterir. Köyün arazisi bu aileye kılıç timarı olarak
verilmiştir. Bu aileden birçokları Orhan ve Murat Bey
dönemlerinde Balkanlar'ın fethine de katılarak Osmanlı
Devleti'nin kuruluş çalışmalarının içinde yer almışlardır. Veli
Baba Ocağı'nı ve bu ocaktan/ dergahtan yetişen aile üyelerini
konu alan "menakıbname" düzenlenmiştir.
ŞEMSİ BABA (KARADUTLU) DERGAHI:
Dergah, İzmir'de Yağhaneler semtindedir. Dergahı, Hacı Bektaş
Veli halifelerinden" Eğriboz İstefesi göçmenlerinden Feyzullah
oğlu Yusuf Şemseddin Baba yaptırmıştır. Dergahın ilk
postnişinidir. Dergah, kitabesine göre, 1865- 66 yılında
yapılmıştır. Vakfiyesi 1882'de hazırlanmıştır. Bu Bektaşi
dergahı 15 dönümlük arazi içerisinde iki kattan oluşan bir
yapıdır. Tekkedeki mezartaşları oniki dilimli(terkli) "Hüseyni
taclı" olarak Bektaşiliği yansıtırlar. Dergahın
mezarlığında birçok Bektaşi dervişi yatmaktadır.
Yusuf Şemsettin Baba, 1795'de Mora'da doğmuştur. Müderris
Feyzullah Efendi'nin oğludur. Askerde tabur katipliğine kadar
yükselir. Ayrıldıktan sonra İzmir'e yerleşir. Rüsumat memurluğu
yapar. Karadutlu Dergahı'nın postnişini olur. 1884'de ölmüştür.
Dergahına gömülür. Babalık icazetini ve halifeliği Mehmet Ali
Hilmi Dedebaba'dan almıştır. Öldükten sonra posta önerisi
üzerine torunu Fuat Bey Baba(öl. 1928) getirilir. Ondan sonrada
dergahın postnişinliğine jandarma subaylarından Kazım Baba
atanır.
SULTAN ŞÜCAETTİN VELİ VE DERGAHI:
Sultan Şücaettin, I. Mehmet(1402- 1421) ve oğlu II. Murat(1421-
1451) dönemlerinde yaşamıştır. Ayrıca Timurtaş Paşa ile oğlu Ali
Bey'in O'nun müritleri olması ve kaynakların bu kişilerle
doğrudan ilişkisinden söz etmeleri Sultan Şücaettin'in XV. y.
yılda yaşadığını doğrular. Mecdi Efendi de "Şakayık- ı
Numaniyye"de verdiği bilgilere göre, II. Murat'la katıldığı bir
savaşta, sultanın hayatını kurtardığından, padişahça adına
Edirne'de bir mescitle zaviye yapılmış ve öldüğünde de buraya
gömülmüştür. Mehmet Süreyya da "Sicill- i Osmani"de bu bilgilere
dayanmıştır. Bu nedenlerle Orhan Bey dönemine yerleştirilmesi
tarih bakımından doğru değildir.
XIII.y. yıldan beri Kalenderiliğin merkezlerinden biri olan
Seyyid Gazi Zaviyesi'nin yakınında zaviye açarak buraya
yerleşmiş ve "irşat/ aydınlatma" çalışmalarını sürdürmüştür.
Şimdiki adı Arslanbeyli'dir. Adına 1450'lerde "Vilayetname"
yazılmıştır. Çevresinde 200- 300 Abdalı olduğu, ünlü gazileri
kendisine mürit edindiği, XV. y. yılda müritlerinin Anadolu ve
Rumeli'de "Uryan Şucailer" adıyla ünlendiklerini
kaynaklar bildirmektedir. "Latifi Tezkeresi"ne göre, Sultan Şüca
Tekkesi bir ziyaret yeridir ve burada kurbanlar
kesilmektedir.Tarihçi Jakop, Sultan Şücaeddin'i önemli bir
Bektaşi velisi olarak niteler. Tekkesinin iyi korunduğunu
belirtir.
"Vilayetname"si O'nu Horasan kökenli olarak göstermesine karşın,
bugün dahi yolunu sürdürenleri O'nu, Oniki İmamlar'dan İmam
Rıza'nın torunu olarak bilirler. 1975'lerden beri Seyit Sultan
Şücaettin Veli Dergahı'nı postnişin olarak yöneten Nevzat
Demirtaş Baba Şücaettin Veli'nin Otman Baba ile "müsahip
kardeş" olduğunu, bu nedenle Otman Baba müritlerinin
Şücaettin Veli'ye bağlı olduklarını belirtir. Nevzat Baba'nın
verdiği bilgilere göre, Kırıkkale'de Karpuzu büyük Hasan Dede
evlatlarının, Hasan Dede'ye bağlı ocaklardan Hacı Muradiler,
Hacı Turabiler, Cibaliler ve Kalender Abdallılar "El ele, el
Hakka" yoluyla Şücaettin Veli'ye bağlıdırlar.
Bulgaristan'daki Otman Baba, Musa Baba, Akyazılı Sultan ve Demir
Baba müritleri de Şücaeddin Veli Dergahına bağlıdırlar. Her yıl
Şeyh Şücaettin Veli törenleri yapılarak bu inanç ve kültür
yaşatılmaktadır.
SEYYİD CEMALEDDİN SULTAN:
Söylenceler, Hacı Bektaş'ın mürit ve halifelerinin "binlerce"
olduğunu gösterir. Hacı Bektaş bunları, Anadolu ve Balkanlar'ın
kimi bölgelerini aydınlatmakla görevlendirmiştir. Hacı Bektaş'ın
önemli ardıllarından biri de Seyyid Cemal Sultan'dır. O'na değer
verir, bütün halifelerinden üstün tutar ve ona "Cemalim" der.
Hacı Bektaş, Seyyid Cemal'i Akdeniz yöresini aydınlatmak ve
uyarmakla görevlendirmiştir. Oğlu Aslı Doğan, Çanakkale'yi
geçerek Avrupa'ya gitmiştir. "Vilayetname"ye göre Altıntaş
yöresinde Tökelcik/ Tevekkelcik'e gelerek yerleşmiş ve orada
ölmüştür. Mezarı oradadır.Kimi kaynaklara göre Balıkesir'de
ölmüştür.
Dersim bölgesinde Derviş Cemal Ocağı vardır. Geleneğe göre; Hacı
Bektaş Seyyid Cemal Sultan'ı Dersim bölgesine görevlendirmiştir.
Seyyid Cemal'in soyundan gelen "seyyid"ler Batı Dersim
aşiretlerinin öteden beri "rehberlik"lerini yapmaktadırlar.
Mezarının Dersim Sağman'da olduğu ileri sürülmektedir.
RESUL BABA:
Resul Baba, bir Bektaşi erenidir. Hacı Bektaş'ın
ardılı(halifesi)dır. Görevi, ferraşlık(süpürücü)tır. Kendisine
yurt dilemiş, Hacı Bektaş'ın ölümünden sonra Altuntaş'a bağlı
Beşkarış denilen yere yerleşmiştir. Bura halkı Hıristiyan'dır.
Resul Baba altın geyik "donuna" girerek keramet gösterir ve yöre
halkını beyiyle birlikte Müslümanlaştırır. Beşkarış'tan başka
Hisarcık'ta da bir dergah kurar ve zaman zaman orada da kalır.
Seyyid Cemal Sultan'ın Dergahı da buradadır. Birlikte yaşam
sürdürürler. Dostluğun örneklerini sergilerler. Resul Baba,
Beşkarış'ta ölür. Mezarı Altuntaş'da Ayrıklıçalı denilen
yerdedir.
HIZIR SAMİT:
Hacı Bektaş'ın gözde ardıllarındandır. Hacı Bektaş'ça Tebriz'e
gönderilmiş, orada ölmüştür. Gelenek bilgisine göre; Hızır Samit
düşünde Hacı Bektaş'ı görür. "Dostlarını al, bana gel" diye
buyruk alır. Dost Hüda ve Bahaeddin Atlaspuş ile Tebriz'de
buluşurlar. Onların da aynı düşü gördükleri anlaşılır. Birlikte
Hacı Bektaş'a gelip nasip ve ardıllık (halifelik) alınarak
dönülür.
ÇERDEĞİN (ÇERDEKİN) ŞEYHİ:
Hacı Bektaş "Vilayetnamesi"nin kimi düzenlemelerinde, Hacı
Bektaş'ın önemli bir ardılı olarak gösterilir. Hacı Bektaş
kendisine Çerdekin'i "yurt" olarak vermiştir. Ora halkının
saygısını kazanmış ve oldukça yörede etkin olmuştur. Ölünce
yörenin beyi tarafından künbet yaptırılmış ve kubbe altına
alınarak sırlatılmıştır. Yöre beyi; "Asıl bey odur, ben onun
kuluyum" demektedir.
SEYYİD RECEP:
Hacı Bektaş'ın beğendiği ve temiz saydığı kimselerdendir.
"Feraşlık"(süpürücü) hizmetiyle görevlidir. Emre dağı yanında
Akçayır kendisine "yurt" verilmiştir. Mezarı oradadır.
SARI KADI:
Hacı Bektaş tarafından kendisine Karacadağ "yurt" verilmiştir. O
yörede veba(taun) hastalığı salgını olduğundan, Hacı Bektaş Sarı
Kadı ve soyunun bu hastalıkta etkilenmemesıni diler. Sarı Kadı,
Ankara'nın Karacadağ yöresine yerleşir. Kenen ile Keyyan(=Keban)
adlarında oğulları olur. Kenen'ın soyu Kenenlı adıyla bir köy
kurmuşlardır. Öteki oğlunun soyu ise Kebbanlu(=Kubanlu) adıyla
anılmışlardır.
PİRAB (PİR EBİ) SULTAN:
Hacı Bektaş'ın ardıllarından (halifelerinden)dır. Görevi
çerağcılıktır. "Güçlü bir erdir". Konya şeyhlerinden Sadrettin
Konevi'nin isteği üzerine Hacı Bektaş'ça Konya'ya gönderilir ve
orası ona "yurt" verilir. Eşi ve üç oğluyla Konya'ya yerleşen
Pirab Sultan, vebadan çocuklarını yitirir. Söylenceye göre
keramat çıkararak üçüncü oğlunu yaşama döndürür. Bu kerameti onu
oldukça ünlendirir. Konya'da tekkesini kurar. Birçok mürit ve
muhip yetiştirir. Konya'da ölür. Mezarı, Konya'nın
Larende(Karaman) kapısının dışındadır. Pirab Sultan,
Yesevilik'ten Bektaşiliğe miras kalmış dervişlerdendir.XVII. y.
yılına ilişkin bilgi veren Evliya Çelebi, Hacı Bektaş'ın
halifelerinden Pirce Sultan'ın burada büyük bir türbesinin
olduğunu, 200 dolayında dervişin bulunduğunu, üretim yapıp
onunla geçindiklerini, konuksever olduklarını, dervişlerin
tekkede iş yaparak yükseldiklerini bildirir.
BAHAEDDİN ATLASPUŞ:
"Vilayetname"lere göre, Sultan Bahaeddin Oğuzlar'ın Bayındır
boyundandır. Kafkasya'da Bakü yakınlarında Şamak'ta
oturmaktadır. Dost Hüda ile birbirlerini düşlerinde görür,
birleşir ve Hacı Bektaş'a gelir mürit olurlar. Hacı Bektaş
"alametlerini" vererek ülkelerine gönderir. Sultan Bahaeddin'in
mezarı Şamak'tadır. Türbesi, Bektaşihane (=Bektaşi tekkesi)
olmuştur.
DOST HÜDA:
"Vilayetname"lere göre, Dost Hüda Hacı Bektaş'ın
ardılı(halifesi)dir. Tebrizli'dir. Bayındır Han'ın komutanı
Kazan Han'ın oğludur. Bahattin Atlaspuş'la birbirlerini
düşlerinde görür, buluşup Hacı Bektaş'a gelip müridi olurlar.
Gereken olgunluğu gösterdikten sonra "alametlerini" alarak
ülkelerine dönerler. Dost Hüda'nın mezarı Tebriz'dedir. Türbesi,
Bektaşihane (=Bektaşi tekkesi) olmuştur.
SARI İSMAİL SULTAN:
Hacı Bektaş'a Karaca Ahmet'le birlikte gelmiş ve Hacı Bektaş'ın
önemli ardıllarından biri olmuştur. Gizliliklerini ve içini
açabileceği bir sırdaşıdır. "Vilayetname"de "ulu halife",
"İsmail padişah" gibi yüceltici sanlarla anılır. Hacı Bektaş'ın
ibriktarıdır. "Vilayetname"de birçok öyküye konu olmuştur.
Mevlana'ya kitap almaya ve Taptuk Emre'nin katına o gönderilir.
Hacı Bektaş'ın isteğiyle O'nun ölümünden sonra Menteşe'nin
Tavas'a yerleşir ve orada bir tekke kurar.Mezarı
Tavas'tadır.Köprülü'ye göre, Bektaşi geleneğinin bu ünlü adı
Batı Anadolu'da XIII. y. yılda veya XIV. y. yılın ilk yıllarında
yaşamış bir derviştir.
POSTİNPUŞ BABA:
Aşıkpaşaoğlu Baba Postinpuş'u I. Murat dönemi(1362- 1389)
"keramet sahibi" Rum Abdalları'ndan gösterir.Evliya Çelebi'ye
göre, "Al- i Aba tarikatı sahiplerinden"dir ve Horasan
erenlerindendir.Adı, hayvan postu giymesinden kaynaklanıyor
olmalıdır. Yakarmaları kabul gören bir veli olarak
bilinmektedir. Bursa'yı yurt edinmiştir. I. Murat, Sırpsındığı
başarısını kutsamak için birçok hayır yapmıştır. Bunlar arasında
Postinpuş Baba'ya Yenişehir'de yapılan bir zaviye(tekke) de
vardır. Mezarı bu zaviyededir.
KOYUN BABA:
Hammer, Koyun Baba'yı Hacı Bektaş'ın arkadaşı olarak gösterir.
Evliya Çelebi ise, "Horasan'dan Anadolu'ya birlikte
geldikleri"ni ve Hacı Bektaş'ın "halifesi olduğunu"
belirtmelerine bakarsak; Koyun Baba, Hacı Bektaş'ın çağdaşı ve
XIII. y. yılda yaşamış olmalıdır. Toplumdan uzak yaşamaktadır.
Konuşmayı sevmemektedir. Zaman zaman koyun gibi melemektedir.
Sürekli zamanını tapınmayla geçirmektedir. Koyun Baba'yı
rüyasında gören II. Bayezıt türbesini ve bütün eklentileriyle
birlikte tekkesini yaptırmıştır. Koyun Baba Tekkesi, Çorum iline
bağlı Osmancık'tadır. Evliya Çelebi'ye göre, bu kasabanın halkı
tümüyle Bektaşi'dir. Sonradan bu tekke başkalarının eline geçer
ve Koyun Baba adı "Pamuk Baba" ya dönüşür.
Evliya Çelebi, XVII. y. yılda bu tekkiyi ziyaret eder ve
bilgiler verir. Ona göre, Koyun Baba'nın mezarı üzerinde Bektaşi
sikkesi vardır. Türbenin kubbesinde Hacı Bektaş'tan aldıkları
hırka, seccade, tabıl, alem, kudüm, palhengi, asa ve tac
saklanılmaktadır. Bektaşiler, halk arasında "kötülenmelerine"
karşın, Koyun Baba dervişleri koyun gibi melediklerinden, iyi
huylu olduklarından, "Sünni kurallara uyup, namaz
kıldıklarından" çok sevilirler.
ABDAL MURAT VE TEKKESİ:
Orhan Bey döneminin dervişlerindendir. Osmanlı Devleti'nin
yapılanmasına katkıta bulunmuş ve Bursa'nın alınması olayına
katılmıştır. Türbe ve tekkesini Orhan Bey yaptırmıştır.
Bursa'dadır. Evliya Çelebi Bektaşilik yanını vurgularsa da, XVI.
y. yıl tarihçisi Hoca Sadettin Bektaşi olup- olmadığına
değinmez.Tekke, giderek bektaşileşmiştir. Bursa, zaten
1850'lerde Bektaşiliğin merkezidir. Önceleri Bektaşiliğin büyük
merkezlerinden biri Bursa iken günümüze gelindikçe bu önemini
yitirmiş, Bektaşi kitlesi dağıtılmıştır. XVIII. ve XIX. y. yıl
kaynakları Bursa'daki Abdal Murat Tekkesi'nden söz ederler.
Perrou 1861'de bu tekkede birkaç Bektaşi dervişi olduğunu yazar.
BARAK BABA:
Barak Baba, 1257'de Tokat'ın Çat köyünde doğmuştur. Burası Babai
hareketinin merkezidir. Barak Baba böylesi bir düşünsel- siyasal
birikimin tam merkezinde olan biridir. Bu durum onun düşünsel ve
siyasal kimliğinin oluşmasında belirleyici olur.
Prof. Köprülü'ye göre Barak Baba, "Moğol Şamanlığı'nın sufiliğe
etkisinin güzel bir örneği"dir.İlk dönemlerinde Baba İlyas'ın
halifelerinden Aybek Baba'ın en iyi müritlerindendir. Sonraları,
özellikle olgunluk döneminde aynı çığırdan olan Hacı Bektaş'ın
halifelerinden Sarı Saltuk'un müridi olur ve bu bağlılığını
sürdürür. Onun Sarı Saltuk'a bağlanması Kırım'a yerleştikten
sonra olur.
"Vilayetname" Barak Baba'yı Hacı Bektaş'ın halifeleri arasından
gösterir. Hacı Bektaş'ın; "Bir halifem de Barak Baba'dır. O
gerçek bir erdir. Ona söyleyin, Karesiye varsın, Balıkesri'ye
gidip orasını yurt edinsin" dediği belirtilir.Bu durum Barak
Baba'nın Bektaşilik geleneği içerisinde yer aldığının,
Bektaşilik Tarikatı'nın bir üyesi olduğunun kanıtıdır.
Aynı gelenek içerisinde yer alan Yunus Emre de bir şiirinde
ondan söz eder ve piri Taptuk Emre'nin yakını olduğunu belirtir.
Yunus'un dizelerinde bu bağıntı şöyle kurulur:
Yunus'a Tapduk'dan oldı hem Barak'tan Saltık'a
Bu nasip çün cuş kıldı ben nice pinhan olam
Şaman- Sufi karışımı bir tutum sergiler. Saçı, sakalı tıraşlı,
uzun bıyıklı, belden yukarısı çıplak, el ve ayak bilekleri
demirden halkalı, başında boynuzlu bir maskeyle dolaşmakta,
çalgı çalmaktadır. Bu durumuyla "zavalıları eğlendirmek
istediğini" belirtmektedir. Onun bu tavırları, Sünni inanç
ilkelerine pek uymamaktadır. Eski Yunan'ın Kinik filozoflarını
andıran bir yaşam felsefesi ve davranışı vardır. "Haydari
Kalenderi'lerinden"dir. Amasya'da halkı "Al- i aba sevgisi"ne
çağırmıştır. Ötedünyaya inanmamakta, ruhgöçüne inanmaktadır.
Tanrı'nın Hz. Ali'nin kişiliğinden ortaya çıktığına ve sonradan
Sultan Hudabende'yle birleştiğine inanmaktadır. Farzların özünün
"Ali sevgisi" olduğunu savunmaktadır. Güzelleri Tanrı olarak
görüp, secde etmektedir. Mala- mülke değer vermez, kendisine
verilen paraları herkesle paylaşmaktadır.
Tarihler çoğukez genel adlandırmalardan bulunarak Barak Baba'yı
"Şii" olarak nitelendirirler.Oysa ruhgöçü, Ali ruhunun
başkalarından ortaya çıkması gibi inançlara Şiilik ve Caferilik
oldukça karşıdır. Kaldı ki, Sarı Saltuk'un müritlerinden olması
da onu Şii olmaktan alı kor. Oysa o, bu düşünceleriyle daha
sonraki yıllarda Azerbaycan'da ortaya çıkacak olan Fazlullah'ın
Hurufiliğinin ve Ali İlahiliğin temellerini atar.
Münecimbaşı, Yazıcıoğlu, el- Birzali ve İbni Aybek es- Safedi
gibi eski yazarlar Barak Baba'nın Selçuklu prensi olduğunu
yazarlar. B. Noyan ile C. Öztelli de bu kaynakların görüşünü
benimseyerek onu bir Selçuklu prensi olarak görürler. Sava göre,
Barak Baba Bizans'a sığınan Selçuklu sultanı II. İzzettin
Keykavus'un iki oğlundan biridir. Çocuklar orada
Hıristiyanlaşmışlardır. İkinci oğulu, Patrik oğul edinmiştir.
Sarı Saltuk'un Patrik'le ilişkisi iyidir. Çocuğu Patrikten
alarak Müsliman olarak yetiştirir ve kendine mürit edinir. Adını
"Barak" kor. Sarı Saltuk'un ölümünden sonra Barak Anadolu'ya
geçer.
Tarihsel olay doğrudur. Yalnız, Barak Baba'nın II. İ.
Keykavus'un oğlu olduğu kuşkuludur. Kaynaklar söylenceden öteye
gitmiyorlar. Eğer sav doğruysa Barak Baba, Türkmenler'in "Barak"
aşiretinden olmaması gerekir. Çünkü Selçuklu hanedan üyeleri
Oğuzlar'ın Kınık boyundadırlar. O zaman Barak Baba ile Urfa,
Gaziantep dolaylarında yaşayan Barak aşireti arasından bir bağ
olmaması gerekir. Bu bağ, sonradan kurulmuş olmalıdır. Görüldüğü
kadarıyla Kıpçakca'dan "Köpek" anlamına gelen "Barak" adını da
ona şeyhi Sarı Saltuk vermiştir. Barak aşiretinden olduğu için
bu adı vermiş olmalıdır. Asıl adı bu değildir. Bu ad onun
Kalenderice ve Kinik yaşam felsefesine oldukça uymaktadır. Bu ad
ona bu iki niteliğinden ötürü takılmış olmalıdır. Bana, onun
Barak aşiretinden oluşu daha doğru gelmektedir. İbni Hacer onun
Tokatlı bir katibin çocuğu olduğunu yazar. Bu bilgiyi Prof. Z.
V. Togan da mantıksal bulur.Zaten Tokat doğumlu olması da onun
İ. Keykavus'un oğlu olmadığını kanıtlar. Keykavus'un oğlu
olsaydı Konya doğumlu olması gerekirdi. Ayrıca Urfa ve Antep
Barakları'nın dedeleri Tokat'tan gelmektedirler ve bu
Baraklar'dan oldukça saygı görmektedirler. Baraklar'ın bir
bölümünü Selçuklular Tokat ve Yozgat dolaylarına
yerleştirmişlerdir. Barak Baba, buralara yerleştirilen
Baraklar'dan olmalıdır. Heriki yöredeki Baraklar arasındaki
ilişki dedeler yoluyla kurulmuştur. Bilindiği gibi Alevi-
Türrkmenliğin tüm özelliklerini taşıyan Baraklar Kanuni dönemine
ait eski kayıtlarda Bayat boyunun bir oymağı olarak gözükür.
Kimi araştırmalara göreyse Baraklar, XV. y. yılda Yeni- İl'in
Dulkadırlı koluna bağlı Barak adlı bir Cerid obasıdır.
Barak Baba, Kırım'da Moğol Hanlığı'nın hizmetine girmiştir.
Gazan Han(1295- 1304) ve oğlu Olcaytu Hudabende(1304- 1317)'nin
saygısını görmüştür. Saray ve Tatar halkı tarafından sevilip
sayılmaktadır. Halkın, Alevi İslamı benimsemesini sağlamıştır.
Onun saray ve halk tarafından benimsenmesinde, Moğol şamanlığına
benzer bir inanç görünümü sergilemesinin rolü olmuştur. Oniki
İmamcı Şiiliğin Moğol yönetimince benimsenmesi, resmi mezhep
olarak alınması ve ülkede hutbelerin Oniki İmam adına okutulması
Barak Baba sayesinde olmuştur. Halk arasında da "Moğollar'ın
şeyhi", "Tatar şeyhi" ve "Barak Suvar" olarak
adlandırılmaktadır.
Barak Baba, sarayda oldukça saygındır. Elçi kurullarında o da
görevlendirilmektedir. 1306 yılında Memlüklü sultanıyla görüşmek
için bir dervişler topluluğuyla Şam'a gönderilmiştir. Şeri
İslama uymayan tutumu oldukça tepki çekmiştir. Bir yıl sonra da
Geylan emiri Kutlu Şah'a elçi olarak gönderilmiştir. Geylan
emiri şeyh ve Müslüman olmasına karşın Barak Baba'nın Sünni
İslam dışı tutumuna aşırı tepki göstermiş, "Müslüman biri olarak
Müslüman olamayanlara yardımcı olmaması gerektiği gerekçesiyle"
1307 yılında öldürtmüştür. Olcaytu Hudabende bu olay üzerine
Gelanlılar'ı asker göndererek cezalandırmış ve şeyhinin ölüsünü
Azerbaycan'daki Sultaniye kentine getirtmiş ve orada gömerek
kendisine bir türbe yaptırmıştır. Dervişlerine vakıflar ayırmış
ve zaviyeler yaptırmıştır.
Barak Baba'nın geniş bir müritler topluluğu oluşmuştur. Genel
Alevi- Bektaşilik çerçevesinde kalan bu topluluk kendisinden
sonra da sürmüştür. Onun bu bağlılar topluluğuna "Baraklılar
(Barağiyun/ Barakıyyun) " denmiştir. Cahit Öztelli bu adın
verilişini Barak Baba'ya olan tarikat ilişkisine değil de,
Baba'nın Barak aşiretinden olmasına bağlar.Oysa durum tam da
böyle değildir. Güneydoğu Anaduolu'daki Alevi Barak aşiretinin
dedelerinin Tokat'tan gitmesi aşiret Baraklılar'la tarikat
ilişkisi sonucu oluşan Baraklılar'ın zamanla bütünleştiği,
kaynaştığı ve aynı adı taşıdıkları anlaşılmaktadır. Baraklar'ın
tarikat nitelikli varlıklarına XIV. y. yıl ortalarında
rastlanır. Gölpınarlı 1351 tarihini taşıyan mezar taşlarından bu
izlenimi edinir.Baraklılar Timur döneminde de(1370- 1405)
İran'da varlıklarını önemli biçimde sürdürürler.
Barak Baba'nın on sayfalık şathiye biçiminde "Kelimat- ı Barak
Baba" adını taşıyan Çağatayca bir risalesi vardır. Kitap, masal
edebiyatına kaynak olacak bir gereçler yığınıdır. Farsça bir
açıklaması vardır. Kitap, 1449'da İlyas adlı birince Türkçe'ye
çevrilerek yazılmıştır. Kitabın bilinen bu en eski nüshası
Amasya Kütüphanesi'ndedir.
AHİ EVREN:
Ahi Evren, Ahiliğin piridir. Moğollar'a karşı çıktığından
Kırşehir valisi Nurattin Caca tarafından 1261'de öldürülmüştür.
Onun öldürülmesinden sonra Ahiler genellikle Hacı Bektaş'ın
çeveresinde toparlanmışlardır. XIV. y. yılın ortalarında
Anadolu'yu dolaşan İbni Batuda, Anadolu'nun her kent ve
kasabasında çok örgütlü olarak varlıklarını sürdüren Ahiliğe ve
Ahi tekkelerine rastlar. Fakat Ahiler giderek Bektaşilik
içerisinde yer alırlar. Ahi tekkeleri de zamanla Bektaşi tekkesi
durumuna gelirler. Hasluck'un saptadığı Kırşehir'deki Ahi Evren
Tekkesi, Denizli'deki Ahi Baba Tekkesi ve Ankara'daki Ak Evren
tekkeleri hep sonradan bektaşileşen Ahi tekkeleridir.
HÜSEYİN GAZİ TEKKESİ:
Ankara'nın doğusunda Hüseyin Gazi tepesinde Arap kökenli olan
Hüseyin Gazi türbesi vardır. İmam Hüseyin soyundadır. Hacı
Bektaş'ın Anadolu'ya geldiğinde burada kaldığına inanılır.
Burası zamanla Alevi- Bektaşiler'in uğrak yeri olmuş ve burada
bir Bektaşi tekkesi kurulmuştur. XVII. y. yılda Evliya Çelebi bu
tekkede 100 dolayında Bektaşi dervişine rastlar.
Bu ünlü Arap savaşçısının bir başka mezarının da Eskişehir'de
Seyyid Gazi köyündedir. Köye adını vermiştir. Mezarı Selçuklular
döneminde bulunmuştur. Vakıf ve tekke XVI. y. yılda
Bektaşiler'in eline geçmiştir. Oldukça saygı gören bir Bektaşi
tekkesidir.
HAYDARİ SULTAN TEKKESİ:
Ankara yakınlarında Haydari Sultan köyünde yatan Haydari
Sultan'ın Hacı Bektaş'ın çevresinden olan Kutbettin Haydar veya
Hacı Ahmet olduğu söyleniyor. Köy halkı tümüyle Alevidir. Tekke,
bir Alevi- Bektaşi tekkesidir.
HASAN DEDE DERGAHI:
Hasan Dede köyü, Ankara'nın Keskin ilçesindedir. Selçuklular
döneminde yöreye yerleştirilen Oğuzlar'ın Beydilli boyu
kurmuştur. Köy halkı tümüyle Alevidir. Tarih boyu değişik
adlarla anılmıştır. Bugün "Hasandede" adı kullanılmaktadır.
Hasan Dede, 1562( H. 970)'lerde Horasan'dan Karaman'a gelmiştir.
Buradan da Ankara'ya göçerek bugünkü Hasandede köyüne 1578-
79(H. 986)'da yerleşmiştir. Köy, Hasan Dede'ye 1579'da padişah
beratıyla mülk olarak verilmiştir. 1603- 04(H. 1012)'de bu köyde
ölmüştür. Mezarı aradadır. İki evlilik yapmıştır. Soyu, bu
evliliklerinden doğan çocukları yoluyla sürer. 1605'de köyünde
camii ve dergahı kurulur. Bu yapıları Doğan Bey yaptırır.
Çocuklarının türbelerini ise Boynu Eğri Şeyh 1654'de
yaptırmıştır. Bugün Hasandede kasabasında bu soydan 100- 120
aile yaşamaktadır. Alevi olan bu köy halkı Hacı Bektaş
Dergahı'na bağlıdırlar.
Hasan Dede, bir Alevi ermişidir. Gelenek yoluyla Otman Baba'ya
ve Şücaeddin Veli'ye doğrudan bağlanırsa ve halifeleri olarak
gösterilirse de, bu bağlantı tarih olarak uyuşmaz. Hasan Dede,
Kanuni ve oğulları dönemi insanı olamasına karşın, diğerleri
Fatih döneminde yaşamışlardır. Gelenek söylencelerindeki, "Hasan
Dede çocuklarının Otman Baba'ca Şücaeddin Veli'ye emanet
edilmesi" öyküsü tarihsellikten çok, yol bağlılığı açısından
değer taşır. Hasan Dede çocuklarının Otman Baba'ya bağlı
Şücaeddin Veli oğullarından nasip alması olasıdır. Bu da soy
zincirinin değil ama, yol zincirinin Şücaeddin Veli- Otman Baba-
Hacı Bektaş Veli çizgisini izlediğini gösterir.
Hasan Dede'nin Kanuni döneminde Macar(-Nemçe) seferine ve
1529'da Yapılan I. Viyana kuşatmasına katıldığı doğrultusundaki
söylenceler tarihle bağdaşmamaktadır. Çünkü Hasan Dede daha bu
tarihlerde Anadolu'ya dahi gelmemiştir. Olsa olsa sonraki
dönemlerde boyu ile birlikte Osmanlı seferlerine katılmış, din
bilgini ve inanç adamı olarak orduya moral bakımından katkıda
bulunmuştur.
