Osmanlı'nın şeytanı Cumhuriyet
döneminin gericilik simgesi: Saz
Kelime Ata
Çarşamba, Temmuz 26,
2006
Osmanlı döneminin "bozguncu aleti" Cumhuriyetin ilk dönemlerinde
de seçkin çevrelerce gelişmemiş bir kültürün simgesi görüldü.
Değerlendirme böyle olunca, saz Türk modernleşme projesinin
unsurlarından biri olamadı ve bu algılama sazın yerine gitar ve
mandolin gibi batılı müzik aletlerinin konulmasına yol açtı,
"Köy Enstitülerinde bile mandolin eğitimi verilerek bağlama
dışlandı"
Saz Alevilerde bir eğlence aracı görülmez. Kutsal kabul edilen
Şamanların çaldığı kopuzun Anadolu'da geliştirilmiş şekli olan
sazın her bölümü, Aleviler tarafından anlamlandırılır. Sazın
teknesi, "gizli bilimleri ve Tanrıyı bulmaya yarayan hazinedir
ve "bilim şehri" olarak adlandırılır. Teknedeki bilimin
bozulmasını, yitip gitmesini önleyen, sazın göğüs kısmıdır ki,
buna da kapı denilir. Eşik Alevilikte zaten kutsaldır. Saz eşiği
de bu nedenle ayrı bir önem taşır. Elif biçimindeki sap, Ali'ye
ve Allah'a değinmedir. Sazın üzerindeki karar sesi olan La
perdesi şah perde adını taşır. Ara nağmeleri bulmaya yarayan fa,
sol, la seslerinden ilk ikisi anımsatma ve arama perdeleri
olduğundan "niyaz perdesi adını alır." [1]
Saz kutsal olunca bu enstrümanı çalanın da "hak vergisi" bir
yeteneğe sahip olduğu kabul edilir. Cem törenlerinde 12 posttan
birinin zakire (sazandar) ait olması, Alevi uluları arasında 7
ozanın bulunması bu yüzdendir.
Müziği, sazı yasaklamak şöyle dursun, onu ibadetin parçası
haline getiren Aleviler işte bu nedenle halk ozanlarını hep baş
tacı eder, Tanrının dilini onların aracılığı ile kavrar, gözünü
kulağını köy köy dolaşan ozanlara verir. Çünkü ozanlar,
deyişleri, düvazları, semahları nesilden nesile aktaran, ahlaki
kuralları, gönül temizliğine giden yolları, insan ve tanrı
sevgisini, insan-ı kamil olmanın öğütlerini dile getiren
kişilerdir.
Ancak, Alevilerin saza yüklediği anlam hiçbir zaman anlaşılmadı;
"Sarayda en uç eğlencenin aracı olarak çeşitli sazlardan icra
edilen müzik varolmasına rağmen telli saz günah" [2] sayıldı;
şeytani bulundu ve fetvalık oldu. Örneğin Ebu Suut Efendi,
"Fesat(Kızılbaş) toplantısında çalgı çalan Zeyd'in çalgısını
Müslüman Amr, vurup parçalasa ne yapmak gerekir" sorusuna "Büyük
bir sevaba uğrar. O bozguncu aletin ağaçtan yapılmış olması
durumunda bile bedelini ödemesi gerekmez" karşılığını verir.[3]
Anadolunun öz kültürünün simgelerinden biri olan saz, Osmanlı
imparatorluğunun son zamanlarında, İttihat ve Terakki
yönetiminin Türklüğe dönüş hamlesiyle kendine fikri düzeyde
kısmi kabul gördü. Baha Sait'in Alevilerle ilgili araştırmasında
Türk çalgısı şeklinde takdim edilen saz, Türk dilini koruyan ve
yaşatan enstrüman payesiyle ödüllendirildi ve Türk
milliyetçiliğinin öğesi sayıldı.
Bu çabalar Cumhuriyetin ilk yıllarında sazın belirgin bir
şekilde itibar kazanmasını sağlamaya yetmedi. Çünkü, Osmanlı
döneminin "bozguncu aleti" Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de
seçkin çevrelerce gelişmemiş bir kültürün simgesi görüldü.
Değerlendirme böyle olunca, saz Türk modernleşme projesinin
unsurlarından biri olamadı ve bu algılama sazın yerine gitar ve
mandolin gibi batılı müzik aletlerinin konulmasına yol açtı,
"Köy Enstitülerinde bile mandolin eğitimi verilerek bağlama
dışlandı"[4] "Batı sistemine dayalı yapılan müzik icralarında"
kullanılmayan saz " Türk müzik eğitim sistemine dahi konulmamış,
müzik bölümlerinde ya da konservatuarlarda yer verilmemiş hatta
yasaklanmış"tı.[5] Saza "gerici alet" yaftasının takılmasını
Yaşar Kemal'in anlattığı bir anıdan öğreniyoruz. Bu anı şöyle:
"Uzun yıllar önce Veysel anlatmış, demişti ki: "Bir zamanlar
Sivas'a sazımla inemez olmuştum. Bir polis, bir candarma sazımı
görmesin, hemen elimden alıyorlar, doğru fırına atıyorlardı. Bir
zamanlar Sivas'a saz dayandıramaz olmuştum."