Hasan Dede'nin "Eşrefoğlu al haberi/ Bahçe biziz gül bizdedir"
dizeleriyle başlayan deyişi, Ankara'da paşalık yapan
Eşrefoğlu'nu amaçlamaktadır. Bu sözler, Osmanlı paşasının
tutumuna karşı bir savunmadır.
AYBEK BABA:
Babai- Kalenderi çeveresi dervişlerindendir. Sünni İslama
uymayan düşünce ve yaşam biçimi vardır. Tanrı'nın insanla
cisimleştiğine inanmaktadır. Bu düşünceleri dedikodulara yol
açmıştır. Amasya'da oturmaktadır. Anadolu'daki Moğol
egemenliğini gözönüne alarak 1256'lardan sonra Moğol yanlısı bir
tutum izler. Bu nedenlerle Anadolu'da fazla kalamayarak
1271'lerde Mısır'a gider. Memlük sultanı Baybars'ın önünde Sünni
ulemaca sınavdan geçirilerek suçlu görülür. Dayak cezasına
çarptırılır ve Mısır'dan çıkarılır.
Aybek Baba bu olanlardan Selçuklu veziri Muiniddin Pervane'yi
sorumlu tutar. Tebriz'e geçerek Moğol hükümdarı Abaka Han'ın
hizmetine girer ve onu Pervane ile Baybars'ın aleyhine
kışkırtarak öç almaya çalışır. Moğollar'a karşı Pervane- Baybars
işbirliğini açığa çıkarması için Abaka Han tarafından Anadolu'ya
gönderilir. Aybek Baba, Baybars'la Pervane'nin yazışmalarının
birer suretini Moğol hükümdarlığına göndermeyi başararak,
Baybars- Pervane işbirliğini ortaya çıkarır. Yaşamının son
dönemini Amasya'daki zaviyesinden geçirir.
Moğol- İlhanlı koruması altında Aybek Baba, Buzağı Baba,
Abdurrahman Baba, Halil Baba, Barak Baba, Sarı Saltuk gibi Türk
Babai- Kalenderi- Yesevi- Bektaşi dervişleri İslamlığa Türklük
öğelerini katarak, İslamlığı bir bakıma ulusal bir Türk dinine
çevirmişlerdir.
Moğollar Türk Alevi- Bektaşi dervişlerine önem vermiş,
korumalarına almış, devlet işerinde görevler vermişlerdir. Barak
Baba ile Aybek Baba'nın durumu buna en güzel örnektir. Abaka
Han'ın oğlu Tekudar Ahmet Han da Anadolulu Abdurrahman Baba adlı
bir Türk Alevi dervişini kendisine "pir" edinmiştir. Ona "baba"
demektedir. Devlet işlerinde görev vermiştir.
BUZAĞI BABA (ŞEYH BABA- YI MERENDİ) :
XIV. y. yıl yazarlarından Sipehsalar'ın "Buzağı Baba", Ahmet
Eflaki'ninse "Şeyh Baba- yı Merendi" olarak adlandırdıkları bu
derviş o dönemler oldukça yaygın olan Babai- Kalenderi
dervişlerdendir. Mevlana ile Hacı Bektaş'ın çağdaşıdır. Batıni
düşünceler ve tutumlar sergilemektedir. Sünni İslamın
kurallarına uymamaktadır. Sade yaşantılıdır. Halktan biri
gibidir. Alevi- Türkmen dervişidir. Selçuklu sultanı IV.
Rüknettin Kılıçarslan (1262- 1266) kendisine bağlanmıştır.
Sultan'a "oğul" demektedir. Sultanın toplantılarında yer almış
ve Mevlana'nın kıskanmasına yol açmıştır.
SEYYİD GARİB MUSA TEKKESİ:
Seyyid Garip Musa Hz. Ali soyundandır. Yedinci imam Musa
Kazım'ın soyundan geldiğine, İbrahim Sani'nin yedinci kuşaktan
torunu olduğuna inanılır. Horasan erenlerindendir. XIV. y. yılda
Anadolu'ya gelmiştir. Mürşidi Hacı Bektaş Veli'dır, nasibini
Hacı Bektaş Dergahı'ndan almıştır. Geleneğe göre, onu Hacı
Bektaş Divriği'ye görevlendirmiştir. Divriği'nin Yağıbasan
köyünü merkez edinmiş, dergahını/ ocağını orada kurmuş ve oradan
Kars'ın Sarıkamış, Selim ilçelerine, Kafkasya'ya ve Eskişehir'e
dağılmışlardır. Aile oldukça genişlemiş olduğu gibi, geniş de
bir müridan çevreleri vardır. Garip Musa'nın XVI. y. yılda
yaşadığı, Balım Sultan'ın halifesi olduğu da savunulur.
Doğallıkla bu görüşler bir biriyle çelişmektedirler. Sivas
Şeriya sicillerinde, "Garip Musa soyundan gelenlerin
incitilmemesi ve askere alınmamaları"na ilişkin kayıtlar vardır.
1839'da Abdülmecit fermanıyla, vergi istemiyle Garip Musa
soyunun incitilmemesi ister. Belgede daha önceleri de bu tür
fermanların verildiği belirtilir. 1862'de de Abdülaziz, Sivas
valisi ve Divriği kadısından aynı isteklerde bulunur. Garip Musa
soyundan kimileri için düzenlenmiş Bektaşi halifeleri
olduklarına ilişkin belgelere de rastlanır. İsmail Ağa, 1898 ve
1922'lerde iki kez Hacıbektaş'a giderek kendisine halifelik
belgesi düzenletmiştir. Bu ailenin ileri gelenleri Milli
Mücadele'nin içinde bizzat yer almışlardır.
KAZAK ABDAL TEKKESİ:
Kazak Abdal, XVI. - XVII. y. yıl Bektaşi şairlerindendir. Balım
Sultan'a övgüler düzmesi, onun Balım Sultan döneminde veya daha
sonrasında yaşadığını gösterir. Romanya Türkleri'nden olduğu
söylenmektedir. Bir şiirinde asıl adının Ahmet olduğu
anlaşılmaktadır. Toplumsal kurumları, yerleşik inançları ve katı
gelenekleri yeren şiircilikte çığır açmıştır. Şiirleri yerginin
de ötesinde mizahi öğeler taşır.
Kazak Abdal'ın, Denizli dağları arasında tekkesi vardır. Bu
tekke, Bektaşi tekkesi olarak bilinmektedir.Kazak Abdal, bugün
Bektaşilik içinde belli bir grubun başı ve piri konumundadır.
ŞEYH MUHLİS BABA (PAŞA):
Horasanli Baba İlyas'ın oğludur. Anadolu'ya gelerek önce
Karaman'a yerleşmiştir. Sonraysa Osman Bey'in yanına geçmiştir.
Osman Bey döneminin(1281- 1321) dervişlerindendir. Onunla
birlikte Bizans seferlerine katılmıştır. "Keramet gösteren",
"ulu makam" sahibidir.
Tarihçi Müneccimbaşı, Şeyh Muhlis Paşa'nın Türkiye Selçukluları
sultanı II. Gıyaseddin Mesud'un 1308(H. 708)'de ölümü üzerine
Selçuklu Devleti'nin ileri gelenlerinin toplanarak Mulis Paşa'yı
tahta getirdiklerini, Şeyh'in altı ay sonra tahtı bırakarak
dervişliği tercih ettiğini yazar.Bedri Noyan ise bu bilgiyi
doğru bularak yer verir.Oysa, Selçuklu araştırmaları ve Selçuklu
uzmanları bu dönem için böyle bir kişinin hükümdarlığından söz
etmezler. II. Gıyasettin Mesut'un ölümüyle, III. Gıyasettin'in
oğlu V. Kılıç Arslan'ın Selçuklu yönetimine geldiği ve 1318'lere
dek göstermelik de olsa yönetimde kaldığı bilinmektedir. Bu
dönemin asıl yöneticisi Türkiye Moğol/ İlhanlı Genel Valisi
Timurtaş Noyan'dır. Başka çağdaş kaynaklar da Muhlis Paşa'nın
Selçuklu sultanlığından söz etmezler.
AŞIK PAŞA:
Muhlis Paşa'nın büyük oğludur. Asıl adı Ali'dir. "Paşa"lığı
rütbesinden değil, büyük oğul oluşundan verilmiştir. Orhan Bey
dönemi ünlülerindendir. 1271- 1332 yılları arasında yaşamıştır.
Kırşehir'de yetişmiş, orada dergahını kurmuş ve orada ölmüştür.
Kırşehir'de toplanan idealist Türkçüler'dendir. Mevlana'nın
Farsça "Mesnevi"sine karşın, Türkçe "Garipname" ile çıkar.
Türkler'in ve Türkçe'nin o zamanki durumunu "garip" sözüyle
anlamlaştırır. "Garipname" Türkiye Türkçesi ile yazılmış ilk
yapıttır. Ayrıca "Maarifname" ile "Risale Fi Beyani's- Sema"
adlarıyla iki yapıtı daha vardır. Mevlit şairi Süleyman Çelebi,
Aşık Paşa'nın yapıtlarından etkilenmiştir. Aşık Paşa, tarikat ve
tasavvuf bilgeliğinin inceliklerine sahip biridir.
TAPTUK EMRE:
Horasan erenlerindendir. Cengiz baskısı sıralarından Anadolu'ya
gelmiştir. 1210- 15 yıllarında doğduğu sanılmaktadır. Ünlü Yunus
Emre'nin mürşididir. Aşıkpaşaoğlu onu, Orhan Bey dönemi (1321-
1362) dervişlerinden gösterirse de, daha önce yaşadığı
kanısındayız. Çünkü "Vilayetname" onu doğrudan Hacı Bektaş
dönemiyle ilişkili gösterir ve bu iki büyük insanın doğrudan
ilişkileri vardır. Hacı Bektaş'ın halifesidir. Söylenceye göre
Hacı Bektaş, Yunus Emre'yi yetiştirme işini Taptuk Emre'ye
bırakır.Taptuk Emre, XIII. y. yılda yaşamıştır.
Taptuk Emre, Sakarya nehrinin yakınlarında bir köyde
yaşamaktadır. İnsanlardan uzakta yaşamayı sevmektedir. "Keramet
sahibi"dir ve "bilge" bir kişidir.Taptuk Emre'nin birçok yerde
mezarı ve makamı olduğu kabul edilir. Söylenceye göre Sakarya
nehrinin kuzeyinde Nallıhan'ın Emre köyünde yatmaktadır.
Taptuk'un Baraklılar'dan olduğunu Yunus Emre söyler. Taptuk
Emre'nin Hacı Bektaş'ın ardılı oluşu artık açıktır. Taptuk
Emre'den itibaren Anadolu'da bir "Taptuklular" topluluğunun
varlığına rastlanır.
YUNUS EMRE:
Kaynaklarde ve halkın söylencelerinde bir Yunus değil, birçok
Yunus vardır. Araştırmacı İbrahim Aslanoğlu'nun "Yunus Emreler"
tanımlamasına katılmamak elden değil. F. Köprülü; Kul Yunus,
Aşık Yunus, Miskin Yunus, Derviş Yunus, Koca Yunus ve Yunus
Emrem adlarını şiirlerinde kullanan Yunuslar'ı saptar ve bunları
çekinceyle karşılar. Daha sonraları Burhan Toprak, A.
Gölpınarlı, Sabahattin Eyuboğlu, Cahit Öztelli, İlhan Başgöz ve
İbrahim Aslanoğlu'nun Yunus Emre ile ilgilenip gerçek Yunus'u
tanımaya ve onun olan şiirleri diğerlerinden ayırmaya
çalışmışlardır. Görüldüğü kadarıyla birçok Yunus olmasına
karşın, Yunuslar özellikle iki tipte toplanabilmektedirler.
Birincisi lirik, akıcı, yalın bir Türkçeyle tasavvufi şiirler
yazan, Taptuk Emre yoluyla Hacı Bektaş'a bağlı, Sakarya
köylülerinden Sarıköylü, çiftçi, okumamış ve "ümmi" görülen, ama
bir halk bilgesi niteliği sergileyen "Aşık Yunus", "Koca Yunus"
veya sadece "Yunus", ikincisiyse Karaman'ın varlıklılarından
mal- mülk ve tekke sahibi, okumuş, tekke ve medrese kültürü
olan, Bektaşi Tarikatı bağlılarından "Molla Yunus". Yunus Emre
tiplemeleri genellikle bu iki tipten toplanmaktadırlar.
a) Yunus Emre Nerelidir ve Ne Zaman Yaşamıştır? :
"Vilayetname"ye göre Yunus Emre Sivrihisar'ın güneyindeki
Sarıgök köyünde doğmuştur. Mezarı doğduğu köyüne yakın bir
yerdedir. Hacı Bektaş döneminin(1209- 1271) insanıdır. Hacı
Bektaş'la görüşmüş, O'ndan nasip istemiştir. Hacı Bektaş,
"kilidinin anahtarını" Taptuk Emre'ye sunduğunu söyleyerek
yetiştirilmesi ve yola hazırlatılması için Taptuk Emre'ye
göndermiştir. Taptuk, Yunus'un mürşidi/ şeyhi olmuştur. Yunus
Taptuk'un dergahına "kırk yıl hizmet" vererek, "düzgün odun"
taşımış ve sonunda nasibini almış ve Bektaşilik Tarikatı
içerisinde önemli bir yer edinmiştir. Bu olgunlaşma ve hizmet
sürecinde söylediği nefesler bir Divan oluşturmuştur. Yunus'un
nefeslerinde de onun Hacı Bektaş'ı gördüğü, yani Hacı Bektaş'ın
çağdaşı olduğu işlenir.
Kaynaklarda ve halk söylencelerinde görüldüğü kadarıyla birden
çok Yunus olduğu gibi, Yunus'un birçok yerde de mezarı ve makamı
vardır. Bu, Türk halkının Yunus Emre'sini kendinden
duyumsamasından ve kendinden görmesinden kaynaklanır. Her yöre
Yunus'u kendinin bilmiştir. Ama Yunus Emre'ye yakın kaynaklara,
"Vilayetname" gibi Bektaşi metinlerine bakıldığında asıl Türkçe
söyleyen ve bir halk bilgesi, kocası olan Bektaşi inançlı Yunus,
Sakarya nehrinin yakınlarındaki Eskişehir'in Sarıköy'ünden
doğmuş, zaman zaman başka yerlerde yaşamışsa da, yine köyüne
dönmüş ve oradan ölmüştür. Mezarı oradadır. Kaynaklar onu Hacı
Bektaş'la çağdaş kılar. Bu nedenle 1240- 1320 yılları arasında
yaşadığı kaynaklar ve tarih gerçekliği açısından doğru
görülüyor. Hacı Bektaş'tan nasiplenmek istemişse de, eğitimi
Taptuk Emre'ye bırakılmıştır. Taptuk Emre onun mürşidir. Bu
yolla Hacı Bektaş Ocağı'na bağlıdır. Karamanlı Yunus Emre de
Bektaşi'dir, ama bu Hacı Bektaş ve Taptuklar'dan nasip alan ve
onların döneminde yaşayan değildir. XVI. y. yıllarda Karaman'da
yaşayıp tekke sahibi olduğunu arşivler kanıtlamaktadırlar. Bu
duruma göre Yunus Emre şuralıdır, buralıdır demeye gerek yoktur.
Yunus Emreler vardır. Fakat asıl sözü edilen Hacı Bektaş'ın
çağdaşı olan ve O'ndan nasip almaya çalışan Sarıköylü Türkmen
kocası ve halk bilgesi Yunus'tur.
b) Yunus Emre'nin Bektaşiliği:
Yunus Emre Bektaşi'dir. Bektaşi geleneğinin ve yolağının
insanıdır. Hacı Bektaş'a başvurur. Hacı Bektaş onun
olgunlaşması, eğitilmesi işini bir başka önemli halifesi olan
Taptuk Emre'ye bırakır. Yunus, Taptuk'un mürşitliğiyle eğitilir
ve Bektaşi yoluna hazırlandırılır. Prof. Melikoff'un bir
bildirisinde savunduğu gibi, Yunus Emre Hacı Bektaş'ın okulunda
yetişmiştir. Hacı Bektaş'a ilişkin bütün bilinenler Yunus'un
düşünceleriyle uyuşmaktadır.R. Zelyut, Yunus Emre'nin Hacı
Bektaş'ın önceden dile getirdiği düşüncelerini şiirle sunduğunu,
Yunus'un bir Alevi olduğunu, hatta "bir Alevi propagandacısı"
sayılabileceğini savunur.
Yunus Emre, Bektaşi geleneğinde yetişmiş ve pişmiş biridir. Onun
yolkütüğü Bektaşi geleneği içerisinde oluşmuştur. Şöyle bir
yolkütüğüne sahiptir: 1- Baba İlyas, 2- Hacı Bektaş, 3- Sarı
Saltık, 4- Barak Baba, 5- Taptuk Emre, 6- Yunus Emre.
Alevi- Bektaşiler tarih boyu Yunus'u kendilerinden görmüş, onu
sahiplenmişlerdir. Yunus, geniş ve özgürcü tasavvuf felsefesiyle
Bektaşiler'i etkileyerek bu doğrultuda ürün vermelerini
sağladığı gibi, Kızılbaş- Alevi Türkmenler arasında da derin bir
öneme ve etkinliğe sahiptir. Şah Hatayi'nin bir dizesi Yunus'un
ta o dönemler Türkmenler üzerindeki derin etkisini
gösterir.Yunus'tan sonra doğan "Emreler" topluluğu, Alevi-
Kızılbaş- Bektaşi niteliğini Osmanlı'nın her türlü baskı ve
kırımına karşın bugüne dek getirirler.
Yunus Emre uzmanlarından Naci Kasım, Yunus Emre'ye ilişkin bir
kitaba 1954'de yazdığı önsözde; "Yunus, bizim ilk Bektaşi
şairimizdir. Hacı Bektaş'ın halifelerinden Taptuk Emre'ye manevi
alanda hizmet ederek yetişmiştir" der.
Gölpınarlı, Öztürk, Coşan ve Sezgin gibi araştırmacılar Yunus'un
Hacı Bektaş'la ilişkisini ve Bektaşiliğini saptarlar.
Gölpınarlı'ya göre Yunus, "Hacı Bektaş tarikatına bağlıdır" ve
Alevi- Bektaşi edebiyatının kaçınılmaz kaynağıdır.Öztürk,
Yunus'un "tam bir Bektaşi şairi" olduğunu, Yunus'la Hacı Bektaş
bağıntısının tarih açısından denk düştüğünü belirtir. Prof.
Coşan'sa Hacı Bektaş ile Yunus'un ilişkisini mutlak ve
yadsınamaz görür. Birlikte düşündüklerini, aynı felsefeyi
paylaştıklarını belirtir. Yalnız Yunus'un Hacı Bektaş'a bağlı
olamayacağını, O'nun da bağlı olduğu kaynağa, yani Ahmet
Yesevi'ye bağlı olabileceğini vurgular.Sezgin de Yunus Emre'nin
Hacı Bektaş "bağlısı" olduğunu, şiirlerinin Bektaşi tekkelerinde
"nefes" olarak okunduğunu belirtir.
c) Yunus Emre'nin Ürünleri ve Felsefesi:
Yunus Emre'nin şiirleri "Divan"ında ve en olgunluk dönemi olan
1307'lerde yazdığı "Risaletü'n- Nushiyye"de yer almaktadır.
Yunus'u ilk tanıyan Batılı, 1438- 1458 yılları arasında Osmanlı
tutukevlerinde kalan bir İtalyan'dır. XVI. y. yılda ise bu yolla
Martin Luther, Erasmus ve Sabastian Frank gibi düşünürler tanır,
düşüncelerine kaynak olarak alır ve hümanizm anlayışlarını onun
düşünceleri üzerinde olgunlaştırırlar. Giderek Yunus
uluslararası düzeyde ünlenir ve değer bulur. 1991 yılı
UNESCO'nun girişimiyle "Yunus Emre Sevgi Yılı" ilan edilir.
Ülkemizde de üzerinde en çok araştırma yapılan ve hakkında
eserler verilen Yunus Emre'dir.
Yunus, Ortaçağ'ın doruğundadır ve çağını aşmıştır. Onun gücü
zengin bir halk bilgisine, yaşam deneyimine ve kişisel
yeteneğine dayanmaktadır. Hz. Ali ve Ehlibeyt'e sonsuz sevgi
beslemektedir. Onun coşkusal kaynağı bu etkendir.
Yunus'un Alevi- Bektaşi inancını doğrudan işleyen dizeleri halk
tarafından en çok sevilenleridir. Tanrı sevgisini ve
Bektaşiliğin ünlü "Dört kapı Kırk Makamı"nı kendine özgülüğüyle
işler. Şiirlerinde tasavvufu işler. Toplumsal görüşlerini
verirken de tasavvufu kullanır. Yapıtları, "Vahdet- i Vücud
felsefesi" üzerine oturtulmuştur. Dönemin bilimsel ve felsefik
sistemleri, tartışmaları, büyük düşünür ve mutasavvıflara
ilişkin söylenceler Yunus'un yapıtlarında yer alırlar. Bunların
işlenmesiyle "kamil insan" amaçlanır. Bu tür değinmelerle "kamil
insan" yaratılmaya çalışılır. "Sudur ve tecelli" kuramını
kendine özgü bir biçimde işler. Yunus'da ruhgöçu(tenasüh)
yoktur.Hurufilik de görülmez. Zaten Hurufilik, Yunus'tan çok
sonraları doğmuştur.
Yunus, kaba sofu değildir. Tanrı'dan korkmaz. O'nu sever, hem de
derin bir duyguyla. Tanrı sevgisini en güzel işleyen Yunus
olmuştur. Tanrı'yı erekler. "Bana seni gerek seni" deyişindeki
amacı budur. İnsana, topluma sevgiyle, saygıyla yaklaşır. Sevgi;
O'nda yoldur, amaçtır. "Yaratılmışı severiz/ Yaratandan ötürü"
sözündeki içerik budur. Halkın sözlü kültürünün temsilcisi olan
Yunus oldukça maddesel ve akılsal düşünür. O, bilinmezin ve
görünmezin peşinde değildir. Ne işim var gök yüzünde(…) / Bana
rahmet yerden yağar" diyerek Ortaçağ'ı yıkarak gerçekçiliğini ve
akılcılığını sergiler. Dünyayı insanlarıyla birlikte benimser ve
sever. "Dünya benim rızkımdır/ Halkı benim halkımdır" diyecek
ölçüde evrenselcidir. İnsan ve insanlıktaki benlik'i "şeytan"
olarak görür, bunun yok edilmesi savaşını kendisine iş edinir.
"Sen seni bil, sen seni" eğitim anlayışıyla bireysel
olgunlaşmadan yola çıkarak toplumsal olgunlaşmayı sağlamaya
çalışır. Amacı insanları barışık kılmak ve dünya kardeşliğini
getirmektir. "Düşmanımız kindir bizim/ Biz kimseye kin tutmayız/
Kamu alem birdir bize" ve "Hakkı gerçek sevenlere/ Cümle alem
kardeş gelir" anlayışı bu amacın gereği ve sonucudur.
Yunus toplumcudur, çağdaştır, çağcıldır, ilericidir. İnsanlar
arası uçuruma, baskıya, zulüma karşıdır ve bununla savaşı
kendine iş edinmiştir.
Beyler azdı malından
Bilmez yoksul halinden(…)
Yediği yoksul eti
İçtiği kan olusar.
Yunus için sevme, sayma ve dostluk temeldir. O, bir gönül
adamıdır. Gönül yapmayı bütün Sünniliğin koyduğu "İslami
kural"lardan üstün görür. İnsan onuru onun için en korunması
gereken yüceliktir. Buna titizlik gösterilmesini ister.
Çalış kazan, ye, yedir.
Bir gönül ele getir
Yüz kabeden yeğrektir
Bir gönül ziyareti.
Yunus, antik kültürün merkezindedir.. Antik kültürün
yumaklandığı Anadolu halk kültürünün en iyi özümleyicisi ve
sunucusudur. Batı'da hümanizmi yaratan düşünür ve sanatçıların
kaynağı bu antik kültürün harmanlandığı Anadolu'da halk
kültürünün ürünü olan Yunus Emre'dir. Yunus Emre insanı, insan
sevgisini ön plana çıkaran ve bunu en ustaca işleyen bir Bektaşi
şairimizdir.
TEBRİZLİ ŞEMS (ŞEMS- İ TEBRİZİ):
Şems, Tebrizli'dir. Türkmen'dir. Kaynaklarda hükümdar çocuğu
olduğu yazılır. "Devletşah" ise İsmaili prensi olduğunu
belirtir. Suriye ve Anadolu'nun önemli kültür kentlerinden
bulunmuş, eğitim almıştır. Tebrizli Ebu Bekir şeyhidir. Ondan
birçok bilgiler edinmiştir. Dünya anlayışı "Vahdet- i Vücut
kuramı"na dayanmaktadır. Ahi'dir. Bu yolla Bektaşilik'le ilişki
kurmuş ve Hacı Bektaş'ın yanında yer almıştır. Kalenderi ve
Melami bir yapısı ve dünya anlayışı vardır. Hacı Bektaş
tarafından Mevlana'ya gönderilerek, Bektaşilik'le Mevleviliğin
yakınlaşmasını sağlamakla görevlendirilir. Bu gelişmeler
"Vilayetname" de anlatılır.Kaynaklar Tebrizli Şems ile
Mevlana'nın buluşmasını "iki denizin kavuşması" olarak
nitelerler. Şems, Mevlana'nın mürşidi olur. O'nu çok konuda
aydınlatır. Önünü açar. Katı İslamçı kalıplardan ve
dogmalarından kurtarır. Yaşama daha rahat bakmasını sağlar.
Mevlana'ya ve Mevleviliğe Melami bir nitelik kazandırır. Bu
etkilerden olacak ki, daha sonraları Mevlevilik içerisinde
"Şemsi Kolu" doğacak ve Şems'in Melami- Bektaşi anlayışını
sürdüreceklerdir. O'nun ölümünden sonra, zamanla "Şemsiler"
adıyla Şii- Alevi- Batıni bir topluluk doğacaktır.
Şems, Hacı Bektaş ve Mevlana döneminin insanıdır. Ne zaman
doğduğu bilinmemektedir. Konya'da Mevlana'ya gelişi 1244'lerde
olur. Bu yıllarda olgun yaşta olmalıdır. Bu nedenle 1200'lerin
başlarında doğma olasılığı büyüktür. Konya'da kalışı iki
dönemlidir. Birinci dönem; 23. Ekim. 1244- 15. Şubat. 1246,
ikinci dönemse; 8. Mayıs. 1247- 5. Aralık. 1247 tarihleri
arasında sürer. Konya'da öldürülür(5. 12. 1247). Burada ve
Pakistan'ın Moltan'da olduğu gibi daha birçok yerde makamı
vardır. Mezarı ise, Hacıbektaş'ta Pirevi'ndedir. Mevlana'nın
evletlığı Kimya ile evlendirilmiştir.
Şems, Konya'nın bunalımlı dönemini yaşar. Siyastler yoğundur.
Konya'da Moğol egemenliği kurulmaya çalışılmaktadır. Mevlana ile
Şems Moğol yanlısı olmalarına karşın, Mevlana'nın oğlu Alaeddin
Çelebi, Ahiler ve şeyhleri Ahi Evren Moğol karşıtıdırlar. Dahası
Moğollar'a karşı savaşım vermektedirler. Şems'in Konya'da kimi
çevrelerce "istenmeyen adam" ilan edilmesinin ve sonunda
"bilinmeyen katillerce" öldürülmesinin nedenlerini bu siyaset
yoğunluğundan aramak gerekir.
Mevlana'nın oğlu Alaeddin Çelebi'nin Şems'in evlendiği Kimya
Hatun'dan gözü vardır. Fakat babası onu karşı olduğu Şems'e
vermiştir. Konya halkı ve Mevleviler Şems'in Mevlana'yı
değiştirdiğini, Sünni inançtan uzaklaştırdığını
düşünmektedirler. Şems, Mevlana gibi Konya'da zulüm estiren ve
ülkelerini işgal eden Moğollar'dan yanadır. Halkın Moğollar'a
boyun eğmesini istemektedir. Vezir Nasüriddin'le de sürtüşmeye
girmiştir, aralarında hoşnutsuzluk vardır. İşte bu çok koşul ve
nedenler, Şems karşıtı çevreleri bir araya getirebilmiştir.
Alaeddin Çelebi ve Ahi Evren'in Şems'in öldürülmesinde dolaylı
veya doğrudan parmakları vardır. Vezir Nasirüddin adamlarına
Şems'i öldürtmüştür. Zaten olaydan hemen sonra Alaeddin Çelebi
Kırşehir'e Ahi Evren'in yanına yerleşir. Bir bakıma ona
sığınmıştır. Mevlana'nın kızgınlığı uzun zaman sürer. 1261'lerde
başka olaylar da bahane edilerek, Mevlana oğlu Alaeddin Çelebi
ile Ahi Evren'i Moğol yanlısı ve müridi olan Kırşehir valisi
Nurettin Caca'ya öldürttürür.
BALIM SULTAN:
Bektaşiliğin "ikinci piri" olarak kabul edilen Balım Sultan
1462'de doğmuş, 1516'da ölmüştür. Türbesini 1519'da Dulkadir
Beyi Şehsüvaroğlu Ali Bey yaptırmıştır. II. Bayezıt ve devletle
iyi ilişkiler içerisinde olan Balım Sultan 1501 yılında Pirevi
postnişinliğine atanmış, Bektaşi erkanına yeni bir biçim
kazandırmış, Bektaşiliği Osmanlı yönetimine yandaş bir çığıra
sokmuştur. Balım Sultan, II. Bayezıt'ın güvenilir adamıdır.
Balım Sultan'ın yaşamı pek aydınlanamamıştır. Kimi örtülü
yanlarını halen de korumaktadır. Gizemli yaşamı, yaşamının tarih
bakımından aydınlanmasına engel olmaktadır. Balım Sultan'ın
kökeni/ soyu hakkında çeşitli görüşler vardır. Kaynaklar Balım
Sultan'ın Sırp veye Macar kökenliliğini bilimsel bulmazlar. Bu
savlar yalnızca söylencelerdir. Kanıtlayıcı bir bilgiye henüz
rastlanılamamıştır. Söylenceler arasında da tutarlılık yoktur.
Söylencenin birinde Balım Sultan Sırp anadan doğmadır. Bir
başkasında Macar kökenli Gedik Ahmet Paşa'nın oğludur. Bir
başkasında ise Seyyid Ali Sultan'ın torunudur ve Gedik Ahmet
Paşa'ca İstanbul'a getirilmiştir.
Türbesinin üzerindeki yazıt da kanıtlayıcı bir değer
taşımamaktadır. Burada Resul Bali'nin oğlu olarak
gösterilmektedir. Bu yazıttaki anlatım, "Bektaşi simgesi"nden
öteye bir değer taşımaz.Baba olarak gösterilen Resul Bali
1441'lerde, yani oğlu olarak gösterilen Balım Sultan'dan
yaklaşık 25 yıl önce ölmüştür. Bu durumda tarihsel olarak Balım
Sultan Resul Bali'nin oğlu değildir. C. Ulusoy Bektaşi
geleneğine, icazet belgelerine, nefeslere ve el yazmalarına
dayanarak Balım Sultan'ın Mürsel Bali'nin oğlu olduğu
kanısındadır. Sırp veya Macar kökenliliğininse zorla belleklere
sokulduğunu düşünür.Balım Sultan'ın Seyyid Ali Sultan'ın oğlu
veya torunu olduğu düşüncesine de E. Behnan Şapolya
katılmaz.Görüldüğü gibi Balım Sultan, tarihsel bakımdan karmaşık
bir kişidir. Henüz üzerindeki sis ve bilinmezlik perdesi kalkmış
değildir.
ŞAHKULU SULTAN DERGAHI:
"Otman Baba Vilayetnamesi"nde "Şah Kulu Şuca Baba" adıyla anılan
Şahkulu'nun Hasluck'a göre asıl adı "Şuca"dır ve bu kişi
Bizans'la savaşan eski savaş erlerindendir. Şahkulu Tekkesi ise
bu savaş erinin mezarının olduğu yerdir. Tarihçilere göre
Şahkulu, Orhan Bey döneminde Bizans'la yapılan Maltepe Savaşı'na
katılmıştır. Bilindiği gibi bu savaş 1329'larda olmuştur. Asıl
adı tarihlerde "Palekanon Savaşı" olarak geçer. Demek ki,
Şahkulu bu tarihlerde, yani XIV y. yılda yaşamış olmalıdır.
Fatih döneminde yaşamış olan Otman Baba'nın Anadolu(Rum)'ya
gelişinin, bu yörenin "gözcüsü" olan Şahkulu'ca bilindiğini
"Otman Baba Vilayetnamesi" belirtir. Doğallıkla bu manevi bir
kavrayıştır. "Öte yakanın bekçisi" olarak tanınan Şahkulu, Otman
Baba İstanbul'a gelmeden çok önceleri "bu dünyadan
göçmüş"tür."Vilayetname"nin bu anlattıklarına bakılırsa, Şahkulu
Fatih'ten çok önceleri yaşamıştır ve Istanbul'un alınmasına
katılmamıştır. Onun, Orhan Bey döneminin insanı olması ve bu
dönemki Osmanlı savaşlarına katılmış olması büyük olasılıktır.
Orhan Bey dönemindeki Maltepe Savaşı'na; Kartal Baba, Gözcü
Baba, Mansur Baba, Buhur Baba gibi sonradan bu yörede kimi
yerlere adlarını verecek olan dervişler de katılırlar. Bizans
sarayına ait bir av köşkü olan şimdiki Şahkulu tekkesini
dervişler beğendiklerinden onlara vermiştir. Sonradan burası
"Şahkulu Sultan Tekkesi" olmuştur. II. Mahmut 1826'da aldığı
kararıyla Orhan Bey'in yaptırdığı kış meydanı dışındaki bütün
yapıları yıktırmıştır. Tekkeyi, sonradan Sultan Abdülaziz'in
annesi Pertevniyal Sultan onartır. Tekke, daha sonraları Mehmet
Ali Hilmi Dedebaba'nın postnişinliği döneminde Avlonyalı Hasan
Tahsin Paşa tarafından yeniden yaptırılmıştır. Mimarı, Giritli
Mehmet Ali Bey'dir.
Bektaşiler'in önemli bir dergahı ve İstanbul'daki en büyük
merkezidir. Göztepe Merdivenköy'dedir. Tarihi, Şahkulu adıyla
bilinen Horasan kökenli bir dervişe dayandırılmaktadır. Dergah,
Orhan Bey döneminde bir Ahi zaviyesidir. Tekkenin Ahilik dönemi
1329- 1390 yılları arasında sürer. Giderek Bektaşiliğe dönüşmüş,
II. Bayezıt'ten itibaren Bektaşi tekkesi olarak varlığını
sürdürmüştür. 1826 öncesine ait saptanabilen postnişinlerinin en
eskisi XVII. y. yıl sonlarında şeyhlik görevini yürüten Mustafa
Baba( öl. 1682)'dır. Daha sonraları kendisini sırasıyla Yusuf
Baba(öl. 1685), Mürşit Ali Baba( öl. 1697), Hacı Feyzullah
Efendi( öl. 1761), Mahmut Baba( öl. 1793), İsmail Baba( öl.
1796) ve Ali Baba( öl. 1813) izlemişlerdir. Dergah, Ahir Mehmet
Baba'nın şeyhliği döneminde kapanmıştır. Dergahı, bir süre sonra
Halil Revnaki Baba'nın (öl. 1850) canlandırdığı söylenirse de,
tekkenin ikinci kurucusu olarak Ahmet Baba (öl. 1849)
gösterilir. Daha sonraları şeyhliğe sırasıyla Hacı Sadık Baba(
öl. 1852), Hasan Baba( öl. 1857) ve Ali Baba( öl. 1863)
gelmişlerdir. Tekkenin postnişinliğine 1868'de Çelebi Feyzullah
Efendi tarafından Mehmet Ali Hilmi Dedebaba (öl. 1907) atanır.
M. A. Hilmi Dedebaba'nın tekkenin postnişin oluşuyla dergah etki
ve gücünü yeniden kazanır. Etkinlik alanı Anadolu ve
Balkanlar'daki Bektaşi dergahlarının çoğunu kapsar.Tekkeyi,
yeniden onaran da o olur. Bektaşi şairlerinin en iyilerinden
olan M. A. Hilmi Dedebaba 1856'da Hasan Baba'dan nasip, Turabi
Ali Dedebaba'dan da Bektaşi halifeliği almıştır. Bir süre
Hacıbektaş'taki Pirevi'nde Dedebabalık da yapan M. A. Hilmi
Dedebaba, Şahkulu Tekkesi'nde "mücerretlik erkanı" uygulamış,
tekkeye yaptırdığı ek binalarla burasını bir Bektaşi küllüyesine
dönüştürmüştür. İstanbul Bektaşileri içerisinde nefesleriyle
bilinen Edib Harabi de bu tekkede tarikata girmiştir. M. A.
Hilmi Dedebaba'dan sonra sırasıyla yerine Filibeli Mustafa
Yesari Baba, Ahmet Burhan Baba, Hacı Ahmet Baba( öl. 1918),
Ubeydullah Baba, Filibeli İbrahim Fevzi Baba, Ahmet Nuri Baba,
Yalvaçlı Ahmet Tevfik Baba geçmişlerdir. Tekke, 1925'de Yalvaçlı
Ahmet Tevfik Baba döneminde kapatılmıştır. Son postnişini
Merhaba Tahsin Baba(öl. 1953)'dır.
KARAAĞAÇ TEKKESİ:
Abdülaziz döneminde Bektaşi tekkeleri sivilleşmiş ve halka
inmişlerdir. Bu dönem tekkelerin altın çağıdır. 1826'dan sonra
kapalı kalan tekkeler bu dönem serbestleşmeye ve yeniden
açılmaya başlamışlardır. Bu gelişmeler içerisinde Hasip Baba
Kağıthane'deki Karaağaç Tekkesi'ni 1870'de uyandırır. Daha
sonraları tekkenin şeyhliğine getirilen Hüseyin Zeki Baba,
tarikatın İstanbul'a yayılmasına önemli ölçüde çaba harcamıştır.
1826'dan önce İstanbulda çalışan Bektaşi tekkeleri içerisinde en
eski ve tarikat organizasyonunda en kıdemlisi bu tekkedir.
Tekkenin ne zaman kurulduğu ve postnişinlerinin kimler olduğuna
ilişkin bilgiler yoktur. Ancak tarikat geleneğine göre yeniçeri
kışlasındaki 94. Cemaat ortasında tarikatı adına bulunan Bektaşi
babasının ölümüyle yerine Karaağaç Tekkesi postnişininin
geçmesi, burasının İstanbul Bektaşiliği'nde önemli bir merkez
olduğunu kanıtlar. 8. Ekim 1846 tarihli bir belgeye göre,
Karaağaç Tekkesi II. Bayezıt'ın vakıfıdır. Bu veri, tekkenin
tarihini XVI. y. yıl başlarına kadar götürür. Fakat bu zaman
içerisinde kimlerin tekkeye postnişinlik ettiği bilinmemektedir.
Yalnız "Sarı" lakaplı Hüseyin Baba'nın şeyhliğini yürüttüğü,
ölümüyle yerine 1799'da Salih Baba'nın Hacı Bektaş postnişinince
atandığını belgeler bildirmektedir. Tekkenin 1826'daki şeyhi
İbrahim Baba'dır. Yeniçeriliğin ve Bektaşi tekkelerinin
kaldırılışı üzerine Birgi'ye sürülmüştür.
HAŞİMİ OSMAN EFENDİ TEKKESİ:
XVI. y. yılın sonlarında Kasımpaşa'da Bayrami- Melami tekkesi
olarak kurulmuştur. Karaağaç Bektaşi Tekkesi'nden Hüseyin Zeki
Baba, Haşimi Osman Efendi Tekkesi'nin son postnişini Mehmet
Süreyya Baba( öl. 1930)'ya icazet vererek bu köklü tekkenin
Bektaşiliğe bağlanmasını sağlamıştır.
KARYAĞDI TEKKESİ:
Tekke, Eyup'da İdrisköşkü'ndedir. Kurucusu, Horasanlı Seyyid
Mehmet Ali Baba(öl. 1544)'dır. XVI. y. yıl başlarında kurulan
tekkelerdendir. Mehmet Ali Baba'nın mezar taşı İstanbul'da çok
az olan "seyfi külah"lı, yani "müjganlı elifi Bektaşi tacı"
biçimindedir. Mezar ve mezar taşı tekkededir. Tekkeyi,
Kayseri'nin Kırat kasabasından Mehmet Bey yaptırmıştır. M. Ali
Baba'dan sonra tekkenin şeyhliğine Seyyid Mehmet Abdi Baba
getirilmiştir. Onun ölümüyle yerine oğlu Mustafa Baba geçer.
Mustafa Baba, Bektaşiliğin yanı sıra Halvetiliğe de girmiş,
Çolak Şeyh Hasan Efendi Tekkesi'nde Halveti şeyhliğini de
birlikte yürütmüştür. Bu şeyh 1769'da da ayrıca Ordu- i Hümayun
şeyhliğine atanmıştır. Çeşitli tarikatlarla ve devletle arası
iyidir. I. Abdülhamit döneminde ölmüş, mezarı oğlu Rıza Efendi
ile birlikte Kaşgari Tekkesi'ndedir. Karyağdı Tekkesi'nin 1826
öncesi postnişinlerinden biri de Debbağ Süleyman Baba'dır.
Mücerret şeyhlerdendir. 1812'de ölmüştür. 1826'da tekkenin
postnişini Mustafa Baba'dır. Birgi'ye sürülmüştür. Tekke ise
kapatılmış ve yıktırılmıştır. Tekke, Abdülaziz döneminde Mehmet
Necip Baba( öl. 1874) tarafından yeniden açılmıştır. Necip Baba,
tekkede basımevi kurup Bektaşiliğe ilişkin kitaplar
yayınladığından "matbaacı" lakabıyla da anılmıştır. Yerine
"Tokmak Baba" adıyla ünlenen İhlasi Baba( öl. 1897) geçmiş ve
onu asıl adı Salih Baba olan Hafız Baba( öl. 1911) izlemiştir.
Hafız Baba'nın ilginç bir kişiliği vardır. Medresede yetişmiş,
camide namaz kıldırmış bir Bektaşi'dir. Tekke içerisinde
temellendirdiği hoşgörü son postnişin Arif Yaşar Baba (öl.
1930)'ca 1925'lerde tekkelerin kapatılışına dek sürdürülmüştür.
Bilindiği gibi, Arif Baba aslında Rüfai'dir. Başka tarikatlara
bağlı tekkelerde zikir yönetmekte ve ünlü bir zikirbaşıdır.
Sonradan Bektaşiliğe geçmiştir.
ERYEK BABA (PERİŞAN BABA) TEKKESİ:
Tekke, Kazlıçeşme'dedir. Eryek Baba burada yatar. Eryek Baba
İstanbul'un alınmasına katılmış erlerdendir. Asıl adı Muhammed
Eryek'tir. "Eryek", eski yazıda "erik" olarak okunduğundan,
"Erkli Baba" olarak da adlanmıştır. Söylenceler halkın
bilincinin böyle oluşmasını sağlamasına karşın, Eryek "tek er",
"kahraman er" anlamına gelir. Tekkenin kuruluşu
bilinememektedir. Yanlız, tekkedeki kimi mezar taşları bu
tekkenin 1826'dan önce önemli bir Bektaşilik merkezi olduğunu
ortaya kor. Tekkenin, Yeniçeriliğin oldukça yoğun olduğu
Yedikule Hisarı yakınında olması, Yeniçeri- Bektaşilik
kaynaşmasının ürünü olmalıdır. Müceredlik erkanını yürütür.
1826'dan önce tekkede Ahmet Baba(öl. 1787) ve Seyyid Mehmet Baba
(öl. 1799)'lar postnişinlik yapmışlardır. Tekke'yi II. Mahmut
kapattırmıştır. Bu ara şeyhlik görevini yürüten Hüseyin Baba
Hadim'e sürülmüştür. Tekkeyi, Sultan Abdülmecit döneminde Seyyid
Mustafa Baba(öl. 1871) yeniden canlandırılmıştır. Daha sonra
yerine Hacıbektaş Tekkesi'nde dedebabalık yapan Mehmet Perişan
Baba(öl. 1875) geçmiştir. Perişan Baba, tekkenin ikinci dönem
kurucusu olmuştur. Bu döneminde tekke, "Perişan Baba Tekkesi"
adıyla ünlenmiştir. Bu tekkenin; "Ördek Baba", "Küçük Abdullah
Baba", "Erdik Baba" gibi başka adlar aldığına da rastlıyoruz.
Perişan Baba, İstanbul Bektaşiliği'nde "mücerredlik erkanı"nı
yürüten şeyhlerdendir. Perişan Baba, dedebaba seçilip
Hacıbektaş'a gidince yerine postnişinliğe Mustafa Baba
atanmıştır. Daha sonraları tekke yönetimine sırasıyla Hacı Hasan
Baba( öl. 1891), Hamdi Baba( öl. 1909) ve Küçük Abdal Baba(öl.
1920) gelmişlerdir. Küçük Abdullah Baba'nın ölümü üzerine tekke
postnişinliğine 1978'de Dedebaba Bedri Noyan'dan halifelik alan
Turgut Koca Halifebaba getirilmiştir. Eryek Baba Tekkesi'inde
post hep "erbabiye" sürmüştür.
ŞEHİTLİK (NAFİ BABA) TEKKESİ:
İstanbul'da Rumelihisarı'nda varlığını sürdüren Bektaşi
tekkelerindendir. Kuruluşu XVI. y. yıllara dek gider. Bilinen en
eski postnişini mücerret Bektaşi şeyhlerinden Ali Baba( öl.
1771)'dır. Mezar taşından "Tarik- i abdalandan Ali Baba" yazması
Kalenderi kökenli Rum Abdalan geleneğinin XVIII. y. yıl
sonlarında dahi Bektaşilik geleneği içerisinde yaşatıldığını
gösterir. 1826'ya kadar bu tekkede Hisarlı Seyyid Ahmet Baba(
öl. 1783) ve Mazlum Mustafa Baba ( öl. 1812) postnişinlik
yapmışlardır. II. Mahmut döneminde kapatılırken, Büyük Mahmut
Baba postnişindir. Kayseri'ye sürülür. Tekke, Abdülmecit
döneminde İsmail Baba'ca( öl. 1855) canlandırılısa da, asıl
önemine Büyük Mahmut Baba'nın oğlu Mehmet Abdünnafi Baba(öl.
1899)'nın posta geçişiyle ulaşır. Nafi Baba, "Melami meşrep" bir
Bektaşi'dir. Tekke, son dönem İstanbul Bektaşiliğinde "Nafi Baba
Tekkesi" adıyla ünlenir. Tekke yönetimine atamalarda
"erbabiye"lik gözönüne alınarak "evladiye"lik ilkesi uygulanır.
Nafi Baba'nın yerine, Küçük Mahmut Baba posta getirilir.
1925'lerde tekkeler kapatılırken postta Küçük Mahmut Baba'nın
oğlu Nusret Baba vardır. Bunların hepsi başka halifelerden
nasiplidirler. Saraydaki Bektaşiler'in çoğu da Şehitlik
Dergahı'ndan nasiplidir.
AKBABA TEKKESİ:
İstanbul Beykoz'dadır. Evliya Çelebi bu tekkeden söz ettiğine
göre kuruluşu XVII. y. yıllara dek gider. 1826'da kapatıldıktan
sonra yeniden Bektaşi tekkesi olarak açılamaz, Nakşi Tekkesi
olarak varlığını sürdürür. Postnişinlerinin tarihine ilişkin
bilgi yoktur. Tekke bir süre boş kalınca İstanbul Merkez
Komutanı Abdülkadir Paşa aracılığıyla II. Abdülhamit'ce Buharalı
Nakşi şeyhi Abdülhakim Efendi( öl. 1888) atanır. Kendisinden
sonra oğlu Ahmet Mansur Efendi( öl. 1961), bu tekkeyi 1925'e
kadar Nakşilik üzerine yönetir.
İVAZ FAKİH BABA (TAHİR BABA/ NUR BABA/ ÇAMLICA) TEKKESİ:
Yakup Kadri'nin romanı dolayısiyle en çok ünlenen Bektaşi
tekkesidir. İstanbul Çamlıca'dadır. Çeşitli adlarla anılmıştır.
Tahir Baba Tekkesi'nin 1794'de kurulduğuna ilişkin kayıt, bu
Bektaşilik merkezinin tarihine ışık tutmaktadır. Bu şeyhin
1824'e kadar 30 yıl şeyhlik ettiği mezar taşından
belirtilmektedir. Yerine geçen Mehmet Baba iki yıl postta
kalabilmiş ve 1826'da Tire'ye sürülmüştür. İstanbul'un üst
kesiminin eğilim duydyğu bir Bektaşi merkezidir. Nuri Baba ile
oğlu Ali Nutki Baba şeyhlik yapmış ve yakup Kadri'nin "Nur
Baba"sına konu olmuşlardır.
BADEMLİ (CAFERABAD/ MÜNİR BABA) TEKKESİ:
İstanbul Sütlüce'de kurulmuştur. Önde gelen Bektaşi
tekkelerindendir. XIX. y. yılda "Münir Baba Tekkesi" adıyla
ünlenmiştir. Tarihi, 1826 öncesine gider. Başında Bektaşi
tekkesi olarak kurulmamasına karşın, sonradan Bektaşi tekkesine
dönüşmüştür. Kurucusu, Şeyhülislam Damatzade Feyzullah
Efendi'dir. 1761'de ölümü üzerine tekke torunu Arif Efendi
tarafından Bektaşiliğe geçirilmiştir. 1815'e kadar tekkenin
postnişini "Kömürcü Baba" lakaplı Seyyid Ali Baba'dır.
Kendisinden sonra posta geçen Mustafa Baba döneminde ise tekke
1826'larda yıktırılmıştır. Tekkeyi, ikinci döneminde Münir Baba
açar. Münir Baba, "karizmatik bir şeyh"dir. Tanınmış dervişleri
arasında Neyzen Tevfik vardır. Ayrıca Bahariye Mevlevihanesi
şeyhi Fahreddin Dede ona bağlanananlardandır. Fakat, Münir
Baba'nın kendisi de Karagümrük'teki Cerrahi Tekkesi şeyhi
Abdülaziz Efendi'den "arakiye giymiş", bir bakıma Cerrahi
icazeti almıştır. Yine o tekkenin daha sonraki şeyhi İbrahim
Fahrettin Efendi'ye Bektaşilik icazeti vermiştir. Bu, İstanbul
tarikatları arasında bir çeşit alış- veriştir.
KARACA AHMET SULTAN VE DERGAHI:
Karaca Ahmet Sultan "Vilayetname"de Hacı Bektaş'ın çevresindeki
müritlerinden ve halifelerinden gösterilir. Hacı Bektaş
"elliyedi bin Rum eri" ile birlikte sohbetteyken "gözcülüğü"
Karaca Ahmet yapmaktadır. Anadolu'nun(Rum'un) gözcüsü Karaca
Ahmet'tir.Hacı Bektaş'ın bilinen ünlü ardıllarıyla (halifeleri)
tanışmış, birlikte olmuş ve görev dağılımı yapmışlardır. Bektaşi
gelenek bilgisinde, Hacı Bektaş'ın Karaca Ahmet'e Kadıköy-
Üsküdar dolaylarını amaçlayarak; "Karacam…Sen oraların Türk
topraklarına katılmasına çalışmakla görevlendirildin. " dediği
söylenilmektedir.
Karaca Ahmet, Anadolu'nun genelinde tanınan bir Bektaşi
ulusudur. Hacı Bektaş'ın kendisine; "Bir yerde makamın olsun,
kırk yerde çerağın uyansın" dediği söylenilmektedir. Yedi yerde
makamı vardır. İstanbul, Aydın, Manisa, Sivrihisar ve daha
birçok yer ona bağrında yer ayırmış, kendi topraklarında
yattığını kabullenerek, onurlandırmışlardır. Akhisar'ın
Karaköyünde, Eşme'nin Karacaahmet Köyünde, Manisa'nın Horoz Köyü
yakınlarında mezarları vardır. Karaca Ahmet sonradan İstanbul'un
Üsküdar'a yerleşmiş, burası O'nun son makamı olarak tanınmıştır.
Ayrıca burası yüzyıllarca sinir ve ruh hastalıkları tedavi
merkezi olarak görev yapmıştır. Karaca Ahmet Dergahı'nın ve
Anadolu'daki makamlarının bu yönü yüzyıllardan beri
bilinmektedir. Döneminin bir psikiyatristidir.
Karaca Ahmet Sultan alperenlerdendir. Horasan'dan geldiği
söylenilmektedir. İran Horasanı'nın Türk illerinde şahlık eden
bir ailenin çocuğudur. Bu alanda birçok söylence(menkıbe)
yaratılmıştır. 1371 yılında Saruhanoğulları'nın son hükümdarı
İshak Çelebi'nin vakıf olarak bağışladığı topraklar için
düzenlenen vakıfnamede adı "Süleyman Horasani oğlu Karaca Ahmet"
olarak geçer. Babası Süleyman, annesi ise Eşme'nin Karaca Ahmet
köyünde türbesi olan Sultan Ana'dır. 1397'de düzenlenen bir
başka vakfiyede kendisinin yaşamadığı görülmektedir.
"Şakayık- ı Numaniyye" ile Aşıkpaşaoğlu onu Orhan Bey dönemi
(1321- 1362) "keramet sahibi" dervişlerden gösterirler. Hoca
Sadettin Efendi Karaca Ahmet'in "hükümdar çocuğu" olduğunu,
İran'dan Anadolu'ya geldiğini, Akçahisar yakınlarını yurt
edindiğini, hastalara "şifa dağıttığını" belirtir.Tarihçi
Gelibolulu M. Ali "Künhü'l Ahbar"ına göre Karaca Ahmet, Rum
erenlerinin "kutbu"dur ve "elliyedibin" mürid O'nun
buyruğundadır. Sivrihisar'da oturan Seyyid Nurettin'den eğitim
görmüş ve seccadenişin olmuştur. Şemseddin Sami "Kamus- ül
Alam"ında Karaca Ahmet'in Hacı Bektaş'ın çağdaşı olduğunu,
"cezbe kapılarak" Horasan'dan Anadolu'ya geldiğini, Akhisar
yakınlarından oturduğunu ve orada öldüğünü yazar.
Kaynaklar, Karaca Ahmet'i Hacı Bektaş'la çağdaş gösterirler.
Evliya Çelebi, Horasan erenlerinden olarak nitelediği Karaca
Ahmet'in 1262(H. 660)'de öldüğünü belirtir.Erzican- Kemaliye'nin
Ocak köyünde türbesi olan Karaca Ahmet'in oğullarından Hıdır
Abdal'ın türbe yazıtında ölüm tarihi olarak 1277(H. 675) yılı
gösterilir ki bunlar ve kimi vakıfnameler Karaca Ahmet'in XIII.
y. yılda Hacı Bektaş döneminde yaşadığını kanıtlar. Karaca
Ahmet'in Üsküdar'daki şimdiki türbesini Kanuni Sultan
Süleyman'ın eşlerinden Gülfem Hatun(öl. 1561) yaptırmıştır. Ziya
Bey'se 1866'da onartır.
BANDIRMALI TEKKESİ:
Üsküdar İnadiye'dedir. Başında Celveti tekkesi olarak
kurulmuştur. 1732'de sadrazam Hekimzade Ali Paşa'nın desteğiyle
Şeyh Yusuf Nizamettin Efendi(öl. 1752) evinde kurmuştur. Tekke,
Şeyh Mustafa Haşim Efendi'nin postişinliği döneminde(1752-
1782), 1752'lerde Bektaşiliğe bağlanmıştır. 1925'lere dek çift
tarikatlı bir şeyhlik statüsü sürdürülmüştür. Bektaşiler'ce
Haşim Baba olarak adlandırılan Mustafa Efendi (öl. 1782), babası
Yusuf Nizamettin Efendi yoluyla Celvetidir. Mısır'daki Kaygusuz
Baba Tekkesi şeyhi Hasan Baba'dan( öl. 1756) Bektaşi halifeliği
almış ve bir süre Hacıbektaş Pirevi'nde dedebabalık yapmıştır.
Kendisinden sonra yönetime gelen postnişinler bu tekkede Celveti
ve Bektaşi erkanını yürütmüşlerdir. Bunlar içerisinde en
önemlileri; Mehmet Galip Efendi( öl. 1831), Abdurrahim Selameti
Efendi( öl. 1849), Mehmet Fahrettin Efendi( öl. 1893) ve Mehmet
Galip Efendi( öl. 1911)'lerdir. Tekkenin son postnişini tanınmış
Bektaşi şeyhlerinden Yusuf Fahir(Ataer) Baba( öl. 1967)'dır.
YARIMCA BABA TEKKESİ:
Üsküdar- Kuzguncuk'ta bir Bektaşi tekkesidir. Kuruluşu ve
kurucusu Yarımca Baba'ya ilişkin bilgi yoktur. Tekkedeki Seyyid
Hacı Mustafa Baba'nın mezar taşı, onun burada postnişinlik
yaptığı varsayımını güçlendirir. Tekke, 1826'da Ahmet Baba'nın
postnişinliği döneminde kapatılmış, Ahmet Baba müritleriyle
birlikte Hadim'e sürülmüştür. Tekke, 1826 sonrası açılırken Şeyh
Ahmet Şerif Efendi( öl. 1846) tarafından Kadiriliğe bağlanarak
açılmıştır. Oğulları Mehmet Arif Efendi ile Mehmet Kazım Efendi
1925'e kadar burada Kadiriliği yürütmüşlerdir.
AKBAŞ BABA TEKKESİ:
Çanakkale Eceabad'dadır. Bu tekkede Orhan ve Murat Bey döneminin
akıncılarından ve Ahiler'inden Akbaş Baba, Gazi Fazıl Bey ve Ece
Bey de yatmaktadırlar. Orhan Bey döneminde Rumeli'nin
alınmasında görev almışlardır. Tekkenin son postnişini Abdullah
Baba'dır.
HIDIRLIK TEKKESİ:
Edirne'dedir. Edirne, zaten önemli bir Bektaşilik merkezidir.
Hıdırlık denilen bir tepede kurulduğu için bu adı almıştır.
1641'de kaldırılmıştır. 1826'da Edirne ilinde yaklaşık 16 tekke
yıkılarak, toprakları Anadolu'dan çeşitli tarihlerden gelen Türk
göçmenlerine verilmiştir. Yalnız tekkelerin adları bu topraklar
üzerinde kurulan köylere verildiğinden , en az ad olarak
korunabilmişlerdir.
YATAĞAN BABA TEKKESİ:
Edirne'dedir. Bababan Baba ile aynı türbede gömülüdürler.
Söylenceye göre, kırk yıl tekkesinden dışarı çıkmadığı için bu
adı almıştır. Bektaşi dervişidir. Tekke, bir Bektaşi tekkesi
olarak varlığını sürdürmüştür.
BALABAN BABA TEKKESİ:
Edirne'dedir. Avlanarak Yatağan Baba'yı beslediği söylenir.
Birlikte ölmüşlerdir ve aynı türbeye gömülüdürler. Bektaşi
dervişlerinin değerlilerinden olarak bilinirler.
KADEMLİ BABA SULTAN TEKKESİ:
Edirne yakınlarındadır. Bektaşi tekkesidir. I. Murat döneminde
ölmüştür. Gazi Mihail Bey tekkesini ve tüm eklentilerini
yaptırmıştır. Önemli bir ziyaret yeridir. Bir konuk evi görevi
yapar. Evliya Çelebi, günde 100- 200 atlının konuk olduğunu, 80
dervişin konuklara hizmet ettiğini, zengin mutfağından konuklara
yiyecekler sunulduğunu belirtir.
NEFES SULTAN TEKKESİ:
Enez- Ferecik yakınlarındadır. Büyük bir Bektaşi tekkesidir.
Nefes Sultan burada kurşun kaplı bir kubbe altındaki türbesinde
yatmaktadır. Tekkeyi, türbeyi ve yapı kompleksini Ekmekçioğlu
Ahmet Paşa yaptırmıştır. Konuk kondurmak gelenekleridir. 40- 50
derviş giden gelenlere hizmet ederler. Nefes Sultan'ın Yıldırım
Bayezıt'ın kaybolan oğlu Mustafa olduğu da söylenir.Oysa,
tarihlerin "Düzmece Mustafa" olarak adlandırdığı ve yeğeni II.
Murat yönetimine karşı Bizans destekli olarak ayaklanan
Mustafa'nın ayaklanmasının 1422'de bastırılmasından sonra,
hanedan üyesi olduğu için yayının kirişiyle boğdurulduğunu
biliyoruz.
ESKİ BABA TEKKESİ:
Kirklareli Babaeski'dedir. Bektaşiliğin ünlü ermişlerinden Sarı
Saltık'la özdeşleştirilir. Burada yatan derviş Selçuklular
döneminde yaşadığından, Eski Baba adını almıştır. Asıl adı Şerif
Hızır Muhammed Buhari'dir. Sarı Saltık olarak tanınır. Bir
Bektaşi tekkesidir. Ayrıca burda bir de Kaygusuz Tekkesi vardır.
ABDAL BABA (KILAVUZLU) DERGAHI:
Abdal Ahmet Baba, Bulgaristan'ın Yeni Şarköyü'nde 1820- 25
yılında doğmuştur. Babası Şeyh Bedrettini Tarikatı'ndan Seyyit
Emir Ali'dir. Amuca kabilesini Şeyh Bedrettini Tarikatı'ndan
Bektaşiliğe geçiren kişi olarak bilinir. Bu kabile XVI. y. yılın
başlarında Trakya'ya gelmiştir. Şeyh Bedrettini
tarikatındadırlar. Trakya'da Babagan koluna bağlı en büyük
Bektaşi topluluğu olan Amuca Kabilesi, 1868'lerde Bektaşi
erkanına geçmişlerdir. Abdal Ahmet Baba İstanbul'a giderek
dönemin Bektaşi halifebabalarından ünlü halife Nafi Baba'dan
"Bektaşi nasibi" ve "Babalık icazeti" alarak köyüne dönmüştür.
Rehberliğini Şevket Baba yapmıştır. Ahmet Abdal Baba kabilesiyle
Tekirdağ'ın Kılavuzlu köyündedir. Bir bölümü sonradan İstanbul'a
göçmüştür. Abdal Ahmet Baba, 2 Ağustos 1902'de Kılavuzlu köyünde
ölür. Soyundan beş baba bu yola hizmet ederler. Kılavuzlu, 1983
yılına dek tekke konumundadır. Dedebaba Bedri Noyan'ın Cafer
Baba'ya halifelik vermesiyle tekke, bu tarihten sonra dergah
düzeyine yükselmiştir. Dergahın ilk postnişini halife Cafer
Baba'dır. Halife olan Cafer Baba 1. Ağustos. 1991'de ölür.
Dergahın postnişinliği bir süre boş kalır. Oğlu Fehmi Tuncay,
Halifebaba Turgut Koca'dan babalık alarak 1992'de posta oturur.