O zamanlar Sivas'ta niçin Aşık Veysel'in sazını alırlar da
yakalarlardı? Şükrü Kaya'nın Dahiliye Vekilliği sıralarındaymış.
Ahmet Kutsi Tecer de, tam bu aralar Sivas'ta öğretmenmiş. Bir
gün Veysel ona gelmiş. Tecer, "Hani sazın" diye sormuş. Veysel
de başına gelenleri anlatmış.
Ahmet Kutsi Tecer Valiye gitmiş.
"Vali bey" demiş, "Bugün polisler Aşık Veysel'in sazını elinden
almışlar, fırınlamışlar. Doğru mu bu?!
Vali:
"Doğru" demiş.
Tecer:
"Neden?"
Vali:
"Saz çalmak gericiliktir. Saz gerici bir müzik aletidir.
Dahiliye Vekaletinden öyle emir aldık."
Tecer, Valiye sazın öyle bir şey olmadığını dili döndüğünce
anlatmaya çalışmış, olmamış. Anan yahşi, baban yahşi... Kutsi
Tecer gelmiş Ankara'ya, sazın gericilik olmadığını anlatmak için
akla karayı seçmiş ama anlatmış sonunda. Halk şairlerinin
sazları da fırınlanmaktan kurtulmuş." [6]
Sazın itibar kazanması, Ahmet Kutsi Tecer, Muzaffer Sarısözen
gibi araştırmacıların çalışmalarıyla mümkün oldu. Halk müziği
çalgılarının radyo programlarına alınması da Muzaffer
Sarısözen'in eseriydi. [7] Ahmet Kutsi Tecer ve Muzaffer
Sarısözen'in "Folklor araştırmaları, halk müziği derlemeleri (…)
Alevi kültürünü ön plana çıkarırken", [8] Tecer, "aşıklık
geleneğinin son kalıntılarını cumhuriyetin propagandistlerine"
dönüştürmek istiyordu. Nitekim halk ozanları, Tecer'in
amaçladığı şekilde Cumhuriyet ve Atatürk sevgisinin yayıcısı
oldular, methiyeler dizdikleri Atatürk'ün kutsal bir kişilik
olarak tezahüründe büyük rol oynadılar. Tecer ve Sarısözen'in
çalışmalarıyla Alevi kültürü açığa çıktı ama bu kültürün adının
zikredilmesinden ısrarla kaçınıldığı görülüyordu. Semahlar,
deyişler resmi ideolojinin arzuladığı şekilde seslendiriliyor,
örneğin "şah" sözcüğünün yerine "yar" sözcüğü konuluyordu.
Türkülerin Alevi kimliği ile ilişkisinin kurulması, halk
ozanlarının da siyasal mücadele içinde mevzilendirilmesi 1960
sonrasına rastladı. Sözkonusu gelişim, TİP'in kitleselleşebilmek
amacıyla geliştirdiği stratejinin eseriydi. Sevgiliye karşı
hissedilen aşkın anlatıldığı saray müziğine yaslanması zaten pek
mümkün olmayan TİP'in, aşkın yanı sıra başkaldırı, kahramanlık,
yoksulluk gibi temaları işleyen türkülere sığınması gerekiyordu.
Türküler halka aitti ve halk kültürü içinde de Alevilerin
ürettiği deyiş, semah ve türküler vardı. İşte bu yüzden "TİP'te
odaklaşan devrimci müzik platformu içinde ağırlık (…) aşıkların
deyiş ve türkülerinden, halk müziğinin özel örnekleri ve
kaynakları"ndan oluştu.[9]
Halk ozanları, TİP'in Alevilerle kurduğu iletişimin mimarı
oldular. Toplumcu aşık sıfatıyla taltif edilen TİP'li halk
ozanları, "gül-bülbül" tekerlemesiyle oyalandıkları ve otoriteye
karşı boyun eğmeyi içselleştirdikleri gerekçesiyle
eleştirdikleri toplumcu olmayan aşıklarla atışma günlerinde[10]
karşı karşıya gelirken, TİP'in mesajlarını Alevi kitleye
ulaştırdılar, onların siyasallaşmasında rol oynadılar. İdeolojik
siyasetin içinde mevzilenen, toplumsal mücadeleyi bayraklaştıran
Mahzuni Şerif, Aşık Nesimi Çimen, Aşık İhsani, Mehmet Koç, Aşık
Temeli, Aşık Fermani, Aşık Nebi, A. Çırakman, Kul Hasan, Maksudi
gibi isimler, sosyalist mücadelenin "tam ortasında" yer alıp
TİP'in organizasyonlarının vazgeçilmez simaları oldu. TİP
milletvekilleri, mecliste AP'liler tarafından dövüldüğünde,
"Şairi olduğumuz halkımızın gerçek oyu ile büyük meclise giren
milletvekillerimize kabaca değen elleri lanetliyoruz" dediler.