Abdal Ahmet Baba ile başlayan bu yolda Kılavuzlu Dergahı'na
ondört baba(biri halifebaba) hizmet etmiştir. Giderek Kılavuzlu
Köyü Dergahı, yalnızca Amuca Bektaşileri'nin değil, tüm
Alevilik- Bektaşilik yolu erkanına bağlı toplulukların durağı
olmuştur.
ECE BABA TEKKESİ:
Orhan ve Murat Bey döneminde yörenin alınmasına katılan savaş
erlerindendir. Tekkesi Gelibolu'dadır. Bektaşi tekkesidir.
PINARHİSAR (BİNBİR OKLU) TEKKESİ:
Kırklareli'nin birkaç km. yakınındadır. Bugünkü Erenler
köyündedir. 1826 yılında II. Mahmut bu Bektaşi tekkesini
kaldırtmıştır. Slade'nin 1830'lara ilişkin saptamalarına göre,
II. Mahmut tarikatı yasaklarken Edirne'nin güneyinde birçok
Bektaşi tekkesini yıktırmıştır. Slade bunların yerlerini saptar.
Fakat buradaki Binbir Oklu Ahmet Baba'nın türbesi son zamanlara
kadar Türk/ Türkmenler için ziyaret yeri olarak kalmıştır.
Tekke, XX. y. yılın başlarında çiftliktir. 1847'de buraya giden
Jochmus tekkeyi, kurucusunu ve niteliğini belgelendirmiştir.
-VI-
HACI BEKTAŞ'IN YAPITLARI
Vilayetname- i Hacı Bektaş Veli/ Menâkıb- ı Hacı Bektaş Veli:
Hacı Bektaş'a ilişkin olan bu yapıt vilayetnameler ve
menakıbnameler geleneği halkalarından biri ve en önemlisidir.
Olağanla olağanüstülükler bir arada, iç içe anlatılır. Gerçekle
masal, yani düşüncesinin ürünü olan olan şeyler karıştırılır.
"Vilayetname", Hacı Bektaş Veli'yi eksen alarak, O'nun
çevresinde olanları, dinsel, düşünsel ve inançsal olayları kendi
mantık bağlamı içerisinde anlatan bir yapıttır. Hacı Bektaş'tan
80- 100 yıl sonra müritlerince Arapça yazıldığı söylenir. Yani
Hacı Bektaş'ın kaleminden çıkmamıştır. Bu en eski mensur
nüshalardan birini Ali Çelebi 1624(H. 1034)'lerde Türkçe'ye
çevirir. Ali Çelebi, "Vilayetname"nin yazarı değil, yazılmış
kitabın kopyasını çıkaran(müstensih)dir. Hacı Bektaş Dergahı'nda
korunan bu nüsha sonradan Ankara Kütüphanesi'ne getirilmiştir.
Dili, öz Türkçe'dir. 1927'de Gross E. Das tarafından Almanca'ya
çevrilen "Vilayetname", 1956'da S. Aytekin'ce Türkçe olarak ilk
kez yayınlanır. 1958'de, 1624 tarihli nüshayı A. Gölpınarlı
yayınlar.
Firdevsi Rumi ve Nihani'nin yazdığı manzum "Vilayetname"ler de
vardır. Uzun Firdevsi(1453- ? ), II. Bayezıt döneminin şair ve
tarihçisidir. "Vilayetname"nin dışında ayrıca "Süleymanname"
diye de bir yapıtı vardır. "Vilayetname", Balım Sultan'dan söz
etmez. Bu nedenle kitap, Balım Sultan'ın doğumundan veya posta
geçişinden önce yazılmış olmalıdır. Bu durumda 1481- 1501
yılları arasında yazıldığı kesin olarak söylenebilir.Nihani ise
1878- 79'larda "Vilayetname"nin manzumunu yazmıştır. Nihani'nin
bu yazmasını Erzincanlı Mehmet Tevfik Baba 1896'da kopya eder.
Dedebaba Bedri Noyan, 1996'da "Vilayetname"nin manzumunu
Türkçeleştirerek yayınlamıştır.
2) Makalat:
Hacı Bektaş'a ait olduğu kesin bilinen eserlerindendir. İlkin,
müritlerinden Yunus Emre'nin çağdaşı olan Molla Sadettin'ce
Türkçe'ye çevrilmiştir. Dahası kitaba kendinden şiirler de
katmıştır. Çeviri mensurdur. Bu çeviriyi manzum çeviriye ilk
dönüştüren Hatipoğlu Muhammet olmuştur. Böylece ilk manzum
çeviri 1409(H. 812)'larda yapılmış ve "Bahrü'l Hakayık" adıyla
yayınlanmış olur.Mensur olanının çeşitli kütüphanelerde
nüshaları vardır. Sefer Aytekin, Molla Sadettin nüshasını esas
alarak 1954'lerde Türkçe yayınlamıştır.Esat Coşan ile Mehmet
Yaman bilimsel eleştiri, değerlendirme ve eklerle bu kitabı
yeniden yayınlamışlardır. Yani bu üç yazar da Molla Sadettin
nüshasını çevirmişlerdir. Aziz Yalçın'sa, "Makalat"ı parça parça
ele alarak çağdaş koşullar doğrultusunda yorumlamıştır.
"Makalat"ta İmam Cafer Sadık'a ait düşüncelerle, Bektaşiliğin
Batınilik felsefesi işlenmiştir. Dünyadaki herşeyin ve Tanrısal
olanın insanda bulunduğunu işleyerek tasavvufa kayar. Ehlibeyt'i
sevene dost, sevmeyeni dost görmemeyi ilke edinerek Batıniliğini
gizlemez.Kitap, Hacı Bektaş'ın "Dört Kapı Kırk Makam" anlayışı
üzerine kuruludur. Sünni İslamın temel ilkeleri yalnızca "Şeriat
makamı"nda yer alır. Kitap, Kuran ve hadislerden yararlanmış ve
zaman zaman referanslarda bulunmuştur. Hacı Bektaş'ın bütün
kitaplarında bu özelliği görmek olasıdır. Kimi araştırmacılar bu
referansları "Makalat" ve diğer kitapların Hacı Bektaş ve
Bektaşiliğin bütünlüğüyle bağdaşmadığına kanıt olarak
gösterirler. "Makalat" üzerinde eleştirel çalışan Coşan,
"Makalat"ın Hacı Bektaş'ın ürünü ve yapıtı olduğunu kesin görür.
Yapıtın bir bütünlüğü olduğunu, kesinlikle toplama olmadığını,
"doğrudan yazarının kaleminden çıkmış" bir bütünlük gösterdiğini
kesin kanıtlarla belirtir.
3) Kitabü'l- Fevaid:
Kitap Farsça yazılmış, öğüt niteliğinde bir kitaptır. Ad olarak
da "yararlı öğütler" anlamını taşır. Üçüncü bir kişinin ağzından
aktarılmasına karşın, Hacı Bektaş'ın ağzından çıktığı izlenimi
verilmştir. Kitabın varlığına ilkin Baha Sait Bey ile Fuat
Köprülü değinirler. Köprülü, bu kitabın Hacı Bektaş Veli'ye ait
olduğunu yazar. Prof. Esat Coşan'sa, kitabın İstanbul
Üniversitesi Kitaplığı Ty. 55'de kayıtlı bir nüshasını gördüğünü
belirtmektedir. "Makalat"la arasında içerik ve mantık
benzerliğinin olduğunu, kitabın Hacı Bektaş'ın "kalemeinden
çıktığını" ve adını "O'nun verdiğini", en az "bir bölümünün"
O'nun olduğunu yazar. A. Gölpınarlı ise genişletilmiş bir başka
nüshasını gördüğünü, içeriğinin genellikle Mesnevi'den,
Nefahat'ta ve Sultan Veled'in kitaplarında bulunduğunu, bunların
çoğunun "uydurma" olduğunu söyler. Prof. E. R. Fığlalı ile Doç.
B. Noyan "Fevaid"in; Ahmet Yesevi'nin "Divan- ı Hikmet"inin
örnek alınarak yazıldığını belirtirler. Hacı Bektaş'ın bu
kitabıyla Ahmet Yesevi'nin tasavvufi düşüncelerinden
esinlendiğini vurgulamaya çalışırlar. Prof. Fığlalı kitapta
"anlatılanların Hacı Bektaş'ın kendi kaleminde çıktığı, yapıtın
adının bizzat O'nun tarafından verildiği" kanısındadır.
Doç. Belkıs Temren, "Fevaid"in başka el yazmalarını saptamıştır.
Ona göre, "Fevaid" kitabının kopyası İstanbul Üniversitesi
elyazma bölümünde 75 numaraya kayıtlıdır. Farsça'dır. 1424(H.
827)'de kopya edilmiştir. "Fevaid- i Fukara" ise A. B. D. 'de
Detroit Bektaşi Dergahı Recep Baba Kütüphanesi'ndedir.
"Fevaid" ilkin 1959'da Türkçe olarak İ. Ö. tarafından, ikinci
olarak da M. Yaman'ın kısmen sadeleştirmesiyle
yayınlanmıştır(tarihsiz).Bu çalışmalar esas alınarak, dili
oldukça yalınlaştırılmış bir Türkçe yayını da tarafımızdan
yapılmıştır.
"Fevaid"e ilişkin kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Ancak, "Türk
Ansiklopedisi"nde bir açıklama vardır. Diğer bilgiler buradakine
dayanmaktadırlar.
Çelebiler'den Celalettin Ulusoy, "şimdiye kadar yapılan
araştırmalarda, Hacı Bektaş Veli tarafından yazılmış bir kitap
veya divan, şiir gibi herhangi bir yapıta rastlanmamıştır"
demektedir. Böylece "Fevaid" ve öteki kitapların Hacı Bektaş'ın
doğrudan kaleminden çıkmadığı belirtilir. Birdoğan gibi kimi
araştırmacılar da haklı olarak bu kuşkuyu taşırlar.Ana
Britannica gibi ciddi ansiklopedi de bu kuşkuyu duyar. Hacı
Bektaş'ın olduğu kabul edilen kitapların; "O'nun yazdığı
kesinlik kazanmamıştır" der.
Hacı Bektaş'ın olduğu kabul edilen kitapların belki doğrudan
Pir'in kaleminden çıkmadığı doğrudur. Onun notları, düşünceleri
kimi bağlılarınca toplanarak zaman içerisinde yazıya
geçirilmiştir. Bu nedenle "Fevaid"de çoğukez bir üçüncü kişi
devreye girerek; "Hacı Bektaş dedi ki" gibi girişlerle
düşünceler işlenir. Yer yer Abdullah- ı Ensari(öl. 1088), Ahmet
Yesevi(öl. 1166) gibi Hacı Bektaş'ın düşünce olarak bağlı olduğu
mutasavvıflardan, Kuran ayet ve hadislerden alıntılar yapılır.
Bunlar konunun özüne ve kitap yazma tekniğine ters
düşmemektedir. Hacı Bektaş'ın düşüncelerini, kendine yakın
bulduğu görüşlerle, ayet ve hadislerle güçlendirmesi doğaldır.
"Fevaid"de gözlemlenen bir başka nokta da şudur: "Fevaid",
"Makalat" paralelinde yazılan bir kitaptır. Aynı tasavvufi
düşünceler heriki kitapda da işleniyor. Kitap, "Dört Kapı Kırk
Makam" anlayışı üzerine oturtulmuştur. "Fevaid", "Makalat"a göre
daha az kuramsal, daha basitleştirilmiş ve daha halka
yöneliktir. "Makalat"taki düşünceler basitleştirilerek yalın bir
anlatımla halka verilmeye çalışılmıştır. Öğütler biçiminde oluşu
bu nedenledir.
"Fevaid"de, "Makalat"ta ve "Vilayetname"de Hacı Bektaş
düşüncesinin özünü bulmak olasıdır. Bu kitaplarında pırıl pırıl
ve yalınlaştırılmış bir Bektaşilik kokuyor. Bilim ve bilginin
önemi vurgulanıyor. Zamanın değerlendirilmesi, işle ibadetin
karıştırılmaması isteniyor. İnsanlar verimli ve üretken
kılınmaya çalışılıyor. Zaman ve durumun değişken olduğu,
gerektirdiği biçimde davranılmasını, insanların ve toplumların
da değişmesinin doğal olduğunun altı çiziliyor. Böylece
çağdaşlaşmanın ve çağı yakalamanın yolu gösteriliyor. Tanrı'yı
insandan arayarak Vahdet- i Vücud felsefesi işleniyor. İnsan
için belirleyici olanın sözü değil, davranışı olduğu
vurgulanıyor. Kişinin kendini bilmesi isteniyor. Tanrı'yı ve
insanı sevme temel alınıyor. Erdemlik, olgunluk, amaçlanıyor.
Emeğe saygı ve ortak paylaşım idealleştiriliyor. İnsanlara baskı
ve zulüm yapılmasına karşı konuluyor. Namaz, oruç, hac gibi
Sünni İslamın temel inanç biçimleri alanında Alevi- Bektaşiliğin
görüşleri ve tutumu netlikle sergileniyor. En güzel olanı da
"Hacı Bektaş Sünnidir" diyenlere, yanıtı bu kitaplarında kendisi
verip, Aleviliğini açıklıyor. Bu kitapları doğrudan Hacı
Bektaş'ın kaleminden çıkmasa bile, O'nun düşüncelerini
taşımaktadır. Tam bir Alevilik- Bektaşilik ürünüdür.
Ayrıca şu kitapları vardır: Şathiye, Makalât- ı Gaybiyye ve
Kelimât- ı Ayniyye, Fatiha Suresi Tefsiri, Hurdenâme, Üssü'l-
Hakika, Hacı Bektaş'ın Nasihatları, Şerh- i Besmele (Bilim
çevreleri bu kitabın onun olmadığı kanısındadırlar), Risale- i
Ahlak Hacı Bektaş- ı Veli.
- VII-
BEKTAŞİLİK VE DÜŞÜNSEL-TOPLUMSAL
NİTELİĞİ
1) Bektaşiliğin Hıristiyanlık'la Müslümanlığı
Anadolu Potasında Kaynaştırması:
Anadolu ve Rumeli İslamlaşma sürecinde Hıristiyan heterodoks
mezhepler yerlerini İslam heterodoks akımlara bırakmışlar ve
onlar içerisinde eriyip kaynaşmışlardır. Rumeli, Arnavutluk ve
Bosna gibi yerler Bogomilizm'in merkezleri iken bu süreç
sonucunda Bektaşiliğin önemli yuvaları olmuşlardır. Hıristiyan
Anadolu İslamlaşırken Paulicienneler, Nasturiler, Montanistler,
Thondraklılar ve Gregoryanlılar çoğunluk İslamın heterodoks
yanına katılmışlardır. Bu altyapıyı çok iyi değerlendiren
Bektaşilik Anadolu ve Balkanlar'da birçok Hıristiyan'ı
Türkleştirmiş ve Müslümanlaştırmıştır. Bunun ötesinde
Bektaşileştirmiş, Bektaşi tekkelerinin üyeleri durumuna
getirmiş, Bektaşi bağlısı(müridi/ muhibi) yapmıştır. Bunlar
içerisinde ileri düzeye yükselen, şair olan, Bektaşilik üzerine
şiirler ve nefesler yazan birçok adlar ortaya çıkmıştır. Harabi,
Nakabi, Mahcubi, Hirani(Hayrani), Aşık Vartan, Civan Ağa,
Coşkuni, Serkiz Zeki gibi çoğu Ermeni olan Hıristiyan kökenli
aşıklar/ ozanlar ikrar vermiş Bektaşi'dirler. Bektaşi dünya
görüşünü benimsemiş ve temsilcileri olmuşlardır. Türkçe ürünler
vermişlerdir.
Bektaşilik, Hıristiyanlığın kutsal saydığı yerleri yadırgamamış,
hoşgörü çerçevesinde benimsemiş ve sahiplenmiştir. Kendi ibadet
yerlerinin, tekkelerinin ve kutsal yerlerinin kapılarını da
Hıristiyanlara açmıştır. Heriki inancın kültleri
özdeşleştirilmiş, ortak inanç konusu edilmiş, bu durum
kaynaşmanın çimentosu yapılmıştır. "Hızır", çoğukez "Aziz Yorgi"
ile özdeşleştirilmiş, Dersim Alevileri Ermeni ermişi "Serciyus"u
"Hızır"la aynı görmüşlerdir. Aziz Serciyus'a ait Ermeni
kiliselerini Hızır ziyaretgahları sayarak, ziyaret etmişlerdir.
"Hızır" ile "Aya Yorgi" ve "Aya Elyas" arasında da bağlantı
kurulmuştur. Karadeniz Bölgesi'nde Şeyh Elvan Tekkesi'nde
"Hızır", "Aya Teodoros"un yerini almıştır. Doğu Anadolu
Alevileri ile Hıristiyan Ermeniler Hz. Ali'yi Hz. İsa ile, Oniki
İmam'ı Oniki Havari ile, Hasan'la Hüseyin'i Petros ile Pavlus'la
özdeştirmişlerdir. Hacıbektaş Tekkesi Hıristiyanlar'ca da
ziyaret edilmektedir. Burada önceleri "Ayos Harambolos" adlı bir
manastırın bulunduğu inancındadırlar. Teselya'da Ayvalı Tekkesi
Aya Yorgi manastırı ile, Kalkandelen'de Sersem Ali Tekkesi Aya
Elias manastırıyla, ayrıca Korfu'daki Aziz Spyridon Bektaşi
ünlüsü Sarı Saltuk'la özdeştirilir.Bu anlayışın sonucu oalarak,
Batı'nın Akyazılı, Sarı Saltuk gibi önemli tekkelerinde Türk
kökenli dervişlerle birlikte Hıristiyan kökenli dervişlerin de
olduğuna belgelerde rastlanılmaktadır. Varna yakınlarındaki Sarı
Saltuk Tekkesi'nde Dimitro oğlu Gyorgi, Kalfal ve Boğur gibi
Hıristiyan kökenli Bektaşi dervişleri olduğu kaynaklarda
görülür.
Bektaşilik, Anadolu ve Balkanlar'da Hıristiyanlık'la Müslümanlık
arasında köprü olmuştur. Sıcak ve bağdaşımcı yaklaşımları sonucu
iki dine ait topluluklar arasında kaynaşmalar olmuş,
Hıristiyanlık'tan Müslümanlığın Bektaşilik yorumuna kurumlar ve
kitleler halinde geçişler olmuştur. II. Mahmut'un Bektaşi
kurumlarını kapadığı sıralarda doğrudan "Baba" olan Galip
Baba'ya göre; Trakya'daki kimi kiliseler başlarındaki papazları
ile birlikte, Bektaşiliğe duydukları bağlılk sonusu Müslimanlığa
geçmişlerdir. Kiliselerini camiye çevirmişlerdir. Camilerin
yanında birer Bektaşi tekkesi kurmuşlardır. Bu yolla yeni yeni
Bektaşi tekkeleri doğmuştur. Kırklareli ve Babaeski'de bu tür
dönüşüm oldukça yaygındır. 1826 sonrası Bektaşi babalarının
sürgünleri sonucu Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan,
Yugoslavya ve Girit'e giden babalar birçok Hıristiyan köyünde
birer misyoner gibi çalışmış ve yeni yeni Bektaşi tekkeleri
kurulmuştur.
Bektaşilik, Hıristiyanlık'la Müslümanlık arasında Anadolu ve
Balkanlar coğrafyasında köprüdür. Bu dinlerde olan toplulukların
ortakça başvuru ve umut kapısıdır. Heriki dinde de insanların
sorunlarının çözüm yeri Bektaşilik'tir. Bu özelliği dinleri ve
etnikleri kaynaştırmada temel etken olmuştur.
Hacı Bektaş ve Bektaşilik'te Türklük, Türkçecilik ve Ulusçuluk:
Alevilik- Bektaşilik bir Türklük olgusudur. Kürt Aleviler ve
Arnavut Bektaşiler gibi Türk dışı etniklerden de bu inançtan
topluluklar olmasına karşın, Bektaşiliğin kökeni Türk'tür. Bu
tür ayrılıklar fazla bir önem taşımazlar. Türk tarihinden
getirilen değerler genelleşmiş, tüm etniklerce benimsenmiştir.
Törenler sırasında kullanılan dil Türkçe'dir ve nefesler tümüyle
Türk diliyle okunur.Bu da Türklük öğesinin genelce
benimsenişinin kanıtıdır. Bektaşilik, dönemin diğer önemli
tarikatlarından Mevlevilik ve Nakşibendiliğe benzemez.
Mevlevilik'te Fars(İran) dil ve kültürünün, Nakşilik'te
Araplığın derin etkisi olmasına karşın, Bektaşilik tümüyle
Türkler'e özgüdür. Kültürü, dili, duygusu, vezni, edebiyatı
Türk'tür ve Türkçe'dir. Bir Türk tarikatıdır. Genel anlamda
ulusçudur ve yurtseverdir. Hacı Bektaş, bir "ulusal kültür, dil,
düşünce ve eylem akıncısı"dır. Bektaşilik, filizini eski Türk
geleneklerinden almıştır. Gıdası Türk'tür, Türklük'tür. Tohumu
doğrudan Türk gelenekleri ve yaşantısıdır. Tarikat özbeöz Türk
kaynaklıdır. Kurucusu Türk'tür. Bir Türk inancıdır. Bir yerde
bir Türkçülük ve Türkçecilik akımıdır. Eğitmenleri Türk halk
ozanlarıdır.İslamlık Hacı Bektaş ve Hacı Bektaş'a bağlı, O'nun
okulunda yetişmiş Sarı Saltuk, Yunus Emre, Kızıl Deli gibi ozan,
düşünür ve mutasavvıf dervişler yoluyla bir "Türk dini biçimi"ne
sokulmuştur. Bektaşilik ulusundan, halkından kopuk değildir. Bu
kaynakları ve değerleriyle doğrudan ilgilenir. "Türklüğünü
unutmamak" koşuluyla "İslamı benimseme" yanlısıdır.Bu tutumu
yaşama geçirir. Bektaşi söylenceleri Türk ulusçuluğunu canlı
tutarlar.
Hacı Bektaş, Anadolu'da "din Türkçülüğü" hareketinin ilk
temsilcisi olmuştur. "Türk evrenyaratılışı" ile İslam inanış ve
erkanını birleştirmeyi başarmış bir "din Türkçüsü"dür.
Bektaşilik inançta, dilde, sanatta, ahlakda ve felsefede bir
Türkçülük yaratır. Hz. Muhammed'in Türk toplumu ve Anadolu için
temsilcisi, Türk İslamlığının mürşididir. Hacı Bektaş,
Mevlana'nın Konya'yı Farsçılar'ın merkezi durumuna getirmesine
karşın, O, Muhlis Paşa, Süleyman Türkmani, Aşık Paşa, Ahi Evren,
Seyyid Mahmut Hayrani gibi Türkçüleri ve Türkçecileri Kırşehir'e
toplamış ve Konya Farsçılığı karşısında bir Kırşehir Türkçülük
merkezi yaratmıştır. Çeşitli baskılar ve sınırlamalara karşın;
Türk toplumunun benliğini, kimliğini, varlığını duyurmuş, Türk
halkının ümmet değil, ulus olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Türkçe bilmeyen ve Türk olmayan Bektaşi toplumları da
törenlerini Türkçe yürütürler. Gülbenkleri tümüyle Türkçe'dir.
Yeniçerileri Türkleştiren ve Bektaşileştiren etken bu giz dolu
gülbenklerde yatar. Töresine, ulusuna bağlı Türkler kökeni
karışık Arapça'ya alışamazlar. Arap'ın uluslararası ümmetçilik
ülküsüyle Türk'ün ulusal ülküsü bağdaşamaz. Bu nedenle töreci
Türkler, Yörükler, Türkmenler Alevi- Bektaşi dergahlarına girer,
ulusal özgürlüğü buralarda bulurlar. Araplığa ve Arapçılığa
dayanan Yavuz'un Türklüğe ve Türkçeciliğe dayanan Şah İsmail'in
Türk halkı arasında tutunmasının nedeni de buralarda yatar.
Alevi- Bektaşiler, Türk diline ve Türk ulusçuluğuna sarılarak
Araplaşma karşısında dillerini, soylarını ve kanlarını korurlar.
Oğuz töresi böylece korunur, Alevi- Bektaşiler bugünlere
ulaştırırlar. Yoksul Kırşehir, sıcak bir Türk ocağı olur. Orada
bilim, din, dil Türkleşir.
Doğallıkla Hacı Bektaş doğrudan Türklüğü, Türkçeciliği,
ulusçuluğu kendine iş edinmiş biri değildir. Anadolu'ya da
yalnızca Türkleştirmek amacıyla gelmemiştir. O'nun birincil işi
inancını halka yaymaktır. İnancı Türklük, Türkçecilik ve
ulusçuluk değerleri ve ilkeleri taşımaktaydı. İnancını ve
ideolojisini halka yaymada da ulusçuluk, Türklük ve Türkçecilik
amaç değil, araç durumundadır. Anadolu Türk halkına kendi
dillerinden seslenerek ve kendi değerlerini öne çıkararak
yararlı olabileceği kanısındadır. Böyle yaparken de edebiyata ve
dile büyük yararlılıklar sağlanmış ve bir "Bektaşi edebiyatı"
doğmuştur. Yunus Emre gibi "Türkçe'nin en büyük sanatkarları"
Bektaşilik çığırı içerisinde yetişmişlerdir.Türk yazını, bir
yerde Bektaşi yazını olmuştur.
Hacı Bektaş Türkçe'yi "halleşme" dili, aracı olarak görür ve
"Türkçe ile halleşir". Bu anlayışın çığırını açar. Kendisinden
sonraki Bektaşiler ve Bektaşi yazını alanında ürün verenler Hacı
Bektaş'ın açtığı bu çığıra ve çağrıya bağlı kalırlar. Ürünlerini
bu anlayış doğrultusunda verir, Türkçe yazar, Türkçe söylerler.
Ehlibeyt inancını Türkçe ile işler, Hacı Bektaş yolunu Türkçe
ile aydınlatırlar. Çünkü Hacı Bektaş, "dil" ile "gönül" arasında
sıkı bağ görür. Dili, "zahirin", gönülü "batın'ın resulü" olarak
görür. "Dili", Muhammet'e, "gönlü" Cebrail'e benzetir."Dil"i,
"gönlün" anlatımı, açıklanması olarak düşünür. "Makalat"ta bu
yollu şu anlatım vardır:
"Halen sözden terk yok. Ağız, datlıyı, acıyı bilir. Göz, görmek;
dil, söylemek; burun, yelemek; el, dutmak; ayak, yürümek; gönül,
hoşluk- nahoşluk bilir. Çünkü, gönül ne fetva verirse, dil onu
söyler".
Anadolu ve Balkanlar'da bu çalışmalar ve sosyolojik oluşumlar
yaratılırken Türkçe önemli bir toplumsal, kültürel ve eğitsel
araç olmuştur. Türkçe, aynı zamanda bu "yad ellere" yerleşmiş
Türk topluluklarının kültürel ve etnik kimliklerine bağlı
kalmalarında, köken kimliklerini ayakta tutmalarında tek dayanak
görülmüştür. Otman Baba (öl. 1478)'nın "Vilayetname"sinde bu
sosyolojik olgu, anlayış ve Türkçe tutkusu yalın Türkmen (Oğuz)
Türkçesi'yle şöyle dile getirilir:
"…Oğuz dilin söylerdi. Gayri dil konuşanı hoş görmez: - Bre
Yörükoğlu! Kendi öz dilin bırakıp, gayrı dil kullanmak ayıbı
neden? diye azarlardı. Oğuz dilin öğer, 'nasıl ki Horasan erleri
cümle alemin baş tacı ise, Oğuz dili de cümle dillerin
atasıdır'. Bizim desteğimiz Oğuz dili konuşanadır. Yad illerde
yitmemek için, tek dayancımız Oğuz dilidir".
Türkçe, Alevi- Bektaşi dünyasının inanç, kültür ve kimlik
dilidir.
Hacı Bektaş ve Bektaşilik'te Evrensellik/ Evrenselcilik:
Hacı Bektaş XIII. y. yıllardan günümüze ışık tutar. Önümüzü
aydınlatır. Bugün dahi tartışılan insanlığı ilgilendiren
sorunlara çözüm aramış, öneriler getirmiş, açmazlıkların önünü
açmış ve kalıcı ilkeler koymuştur.
Bu tutumu Hacı Bektaş'ın, insan hakları anlayışının bir
sonucudur. Hacı Bektaş ve Bektaşiler, insan haklarının - belki
de- yeryüzündeki ilk öncüleri ve gerçekleştiricileridir.
"İnsanın Hak olduğunu" ilk söyleyenler Alevi- Bektaşiler'dir.
Bunu "Enel Hak" sözüyle dile getirmişlerdir. Bu uğurda baş
vermiş, can vermiş, yüzbinlerce yitiğe uğramışlardır. Yılmadan
savaşmışlardır. "İnsan, Hak olduğu için insanın hakkı yenmez"
diyerek her türlü sömürüye, zulme, baskıya karşı tarih boyu
savaşmışlardır. Bu nedenle Hacı Bektaş'ın ve Bektaşiler'in
dünyanın insan hakları savunucuları içerisinde önemli bir yeri
vardır ve olmalıdır.
Hacı Bektaş ve Bektaşilik etnikçi ("kavmiyatçı") değildir.
Etnikler ve uluslar üstü kalır ve bu düzeyde düşünür. Tarih boyu
birçok boydan, etnikten, ulustan, dinden, mezhepten ve
tarikattan kesimlere seslenmiştir. Onları düşünce/ inanç düzlemi
içerisine alarak sorunlarına çözümler aramış, tümünün ortakça
umudu olmaya çalışmıştır. Bu durum çeşitli etnik ve dinlerden
insanların Bektaşiliğe katılımını sağladığı gibi, etnikler,
uluslar, dinler ve mezhepler arası barışın, birlikteliğin
kurulmasında da öncülük olmuştur. İnsanlık kardeşliğinin
yaratılmasının öncüsü Hacı Bektaş olmuş, Bektaşilik zamanla
Türk, Kürt, Arap, Fars, Moğol, Rum, Ermeni, Arnavut, Bulgar
kökenli insanların kaynaştığı, aynı inancı ve ideali paylaştığı
kurum olmuştur. "Vilayetname" Hacı Bektaş'ın doğuda Kürtler
içerisinde kaldığını, bir bölüm Kürtler'in kendisine bağlanarak
("muhib olarak") "Hünkariler" adını aldıklarını yazar.Rum,
Ermeni, Arnavut sayısız Bektaşi tarikatı müridi vardır. Birçoğu
bu bağlılığı dervişlik, ozanlık gibi eylemsel olarak
yürütmüşlerdir.
Hacı Bektaş ve Bektaşiliğin evrenselci oluşu üç nedene dayanır.
Bunlar; 1) insan ve insan sevgisi, 2) dostluk, 3) barış.
Bektaşilik insan sevgisi temeli üzerine kurulmuştur. Dostluk,
Alevi- Bektaşi inancının, bu inançtan doğan kültür ve
düşüncesinin ana kaynağıdır. Alevi- Bektaşilik, dostluk, insan
severlik, konukseverlik, yardımlaşma, paylaşımcılık anlayışıyla
mayalanmıştır.
Hacı Bektaş felsefesinde ve Bektaşilik'te barış esastır. Barışı
hem Bektaşiliğin kuramında, hem de eylemsel yaşantısında
görürüz. Barış, Bektaşiliğin bir eğitim ilkesi olmuş, toplumlar
barış ölçeğinden geçirilerek yeniden yapılandırmaya
çalışılmıştır. İnsanları iyi, doğru, sevgi kavramlarıyla
yetiştiren ve yönlendirmeye çalışan Hacı Bektaş'ın felsefesinde
savaş, kin, öldürme, kıyım, zulüm yoktur. "Göze göz", "dişe
diş", "kötülüğe kötülük", "kısas" gibi kurallar Hacı Bektaş'ta,
Hacı Bektaş töresi ve yolunda yoktur, kesinlikle yer
almamışlardır. Bektaşilik kesinlikle Şeri İslamın "sizden
olmayanları öldürün" anlayışına yüz vermemiş, tersi bir yol
izlemiştir. Hacı Bektaş, "Vilayetname"deki bir öyküde domuz
yavrusunu bile incitmeye izin vermez. İnsan ölümünü uygun
görmesi doğallıkla düşünülemez. Alevi- Bektaşi geleneğinde,
inancında, söylencelerde savaş aracı olarak "kılıç" yoktur,
simgesel anlamdaki "tahta kılıç" vardır. Bu, Alevi- Bektaşi
inancının savaş/ barış olayına bakışının en güzel göstergesidir.
Hacı Bektaş öğretisi ve Bektaşilik töresi evrenselcidir.
Evrenselciliği, dünya insanının kardeşliğini, dünya uluslarının
dostluğunu savunur. Bunu; "yetmişiki milleti bir tutmak/
yetmişiki milleti ayıplamamak/ yetmişiki millet birdir bize/
dünya içinde yaratılmış nesnelerin eşittir" sözleriyle dile
getirilir. Bu anlatım ve bakış Alevi- Bektaşiliğin temel ilkesi
olmuştur. Bütün din, ulus, mezheplerdeki insanlar bir görülür,
ayrım yapılmayarak bir tutulur. Böylece insanları ayıran bütün
etkenler Alevi- Bektaşilik'te dışlanır, yüz bulmaz. Bu yanıyla
Alevi- Bektaşilik çağını aşan bir düşünce ve inançtır. XIII. y.
yıllardan XX. y. yıllara bu anlayışla seslenmiş, insanların
bağlılık ve umut kapısı olmuştur. Alevi- Bektaşiliğin
eskimeyişinin, çağdaş ve güncel kalışının nedeni bu
yaklaşımından kaynaklanmaktadır.
Hacı Bektaş'ın evrenselciliğe ilginç bir yaklaşımı vardır.
Evrenselciliğini; tasavvufun, doğanın ve insanın tanrısal
parçacıklardan oluştuğu görüşüne ve insanın yaratılışı
öğretisine dayandırır. Ona göre, insan- evren- Tanrı
bütünselliği, insanı dünya/ evren insanı, vatandaşı kılar.
Uluslara, etniklere ve dinlere göre ayırarak araya aşılmaz
sınırlar koymak oluşuma ters düşer. Bu nedenle insan bir evren
vatandaşıdır. Ayrımlar yapaydır, siyasal çevrelerce konulmuş ve
insanlığın belleğine işlenmişlerdir. Bu anlayışını "insanoğlunun
yaratılışı" savıyla da güçlendir. İnsanın her parçası dünyanın/
evrenin çeşitli yörelerinden gelerek, insanı yaratmışlardır. Her
parçası dünyanın/ everenin değişik yörelerine ait olan insan bir
dünya/ evren vatandaşıdır. Bu da yapay ayrımları yadsır ve
dünya/ evren kardeşliğini getirir. "Makalat"ında bu görüşü şöyle
yer alır:
"Adem'in özünü Medine toprağından yarattı. Başını Kudüs
toprağından; yüzünü Kabe toprağından; kulağını Tur- ı Sina
toprağından; gözlerini Beytü'l- Haram(Mekke'deki Kabe)
toprağından; alnını Medine'nin batı toprağından; ağzını
Medine'nin doğu toprağından; burnunu Dımışk(Şam) toprağından;
dudaklarını Berberiye toprağından; sakalını cennet toprağından;
dilini buhara toprağından; dişlerini Harezm toprağından; boynunu
Çin toprağından; kollarını Yemen- Taif toprağından; sağ elini
Mısır toprağından; sol elini Fars toprağından; tırnaklarını
Hıtay toprağından; parmaklarını Sistan toprağından; göğsünü Irak
toprağından; karnını Huzistan toprağından; sırtını Hemedan
toprağından; cinsel organını Hindistan toprağından; hayalarını
Bizans toprağından; oyluklarını Türkistan toprağından; dizlerini
Kırım toprağından; dirseklerini Antalya toprağından; topuklarını
Rum toprağından; ayaklarını Frengistan toprağından yarattı".
Hacı Bektaş, Anadolu coğrafyasında bir "dergah"ın temellerini
atar. Anadolu'nun çoksesli yapısına seslenir. Derleyici,
derneştirici ve toparlayıcı olur. Çeşitli etnik, din ve
mezheplerdeki insanları çatısı altında derneşmeye- toparlanmaya
çağırır. Her türlü görüş ve düşüncedeki insanların şemsiyesi
altında yer bulabilecekleri iletisinde bulunur. Bu çağrı, O'nun
ulusçuluğu aşan, dünyacı/ evrenselci çağrısıdır. Çağrısını şu
sözüyle dile getirir. "Bütün tavlalardan boşanan, bizim
tavlamızda eğlensin/ karar kılsın".Böylece Anadolu'da "dünya
kardeşliği"ni yaratmak için yeniden yapılanma sürecini başlatmış
olur.
Hacı Bektaş'la başlayan bu "dünya kardeşliği" evrenselciliği
Yunus Emre gibi birçok Bektaşi ozan, düşünür ve dervişlerince
öğretinin, Bektaşi töre ve yolunun merkezine oturur. Bu
düşünceyi en güzel sürdürenlerin ve öğretide işleyenlerin
başında Yunus gelir. Yunus, dünyayı bütün insanlarıyla birlikte
benimser ve kucaklar. "Kamu alem birdir bize" diyerek dünya
insanları arasında ayrım yapmadığını ve kendinde gördiğünü
söyler. Bu anlayışını salt kuramdan çıkararak maddi temellere
oturtur. Bu yaklaşım O'nda; "Dünya benim rızkımdır/ Halkı benim
halkımdır" dizeleriyle dile getirilir. Tanrı'yı gerçekten
sevenlerin, dünya insanlarının tümünü "kardeş" görebileceğini ve
sevebileceğini vurgular. "Yetmişiki milletin birliği"ni işler.
Bu birliği din ve dünya etkeninin bozmamasını, erdemliliğin
"yaratılmışa birlik ile bakmaya" bağlı olduğunu savunur.
4) Hacı Bektaş ve Bektaşilik'te Özgürlük:
Bektaşilik, "insan" kavramı üzerine oturmuş bir inanç kurumudur.
İnsanı yaşam içerisinde gereken donanımlarıyla birlikte ele
alır. Bu insanı, insan olarak görmenin, insan olarak değer
vermenin bir sonucudur. İnsanı; din, dinsel kurallar, kutsal
kitapların getirdiği ölçüler içerisine kapamaz. Önce kurallar
değil, önce insan der. İnsanı kurallar için var görmez,
kuralları insanın yaşamını kolaylaştırıcı öğeler olarak düşünür.
Bektaşi öğretisi insanı, "serbesttir, ama serazat değildir"
biçiminde tanımlar.Kişiyi mürşidin müridi olarak, mürşide bağlı
olarak düşünürler. Mürşit, müridin yolunu açan, aydınlatan,
önüne seçenekler sunan konumundadır. Mürit, bu aydınlanmış
yoldan, çeşitli seçeneklerden seçtiği yolda gider. Yani mürşit,
müridin yaşam alananını daraltmaz, daha genişletir. Bu geniş
alanda manevra yeteneği kazandırır. Yalnız Bektaşilik'te mürit,
birey kuralsız da değildir. Başıbozuk, düzensiz, anarşik bir
yaşam düşünülmez, kendisine böyle bir yaşam önerilmez ve
sunulmaz. Serbestliğe, çok seçeneğe önem veren Bektaşiliğin
kuralları erkannamelerle düzenlenmiştir. Bektaşiler ilkeli bir
özgürlük anlayışındadırlar.
Bektaşilik, kurulu düzenlerin, katı din düzenlerinin koyduğu
yapay kurallar karşışında oldukça özgürdür. Kendini bu tür
kurallara bağlı ve uyma zorunluluğunda görmez. Şeri İslam tarih
boyu resim, söz, çalgı gibi çeşitli sanat dallarına yasak
getirmesine karşın, Bektaşilik bunların hiçbirine uymadığı gibi,
bu tür yasaklarla savaşmıştır. Resim de yapmıştır, şiir de
söylemiştir. Söylencelerle idealinde olanı yaratmış ve geniş
yığınların gelenek kültürüne kazandırmıştır. Çalgıyı, inancının
bir parçası kılmış ve kültürüne sokmuştur. Bektaşi mizahı dinin
ve düzenin katı, bağnaz kuralcılığı karşısında alay yoluyla
savaşını sürdürür ve bu tür kuralcılık karşısında bağımsızlığını
öne çıkarır. Bu nedenle Bektaşilik her zaman çağıyla uyumsuzluğa
düşecek davranışlarda kaçındığı gibi, toplumun da sürekli bir
adım önünde olarak yeniliklere önderlik etmiştir. Bu,
Bektaşiliğin özgür yapısından ve katı kurallar karşısındaki
kayıtsızlığından kaynaklanmaktadır.
5) Hacı Bektaş ve Bektaşilik'te Laiklik:
İslam içerisinde Alevi- Bektaşiliğin Sünniliğe göre kökenden/
kaynaktan/ temelden farklılıkları olduğu için, ayrı biçimlerde
yapılanmış ve kurumlaşmışlardır. Sünnilik, tarih boyu devlet
dinidir. Çeşitli İslam ve Türk- İslam devletlerinin resmi
mezhebi olmuştur. Devlet çatısı altında yer alan hiçbir dinin,
mezhebin laik olamayacağını, devletin manevi bir destekle
iktidarını sürdürmek istemesi durumunda teokratik düzenlerin
ortaya çıktığını toplumbilimciler ve din tarihçileri
saptarlar.Şiilik bile Safeviler'in devlet dini olmasıyla
teokratikleşmiş ve laiklikten oldukça uzaklaşmıştır. Alevi-
Bektaşiliğin, herhangi bir devletin dini olmak gibi bir şansı
olmamıştır. Sürekli muhalefette kaldığı, devlet tarafından hedef
gösterildiği için teokratikleşememiş, laik bir inanç akımı
yapısını sürekli korumuştur.
Alevi- Bektaşilik insanlararası ilişkilerde "din"i temel almaz.
Laik bir yapıda kalışını biraz da buna borçludur. Dinlerarası,
mezheplerarası, etniklerarası bir hoşgörüye sahiptir. İnsanı,
düşünce sisteminin merkezine yerleştirmesi Alevi- Bektaşiliğe
böyle bir nitelik kazandırmıştır. Tarihi boyunca zaman zaman
Hıristiyanlık'la Müslümanlığın, zaman zaman da Sünnilik'le
Şiiliğin katı yanlarını yumuşatmış, Anadolu ve Balkanlar
coğrafyasında bu etnikler, uluslar, dinler ve mezhepler
mozayiğinin birarada yaşamasını sağlamıştır. Buradaki formülü
laikliktir. Dini katılıklarından arındırarak uygulamaya çalışan
Bektaşi ozanı Yunus Emre, "yetmişiki milletin" birarada
yaşamasını din işlerinde katılığın ve zorlamanın yapılmamasına
bağlar.
6) Hacı Bektaş ve Bektaşilik'te Ahlak(Etik):
a- Bilgiye Önem Verme: Alevi- Bektaşilik bilgiyi, bilinci esas
alır. Bilincini, bilgi temeli uzerine oturtur. Bilge kişilik
örnek tiptir. Bunun en ideal örneği Hacı Bektaş'tır. Bütün
Alevi- Bektaşi dedeleri, dervişleri, ozanları ve halk Hacı
Bektaş'ın bu örnek bilge kişiliğini model alır, O'na özenir,
O'nun gibi ideal bir bilgeliğe sahip olmaya çalışırlar.
b- Hiddet ve Şiddete Egemen Olma: Alevi- Bektaşi bireyinin
hiddet ve şiddete egemen olması, nefsini ve kızgınlığını yenmesi
"Dört Kapı Kırk Makam" felsefesinin gereğidir. Alevi-
Bektaşiler, hiddet ve şiddete kapılarak "gönül kırma"yı, "gönül
kabesi"ni yıkmakla bir tutarlar. Alevi- Bektaşiliğe göre, hiddet
ve şiddet "şer"den doğar. Buna karşı savaşmak bireyin insan olma
özelliğidir. Çünkü; "İyiliğe iyilik her kişinin karıdır,
kötülüğe iyilik er kişinin karıdır". Kötülüğe iyilik edecek
olgunluğa erişen Alevi- Bektaşi, gereken ahlaki niteliğe ulaşmış
kabul edilir.
c- Hoşgörülü Olma: Alevi- Bektaşiliğin hoşgörü anlayışı Yunus
Emre'nin "Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü" dizesiyle
ilkeleşmiştir. Bu anlayış ve yaşama bakış Alevi- Bektaşi'nin
yaşam felsefesidir. Höşgörü Alevi- Bektaşi erkanının en önemli
ahlak/ adap kurallarından biridir. Alevi- Bektaşilik'le oldukça
özdeşmiş ve genel niteliği durumuna dönüşmüştür. Alevi- Bektaşi
edebiyatı, mizahı, "hoşgörü" anlayışını işler. "Yasak, "haram",
"günah" sınırlamalarıyla donatılan insan beynini bu tür
yasaklamacı anlayıştan kurtarır. Temeli sevgi ve gönenç
anlayışıyla atılmış hoşgörü alanı yaratır. Bektaşi edebiyatı
içerisinde yer alan "Şathiye"ler de bu hoşgörü anlayışını
kazandıran güzel örneklerdir.
d- Cömert ve Konuksever Olma: Konukseverlik, cömertliğin bir
göstergesidir. Alevi- Bektaşilik cömertliği inancının temeli
edinmiştir. Buna bağlı olarak konukseverlik yaşamının bir
parçasıdır. Komşusu aç iken tok yatanın ibadetinin
geçersizliğini Alevi- Bektaşi benimseyerek erkannamelerine
geçirmiş ve yolun kuralı haline getirmiştir. Konuk, Alevi-
Bektaşi terminolojisinde "mihman"dır, "Tanrı misafiri" olarak
değerlendirilir. Ona, saygı ve "hürmet" sonsuzdur. Konuğu iyi
karşılama, iyi hizmet ve ikramda bulunma yolun bir gereği, yani
Alevi- Bektaşi inancının bir parçasıdır. Hacı Bektaş, cömertlik
konusunda şu buyruğu verir: "Cömertlik dörttür. Mal cömertliği
baylarındır(zenginlerin). Ten cömertliği zahitlerin, can
cömertliği aşıkların, gönül cömertliği ise ariflerindir".
e- Eline, Beline, Diline Sahip Olma: Alevi- Bektaşi ahlakının ve
yaşam felsefesinin tam merkezine yerleşen bu kural Maniheizm
kökenlidir. Maniciliğin "Üç Mühür" kuralı "eline, beline, diline
sahip olma" biçiminde Alevi- Bektaşilik'te yer almıştır.Bu
kural, Alevi- Bektaşiliğin "EDEB"ini oluşturur. Alevi-
Bektaşiliğin aklakı ve ahlak felsefesi tümüyle bu kural üzerine
oturtulmuştur. Kural, giderek Alevi- Bektaşi toplumlarının yaşam
felsefesi durumuna dönüşmüştür. Senin olmayanı alma, sahiplenme;
namuslu ol, beline sahip çık ("harama uçkur çözme"), başkasının
ırz ve namusuna göz dikme; yalan söyleme, görmediğine tanıklık
yapma ve kırıcı söz etme davranışlarını zorunlu kılar.
f- Eğitilmiş, Erdemli ve Olgun İnsan Yaratmak: Alevi-
Bektaşilik'te erdemlilik esastır. Her türlü makam ve malın
üstünde düşünülür.Erdemlilik, bir amaçtır, aşamadır. Bu aşamaya
insanları yetiştirmek en büyük iyilik olarak algılanır. Alevi-
Bektaşilik'te iyiliklerin en büyüğü eğitmek, aydınlatmak,
insanları karanlıktan, bilinçsizlikten, gerilikten kurtarmaktır.
Eğitime, insan yetiştirmeye verilen önem buradan kaynaklanır.
Kötülüğün ancak cehaletle varolabileceği, aydınlatma ile
iyiliğin egemen olacağı düşünülür. En büyük savaş, insanın
"nefsi" ile olan savaştır. "Nefis" kötülüklerin kaynağıdır.
Alevi- Bektaşilik'te "nefs"e egemen olmak en büyük savaş olan
"cihad- ı ekber" olarak nitelenir. Alevi- Bektaşi'nin yaşam
savaşımı, bu bireysel "nefis"le savaştır. Ancak bu yolla iyilik,
kötülüğe egemen kılınır.
Bütün bunların sonunda "arif insan tipi" yaratılmak istenir.
Bilgili, kültürlü, toplumunu aydınlatan, onlara çağın ve
geleceğin değerlerini kazandıran, insan ve toplum severlik
bilincini yaratabilen, birlikte dostluk içinde yaşamayı
kavratabilen, olgun, yetişmiş, erdemli insanlardır bunlar. Hacı
Bektaş, "arif" insanları yüceltir. "Soylarının sudan" geldiğini,
"arı su"nun pislik taşımadıkları gibi bunların da kötülük
taşımadıklarını, gönüllerinin ak- pak ve tertemiz olduğunu
vurgulayarak "arif insan"ın kişiliğinde olgun/ yetkin/ erdemli
ve kendini yetiştirmiş bir insan tanımlaması yapar. Bunları
"marifet kesimi" olarak sınıflar.
g- Tövbeyi Sınırlı Kabul Ediş: Alevi- Bektaşilik'te insanlara
peşinen iyi gözle bakılır. Doğuştan suçlu ve kötü görülmez.
Hoşgörülü bir yaklaşım vardır. İnsanların eğitilip aydınlanarak
kötü eylemlerinden vaz geçeceği kabul edilir. İyi insan/ kötü
insan ayrımı yapılmaz. Eylemi iyi insan/ eylemi kötü insan
vardır. İnsanları kötü eylem ve davranışlardan arındırıp doğru
yola kazandırmak için tüm çabalar gösterilir, eğitilir, iyi
davranışlar kazandırılmaya çalışılır. O süreç içerisinde
insanların tövbeleri kabul edilir, doğruya yönelmelerine
yardımcı olunur ve yola kabul edilebilirler. Tövbeden sonra
kötülüğe yönelenlerin tövbeleri kabul görmez ve yola kabul
edilmezler.
h- Sevgi, Barış ve Birlikteliği Temel Alış: Alevi- Bektaşilik
sevgi ve barış üzerine kurulmuştur. İnanç ve düşünce ayrılığı
gözetmeden bütün insanlığı sevgiyle kucaklar. Dünya insanını bir
ve kardeş bilir. Hacı Bektaş öğretisinde arslan ile geyik bir
arada işlenerek, güvercin görünümünde ortaya çıkarak; barış,
dostluk ve bu maddi temeller üzerine oturtulmuş sevgi anlayışı
yapılandırılmıştır. Hacı Bektaş Anadolu'da bir "gönül eri"
olarak çalışmış, Selçuklu'nun ve Moğollar'ın Bizans üzerinde
yayılmacılığına aracı olmamış, dahası savaşım vermiş ve her iki
inanç ve etnikteki toplumların barışık yaşamalarına yardımcı
olmuş, yollarını aydınlatmıştır. "Vilayetname"de geçen
söylencesel olaylarda bu sevgi ve barış felsefesi nesnelleşen
bir inanç görünümü kazanmıştır. Yapıtta; iyilik ile yalan/
kötülük karşı karşıyadır. İyilik, sürekli olarak üstünlük
kazanır. İyiliğin özünde ise insan sevgisi saklıdır.
Alevi- Bektaşi öğretisi, ahlakı kazanmayı bir eğitim süreci
olarak görür. İnsanların ahlaksal yapıya düşünce, kalb ve
nefislerini eğiterek ulaşabilecekleri savındadır. Ancak en
gerekli/ olgun ahlak böyle kazanılır. Alevi- Bektaşilik ahlakı
dört nitelikte görür. Bunlar; "İyiliğe karşı iyilik yapmak eşek
ahlakıdır. İyiliğe karşı kötülük yapmak yılan ahlakıdır.
Kötülüğe karşı kötülük köpek ahlakıdır. Kötülüğe karşı iyilik
yapmak övünç ahlakıdır. Kamil insan övünç ahlaklıdır".
i- Düşünceyi Ahlakın Temeli Kılma Anlayışı: Bektaşilik bir
bakıma entelektüllik gerektirir. Bektaşiler ilim, irfan
sahipleridirler. Eğitimlidirler. Entelektüel kişilerdir.
"Düşünen beyin"e önem verirler. Bektaşiliğe göre; Bektaşi bireyi
düşünmeli, soruşturmalı ve araştırmalıdır. Bunu Bektaşiler,
"akıl- fikir sahibi(ıssı) olmalıdır" sözüyle formüle ederler.
j- Olduğu Gibi Görünme Anlayışından Olma: Alevi- Bektaşilik
ikiyüzlülüğe ("riya") karşıdır. Bektaşilik ahlak eğitimi; içi-
dışı bir olan insan yetiştirmeyi amaçlar. Ereği; olduğu gibi
görünen veya göründüğü gibi olan insandır. Yaratmaya çalıştığı
insan özelliklerinden biri de budur.
k- Gösterişsiz ve Yalın Yaşama Anlayışı: Alevi- Bektaşilik'te en
büyük gereksinim Tanrı'dır. Bunun ötesindekiler büyük değer
taşımazlar. O nedenle yalın, gösterişsiz, aşırı beklentileri
olmayan bir yaşantı amaçlanır. Buna Alevi- Bektaşilik'te
yoksulluk("fakr") durumu denir. Ortahalli bir yaşam Alevi-
Bektaşi'nin sürekli yeğlediği bir yaşantıdır.
l- Talip'ten Aranılan Ahlaksal Özellikler: Alevi- Bektaşi yolu
ahlaksal ilkeler konusunda oldukça duyarlıdır. Alevi- Bektaşi
klasiklerine göre mürşit talibe şunları kazandırmaya çalışır ve
sonucunda bu özellikleri ondan arar. Bunlar; 1) Mezhebi bir
bilmek, 2) Rehberi baba bilmek, 3) Mürşidi pirin varisi bilmek,
4) Yalan söylememek, 5) Arkadan konuşmamak, 6) Haram yememek, 7)
Buğuz, kin ve kibir tutmamak, 8) Kıskanç olmamak, 9) Gördüğünü
örtmek, görmediğini söylememek, 10) Şehvetperest olmamak, 11)
Zina ve livata yapmamak, 12) Eliyle koymadığını almamak, 13)
Elin ermediği yere el uzatmamak, 14) Sözün geçmediği yerde söz
söylememek, 15) İbret ile bakmak, yumaşaklıkla söylemek, 16)
Küçüğe izzet, büyüğe hizmet etmek, 17) İkrarı saf kılmak, Hakk'ı
üzerinde var görmek, 18) Her yerde Hakkı hazır bilmek, 19) Her
nereye bakılırsa, Hakk'a bakıyor olmak, Hak'tan ayrı birşeye
bakmamak, 20) Erenler sırrına ermiş olmak, 21) Nefse arif olmak,
22) Oniki İmamı ve Ondört Masumu nuru vahit bilmek ve bunları
hak olarak tanımak, 23) Özünü tarikatte saf ve sabit kadem
eylemek, şeriatta üstüvar, marifette payidar, hakikatte sakin
olmak, 24) Hakikat ve marifeti üzerinde toplayıp yetkin(kamil)
insan olmak, 25) Muhammed'i mürşit, Ali'yi rehber, kayıt yoluyla
İmam Cafer Sadık mezhebini mezhep, Hacı Bektaş Veli'yi pir
bilmek.
m- Pir'den Aranılan Ahlaksal Özellikler: Alevi- Bektaşilik'te
Pir'in Muhammet- Ali soyundan olması koşulu vardır. Bu soya
saygıdan olacak ki, bu göreve de çok dikkat edilir. Bu soya
saygısı olamayanı "yezitlik"le bir tutar. Pir'in oldukça erdemli
ve bilgi bakımından donanımlı olması istenilir. Pir'in soyu ile
öğünmesi hoş karşılanmaz. Pir'den soyu ile öğünmesi yerine,
"soyuna yakışır davranması" beklenir.
n- Cinsel Temizlik: Alevi- Bektaşilik olağan cinselliğin dışında
her türlü sapık sayılabilecek cinsellikleri yasaklamıştır. Bu
yol Alevi- Bektaşi toplumunun yöneten- yönetilen kanatları olan
hem talibe, hem de pire kapalıdır. Zina, livata gibi olağan
olmayan cinsellikler tümüyle sapıklık olarak nitelenmiş, bu
eylemlere karşı keskin mücadele verilmiş, bu tür eylemleri
işleyenler yol dışına çıkarılmıştır.
o- Kaçınılması Gereken "Şeytani İşler": Alevi- Bektaşilik yolu
insan "nefsi"ni eğitmeyi ön plana alır. Her türlü kötülükten ve
kötü eylem ve davranışlardan arındırılmış bir birey, giderek
toplum yaratmaya çalışır. Bireyi kötü kılan "nefs",
"kibirlilik", "buğuz", "kin", "kıskançlık", "buhulluk/ pahıllık/
pağıllık", "tamah", "öfke", "arkadan konuşma/ insanları
çekiştirme/ karıştırıcılık", "maskaralık" gibi durumlardır.
İnsanların bu karakteristik bozukluklardan kurtulması/
kurtarılması gerekir. Alevi- Bektaşilik bu bozukluklara karşı
savaş açar. Yolun piri Hacı Bektaş Veli "Makalat"ında bu bozuk
davranışlara yer ayırarak kuramsal savaş verir. Dinlerin soyut,
mitolojik ve salt düşsel olarak kavramlaştırdığı "şeytan"a
somutluk kazandırarak bu tür davranışları "şeytani işler",
"şeytansal eylem ve davranışlar" anlamında, "şeytan fiilleri"
olarak adlandırır ve inancının reddettiği nitelikler sınıfına
sokar. Bu tür eylemlerden arındırılmış bir ahlak Alevi-
Bektaşilik için esas alınır.
p- Kendi Ayıbını Görebilecek Olgunlukta Olma: XIII. y. yılın
Hacı Bektaş'ı günümüzü görüyormuş gibi, XX. y. yılın insanına
ders verir. Bu nedenle, Alevi- Bektaşilik oldukça dürüst, eylem
ve davranışlarında sorumlu insan yetiştirmeyi amaçlar. Kendi iç
muhasebesini yapan birey yanılgılarını ve yanlışlarını görebilme
ve bu yanlışlardan dönebilme olanağı bulur. Bu alışkanlığı
kazanan insanda kötülük beklenemez. O, hem kendine, hem de
içinde yaşadığı toplumuna ve dünyasına karşı sorumluluk duyan
bilinçli varlıktır. Hacı Bektaş insanda bu aşamayı amaçlar. Bu
aşamaya ulaşmanın yolu bilimden geçer. Gerekli bilgi ve bilim
anlayışını alamamış insanlardan böyle bir nitelik beklenemez.
O'na göre kişiyi kötülüğe yönelten etkenler şunlardır: 1)
"Nefsin istekleri", 2) "kibir ve sapkınlık", 3) "yalancılık ve
hilecilik('kulmaşlık')".Bu öğeler Hacı Bektaş'ın ömür boyu,
Alevi- Bektaşiliğin ise tarihi boyu savaşım verdiği öğelerdir.
7) Hacı Bektaş ve Bektaşilik'te Eğitim:
a- Toplumsal ve Ahlaksal Eğitim Anlayışı:
Bektaşilik, eğitim açısından insanları "er kişi" ve "ham
kişi(ham ervah)" olarak sınıflar. Bektaşilik'te "er kişi",
eğitilmiş kişidir. "Erenler" sözü de bir bakıma bu kavramdan ve
anlayıştan türer. "Erenler" denilmesinin nedeni; "eğitim alanına
girmiş", "eğitim yoluna girmiş" olanlar, "eğitim alan kişiler",
"eğitilmiş kişiler" oluşlarından dolayıdır.
Eğitim alacaklar ile eğitim alamayacaklar arasında da bir ayrım
yapılır ve insanlar bu açıdan sınıflandırılarak değerlendirilir.
Eğitim alanlar; aymazlıktan çıkmış anlamında "gafletten
uyanmışlar", Tanrı'yı bilen, öngörülü anlamında "Allah'a agâh
olanlar" olarak adlandırılırken, eğitim almamışlar veya
almayacak olanlar aymazlık içinde, uyanmamış olanlar anlamında
"gaflette olanlar" ve Tanrı'yı bilmeyenler, cahil anlamında
"Allah'a nadân olanlar" sözleriyle dile getirilirler. Bu
adlandırılışlar bir bakıma insanın akıl, bilinç, anlayış ve iman
gibi yetileri alabilecek anlayışa sahip veya sahip olmama
durumunu yansıtır.
Bektaşilik, temelde bir eğitim kurumudur. İnsanı hem meslek
olarak, hem bilgi olarak, hem de bilinç olarak yetiştirir. Bu
öğrenme, yetişme işi bir "meslek" edinme olarak adlandırılır. Bu
mesleğe Bektaşilik, "Peygamber mesleği" der. Bektaşlik, eğitim/
öğretim işini; "Kuran ahlakıyla ahlaklanmak" ve "Peygamber
mazharında bir insan olabilmek" olarak niteler. Bunların
sonucunda Bektaşilik, "olgun insan olabilme" yollarını gösteren
bir eğitim kurumu olarak ortaya çıkar.
Bektaşilik'te eğitim doğrudan yaşamın kendisidir. Bunu özel
anlamlar yüklediği biyolojik terimlerle dile getirir.
Bektaşilik'te "doğum", "nasip alarak yola girmek"tir. Bu eğitim
yoluna girme anlamınadır. Eğitim almamış insan doğmamış,
yaşamamış kabul edilir. Bu nedenle bir Bektaşi'nin yaşı,
"nasipli geçirdiği yıllar" kadardır.
Bektaşilik eğitimi doğrudan insanın özüne, özünün yetişmesine,
ahlaklanmasına yöneliktir. Alevi- Bektaşi insanına bir yön
vermeyi, ona bir yaşam biçimi kazandırmayı amaçlar. Bu yaklaşım;
"insanın öğrendiğini ahlakına indirgeyebilmesi" sözüyle dile
getirilir. Bektaşilik'te "öğrenme" için "bilgi edinme" yetersiz
görülür. "Bilgi edinme", "öğrenme"yi ve "eğitme"yi kapsar. Bilgi
işlev üretirse yararlıdır. Yoksa, "öğrenme" olarak kalmış kuru
bilgiden öte bir anlam taşımaz. Bilgi, davranışlara
yansımalıdır, bu da "bilgi"nin "eğitim" işleviyle ancak
gerçekleşir. Böylece bilgi, kuru bilgi olmaktan çıkmış ve
doğrudan yaşama geçmiş ve bir yarar sağlamıştır. "Bilgi",
"eğitim" biçiminde davranışlara yansır "Nasıl bir insan yaratmak
? " sorusunu karşılar. Bu yaklaşım insanı daha olgun
davranışlara, düşüncelere, olgunluğa, erdeme götürür. "Bilgi
edinme"; "öğretim" ile "eğitim"in ikisini de - çağımızda
düşünüldüğü gibi- kapsayarak gerçek amacına ulaşmış olur. Bu
durum, "olgun/ yetkin/ kamil insan" yaratmanın yolunu açar.
"Bilmek, bulmak, olmak" süreci Alevi- Bektaşiliğin olgun/ yetkin
insanını yaratır.