Aşık İhsani, Aşık Temeli, Aşık Fermani, Aşık Nebi, A. Çırakman,
Kul Hasan, Mahzuni, Maksudi, Şinasi, Reyhani, İbreti ve Aşık
Selimi TİP'li milletvekillerine saldırıyı "Ne kaldı be, kaba
kuvvet ne kaldı/ Sana bir ders vermemize ne kaldı/ Çetin'e,
Yunus'a değen elleri/ Kırım kırım kırmamıza ne kaldı"[11]
diyerek, kendi üsluplarıyla kınadılar. İlerleyen süreçte
seslerini daha da gür çıkarabilmek amacıyla Beyazıt'ta Halk
Ozanları Derneği'ni kurdular[12] ve 1969 yılındaki kongrede
"emperyalizmle savaş ve halkı sömürenleri halka anlatmak"[13]
maddesini derneğin amaç kısmına eklediler. Aşağıda yer alan
şiirler, TİP'in halk ozanları tarafından ne kadar benimsendiğini
ve sosyalist düşüncenin, şiir ustalarının elinde nasıl bir
anlatıma kavuştuğunu göstermesi bakımından okunmaya değerdir:
"Yeter be hey arkadaşlar yeter be
Yeter bunca çektiğimiz yeter bu
Zalimlerin kahpe zulmü önünde
Boynumuzu büktüğümüz yeter be" (Aşık İhsani)
Köylü eker biçer kendisi yemez
Aracı tefeci insaf eylemez
Dünyada insanlık huzur göremez
Kurtuluş savaşı verilmedikçe (Aşık Maksudi)
Uyan sen kendine etme ihanet
Bu yurt senindir sana oldu emanet
Haine hırsıza inmeli tokat
Tokat yiyen efendiler; efendiler (Aşık Nesimi)
Ne doğunun ne batının bayrağı
Yurdumuzda sallanmasın arkadaş
Kazalım şu sömürgenin kökünü
Filiz verip sallanmasın arkadaş (Hüseyin Kaçıran)
***
[1] Nejat Birdoğan, Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı, Birinci
Basım, İstanbul, Mozaik yayınları, 1995, s. 252
[2] Çetin Gül "Anadolu İnsanının Duygu ve Düşüncesinin Temel
Aracı: Bağlama" (der.) Hüseyin Karababa, Anadolu'nun Nefesi
Bağlama, Birinci Basım, Ankara, Anadolu Medeniyetleri Kültür
Merkezi Yayınları, 2005, s. 57
[3] Ertuğrul Düzdağ'dan aktaran Nejat Birdoğan, Anadolu
Aleviliğinde Yol Ayrımı, Birinci Basım, İstanbul, Mozaik
yayınları, 1995, s. 249
[4] Çetin Gül, "Anadolu İnsanının Duygu ve Düşüncesinin Temel
Aracı: Bağlama" Anadolu'nun Nefesi Bağlama, Anadolu
Medeniyetleri Kültür Merkezi Yayını 2005, s. 61
[5] Dr. Murat Karabulut, "Çalgıbilimi (Organolojik) Açısından
Kültürel Eğlencelerde ve İcralarda Bağlamanın İşlevi" a. g. e.,
s. 53,
[6] Yaşar Kemal, Ant Dergisi, 6 Mayıs 1969
[7] Zeki Coşkun, Aleviler, Sünniler ve Öteki Sivas, 1. Baskı,
İstanbul, İletişim, 1995, s. 209-210
[8] a. g. y., s. 268
[9] Orhan Kahyaoğlu, And Dağları'ndan Anadolu'ya 'Devrimci
Müzik' Geleneği ve "Sıyrılıp Gelen" Grup Yorum, 1. Basım,
İstanbul, neKitaplar, 2003, s. 64
[10] Ant, 11 Haziran 1968, sayı 76, s.3
[11] Ant, 27 Şubat 1968, Sayı 61, s. 2
[12] Ant, 30 Nisan 1968, Sayı 70, s.3
[13] Ant, 1 Nisan 1969, Sayı 118, s.3
|