Bektaşilik eğitimle; "iyiliği kötülüğe egemen kılmak" için
uğraşır. "Kötülüğün zihinden çıkarılması" iş edinilir. İnsanın,
"nefsi ile savaşı" bu nedenle vardır. Alevi- Bektaşi için nefis
ile savaş, "en büyük savaş"tır. Gelişme, yenilenme, çağı anlama,
çağın önünde gitme, insanları aydınlatma, insanların ufkunu
açarak onları açmazlardan ve geriliklerden kurtarma Bektaşi yol
bağlısının eğitimi sonucunda edindiği yetilerdir. Çünkü
Bektaşilik; "Bektaşi'nin bir gün sonrasının, bir gün öncesinden
ileride olmasını" insansal zorunluluk olarak görmektedir.
Bektaşilik, çevrecilik anlayışını temel alır. Çünkü, felsefesi
olan tasavvufun bir gereğidir bu. Evrende birlik vardır. Tanrı
insanıyla, doğasıyla, çevresiyle bir bütünlük taşır. Bu
anlayıştan olacak ki, Alevi- Bektaşilik çevreyi gözönünde
tutarak davranış sergiler. Mürşit, "çevrede olan biteni izlemeli
ve herşeyin dengede olduğundan emin olmalıdır" anlayışı vardır.
Bu, insanın dünyasıyla ilgilenmesini ve çevreciliğini
gerektirmektedir.
Hacı Bektaş; bilimi, bilgiyi yolun özü haline getirir. Bilimi
olmayan herhangi birşeyi "suyu olmayan kent"e benzetir. Bilgini,
işi- gücü ibadet etmek olan zahide, din adamına üstün tutar.
Akıl'ı "başın sultanı", zekayı da insanın başına konmuş "hüma
kuşu"na benzetir. Tasarladığı, "gönül kenti"ne akıl'ı "sultan"
olarak düşünür.Yeryüzünde akılı "herşeyden üstün" görür. Çünkü
O'na göre, "her iyi şeye buyuran" akıldır. Akıl, "beden içinde
sultan, gönül içinde rahatlık"tır.
Bu sözleriyle Hacı Bektaş akılı, akılcılığı eğitiminin, insan
yetiştirmenin temeli olarak almıştır. XIII. y. yıllardan XX. y.
yıllara ışık saçmış, insanlığı aymazlıktan kurtarmak için "akıl/
akılcılık" üzerinde yöntem geliştirmiştir. Bu yaklaşımıyla Hacı
Bektaş ve bu yaklaşımı miras alan Alevi- Bektaşiler Ortaçağ'ın
karanlıklarını zorlamada insanlığa öncülük etmiş, Batı'ya mal
edilen Hümanizm'in, Rönesans'ın, Reform'un, Aydınlanma Çağı'nın
ilk öncüleri olmuşlardır.
b- Kişilik Eğitimi; Nefis Eğitimi: Alevi- Bektaşilik'te "nefis
eğitimi", insan yetiştirme işinin temelidir. İnsanda "iyi/ kötü"
olarak iki yan gören Bektaşilik, Dedeler, Babalar, Pirler,
Mürşitler gibi tarikat yetişkinleri yoluyla kişiyi bireysel
olarak eğiterek ve her türlü kötü ve yanlış eğilimlerinden
arıtarak, "iyi"yi "köyü"ye egemen kılmaya çalışır. Olgun/ yetkin
insan yetiştirmenin yolu budur. Bu bir bakıma "gönül eğitimi"
yoludur ve Alevi- Bektaşiliğin önplana çıkardığı "gönül adamı"
bu yolla yetiştirilir.
c- "Sen Seni Bil Sen Seni" Felsefesi ve Eğitim Anlayışı: Bu
anlayış Ahmet Yesevi ve tasavvuf felsefesiyle başlar, Hacı
Bektaş'ça işlenerek olgunlaştırılır, Alevi- Bektaşiliğin eğitim
ve ahlak anlayışı, yaşam felsefesi durumuna getirilir. Yunus
Emre ile yeniden işlenerek kitlesellik kazanır. Yunus kişinin,
bilim ve bilgi edinmesini kişinin kendini yetiştirmesini,
olgunlaştırmasını, kişilik eğitimine, iç olgunlaşmaya bağlar.
Hacı Bektaş bu anlayışa kitaplarında yer verir. Fakat, en güçlü
biçimiyle "Makalat"ında işler. Kişinin kendini bilecek,
yapacaklarının sorumluluğunda ve bilincinde olacak konumda
olmasını amaçlayıcı bir eğitim yöntemi önerir. Bu kişinin
"bilmek- bulmak- olmak" sürecini izlemesiyle ancak olanaklıdır.
Bu sürecin sonunda kişi "Tanrı'yı bilecek ölçüde" "kendini
bilen" insan olarak, yani yetişmiş, olgunlaşmış, oldukça
yetkinleşmiş olarak ortaya çıkar.
Hacı Bektaş, "her ne arar isen kendinden ara" anlayışıyla ortaya
çıkar. Bu O'nun "kendini tanı, kendini bil" felsefesine denk
düşmektedir. Ancak bu özelliği taşıyan, bu yetkinliğe ulaşmış
olanlar Tanrı'ya ulaşırlar, O'nunla bütünleşir, O'nun bilgisini
edinirler. Bektaşiliğe göre, "müminlerin kalbi Tanrı'nın kürsüsü
ve evidir".
8) Hacı Bektaş ve Bektaşilik'te Toplumculuk:
a- Halka Dayanma Anlayışı: Bektaşilik, tasavvufla doğrudan bağ
kurmuştur. Tasavvuf, fütüvvet ehli ile halka inmiş, ama Alevi-
Bektaşiler'ce halka mal edilmiştir.Tasavvufun yalın ortaklaşacı,
paylaşımcı yanı Alevi- Bektaşi yolunca özümsenmiş, Alevi-
Bektaşiliğe katkı olmuş, Alevi- Bektaşiliğin toplumcu
düşüncesini oluşturmuştur. Soyut tasavvuf somutlaşmış, "Hakk'tan
halka inmiş"tir. "Kamil insan", "kamil toplum" özleminin
çekirdeğini ve bu tür toplum yaratma sürecinin başlangıcı
olmuştur. Hacı Bektaş kendini bu amaca adamıştır. Bu anlayış
Hacı Bektaş yoluyla; "Ben din büyüğü diye halka hizmet edene
derim" biçiminde formüle edilmiştir."Halka dayanan" ve elinden
geleni toplumundan sakınmayan", özveri esasına dayanan, "kimseyi
ezmeyen, incitmeyen" Otman Baba'nın dediği gibi "boynuzsuz
koyunun hakkını boynuzlu koyundan alan" bir inanç, siyasal ve
toplumsal düzen tasarlar. Çağımız demokrasilerinin temelleri
buralardan filizlenmiş, kök salmış olmalıdır. Anadolu'da
demokratik düşünce O'nunla mayalanmıştır. Türk toplumunun
düşüncede ve pratikte ilk toplumcusu olmuştur.
b- Emeği Temel Alma Anlayışı: Hacı Bektaş öğretisi toplumun/
toplumculuğun merkezine emeği kor. Kendisi de bu alanda bir
kuramcı değil, doğrudan uygulayıcıdır. Çalışan, üreten insandır.
Toplumunun doğrudan aralarında yer alarak çalışır, "imece"
yoluyla üretir. İş yapmayı öğretir, "helal kazanma"yı tattırır.
Ona göre, "İbadetin yeri başkadır, işin yeri başkadır".Çalışmayı
kutsal görür ve ibadetin üzerinde düşünür. Bu ölçüde ekonomiye
ve toplumsallığa önem veren, inanç sisteminin "üretim- emek"
yanını öne çıkaran bir mutasavvıfa, tarikat adamına rastlanmaz.
Hacı Bektaş, saray dünyasının insanı değildir. O, doğrudan
çalışan ve üreten insandır. Emekçidir. "Vilayetname"de Hacı
Bektaş- Akçakoca ilişkisi anlatılırken, bu tutuma ilişkin
çarpıcı örnekler verilir. Burçakların doğaüstü güçle yolunmasına
karşı çıkılır. Burçaklar emeğin ve işin kaynağı olan elle
yolunur. Bir iş ve üretim yapılır ve "elimizin emeğini yiyelim"
denir.Hacı Bektaş doğaüstü gösterilerinde bile simgesel de olsa
maddi ve somut "emek" örnekleri sergiler. Ağaca çıkarak elma
toplar, değneği yere dikerek üzüm yetiştirir. Oysa başka ermiş
örneklerinde bu tür doğaüstülükler (kerametler) el- kol
kımıldatılmadan yapılır.
Hacı Bektaş, emeği, üretkenliği, "helal kazanç"ı, çalışmayı,
üretmeyi, "alınteri"ni, "cömertlik"i, "ekmeğini hiç kimseden
esirgememe"yi, "haram lokma yememe"yi toplum felsefesinin
temeline kor. Bu terim ve değerlere etik(ahlaksal) nitelikler
yükleyerek toplumun benimsemesini ve yaşantısına sokmasını
kolaylaştırır ve süregen kılar. Çünkü, etik değerler
gelenekleşerek süregen olurlar. Hacı Bektaş böylece bir
toplumsal olguyu yakalar. "Helalında rızık arama" ve "doyguyu
emekle arama" anlayışı O'nun yarattığı toplumsal ve inançsal
geleneğin odak noktasıdır. Bu arayış ve tutum bir erdemliliğe
dönüşür O'nun felsefesinde. "Kamil insan"dan aranılan
özelliklerdir bunlar.
c- Ortaklaşacılık Anlayışı: Hacı Bektaş korumacı, yetinmeci bir
toplumsal yapıdan yanadır. Özentilere yer vermez. "Dünyasal
nesneler"in insan üzerindeki egemenlik kurmasına ve kişiyi
yönlendirmesine bir mutasavvıf tavrıyla karşı çıkar. Bireyin
nesnelere, dünyasal olan varlıklara ve zenginliklere egemen
olmasıyla toplumsal mutluluğun sağlanacağı kanısındadır.
Tasavvuf dilinde bu tutum "fakr" halidir.Feodalizmin ve
kapitalizmin filizlenen öğeleri ta o dönemlerde Hacı Bektaş
tarafından reddedilir ve kötülükleri sergilenir. Bunun karşısına
"gönül cömertliği"yle çıkılmasını önerir."Helal kazanç"ı
idealleştirir. Sınıflı ve vurguncu düzenin gereği olan
tefeciliği, "faizciliği" ve faizciliğin bir türü olan "riba" yı
daha dört makamının ilki olan şeriat aşamasındayken "haram"
sayar.
Alevi- Bektaşilik, "ben/ bencillik"i kaldırma savaşını
vermiştir. Antik Yunan'dan beri birçok felsefenin ereklediği
insan ruhunun virüsü olan bu "ben/ ego" öğesini en güçsüz duruma
sokan Alevi- Bektaşilik yoludur. Alevi- Bektaşilik'te "benlik
şeytana yakışır/ benlik şeytanın işidir" denir. "Ben" sözü
kesinlikle bir övünme ve mülkiyet anlatımı olarak kullanılmaz.
Alevi- Bektaşi terminolojisinde "nefs" olarak dile getirilen bu
olgu, eğitime alınarak eritilmeye çalışılmıştır. Bu
anlayışlardan olacak ki, özel mülkiyet anlayışı ve özel mülkiyet
olgusu Alevi- Bektaşi dünyasında pek gelişmemiştir. Pirevi'ndeki
ve onu örnek alan Alevi, Bektaşi, Tahtacı köylerindeki
"Karakazan"ın kolektif ve paylaşımcı niteliği tüm Alevi- Bektaşi
dünyasına simgesel olarak örnek olmuştur. Bektaşi tekkelerinde
"Mihman Evi"(Konuk evi) nin bulunması insan severliği, toplumsal
dayanışmayı ve toplumsal sevgiyi belirler. Bireysel çıkarların
çemberini kırmayı, toplumsal erdemi yaratmayı amaçlar. "Meydan
Evleri" toplumsal tümlüğü, yeme- içmedeki toplumsal adaleti
sağlamıştır. "İmece" olarak birlikte çalışma, üretme ve
birlikte, topluca tüketme anlayışı doğmuştur. Alevi-
Bektaşiler'in bireyci ve özel mülkiyetçi yanları güdükleşmiş,
eşitlikçi ve toplumcu yanları ve anlayışları gelişmiştir.
Alevi- Bektaşilik'te özel mülkiyet yer alamamış, kamu/ ortak
mülkiyeti tutunmuş ve kurumlaşmıştır. Bu kurumlanış kaynağını
Hz. Ali'nin ve Hacı Bektaş'ın öğretilerinde ve uygulamalarında
alır. Bu öğretinin temelinde dünyadaki herşeyin insanlar için
yaratıldığı ve herkesin bunlardan yararlanması gerektiği
anlayışı vardır. Bu anlayışı Hacı Bektaş şöyle dile getirir:
"Hak Teâla dünyada her ne yarattı ise, sizlere verdi. Hem
kendisini dahi sizlere verdi. Gökler örtünüz, yerler döşeğiniz,
ay ve gün ışığınızdır. Yemişler nimetiniz, otlar süsünüz,
ağaçlar yaraşığınız (yararınız), yılkılar bineğiniz.(…)Sizler
birbirinizle kardeşsiniz. Siz kullar benimsiniz. Ben bağışlayıcı
Mevla sizinim. Bunca çeşit nesneleri sizin için yarattım.
Gökyüzünden yerin altına kadar her ne varsa sizlerindir, sizlere
bildirdim".
d- Dünyanın Düşünsel ve Sınıfsal Çelişkiler Üzerine Kurulduğu
Saptaması: Hacı Bektaş, evrende, dünyasal ve toplumsal olaylarda
diyalektiğin varlığını bir sosyolog gibi sezebilmiştir. Doğal ve
toplumsal olayların benzeştiğini, doğal ve toplumsal olaylardaki
çelişkiyi, toplumların birbiriyle çelişen sınıflardan oluştuğunu
görebilmiş; uzlaşmacı, dayanışmacı bir inanç ve toplumculuk
anlayışıyla bu soruna çözüm aramıştır. Mistik ve simgesel
görüntü altında bu toplumsal gerçeği sergiler. Baş ile vücut,
gök ile yer, dağ(yükselti) ile deniz(alçaltı) , ağaçlar(yüksek)
ile otlar(kısa) , acı ile tatlı, cennet ile cehennem, mümin ile
kafir, dost ile düşman, adil ile zalim arasındaki çelişkiyi
tartışır. Bu çelişkilerin birbirleriyle "dokuştukları"nı, yani
kavga ettiklerini, dünyadaki "adil düzenler" ile "zalim
düzenler"in de savaş içerisinde olduklarını saptar. Ancak
insanların birbirlerini "kardeş" görmeleriyle(Hacı Bektaş,
"sizler birbirlerinizin kardeşlerisiniz" diyor.) bu tür
çelişkilerin sonlanacağını belirterek, uzlaşmacı, barışçı, ama
zaman zaman tepkici bir yolla insanlığın sınıfsal
çelişkilerinine çözüm getirir.
e-Yalın Bir Köy Toplumculuğu Anlayışı: Hacı Bektaş; kuramsal
yapıtlarında, Sulucakarahöyük'te oluşturduğu toplumunda, Alevi-
Bektaşi dünyasına kazandırdığı ilkelerinde tüzegen(adil),
eşitlikçi, paylaşımcı, toplumcu bir toplum profili çizer.
Birlikte çalışılır, birlikte üretilir, ortak kazanda birlikte
tüketilir. Ortaya çıkan toplum ve yönetim tablosu; küçük üretim
birimlerine dayanan kooperatif ve imece sistemiyle çalışan ve
üreten genel anlamda bir "köy toplumculuğu"dur.Hacı Bektaş, köy
toplumunu ve üretim ilişkilerini gözönüne alarak düzenlemelerini
yapar. Yapıtlarındaki örneklemelerin çoğu köylülükle
ilgilidir.Anadolu'da ilk "Türk Komünü"nü Hacı Bektaş kurmuştur.
Bu kömünde; iş, üretim, ortak tüketim ve kamu/ ortak mülkiyet
esastır.Alevi- Bektaşiliğin bu yapısı, Kapitalist üretim ve
toplumsal ilişkilerinin egemen olmasına kadar sürer.
9) Hacı Bektaş ve Bektaşilik'te Kadın Anlayışı:
a- Kadınlara Geniş Haklar ve Özgürlükler Verilmesi Anlayışı:
Kadın, İslam düşünü, hukuku ve toplumu içerisinde ilk kez Hacı
Bektaş ile gerçek değerini bulur. Anadolu Türk kadınına layik
olduğu değeri Hacı Bektaş verir. Şeriat toplumundaki nikah ve
koşullu nikahlar, talak, iddet, hülle gibi kadını bir mal, eşya,
meta durumuna düşüren aile kurumları tümüyle kaldırılmış, Hacı
Bektaş ve Alevi- Bektaşilik kadına insansal değerini vermiştir.
Hacı Bektaş kadın ve erkeğe bir elmanın yarıları gözüyle
bakarak, toplumu oluşturan bu iki ayrı cinse eşit değer vererek,
İslamın Sami geleneklerinden getirdiği kadın aleyhine olan
olumsuzlukları gidermiştir. Alevi- Bektaşilik kadın alanında
İslami çizgiden çok, eski Türk törelerinin izleyicileri olmuş,
Ortaasya'dan getirilen kadına değer veren boysal yaşantı ve
düşünce sürdürülmüştür. Kadın Alevi- Bektaşilik'te değer gören,
saygın, ana, üretken, toplumsal ve ekonomik yaşama katılan,
çalışan, değer üreten varlıktır. Kaç- göç yoktur. Alevi-
Bektaşiler kadını şeri İslamcı çevrelerde olduğu gibi kafes
arkasına gizlemez. Örtünme yoktur. Kadın doğuştan sakıncalı,
eksik değildir. Sevilen- sayılan eşdir, anadır, bacıdır, kız
çocuğudur. Alevi- Bektaşi toplumlarında zinanın dışında boşanma
olmaz. Boşananlar çok yadırganır. Yol düşkünü olurlar. Fuhuş ve
benzeri olağan dışı ilişkiler görülmez. Kadın bir "seks aracı"
değildir. "Odalık", "oynaş" gibi kadını gerçek kişiliği dışında
bir "gönül eğlencesi" olarak anlayan durumlar bulunmaz. Tek
evlilik ve tek eşlilik esastır. Birden çok evlenene pek
rastlanmaz. Kadın toplumsal yaşamın doğrudan içindedir. Kültür
ve inanç kurumlarında da kadın erkekle birliktedir. Kadın, cem
törenlerine erkeklerle birlikte katılır. Kadının kestiği yenir.
Alevilik tarihinde savaşlarda düşmanın karısı ve kızı ganimet
olarak alınmamıştır.
Bektaşi dergahlarında kadın dervişler vardır. Tarihçi Ö. L.
Barkan Osmanlı kayıtlarında Kız Bacı, Ahi Ana, Sağrı Hatun, Hacı
Fatma, Hundi Bacı Hatun, Sume Bacı adlarında dergah yöneticisi
kadınlara rastlar.Kadıncık Ana da bu derviş ve dergah yöneticisi
kadınlardandır. Hacı Bektaş'ın öğretisini o, Abdal Musa'larla
tarikatlaştırmıştır. Yunus Emre, şeyhi Taptuk Emre'ye "anabacı"
aracılığı ile ulaşır. Anadolu'da başında kadınlar olan Alevi-
Bektaşi ocakları vardır. Tokat'taki "Anşa Bacılılar" buna en
güzel örnektir. Veli Baba'nın Halep'e Osmanlı sarayınca
sürülmesi üzerine ocağın başına eşi Anşa Bacı geçer ve sürdürür.
Anadolu'daki kadın adına bağlı ocakların ilki budur. Afyon-
Emirdağ'ın Karacalar Köyü'ndeki "Hüseyni" adlı topluluk da
1900'lerde Zöhre Bacı'ya bağlanmışlardır.Birçok Alevi- Bektaşi
kadın şair, müsikişinas, ressam ve sanatçı yetişmiş, gerek
dergah içinde, gerekse dergah dışında bulunmuş ve bugünlere dek
gelen sanatsal ürünler vermişlerdir. Şeref Bacı, Gülsüm Bacı,
İkbal Bacı, Şehrubanu Bacı, Sakine Bacı, İzmirli Emine Beyza
Bacı, Arife Bacı, Hüsniye, Useyle, Zeynep, Zeynep Kamil, Münire
Bacı, İstanbullu Naciye Bacı, Öksüz Zeynep Bacı, Leyla Bacı
bunlardan bir bölümüdür. "Kadıncık Ana/ Kutlu Melek" tipini öne
çıkararak, Alevi- Bektaşiliğin ideal kadın tipini yaratır.
Kadınların okutulmasını öğütleyerek, gelecek kuşakların bilinçli
anaların elinde yetişmesini ister.
b- Toplumun Temelinin Sağlıklı Aile Kurumunun Olması Anlayışı:
Hacı Bektaş, toplumun düzeni, geleceği açısından evliliği
gerekli görür. Olaya bir psikolog, bir toplum ve siyaset bilimci
gibi yaklaşır. Evliliği şart koşar. "Şeriat kapısı"nın beşinci
"makamı" "evlenmek", "nikah kıymak"tır. Bu yolla sağlıklı bir
aile kurumu yaratılmak ve toplum bu "aile kurumu" üzerine
oturtulmak istenir. Bu nedenle Alevi- Bektaşi toplumu evlenmeyi,
çocuklarını evlendirmeyi esas alır. Birçok Alevi- Bektaşi
yöresinde "büyük kız saklanmaz", "başgöz edilir". Yani
evlendirilir. Aile babasının eşine ve çocuklarına bakması,
koruması, yetiştirmesi esastır. Türk ve Alevi- Bektaşi töresinin
bir gereğidir.
10) Bektaşilik'teki Devir, Sudur Kuramları:
Bektaşilik, "kamil insan"ı yetiştirmeyi amaçlayan bir toplum
felsefesi ve inancıdır. "Kamil insan"dan yola çıkılarak "kamil
toplum" yaratılmaya çalışılır. Bektaşiliğin amaçladığı toplum ve
toplumsal düzen ancak bu yolla ve bu aşamada gerçekleşir.
Bektaşilik iki yüzlü bir eğilim sergiler. Dış(zahir) yüzü halka,
topluma, iç(batın) yüzüyse Hakk'a yöneliktir. Bektaşilik bu iki
eğilimin/ yönün kavşak noktasındadır. Bu durum Bektaşiliğe
"Horasan Tasavvuf Okulu"ndan kalan bir mirastır. Bektaşilik'te
iç (batın) anlamlar simgelerle, dış (zahir) anlamlarsa
örneklerle anlatılır.
Bektaşilik görünürde(zahirde) Caferi mezhebindedir. Katarda İmam
Cafer'e uyulur. Bektaşilik, hiçbir din ve mezhebe katıca
bağlılık göstermez. Köken kültürlerden, dinlerden, inanışlardan
ve felsefelerden izler taşır. Caferilik'le ilişiği de bu
düzeydedir. Caferilik bağlamı içerisinde görünülmesine karşın,
tam bir Caferilik sergilenmez. Yalnızca kendini o ekole bağlı, o
ekolun içinde görür. Caferiliğin Batıni yanınını geliştirir ve
Caferiliğin Batıni yanının temsilcisi olur. Böylece; Bektaşilik
sufiliğe/ tasvvufa dayalı, Batıni özellikler taşıyan, heterodoks
bir öğretidir.
Alevi- Bektaşilik Muhiddin Arabi'nin "Vahdet- i Vücut/ Vahdet- i
Mevcut" felsefesini tümüyle benimser. "Enelkak" ve "tevelle-
teberra" kuramlarının derinliğine ulaşır. Alevi- Bektaşilik
tasavvufa dayanır. Tasavvuf, Alevi- Bektaşiliğin felsefesidir.
Bu artık yadsınamayacak bir gerçek olarak kabul edilmektedir.
Felsefesinin özünde "varlığın tekliği" anlayışı yatar. Tanrı-
evren- insan bütünselliğine inanılır. Tanrı'nın her parçasının
evrendeki her parçada, her insanda olduğuna inanılır. Bu
anlayış; "ne varsa alemde, örneği var ademde" tümcesiyle förmüle
edilir. Toparlarsak şunlar ortaya çıkar:
Doğa ve evren Tanrı'nın açık bir görünümüdür.
Yeryüzünün tanrısı insanın kendisidir. Tanrı kendini olağandışı
insanda, insanüstü insanda, kamil insanda gösterir.
Hz. Ali, kamil(yetkin/ olgun) insanın öntipidir.
Tanrı insanın içinde olduğundan, özellikle insan görünümü
Tanrı'nın düşünce, irade, özgürlük, eylem gibi özelliklerini
yansıtır.
Gerçek tapınç(ibadet), insanın düşüncelerini kendi üzerinde
yoğunlaştırmasıdır. Çünkü Tanrı, insanın içindedir. Bu nedenle
insanın kendi dışınde bir nesneye yönelik düzenli tapınması,
tapıncın öznel ve nesnel nedenleri kalmadığından gereksizdir.
Saf bir ruh olarak insanın düşünme gücü meleklere karşın daha
azdır. Fakat bir bedene sahip olması, ona meleklerden daha çok
düşünme gücüne ulaşma şansını verir.
Kamil(olgun/ yetkin) insanda Tanrı, bu evrende kendi bilincine
varmanın en yüksek düzeyine, doruğa ulaşır ve kendisini izler.
Tanrı'nın bütün varlıkları oldukça geniş bir devirle Tanrı'ya
geri dönerler ve asıl, gerçek Tanrı'ca özümsenirler. Her dönüşüm
sonrasında Tanrı, daha çok kendi bilincine varır, deneyim
kazanır ve kendini tanır.
11) "Dört Kapı Kırk Makam" Kuramı:
"Dört Kapı Kırk Makam" öğretisinin kökenleri eskilere kadar
gider. "Horasan Tasavvuf Okulu"na, bu okulun ortaya çıktığı
toplumsal ortama, eski Ortaasya, Ortadoğu ve Anadolu din ve
inanışlarına kadar giden izlerini bulmak olasıdır. Hacı Bektaş
ve Bektaşilik de zaten bu kaynakların bireşimsel ürünüdür.
Alevi- Bektaşilik, "Dört Kapı Kırk Makam" öğretisiyle
somutlaşmış, ayakları yere basmıştır. İnsanı ve giderek Alevi-
Bektaşi toplumunu bu olgunlaşma/ yetişme evrelerinden geçirerek
yaratılmaya çalışılır. Bu evrelere dayanarak yetiştirme anlayışı
Sünnilik'le Alevi- Bektaşiliği kesin olarak birbirinden ayırır.
Bu yolla inanç, çeşitli kapı ve makamlara ayrılarak insanlar
kurallara boğulmak istenmemektedir. Tam tersine insanların
karşısına sayısız seçenekler sunularak inançsal, düşünsel ve
ahlaksal yaşamı kolaylaştırılmaya çalışılmaktadır.
Her Alevi- Bektaşi'nin yaşamı boyunca ezberlediği "Dört Kapı
Kırk Makam"a genellikle Hacı Bektaş'ın "Makalat" ile "Fevaid"
adlı kitaplarında ve "Buyruk"larda yer verilmiş, işlenmiştir.
Kapı dörttür. Bunlar sırasıyla; Şeriat, Tarikat, Marifet ve
Hakikat'tır. Her kapının on makamı vardır. Böylece kırk makam
olmaktadır. Erkan, onyedidir. Menzil, üçyüzaltmışaltıdır.
Vilayet tabakası onikidir. Vilayet dairesi yedidir. Vilayet
bölüğü dörttür. Yetmişüç fırka(bölek- mezhep) vardır. Bunlardan
yalnızca biri kurtulanlar(naci), yani geçerli, öbür yetmişikisi
ise yanlış ve geçersiz fırkadır.
Şeriat Kapısı:
Alevi-Bektaşiliğin anladığı şeriat; başlangıçta kutsal kökenin
bir yansıması olarak algılanan görünür nesnel dünyadır. "Zahir"
değil, "batın"dır. İnsan kendi kendini eğitmeye bu evrede
başlar. Kaba, kuralcı bir inanç anlayışı vardır. Bu evrenin
inananı "abid", olarak adlandırılır. Makamları şunlardır:
1. İman etme: Zahir olarak; Tanrı'nın birliğine, meleklerine,
peygamberlerine inanmaktır. Batın olarak ise; mürşit önünde
yolun bütün kurallarına uyacağına söz verme, bu inancını ikrara
bağlama, gönül yoluyla Hakk'a ilişkin anlamı, sezgiyi, bilgiyi
yakalamadır.
2. Bilim öğrenme: Zahir olarak, akla ve söylenenlere dayanan
bilimleri öğrenmektir. Batın olaraksa, tarikat yolunda gönül
yoluyla önce kendini, sonra kendi özünde Tanrı'yı bulmak, bunu
etiğine indirgemek ve sezgisel aklını kullanarak kesin bilgiye
ulaşmaktır.
3. İbadet etme: Alevi- Bektaşilik; namaz, oruç, zeket gibi
İslamsal zahiri ibadetleri yerine getirmez. İbadet olarak
Tanrı'ya yakın olmayı, Tanrı'yı içinde, gönlünde duyumsamayı
anlar.
4. Helal kazanma, haramdan uzaklaşma: Zahir olarak yasal
yollardan kazanmaktır. Batın olaraksa, gönlünü, beynini
bozguncu, yıkıcı düşüncelerle doldurmamaktır.
5. Nikah kılma, evlenme: Zahir anlamda, evlilik dışı ilişkilerde
bulunmama ve yakın akrabalarla evlilik yapmamaktır. Batın
anlamda ise, ikrar verip yola girme ve yolda şeytana uymamaktır.
6. Çevreye zarar vermeme: Zahir olarak çevreyi kirletmemektir.
Batın olarak; hiçbir şeyin nedensiz, işlevsiz oluşturulmadığı
kanısıyla tüm canlı- cansız varlıkları, doğayı, doğada var olan
dengeyi koruyacağına, kollayacağına söz vermek ve sözünü yerine
getirmektir.
7. Sünnet ve cemaat ehli olma: Zahir olarak, Peygamber'in
buyruklarına, kurallarına uymak, Hz. Muhammed'in söz, davranış,
uygulama ve onaylarını kabullenmektir. Batın olaraksa; yol
töreleri konusunda bilgili olmak, Hz. Ali ve soyundan gelen
imamların söz, davranış, uygulama ve onaylarını kabullenmek ve
pire, mürşide itaat etmektir.
8. Şefkatli olma: Zahir olarak; insanlara yumuşak ve sevecen
davranmaktır. Batın olaraksa; bütün yaratılmışlarla kardeş
olmak, onları Tanrı emaneti bilip korumaktır.
9. Arı(pak) giyme, arı yeme: Zahir olarak; Kuran'ın izin verdiği
şeyleri yemek, giymek ve temizliğe özen göstermektir. Batın
olaraksa; tanrısal nitelikleri tanımak, onları etike indirmek ve
davranışlarının bir parçası durumuna getirmektir. Gönül bilgisi
yoluyla gerçeği yakalamak, bunu tanrısal özellikler olarak
algılamak, algılanan şeyleri ahlakın temeline indirgemek ve
davranışlara yansıtmaktır.
10. İyiliklere sarılma ve kötülüklerden kaçınma: Zahir olarak;
Tanrı buyruklarına uymak ve yasaklardan kaçınmaktır. Batın
olaraksa; Tanrı'ya yaklaşmak ve sürekli bu tür bir çaba
içerisinde olmaktır.
b- Tarikat Kapısı:
Alevi- Bektaşiliğin yol kuralları, ilkeleri, töreleri bu aşamada
öğrenilir. Kısaca yola girilir. "Zahidlik"le özdeşleşilir. Hakk
yolu bulunmaya çalışılır. Bu evre, kamil insan olma sürecinde
ikinci aşamadır. Eğitim ve aydınlanma olayı gerçekleşir. Tarikat
Kapısı'nın makamları şunlardır:
1. Elalıp tövbe etme: Bir mirşide bağlanmak, "ham ervahlık"tan
ayrılıp olgun/ yetkin duruma gelmek, kötü ve günah işlerden uzak
durmak, Hakk'tan halka inen bir toplum hizmetlisi durumuna
gelmektir.
2. Mürit olma: Mürşidin isteğine uymak, eğitim alma isteğinden
olmak, düşünce ve davranış düzeyinde verilen eğitimi
özümseyebilmek için içtenlikle çalışmaktır.
3. Saçını- sakalını kesme ve temiz giyinme: Alevi- Bektaşilik'te
cinsiyet farkı gözetilmez. "Saçını giderme", "kadının
dişiliği"nin "erkeğin kişiliği"nin ortadan kaldırılması olarak
algılanan simgesel olarak "çar- darb" erkanından geçmektir.
"Libas giymek"le de, Alevi- Bektaşilik'çe kutsal görülen "taç",
"tennure", "haydariye", "kamberiye", "kemer kuşanmak", "teslim
taşı" takmak gibi yola özgü giysi ve takıları takınmak, bu yolla
ayıpları örtücü olmaktır.
4. İyilik yolunda savaşma: En büyük düşman olarak görülen
nefisle savaşıma girmek, "benlik"in geçici ve dünyasal
isteklerine karşı koymaktır. Kişinin kendisiyle savaşını, kendi
benliğini eğitmesini amaçlar.
5. Hizmetli olma: Kendini insanların mutluluğuna adamak, bunun
için her türlü özveriye katlanmaya hazır olmaktır.
6. Haksızlıktan korkma, çekinme: Tanrı yolunda yürürken, gerçeğe
kavuşurken yanlış bir adım atmaktan kaçınmak ve Tanrı'nın bir
yansıması olarak algılanan doğaya, insana kötülük getirecek
eylem ve davranışlardan sakınmaktır.
7. Umutsuzluğa düşmeme: Kutsal gerçeğe bir gün kavuşulacağı
umudunu taşımak, bunu hiçbir zaman yitirmemek, haklının haksızı
yeneceğine inanmak, bu inancı sürekli canlı tutmak.
8. Hırka, zembil, makas, seccade; ibret alma ve hidayet etme:
Hırka alma; tanrısal niteliklere bürünmek, kutsallık
kazanmaktır. Zembil alma; irfan arayıcısı olmak, evrenin
gizlerini bilmek, kavramak, gönül yoluyla sezgisel olarak bilgi
edinmektır. Makas alma; tanrısal ahlaka uymayan sünnet dışındaki
yenilikleri bırakmak, birey/ toplum katında ahlak dışılıklardan
uzaklaşmaktır. Seccade; her zaman ve her yerde Tanrı
tecellilerinin önünde olduğunu bilmek, tanrısal tecelli olarak
algılanan şeye, insana büyük bir saygı ve sevgi beslemek, Tanrı
sevgisini tecellisine aktararak aynı sevgiyi onda yaşamaktır.
İbret alma; her şeyde Tanrı'nın bir hikmeti olduğunu anlamak,
"ben" özelliklerinden arındırılmış ve "ben" özelliklerinin
katılımıyla beliren toplumsal bilinçte yaratıcılık görmektir.
Hidayete ermekse; Hakk yoluna girmek ve tarikatı benimsemektir.
9. Nimet dağıtma: Toplumda makam, toplumsal çevre, söz sahibi,
sevgi sahibi ve öğüt sahibi olmaktır. Makam sahibi olmak; ruhsal
bakımdan belli bir olgunluk aşamasına ulaşmış olmaktır. Makam,
tarikat yolcusunun ruhsal bakımdan ulaştığı olgunluk evresini
simgeler. Bu anlamda "post"u simgelemektedir. Cemiyet sahibi
olmak; yola(tarikata) girmek isteğinden olmaktır. Öğüt(nasihat)
sahibi olmak; yol kurallarını, ilkelerini, törelerini anlatacak
denli bilgi ve beceri sahibi olmaktır. Muhabbet sahibi olmaksa;
Tanrı'ya, yol ulularına, ya da yol uğrunda yapılan bir işe,
eyleme, davranışa gönülden sevgi ve bağlılık duymak, bir sorunun
tartışılıp değerlendirilmesi, bir sonuca bağlanması için
"muhabbet meydanı" açmaktır.
10. Aşka erme, şevke erme, özünü fakir görme: Aşka erme;
tanrısal varlığı içten gelen bir eğilimle sevmek, sevilende
kendini yok etmek, sevilenle bir olmak, seveni yok yalnızca
sevileni var etmektir(aşık- maşuk). Şevke erme; Tanrı
sevgisinden, tanrısal tecellilerden kaynaklanan coşkuyu
duyumsamaktır. Özünü fakir görme: Tanrı uğruna dünyasal
varlıklardan vaz geçmek, "ben"in geçici isteklerine kanmamak,
büyüklük taslayarak tanrısal varlık karşısında bağımsız bir
tutum takınmamaktır.
c- Marifet Kapısı:
Gönül yolunda en yüce düzeye ulaşma, tanrısal gizlere(sır) erme
evresidir. Bu evre "arifler"le özdeşleştirilir. Su gibi arılık
aranılır. Makamları şunlardır:
1. Edepli olma: Alevi- Bektaşiliğin ünlü ahlak ve toplum ilkesi
burada temel alınır. Eline, diline, beline sahip olamak anlayışı
yaşama geçirilir. Kötü hal ve hareketlerden uzak durmak
amaçlanır.
2. Bencillik, kin ve garezden korkma ve uzak durma: Tarikattan
marifete geçen kişinin bu makamdan düşme endişesini taşıyarak
korkuya kapılması, kendine yönelik eleştirileri sürekli canlı
tutup özünü bencillikten, kin ve garezden uzak tutmasıdır.
Engelleyici bir korkunun kuşatıcılığında her vicdanın sesi
dinlenerek, kendini yoklayarak, eksiklerini saptama ve geleceğe
daha arınmış olarak çıkmaktır.
3. Perhizli olma: Hiçbir şeyde aşırı olmamak, aşırıya kaçmamak,
ulaşılan manevi aşamanın verdiği sarhoşluktan korunmak, bu
duyguyu yanlış algılayıp kendini yitirmemek ve mahrem olan
şeylerden uzak durmaktır.
4. Sabır gösterme ve yetinme: Bir olgunluk evresi olarak
algılanan bu makamda; Tanrı'dan başkasına yakınmamak, kutsal
gerçeğe giderken aceleci olmamak, taşkınlık yapmamak, ölçülü
olmak, mürşidin verdiği kadarıyla yetinmek, nefsine uyup
mürşidinden kaldıramayacağı isteklerden bulunmamaktır.
5. Utanma: Yakışıksız davranışlardan ve uygunsuz işlerden
kaçınmak, kınanma, ayıplanma kuşkusuyla bir şeyi yapmaktan ya da
yapmamaktan sıkılmak.
6. Cömert olma: Bilgisini ehlinden esirgememek, bilgisinden
layık olanı yararlandırmak, bunu ibadetin bir gereği olarak
algılamak ve bu yolla insanın kendisini arı kılmasıdır.
7. Bilim öğrenme: Tarikat yolunda gönül yoluyla önce kendini,
sonra kendi özünde Tanrı'yı bulmak, sezgisel aklını kullanarak
kesin bilgiye ulaşmaktır.
8. Gösterişsiz yaşama, miskinlik: Kişinin kendisine hiçbir
varlık tanımaması, teslim olması, uzlaşması, yola, yolun
kurallarına tam olarak uyması ve bağlanmasıdır.
9. Arif olma(marifet/ hüner) : Tanrı'nın gönül bilgisi,
duyarlığı, derinliği yoluyla kendi özüyle bütünleşmesine izin
verdiği ve bu yolla kendi yüce varlığını görebilmesi lütfunu
sağladığı, kendi özünü tanıma tadının zevkini verdiği
biçimindeki yüksek olgunluk aşamasına ulaşmasıdır.
10. Özünü bilme: Son amacını "alem- i ekber"de bulan ve küçük
evren olarak algılanan insanı tanımak, bu yolla son amacını
"alem- i asgar"da bulan ve büyük evren olarak algılanan alemin
farkına varmak, bu bağlamda Tanrı'nın bütün sıfatlarının insanda
ortaya çıktığının ayırımına ermektir.
d- Hakikat Kapısı:
Hakikat, bir ilham makamıdır. İlham doğrudan Tanrı vergisi
olarak kalbe, gönülde doğan anlam, sezgi ve bilgidir. İlham,
yanlızca arınmış gönüllere iner. İlhamda aldanma ve yanılma
olasılığı yoktur. Hakk'ı görme, tanrısal alemin gücü içerisinde
erime, sonsuzlaşarak "bekalaşma" hakikat evresinde gerçekleşir.
Kamil insan olma yolculuğunun sonuncusu ve yetkinliğe varma
aşamasıdır. "Muhibler"le özdeşleşilir. Bu evrede Hakk'tan halka
inilir, yararlı işler yapılır. Düşünce aktarımında son derece
cesur ve kurulu düzenin kurallarını yıkıcı, dünyasal yaşamını
kurallara alan her türlü baskıya karşı tepkici bir tutum
sergilenir. Hakikat kapısının makamları şunlardır:
1. Toprak(turab) olma: Herkesin "ayak toprağı" anlamında
alçakgönüllü olmak, Tanrı'dan gelen herşeyi gönül hoşluğuyla
karşılamak, Tanrı'nın hoşnutluğunu, onayını kazanmak, kendini
yol kurallarına bırakmak ve teslimiyete ermektir.
2. Tüm insanları bir görme: İnsanlar arasından din, dil, ırk ve
mezhep ayrımı yapmamak ve tüm insanların inançlarına hoşgörüyle
bakmaktır.
3. Elinden geleni esirgememe: Verici olmak. Elinden gelen bir
hizmeti, yardımı vermekten, yapmaktan kaçınmamaktır.
4. Kimsenin ayıbını görmeme: İnsanların iyi, yararlı ve üretici
yanını yakalamak; insanların kusurlarını, ayıplarını örtücü
olmak, onları büyütmekten, yaymaktan kaçınmaktır.
5. Tevhid anlayışında olma: Bütün varlık türlerinin Tanrı'da
"bir" olduğuna inanmak, Tanrı'dan başka varlık tanımamak,
Tanrı'nın birliğine ve Ali'nin Tanrı'nın "veli"si olduğuna
inanmak, Tanrı'nın görüntüsü durumundaki tüm canlı- cansız
varlıkları sevmek ve bunu bir ibadet olarak algılamaktır.
6. Vahdet- i Mevcut anlayışında olma: Tanrı'ya yakın olmak,
Tanrı'yla bir olmak ve Tanrı- evren- insan üçlüsünden oluşan
"birliği" Tanrı olarak algılamaktır. Vahdet- i Vücut biçiminde
görülen tasavvuf akımı, Alevilik- Bektaşilik'te "Vahdet- i
Mevcut" biçimini almıştır.
7. Anlamı bilme, sırrı öğrenme: Gönül sezgisi yoluyla duyular
üstü bilgiye ulaşmak, marifete ermek; batın ve tarikat bilgisini
özümsemek ve hakikate ermek; nefsin isteklerinden sıyrılıp derin
düşünceye dalarak, "Tanrı evi" olarak tanımlanan gönülde ortaya
çıkan örtülenmiş(gayb durumunda) şeylerin, yani Hakk'ın
örtülediği ancak halka bildirmediği şeylerin ayrımına varmak,
sırra ermek; ulaştığı anlamı, erdiği sırrı, ehil olmayandan
sakınmaktır.
8. Seyrü sülüğünü tamamlama: Seyrü sülük aşamaları sıralamasında
son evre olarak benimsenen ve Tanrı'dan halka dönmek olarak
algılanan "seyri anillah"(Tanrı'dan yolculuk) aşamasını
tamamlayıp gerçekle gerçek olmaktır.
9. Gerçeği gizlememe: Sohbette, muhabbette hakikat sırrını
Hakk'tan halka taşımak; inançtan akla atlamak ve aklın
öncülüğünde kamil toplumu yaratmaya koyulmaktır.
10. Münacat ve müşahede: Tanrısal sırları ve tecellileri
seyretmek, bu yolla tanrısal alemi görmek; her an "Tanrı evi"
olarak algılanan gönülde Tanrı ile söyleşide bulunmak; tarikat
ulularını övmek ve onlara bağlılıklarını bildirmektir.
Dipnotlar:
Kaygusuz- Alevilik İnanç, Kültür, Siyaset Tarihi ve Uluları,
Alev Yay. İst. 1995 C: I, s: 40 v. d. , 48 v. d.
Kaygusuz, C: l , s: 41 v. d. , 48 v. d.; Said Nefisi- Babek,
Berfin Yay. İst. 1998, s: 26, 29, 48, 69, 71.
Prof. Osman Turan- Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Turan
Neşriyat Yurdu, İst. 1973, s: 69 v. d.
Prof. Stanford Shaw- Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, E
Yay. İst. 1982, C: I, s: 26.
Anadolu'ya derviş akını ve Anadolu toplumu içerisinde yer
alışlarıyla ilgili olarak şu çalışmaya bkz: Prof. Ömer Lütfi
Barkan- "İstila Devirlerinin Kolononizator Türk Dervişleri ve
Zaviyeler", Cem Dergisi,
S: 54, 55, 56, Kasım- Aralı- Ocak- 1995- 96.
XI. - XIII. y. yıllarda Anadolu'ya gelen Türk- Türkmenler'in
sayıları için şu çalışmalara bkz: Claude Cahen- Osmanlılar'dan
Önce Anadolu'da Türkler, E Yay. İst. 1984. s: 50 v. d. , 149 v.
d. ; Doğan Avcıoğlu- Türkler'in Tarihi, Tekin Yay. İst. 1979-
82, C: I, s: 42 v. d. , 148 v. d. , 158 v. d. , C: V, s: 2004 v.
d. ; Stefanos Yerasimos- Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Gözlem
Yay. İst. C: I, s: 168 v. d.
Bkz: Shaw ( 1982), c: I, s: 28 v. d
Savunmalar için bkz: Prof. Fuat Köprülü- Osmanlı
İmparatorluğunun Kuruluşu, Ank. 1972. s: 159 v. d. ; Turgut
Akpınar- Türk Tarihinde İslamiyet, İletişim Yay. İst. 1994, s:
89 v. d. ; Prof. Franz Babinger-
"Anadolu'da İlamiyet", Cem Dergisi, Sayı: 55, s: 14, Aralık
1995.
Geniş bilgi için bkz: Avcıoğlu (1982), C: V, s: 2006 v. d. ,
2010 v. d. , 2022.
Bkz: Prof. Zeki Velidi Togan- Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun
Kitapevi, İst. 1981, s: 134; Akpınar (1994), s: 88 v. d. ; Baki
Öz- Alevilik Nedir?, Der Yay. İst. 1995, s: 63 v. d. ; Baki Öz-
Aleviliğin Tarihsel Konumu, Der Yay. İst. 1995, s: 14, 160.
Geniş bilgi ve açıklamalar için bkz: Avcıoğlu(1981), C: IV, s:
1772 v. d. , 1784 v. d.
Bkz: Turan (1973), s: 179 v. d. ; Cahen, s: 138 v. d. , 243.
Geniş bilgi ve açıklamalar için bkz: Ahmet Yaşar Ocak - Babailer
İsyanı, Dergah Yay. İst. 1980, s: 132; Reha Çamuroğlu - Tarih,
Heterodksi ve Babailer, Der Yay. İst. 1990, s: 180 v. d.
Bar Hebraus- Abû'l- Faraç Tarihi, TTK Yay . Ank. 1950, C: II, s:
540.
Geniş açıklamalar için bkz: Prof. Osman Turan- Selçuklular
Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat Yurdu, İst. 1971, s: 543 v. d.
; Prof. Osman Turan- Selçuklular Tarihi ve Türk İslam
Medeniyeti, Boğaziçi Yay. İst. 1996, 5. basım, s; 487 v. d. ;
Burhan Kocadağ- Alevi- Bektaşi Tarihi, Can Yay. İst. 1996, s:
72.
Geniş açıklamalar ve değerlendirmeler için bkz: Prof. Hilmi Ziya
Ülken- İslam Felsefesi Tarihi, İst. . 1957, s: 5 v . d.
Bkz: Ocak(1980), s: 39 v. d. ; Abdulbaki Gölpınarlı- Mevlana
Celaleddin, İnkilap Kitapevi, İst. 1959, s: 19 v. d.
Geniş bilgi için bkz: Gölpınarlı (1959), s: 233- 246 arası.
Geniş bilgi için bkz: Stefanos Yerasimos- Azgelişmişlik
Sürecinde Türkiye, Gözlem Yay. İst. C: I, s: 149 v. d.
Yerasimos, C: I, s: 152.
Avcıoğlu(1982), C: V, s: 2174 v. d.
Bkz: Avcıoğlu(1978), C: I, s: 98; C: IV, s: 1638, 1650.
Yerasimos, C: I, s: 153 v. d. .
Cahen, s: 163.
Yerasimos, C: I, s: 176.
Prof. Ethem Ruhi Fığlalı- Türkiye'de Alevilik Bektaşilik, Selçuk
Yay. Ank. 199l, 2. baskı, s: 137; Prof. Cavit Sunar- Melâmilik
ve Bektaşilik, İlahiyat Fak. Yay. Ank. 1975, s: 36; Prof. Esad
Coşan- Hacı Bektaş- ı Veli Makalat, Seha Neşriyat, İst. s: XX;
Coşan(1995), s: 32, 84.
Rüştü Şardağ- Her Yönü ile Hacı Bektâş- ı Veli ve En Yeni Eseri
Şerh- i Besmele, İzmir, 1985, s: 53 v. d.
İsmet Zeki Eyuboğlu- Bütün Yönleriyle Hacı Bektaş Veli, Özgür
Yay. İst. 1989, s: 52 v. d.
Doç. Yaşar Nuri Öztürk- Tarihi Boyunca Bektaşilik, Yeni Boyut
Yay. İst. 1990, s: 53.
A. Gölpınarlı- Velâyetname, s: 49, 50, 70, 93; Ahmet Eflâki-
Ariflerin Menkıbeleri, C: I, s: 370, 450 v. d.
Geniş bilgi için bkz: Doç. Dr. Mikâil Bayram- Ahi Evren ve Ahi
Teşkilâtı'nın Kuruluşu, Konya, 1991, s: 82, 83, 84, 85, 86, 104.
Kaynağa ilşkin bkz: Coşan- Makalat, s: XXIV; Coşan(1995), s: 33;
Öztürk(1990), s: 52.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi(Haz. : Atsız), Milli Eğ. Yay. İst. 1970, s:
221.
Geniş bilgiler için bkz: Birge, s: 44 v. d. ; Eröz(1990), s:
178; Fığlalı, s: 140 v. d.
Coşan- Makalat, s: XXV; Gölpınarlı- Vilâyetname, s: XIX v. d. ;
Birdoğan(1990), s: 78; Ulusoy, s: 19.
Atilla Özkırımlı- Alevilik- Bektaşilik, Cem Yay. İst. 1990, s:
103.
Dr. Mikâil Bayram- Baciyan- ı Rum, Konya 1987, s: 25.
Gölpınarlı- Vilâyetname, s: 17 v. d.
Cemal Şener- Alevilik Olayı, Yön Yay. İst. 1989, 4. baskı, s:
105.
Bayram(1991), s: 55, 64, 102, 114.
M. T. Oytan- Bektaşiliğin İçyüzü, s: 50; Birdoğan(1990), s: 316.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 221 v. d.
Öztürk, s: 53.
Bkz: Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 219.
Ahmet Eflâki- Ariflerin Menkıbeleri(Çev. : T. Yazıcı), Hürriyet
Yay. İst. 1973, C: I, s: 370. (1959- 61 baskısıyla çeviri farkı
vardır. Biz doğrusunu vermeye çalıştık. )
Elvan Çelebi- Menâkıbu'l- Kudsiye fi Menâsıbi'l- Ünsiye(Haz. :
İ. E. Erünsal- A. Y. Ocak), TTK Yay. İst. 1995, s: 169, beyit:
1994.
Geniş bilgi ve değerlendirmeler için bkz: Özkırımlı(1990), s:
102.
Babailerle ilgili kitap yazan Abdullah Tekin bu savdadır. Bkz:
Ocak(1980), s: 27.
A. Gölpınarlı- Vilayetname, s: XXV( Gölpınarlı'nın verdiği
bilgilerden).
Fuat Bozkurt(Haz. )- Buyruk, İst. 1992, s: 52. Benzer ifade için
bkz: Adil Ali Atalay(Haz. )- İmam Cafer- i Sadık Buyruğu, Can
Yay. İst. 1993, s: 61, 111.
Noyan(1987), s: 46.
Hakkı Saygı(Haz. )- Şeyh Safi Buyruğu ve Rumeli Babağan(Bektaşi)
Erkânları, İst. 1996, s: 94.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 223.
Bilgi için bkz: Ulusoy, s: 37.
Peçevi İbrahim Efendi- Peçevi Tarihi(Haz. : B. Sıtkı Baykal),
Kültür Bak. Yay. Ank. 1981, C: I, s: 92.
Bilgi ve açıklamalar için bkz: Ulusoy, s: 37; Yalçın, s: 47.
III. Mustafa, III. Selim ve II. Mahmut'un ferman metinleri için
bkz: Baki Öz(Der. )- Alevilik İle İlgili Osmanlı Belgeleri, Can
Yay. İst. 1995, 75 v. d. Belge: 66, 67, 68, 69, 70, 73).
Ferman için bkz: Ulusoy, s: 37; Baki Öz- A. İ. O. Belgeleri, s:
74(Belge: 65. )
1824(1240 H. ) tarihli fermanın metni için bkz: Ulusoy, metin
no: 9.
Cemaleddin Efendi'nin "Müdafaa"sında bu mücadele tüm
boyutlarıyla, vakıf ve mahkeme sicilleri verilerek anlatılır.
Vakıf ve emlakın soylarına ait olduğu kanıtlanmaya çalışılır.
(Bkz: Müdafaa). Ayrıca vakıf ve mahkeme kararlarıyla ilgili
belgeler için bkz: Baki Öz- A. İ. O. Belgeleri, s: 184 v. d. (
Belge no: 159, 160, 161. )
Geniş açıklamalar için bkz: Bayram(1987), s: 18 v. d. ;
Bayram(1991), s: 62 v. d. , 83.
Yaman- Makalat, s: 21, 29; Coşan- H. Özbay(Sad. )- Makalat, s:
8, 19
Yaman- Makalat, s: 35; Coşan- Makalat, s: 71; Coşan- H.
Özbay(Sad. )- Makalat, s: 43.
Yaman- Makalat, s: 37, 38; Coşan- Makalat, s: 74; Coşan-
Özbay(Sad.)- Makalat, s: 44.
Coşan- Makalat, s: 8; Coşan- H. Özbay(Sad. )- Makalat, s: 5 v.
d.
Coşan- Makalat, s: 12; Coşan- H. Özbay(Sad. )- Makalat, s: 10.
Coşan- Makalat, s: 35; Coşan- H. Özbay(Sad. )- Makalat, s: 23.
Coşan- Makalt, s: 39; Coşan- H. Özbay(Sad. )- Makalat, s: 25.
Coşan- Makalat, s: 54; Coşan- H. Özbay(Sad. )- Makalat, s: 33.
Hacı Bektaş Veli- Fevaid(Haz. Baki Öz), Can Yay. İst. 1996, s:
75(Öğüt: 91).
Baki Öz(Haz. )- Fevaid, s: 75(Öğüt: 92).
Baki Öz(Haz. )- Fevaid, s: 76(Öğüt: 94).
Bkz: Elvan Çelebi, s: 169 v. d.
Bkz: Ahmet Eflaki, C: I, s: 370, 450.
Bkz: Vilayetname, Menakıb- ı Hünkâr Hacı Bektaş- ı Veli( Haz. A.
Gölpınarlı), Remzi Kitabevi, İst. 1958. ; Ayrıca
şiirleştirilmişi için bkz: Hacı Bektaş- ı Veli Manzum
Vilâyetnamesi(Haz. B. Noyan), Can Yay. İst. 1966.
Aşıkpaşaoğlu- Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Milli Eğ. Bak. Yay. İst.
1970, s: 219- 224 arası.
Kaynak için bkz: Ocak(1996), s: 156.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 223 v. d.
F. Köprülü- "Bektaşiliğin Menşeleri", Cem Dergisi, Sayı: 54, s:
9.
Bkz: Bayram(1991), s: 104; Birdoğan(1995), s: 307 v. d.
Olayın bu yanını ele alan bir çalışmamız için bkz: Baki Öz-
Aleviliğin Tarihsel Konumu, Can Yay. İst. 1995, s: 113- 127
arası. Ayrıca bkz: Ocak(1992), s: 85 v. d. , 120 v. d. , 193 v.
d.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 223.
Bu kaynaklar ve ilgili alıntılar için bkz: Çelebi Cemalettin
Efendi'nin Savunması- Birdoğan haz. , s: 40; Gölpınarlı-
Vilayetname, s: 128(açıklamalar bölümü); Ulusoy, s: 43.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 127 v. d. (açıklamalar bölümü).
Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı- Osmanlı Devleti Teşkilatında
Kapukulu Ocakları, TTK Yay. Ank. 1988, 3. baskı, C: I, s: 148.
Dr. Mikail Bayram- Bacıyan- ı Rum, Konya 1987, s: 47 v. d. Bu
bulgular başka araştırmacılarca da kabul edilir. Bkz:
Öztürk(1990), s: 89 v. d. ; Fığlalı, s: 155.
Uzunçarşılı(1988), C: I, s: 149 v. d.
Coşan- Makalat, s: XXVII v. d.
Fığlalı, s: 154 v. d.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 128(açıklama bölümü).
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 91.
Dr. İrfan Gündüz- Osmanlılarda Devlet/ Tekke Münasebetleri, Seha
Neşriyat, İst. 1989, 3. basım, s: 133.
Fığlalı, s: 154 v. d. ; Abdûlbâki Gölpınarlı- Mevlânâ
Celâleddin, İnkılap Kitabevi, İst. 1959, 3. basım, s: 152.
Anton Jozef Dierl- Anadolu Aleviliği, Ant Yay. İst. 1991, s: 54.
Kanıtlayıcı bilgiler için bkz: Gölpınarlı- Vilayetname, s: 127
v. d. (açıklama bölümü)
Hammer, C: I, s: 100; Kanıtlar ve belge için bkz: Birge, s: 85
v. d.
Geniş bilgiler için bkz: Uzunçarşılı(1988), C: I, s: 168 v. d. ,
175, 235.
Uzunçarşılı(1988), C: I, s: 178.
Uzunçarşılı(1988), C: I, s : 249, 375, 422, 511.
Uzunçarşılı(1988), C: I, s: 254, 259.
Uzunçarşılı(1988), C: I, s: 294 v. d.
Uzunçarşılı(1988), C: I, s: 356, 623, 632.
Uzunçarşılı(1988), C: I, s: 398, 621.
Uzunçarşılı(1988), C: I , s: 422, 434 v. d. , 450.
Dierl, s: 63.
Günümüz araştırmacılarının çoğu bu kanıya katılır ve savunurlar.
Bu konu için şu çalışmamıza bkz: Baki Öz- Aleviliğin Tarihsel
Konumu, Der Yay. İst. 1995, s: 120- 140 arası. Ayrıca bu sava
katılan çalışmalar için bkz: A. Gölpınarlı- Tarih Boyunca İslam
Mezhepleri ve Şiilik, Der Yay. İst. 1979, s: 170; İ. Z.
Eyuboğlu- Bütün Yönleriyle Bektaşilik(Alevilik), Yeni Çığır yay.
İst. 1980, s: 130; İ. Z. Eyuboğlu- Şeyh Bedreddin ve Varidat,
Der Yay. İst. 1980, s: 93; Şapolyo, s: 314; Yürükoğlu, s: 55.
Brockelmann, s: 217; M. F. Köprülü- Osmanlı İmparatorluğu'nun
Kuruluşu, Ank. 1972, s: 49; M. F. Köprülü- Bizans
Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, Ötüken Yay. İst.
1981, s: 22; Muammer Sencer- Osmanlılar'da Din ve Devlet, Erk
Yay. İst. 1974, s: 69; İrfan Gündüz- Osmanlılarda Devlet/ Tekke
Münasebetleri, Seha Neşriyat, İst. 1989, 3. basım, s: 3.
Bkz: Melikoff, s: 210.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 219 v. d. ; Baki Öz(1995), s: 122, 135;
Öztürk(1990), s: 76; Eyuboğlu(1980), s: 93 v. d. ; Yürükoğlu, s:
239 v. d. ; Bozkurt(1990), s: 29.
Geniş bilgi için bkz: Ocak(1992), s: 86 v. d. ; Şapolyo, s: 124;
Baki Öz(1995), s: 136.
Bu tür bir tarama için bkz: Prof. Neşat Çağatay- Bir Türk Kurumu
Olan Ahilik, A. Ü. İlahiyat Fak. Yay. Ank. 1974, s: 98 v. d.
Prof. Toktamış Ateş- Osmanlı Toplumunun Siyasal Yapısı, Say Yay.
İst. 1982, s: 95; Gülvahapoğlu, s: 58; Bozkurt(1990), s: 30.
Gündüz, s: 15; Prof. Z. V. Togan- Umumi Türk Tarihine Giriş,
Enderun Kitabevi, İst. 1981, s: 371 v. d.
Bkz: Gölpınarlı- Vilayetname, s: 116 v. d. (açıklamalar bölümü);
Ulusoy, s: 41.
Togan, s: 372; Gündüz, s: 71.
Prof. İ. H. Uzunçarşılı- Osmanlı Tarihi, TTK Yay. Ank. 1972, 3.
baskı, C: I, s: 259, 561; Gündüz, s: 88.
Togan, s: 371, 380; Baki Öz(1995), s: 140.
Baki Öz(1995), s: 140.
Bilgi için bkz: Uzunçarşılı(1972), C: I, s: 127, 581 v. d. ;
Prof. M. Tayyib Gökbilgin- "Orhan", İslam Ansiklopedisi, M. Eğ.
Bak. Yay. C: IX, s: 405; Gündüz, s: 17.
Bektaşi babası Galip Baba'nın 1930 yılında "Yarın Gazetesi"nde
yayınlanan yazı dizisinden. Bkz: Sezgin(1990), s: 95 v. d.
Açıklamalar ve kanıtlar için bkz: Köprülü(1966), s: 94; F.
Köprülü- "Bektaş", İslam Ans. M. E. Bak. Yay. C: II, s: 461.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 204 v. d.
Temren(1994), s: 67.
Temren(1994), s: 91 v. d. ; Çamuroğlu(1991), s: 45.
Prof. Abdurrahman Güzel- "Hacıbektaş- ı Veli, Bektaşiliğin
Gelişmesi ve Türk Kültürü", BTTD, Sayı: 23, s: 58, Ocak 1987.
Birge, s: 66.
Temren(1994), s: 239 v. d. ; Bender(1991), s: 209.
Ocak(1996), s: 163, 167.
Birge, s: 64 v. d.
Birdoğan(1990), s: 153 v. d. ; Birdogan( Çelebi Cemalettin Ef.
), s: 129(Birdoğan'ın açıklaması).
Eröz(1990), s: 61 v. d. ; Oytan, s: 374.
Bkz: Baha Sait Bey(Birdoğan), s: 21, 131, 141 v. d. ; Şapolyo,
s: 302.
Öztürk(1990), s: 175 v. d.
Bkz: Atalay, s: 41; Öztürk(1990), s: 183 v. d. ; Sunar, s: 38
Bkz: Atalay, s: 39 v. d. ; Noyan(1989), s: 114 v. d. ; Şapolyo,
s: 320 v. d. ; Fığlalı, s: 196 v. d. ; Eyuboğlu(1980), s: 138;
Eröz(1990), s: 62; Birge, s: 65; Sunar, s: 37.
Oytan, s: 6.
Sınıflamalar için bkz: Atalay, s: 13, 28 v. d. ; Zelyut(1990),
s: 319 v. d. ; Erişen- Samancıgil, s: 89 v. d. ; Ulusoy, s: 35,
255 v. d. ; Oytan, s: 101, 374; Sezgin(1990), s: 75 v. d.
Geniş açıklamalar için bkz: Noyan(1987), s: 474 v. d. ; F.
Köprülü- "Abdal Musa", Köprülü'den Seçmeler(Der. : O. Köprülü),
Kültür Bak. Yay. İst. 1972, s: 109- 123 arası. ; Musa Seyirci-
Abdal Musa Sultan, Der Yay. İst. 1992, s: 21 v. d. ; Prof.
Abdurrahman Güzel- "Yaşadığı Devirde İki Teke İli", Abdal Musa
Sultan ve Velayetnamesi(Der. : Adil A. Atalay), Can Yay. İst.
1990, s: 75- 93 arası. Evliya Çelebi Abdal Musa'yı "Peygamber
soyundan, Horasan erenlerinden, Hacı Bektaş Veli fukarasından"
olarak tanıtır. Bkz: Evliya Çelebi- Seyahatname, Üçdal Neşriyat,
İst. 1985, C: IX, s: 19.
Bkz: Aşıkpaşaoğlu- Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 223; Hoca Sadettin
Efendi- Tacü't- Tevarih, Kültür Bak. Yay. İst. 1979, C: V, s:
11.
Köprülü- Abdal Musa makalesi, s: 121.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 17; Hasluck(Demirel), s: 16 v. d.
Birdoğan(1990), s: 223.
Zelyut(1990), s: 325.
Evli Çelebi- Seyahatname, C: IX, s: 19 v. d.
Seyirci, s: 32 v. d.
Seyirci, s: 59- 64 arası. Ayrıca Sevündük Dede için bkz: Evliya
Çelebi- Seyahatname, C: IX, s: 20.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 17, 79; Hasluck(Demirel), s: 16 v.
d.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: II, s: 418.
Çağdaş kaynaklardaki bilgiler için bkz: Aşıkpaşaoğlu-
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 50 v. d. ; Mehmet Neşri- Neşri
Tarihi(Haz. : M. A. Köymen), Kültür ve Tur. Bak. Yay. Ank. 1983,
C: I, s: 83, 92.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 16; Hasluck(Demirel), s: 19.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 220.
Prof. Ömer Lütfi Barkan- "İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk
Dervişleri ve Zaviyeler", Cem Dergisi, Sayı: 55, s: 10, Aralık
1995.
Cevdet Türkay- Osmanlı İmparatorluğu'nda Oymaklar, Aşiretler ve
Cemaatler, İst. 1979, s: 373 v. d.
Bkz: Vilayetname- i Kolu Açık Hacim Sultan, Ayyıldız Yay. Ank.
1993.
Geniş açıklamalar için bkz: Noyan(1987), s: 459 v. d. ; Oytan,
s: 179 v. d.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 17; Hasluck(Demirel), s: 20.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 18; Hasluck(Demirel), s: 18.
"İzmir Kemalpaşa'daki Hamza Baba Dergahı", Nefes Dergisi, Sayı:
9, s: 27. Temmuz 1994.
Veli Baba Ocağı/Dergahı ve "menakıbname" için bkz: Doç. Bedri
Noyan(Haz. )- Veli Baba Menakıbnamesi, Can Yay. İst. 1993.
Doç. Necmi Ülker- "İzmir- Yağhanelerdeki Bektaşi Mezar
Kitabeleri( XIX. ve XX. Yüzyıl)", IV. Araştırma Sonuçları
Toplantısı, Ank. 1986, s: 1- 38 arası.
Geniş açıklamalar için bkz: Doç. Bedri Noyan- "İzmir'de Yusuf
Şemşettin Baba ve Karadutlu Dergahı, I, II, III", Nefes Dergisi,
Sayı: 6, 7, 8, Nisan- Mayıs- Haziran 1994.
Bkz: Ocak(1992) s: 97; Gülağ Öz- "Dergahların İşlevi ve Sultan
Sücaüddin Veli", Cem Dergisi, Sayı: 54, s: 41 v. d. Kasım 1995.
Vilayetnamesi için bkz: Prof. Orhan Köprülü(Haz. )-
"Vilayetname- i Sultan Şucauddin", TM. 1972. ; Prof. Şükrü
Elçin(Haz. )- "Bir Şeyh Şücaeddin Baba Velayetnamesi", Türk
Kültürü Araştırmaları(Prof. Necati Akder'e Armağan), XXII/1- 2,
1984, s: 199- 208; "Prof. Şükrü Elçin(Haz. )- "Şeyh Şücaeddin
Baba Velayetnamesi", Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kültür ve
Tur. Bak. Yay. Ank. 1988, C: II, s: 97- 112; Nejat Birdoğan-
"Sultan Şucaeddin ve Velayetnamesi", Alevi Kaynakları, Kaynak
Yay. İst. 1996, C: I, s: 121- 172 arası.
Ocak(1992), s: 98; Gülağ Öz, a. g. y. Sayı: 54, s: 42.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 16; Hasluck(Demirel), s: 20.
Bkz: Nevzat Altıntaş- "Sultan Şücaettin Veli", Nefes Dergisi,
Sayı: 32, s: 23 v. d. Haziran 1996.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 81.
Birge, s: 43.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 82.
Noyan(1987), s: 458; Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 16;
Hasluck(Demirel), s: 20.
Dr. M. Nuri Dersimi- Hatıratım, Stockholm 1986, s: 126 v. d.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 36, 81, 88 v. d. , 91; Noyan(1987),
s: 470 v. d.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 81; Noyan(1987), s: 473.
Noyan(1987) s: 473.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 81; Noyan(1987), s: 472.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 81; Noyan(1987), s: 473.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 81, 89; Noyan(1987), s: 471.
Ocak(1996), s: 72 v. d.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: II, s: 762 v. d.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 81; Noyan(1987), s: 472.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 81; Noyan(1987), s: 472.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 21, 36, 41, 49, 58, 60 v. d. , 70 v.
d. , 81 v. d. , 90 v. d. ; Noyan(1987), s: 458 v. d.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 17; Hasluck(Demirel), s: 17.
Köprülü(1966), s: 221.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 220.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: VIII, s: 498.
Hoca Sadettin Efendi- Tacü't Tevarih, C: I, s: 130, C: V, s: 19;
Prof. İ. H. Uzunçarşılı- Osmanlı Tarihi, Ank. 1972, C: I, s:
169; Ocak(1992), s: 92.
Hammer, C: I, s: 206; Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 14;
Hasluck(Demirel), s: 21.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: II, s: 524 v. d.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: II, s: 403, 423.
Tacü't- Tevarih, C: V, s: 11.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 16; Hasluck(Demirel), s: 19.
Prof. Fuat Köprülü- "İslam Sufi Tarikatlerine Türk- Moğol
Şamanlığının Tesiri", Anadolu Aleviliği'nde Yol Ayrımı(N.
Birdoğan)'nın içinde, s: 496.
Noyan(1987), s: 464.
Ocak(1992), s: 70.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 81, 90.
Bkz: "Barak Baba" maddesi, Meydan Larousse, Sabah Yay. C: II, s:
549; Abdulbaki Gölpınarlı- Yunus Emre ve Tasavvuf, İst. 1961, s:
17.
Bkz: Noyan(1987), s: 464 v. d. ; Ocak(1992), s: 71;
Birdoğan(1992), s: 53.
Prof. Z. Velidi Togan- Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun
Kitabevi, İst. 1981, 3. basım, s: 271.
Öztelli, "Barak Baba, Konya Selçuklu hükümdarlarından İkinci
Keykavus'un oğludur" der. Bkz: Öztelli(1971), s: XIX; Noyan'sa
"Prenslik meselesi pek kuvvetli bir noktadır. Barak Baba bir
Selçuklu prensidir" der. Bkz: Noyan(1987), s: 466.
Togan, s: 471.
Gözlemler için bkz: Öztelli(1971), s: XX v. d.
Bkz: "Baraklar" maddesi, Meydan Larousse Ans. Sabah Yay. C: II,
s: 550.
Gölpınarlı(1961), s: 17, 26; Noyan(1987), s: 466 v. d. ;
Ocak(1992), s: 70.
Öztelli(1971), s: XXII.
Bkz: Abdülbaki Gölpınarlı- Yunus Emre ve Tasavvuf, İst. 1861, s:
43.
Togan, s: 271.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 13; Hasluck(Demirel), s: 15 v. d.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: II, s: 710, 762; Hasluck(Koca-
Erginsoy), s: 13 v. d. ; Hasluck(Demirel), s: 15.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 16, 44; Hasluck(Demirel), s: 20, 79.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 44; Hasluck(Demirel), s: 78 v. d.
Konuya ilişkin geniş bilgi için bkz: Nejat Birdoğan- Alevi
Kaynakları, Kaynak Yay. İst. 1996, C: I, s: 83- 120 arası;
Özkırımlı(1985), s: 86 v. d.; Murat Küçük(Röp.)- "Bozkıra Hayat
Veren Gönül Eri: Hasan Dede", Cem Dergisi, Sayı: 66, s: 26 v. d.
Mayıs 1997
Bkz: Ocak(1992), s: 68 v. d.
Prof. Z. Velidi Togan- Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun
Kitabevi, İst. 1981, 3. basım, s: 271.
Togan, s: 267.
Bkz: Ahmet Eflaki- Ariflerin Menkıbeleri, C: I, s: 204;
Köprülü(1966), s: 180; Gölpınarlı(1959), s: 243 v. d. ;
Ocak(1992), s: 66.
Geniş bilgi için bkz: Necdet Sakaoğlu- "Seyyid Garip Musa Ocağı"
, Tarih ve Toplum Dergisi ve Ehlibeyt Dergisi, Sayı: 18, s: 13
v. d. Kasım 1989.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 79.
Aşıkpaşa Tarihi, s: 219; Tacü't Tevarih, C: V, s: 3; Ayrıca
"Şakayık Tercümesi"nden naklen Köprülü(1966), s: 177 v. d. ;
Noyan(1987), s: 433 v. d.
Müneccimbaşı Ahmet Dede- Müneccimbaşı Tarihi, Tercüman Yay. İst.
C: I, s: 80.
Bkz: Noyan(1987), s: 434.
Bkz: Prof. Osman Turan- Selçuklular Zamanında Türkiye, İst.
1971, s: 642 v. d. ; Prof. Y. Yücel- Prof. A. Sevim- Türkiye
Tarihi, Sabah Yay. , C: I, s: 145; Prof. Erdoğan Merçil-
Müsliman Türk Devletleri Tarihi, TTK Yay. Ank. 1993, s: 166 v.
d.
Aşık Paşa-yı Veli- Garipname (Çev. B: Noyan), Ardıç Yay. Ank.
1998.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 220; Tacü't- Tevarih, C: V, s: 4 v. d. ;
Bursalı Mehmet Tahir Ef, C: I, s: 42 v. d. ; Noyan(1987) s: 434
v. d.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 220.
Bkz: Gölpınarlı- Vilayetname, s: 21, 48 v. d. Ayrıca bkz:
Köprülü(1966), s: 222 v. d.
Tacü't- Tevarih, C: V, s: 49.
Noyan(1987), s: 440.
Taptuklu topluluğuna ilşkin ilk kayıtlara XIII. y. yıl eseri
olan Niğdeli Kadı Ahmet'in "el- Veled- uş Şefik"inde
rastlanılır. Bu dönem Anadolusu'nun toplulukları arasında Taptuk
Emre'ye bağlı Taptuklular'dan da söz edilir. Bkz: Osman Tuaran-
" Selçuklu Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak", s: 544.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 48 v. d. Diğer "Vilayetname"
yazmalarındaki konuya ilşkin benzer anlatımlar için bkz:
Noyan(1987), s: 444 v. d.
Akbank'ın Yunus'un 650. yıldönümü nedeniyle 1971'de düzenlediği
seminere sunulan bildirilerden. Bkz: Eyuboğlu(1972), s: 356 v.
d. (ek).
Zelyut(1990), s: 224.
Köprülü(1966) s: 240.
A. Gölpınarlı- Yunus Emre ve Tasavvuf, İst. 1961, s: 368.
A. Gölpınarlı- Yunus Emre, s: 20, 29.
Öztürk(1990), s: 131 v. d.
Coşan- Makalat, s: XXXVI; Coşan(1995), s: 39 v. d. , 102.
Abdülkadir Sezgin- "Hacı Bektaş- ı Veli ve Bektaşilik", Alevilik
Üstüne Ne Dediler(Der. C. Şener), Ant Yay. İst. 1990, s: 158.
Yunus'un kitapları birçok kez yayınlanmıştır. En yeni ve
eleştirel metinli olanı için bkz: Dr. Mustafa Tatçı- Yunus Emre
Divanı, Risaletü'n- Nushiyye, Tenkitli Metin- III. , Kültür Bak.
Yay. Ank. 1991.
Köprülü(1966), s: 252- 280 arası.
Köprülü(1966), s: 280 v. d.
Gölpınarlı- Vilayetname, 50, 93 v. d.
Gölpınarlı(1959), s: 103.
Geniş bilgi için bkz: A. Gölpınarlı- Mevlana Celaleddin, İst.
1959, s: 66 v. d. ; Noyan(1987), s: 490 v. d.
Bkz: Doç. Mikail Bayram- Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı'nın
Kuruluşu, Konya 1991, s: 56 v. d. , 60 v. d. , 85. ;
Birdoğan(1990), s: 82 v. d. ; Kaleli(1993), s: 30 v. d.
Baha Sait Bey(Birdoğan), s: 130.
Ulusoy, s: 72 v. d.
Şapolyo, s: 320.
Hakkı Saygı(Haz. )- Otman Baba ve Vilayetnamesi, İst. 1996, s:
8, 64.
Bkz: Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 19 v. d. , 79;
Hasluck(Demirel), s: 25 v. d.
Geniş bilgi için bkz: Thierry Zarcone- "Merdivenköy Tekkesi ve
Osmanlı İmparatorluğu'nun Bektaşi Coğrafyası", Nefes Dergisi,
Sayı: 23, s: 17 v. d. Eylül 1995.
Geniş bilgi için bkz: Burhan Kocadağ- Şahkulu Sultan Dergahı ve
İstanbul Bektaşi Tekkeleri, Can Yay. İst. 1998, s: 20 v. d.;
Melikoff, s: 239 v. d. ; Ekrem Işın- "İstanbul Bektaşiliği- I,
II", Nefes Dergisi, Sayı: 20, 21 Haziran- Temmuz 1995; Ekrem
Işın- "İstanbul Bektaşi Tekkeleri", Cem Dergisi, Sayı: 62 Ocak
1997.
Melikoff, s: 235; Ekrem Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 20, 21; E.
Işın- Cem Dergisi, Sayı: 62;
E. Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 21, s: 27.
E. Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 20, 21; E. Işın- Cem Dergisi,
Sayı: 62.
E. Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 20, 21; Murat Küçük'ün Turgut Koca
ile söyleşisi, bkz: Cem Dergisi, Sayı: 63, s: 21- 27 arası,
Şubat 1997.
E. Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 20, 21, Haz. - Temmuz 1995; Cem
Dergisi, Sayı: 62, s: 56, Ocak 1997(E. Işın'la İstanbul Bektaşi
Tekkeleri üzerine söyleşi); Cem Dergisi, Sayı: 63, s: 26, Şubat
1997(Turgut Koca ile söyleşiden).
E. Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 20, 21.
E. Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 20, 21; E. Işın- Cem Dergisi,
Sayı: 62, s: 57.
E. Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 20, s: 27; E. Işın- Cem Dergisi,
Sayı: 62, s: 56.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 18, 20, 91.
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s: 220; Noyan(1987), s: 511; Köprülü(1966),
s: 220.
Hoca Sadettin Ef. - Tacü't Tevarih, C: V, s: 9.
Geniş bilgi için bkz: Mehmet Yaman- Karaca Ahmet Sultan
Hazretleri, İst. 1989. ; Noyan(1987), s: 507- 516 arası.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: VIII, s: 509.
Yaman(1989), s: 135.
Yaman(1989), s: 79.
E. Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 20, 21; E. Işın- Cem Dergisi,
Sayı: 62.
E. Işın- Nefes Dergisi, Sayı: 20, 21; E. Işın- Cem Dergisi,
Sayı: 62.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 20; Hasluck(Demirel), s: 27;
Abdurrahim Dede- "Batı Trakya'da Bektaşilik ve Bektaşilik
Hakkında Arşiv ve Kütüphanelerimizde Bulunan Yazma Eserler",
Hacı Bektaş Veli, Ank. 1977, s: 49 (Baş. Ar. Gen. Müd. Deki 1827
tarihli "Bektaşi Zaviyeleri" adlı defterden).
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: III, s: 347- 365 arası.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 21; Hasluck(Demirel), s: 27.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: III, s: 366.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: III, s: 366.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: VIII, s: 29 v. d.
Evliya Çelebi- Seyahatname, C: VIII, s: 37 v. d. ; Abdurrahim
Dede, s: 48.
Bkz: Baki Öz- Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları, Ant Yay. İst.
1992, s: 93 v. d.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 20, 47, 80; Hasluck(Demirel), s: 27,
84; Abdurrahİm Dede, s: 49.
Refik Engin- "Trakya'da Bir Bektaşi Dergahı; Abdal Baba
Dergahı", Nefes Dergisi, Sayı: 24, s: 23 v. d. Ekim 1995.
Abdurrahim Dede, s: 49.
Hasluck(Koca- Erginsoy), s: 20, 47; Hasluck(Demirel), s: 27 v.
d. , 84 v. d.
Abdülbaki Gölpınarlı(Haz. )- Menakıb- ı Hacı Bektaş Veli,
Vilayetname, İnkılap Kitabevi, İst. 1958.
Gölpınarlı- Vilayetname'ye önsözdeki açıklamalarından. Bkz: s:
III- XXXVI arası. ; Ocak(1983), s: 5 v. d. ; Yalçın, s: 13 v. d.
Doç. Bedri Noyan- Hacı Bektaş- ı Veli Manzum Vilayetnamesi, Can
Yay. İst. 1996. "Vilayetname"ye ilişkin açıklamalar için giriş
bölümüne bkz: s: 13- 104 arası.
Birdoğan(1990), s: 88; Birdoğan(1995), s: 310; Gülvahapoğlu, s:
74. Coşan- Makalat, s: L. Manisa Kütüphanesi 1311 no. da kayıtlı
olan "Makalat" nüshasını Prof. İ. H. Ertaylan bu adla
yayınlamıştır. Bkz: İsmail Hikmet Ertaylan- Hatipoğlu Bahrü'l
Hakayık, İ. Ü. Ed. Fak. İst. 1960.
Sefer Aytekin(Haz. )- Makalat, Emek Basımevi Yay. Ank. 1954.
Prof. Esat Coşan- Makalat, Seha Neşriyat, İst. Tarihsiz.
"Makalat"a ilişkin bkz: XLII- LII.
Mehmet Yaman(Haz. )- Makalat ve Müslümanlık, Gülbay Yay. İst.
1985.
Aziz Yalçın- Makalat- ı Hacı Bektaş Veli, Der Yay. İst. 1993.
Gölpınarlı(1969), s: 273.
Bu yollu görüş için bkz: Eyuboğlu(1989), s: 65.
Coşan(1995) 44 v. d. ; Coşan(1995), s: 95 v. d.
Coşan- Makalat, s: XXXIX; Coşan(1995), s: 91 v. d
Prof. F. Köprülü- "Bektaşiliğin Menşeleri", Cem Dergisi, Sayı:
54, s: 9 Kasım 1995; Noyan(1987), s: 33; Gölpınarlı(1969), s:
273; Kaleli(1993), s: 160 v. d.
Fığlalı(1991), s: 159; Ayrıca bkz: Noyan(1987), s: 33.
Temren(1995), s: 108.
İ. Ö. - Hazreti Hünkar Hacı Bektaş- ı Veli'nin
Vasiyetnâmesi(Kitabu Fevâid), Dizgonca Matbaası, İst. 1959.
Mehmet Yaman(Haz.)- Hünkar Hacı Bektaş Veli'nin Vasiyyetnamesi
(Fevaid), Ayyıldız Yay. Ank. (tarihsiz).
Baki Öz(Haz. )- Fevaid(Yararlı Öğütler), Can yay. İst. 1996.
"Bektaş" mad. Türk Ansiklopedisi, C: VI, s: 33.
Ulusoy, s: 11.
Bkz: Birdoğan(1990), s: 89; Birdoğan(1995), s: 312.
"Bektaş Veli"- Ana Britannica Ansiklopedisi, Hürriyet Yay. C: V,
s: 71.
Bkz: Besim Atalay- Bektaşilik ve Edebiyatı, Ant Yay. İst. 1991,
s: 88; Burhan Oğuz- "Anadolu Aleviliğinin Kökenleri", Alevilik
Üstüne Ne Dediler(Der: C. Şener), Ant Yay. İst. 1990, s: 272;
Noyan(1987), s: 336.
Hasluck(Demirel), s: 74 v. d. , 161 v. d.
Belge için bkz: Baki Öz(Der)- Alevilik İle İlgili Osmanlı
Belgeleri, s: 174; Birdoğan(1992), s: 280.
Abdülkadir Sezgin- "Hacı Bektaş- ı Veli ve Bektaşilik", Alevilik
Üstüne Ne Dediler(Der. C. Şener), Ant Yay. İst. 1990, s: 200 v.
d.
Melikoff(1993), s: 41.
Atalay, s: 14.
Sunar, s: 11, 23.
Bkz: Gülvahapoğlu, s: 36, 98, 102, 133 v. d. , 148 v. d.
Birdoğan(1990), s: 44.
M. Emin Lebe- "Hacı Bektaş Türkçe İnanmaktır", Hacı Bektaş Veli,
s: 74.
Bkz: Noyan(1987), s: 18, 24, 28, 31, 40, 73 v. d.
Baha Sait Bey(Birdoğan), s: 18 v. d. , 20, 22, 24, 25, 100, 102,
133.
Bkz: Akpınar(1994), s: 155 v. d.
Coşan- Makalat, s: 77; H. Özbay(Sad. )- Makalat, s: 45; M.
Yaman- Makalat ve Müslümanlık, s: 40.
Coşan- Makalat, s: 73; H. Özbay(Sad. )- Makalat, s: 43 v. d. ;
Yaman- M. ve Makalat, s: 38.
Metin için bkz: Noyan(1987), s: 517; Birdoğan(1992), s: 61; Baki
Öz(1997), s: 63.
Bkz: Temren(1994), s: 191.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 17, 110.
Bkz: Gölpınarlı- Vilayetname, s: 53.
Hacı Bektaş bu anlayışını "Hakikat Makamları" içerisinde sayar.
Bkz: Coşan- Makalat, s: 30; H. Özbay(Sad. )- Makalat, s: 20;
Yaman- M. ve Makalat, s: 29. Ayrıca açıklama ve yorumlar için
bkz: Yalçın, s: 226; Noyan(1987), s: 8, 63, 187, 335. Cabbarkulu
yazmalarındaki aynı ifade için bkz: Noyan(1987), s: 63. Otman
Baba'nın ifadesi için bkz: Saygı(1996), s: 75. "Buyruk" da Hacı
Bektaş'a dayanarak bu ilkeyi "Hakikat Kapısı" içerisinden sayar.
Bkz: Bozkurt- Buyruk, s: 39, 128.
"Makalat" nüshaları arasında çok az farklılıklar varsa da hemen
hemen tümü aynı yerleri yazarlar. Karşılaştırarak bkz: Coşan-
Makalat, s: 84 v. d. ; H. Özbay(Sad. )- Makalat, s: 49; Yaman-
M. ve Makalat, s: 42.
Söz için bkz: Fığlalı(1991), s: 182; Yaman(1989), s: 65.
Yunus'un bu düşünceyi işleyen dizeleri için bkz: Sebahattin
Eyuboğlu- Yunus Emre, s: 29, 355; Kaygusuz(1995), C: I, s: 126,
162, 165, 167.
Temren(1994), s: 240.
Bkz: Prof. Niyazi Öktem- Laiklik, Din ve Alevilik Yazıları, Der
Yay. İst. 1995, s: 139- 158 arası.
Temren(1994), s: 247.
Yunus'un bu alandaki görüşlerini yansıtan dizeleri için bkz:
Kaygusuz(1995), s: 164.
Noyan(1987), s: 79.
Bkz: Coşan(Haz. )- Makalat, s: 51; Özbay(Sad. ), s: 31; M.
Yaman- M. ve Makalat, s: 23.
Bkz: Prof. F. Köprülü- W. Barthold- İslam Medeniyeti Tarihi,
Diy. İş. Baş. Yay. Ank. 1973, s: 89; Melikoff(1993), s: 86, 129.
Bkz: Hacı Bektaş Veli(Haz. Baki Öz)- Fevaid, s: 30 v. d. (Öğüt:
9)
Noyan(1987), s: 77 v. d.
Bkz: Coşan(Haz. )- Makalat, s: 7, 10; Özbay(Sad. ), s: 5, 7; M.
Yaman- M. ve Makalat, s: 20. Ayrıca bkz: Yalçın, s: 98.
Geniş açıklamalar ve yorumlar için bkz: Eyuboğlu(1989), s: 101
v. d. , 110 v. d. , 116 v. d.
F. Bozkurt- Buyruk, s: 43.
Kurallar için bkz: Oytan, s: 400 v. d. ; Sunar, s: 87. Bu
tanımlamaların benzeri Alevi "Buyruk"larından da yer alır. Bkz:
F. Bozkurt- Buyruk, s: 58. Mürşit, gülbanklarıyla bu ilkeleri
talibe/müride kazandırmaya çalışır.
Bkz: Oytan, s: 400 v. d. ; Sunar, s: 87; Noyan(1987), s: 190; F.
Bozkurt- Buyruk, s: 23.
Coşan(Haz. )- Makalat, s: 109; Özbay(Sad. )- Makalat, s: 62; M.
Yaman- M. Makalat, s: 47. Ayrıca bkz: Yalçın, s: 397 v. d.
Geniş açıklamalr için bkz: Temren(1994), s: 132 v. d. , 136 v.
d. , 159 v. d. , 180 v. d. , 183 v. d. , 197 v. d. , 242 v. d.
Hacı Bektaş Veli(Haz. B. Öz)- Fevaid, s: 58(Öğüt: 65), 89.
Bkz: Coşan(Haz. )- Makalat, s: 102; Özbay(Sad. )- Makalat, s:
59; M. Yaman- M. ve Makalat, s: 45.
Hacı Bektaş Veli(Haz. B. Öz)- Fevaid, s: 56(Öğüt: 63).
Bkz: Coşan(Haz. )- Makalat, s: 29; Özbay(Sad. )- Makalat, s: 19;
M. Yaman- M. Makalat, s: 21, 29, 34. "Makalat"taki ilgili
bölümler ve açıklamalar için ayrıca bkz: Yalçın, s: 127 v. d. ,
218, 274, 285.
Gülvahapoğlu, s: 112.
H. Saygı(Haz. )- Otman Baba ve Velayetnamesi, s: 34.
Gölpınarlı(1985), s: 141.
Bkz: Temren(1995), s: 7, 127.
Hacı Bektaş Veli(Haz. B. Öz)- Fevaid, s: 56(Öğüt: 62).
Bu kural "Hakikat"ın makamları arasında sayılır. Bkz: Coşan(Haz.
)- Makalat, s: 30; Özbay(Sad. )- Makalat, s: 20; M. Yaman- M. ve
Makalat, s: 29.
Hacı Bektaş Veli(Haz. B. Öz)- Fevaid, s: 29(Öğüt: 6).
H. Saygı(Haz. )- Otman Baba ve Velayetnamesi, s: 66.
Gülvahapoğlu, s: 95 v. d.
Hacı Bektaş Veli(Haz. B. Öz)- Fevaid, s: 25.
Gölpınarlı- Vilayetname, s: 37.
Eyuboğlu(1989), s: 27.
Hacı Bektaş Veli(Haz. B. Öz)- Fevaid, s: 55(Öğüt: 59), 86 v. d.
Bkz: Hacı Bektaş Veli(Haz. B. Öz)- Fevaid, s: 21 v. d.
Bkz: Coşan(Haz. )- Makalat, s: 51; Özbay(Sad. )- Makalat, s: 31;
M. Yaman- M. Makalat, s: 23.
Bkz: Coşan(Haz. )- Makalat, s: 20; Özbay(Sad. )- Makalat, s: 13;
M. Yaman- M. ve Makalat, s: 27.
Bkz: Coşan(Haz. )- Makalat, s: 80; Özbay(Sad. )- Makalat, s: 47;
M. Yaman- M. ve Makalat, s: 41.
Hacı Bektaş öğretisinin bu alandaki saptamaları ve çözüm
önerilerini şu kitabında bulabiliriz. Bkz: Coşan(Haz. )-
Makalat, s: 65 v. d. ; Özbay(Sad. )- Makalat, s: 39 v. d. ; M.
Yaman- M. ve Makalat, s: 38 v. d.
Araştırmacı Yörükoğlu, Alevi- Bektaşiliğin "Komünistlik
kavramlar" ve tohumlar içerdiği görüşündedir. Bkz: Yörükoğlu, s:
167; Zelyut, Alevi- Bektaşiliğin XX. y. yılın ilk çeyreğine
kadar süren dönemini 'Köy Sosyalizmi' " olarak adlandırır. Bkz:
Rıza Zelyut- "Aleviliğin Toplumsal Özellikleri", Nefes Dergisi,
Sayı: 7, s: 20, Mayıs 1994.
Bkz: Yalçın, s: 66 v. d.
Hacı Bektaş'ın ilk "Türk Komünü"nü kuruşu için bkz:
Gülvahapoğlu, s: 118.
Bkz: Kaygusuz(1995), C: I, s: 182. Belge için bkz:
Birdoğan(1992), s: 272.
Bkz: Birdoğan(1992), s: 182.
Bkz: Noyan(1987), s: 92, 336.
Coşan(Haz. )- Makalat, s: 20; Özbay(Sad. )- Makalat, s: 14; M.
Yaman- M. ve Makalat, s: 27.
Malatya Alevi çevrelerinde; "Bu sözden dönersen, bu ikrarı
bozarsan, büyük kız saklamış kullardan ola mısın?" ve "Ayalini
yalın ayak gezdirmiş kullardan ola mısın?" biçiminde özdeyiş
biçimine dönüşmüş yeminler vardır. Bkz: Eröz(1990), s: 290;
Birdoğan(1990), s: 362.
"Dört Kapı Kırk Makam" konusu hazırlanırken Hacı Bektaş'ın
Coşan, Özbay ve Yaman'ın hazırladıkları "Makalat"ıyla B. Öz'ün
hazırladığı "Fevaid"i temel alınmıştır. "Buyruk"lardan da F.
Bozkurt'un hazırlaması olanından yararlanılmıştır(s: 125 v. d.
). Ayrıca şu çalışmalardan yararlanılmıştır. Bkz:
Birdoğan(1990), s: 324 v. d. ; Baha Sait Bey(Birdoğan), s: 115
v. d. ; Bender(1991), s: 226 v. d. ; Yalçın, s: 66 v. d. , 73 v.
d. , 147 v. d. , 170 v. d. , 187 v. d. , 201 v. d. , 225 v. d. ,
238 v. d. , 247 v. d. ; Fığlalı, s: 168 v. d. , 1772 v. d. ,
292; Sunar, s: 167 v. d. ; Kaleli(1995), s: 303 v. d. ;
Korkmaz(1995), s: 33- 112 arası.
------
Kaynak: alevibektasi.org |