ALEVİLİK NEDEN ARAŞTIRILAMIYOR?
Alevi Kurumları, Hükümetler, Üniversiteler,
İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet İşleri
Dr. Ali Yaman
(06.12.2001)
Geçtiğimiz on yıllık süreçte Alevilik konusunu herkes kendi penceresinden de
olsa ele aldı, Aleviliği kendince yorumladı. Bu konuda kendilerini müdahil sayan
aktörler de Aleviliği biçimlendirmeye ve Alevileri yönlendirmeye uğraştılar ve
uğraşmaya da devam edecekler. Yazılı ve görsel medya konuyla daha önce olmadığı
kadar ilgilenmeye başladı. Bu ilginin Sivas, Gazi Mahallesi ve Karaca Ahmet
Cemevi'nin yıkılması olayları gibi kriz zamanlarında doruğa çıktığı görüldü.
Ayrıca 5 yıl öncesine kadar internette Alevilik konusunda websiteleri
bulunmazken, bugün http://www.alevibektasi.com http://www.karacaahmet.com ve
http://www.alevi.com gibi saygın ve çeşitli dillerde içeriğe sahip kapsamlı
websiteleri yaratıldı.
Hangi nedenle olursa olsun Alevi kimliğinin ifade edilmesinde eskiye nazaran
ortaya çıkan rahatlama olumlu bir gelişmedir. Kırdan kente gelen Alevi
topluluklar geleneklerin ve modernitenin ortasında bir geçiş aşamasında
bulunuyorlar. Bu geçiş aşaması şüphesiz birçok sorunları da beraberinde
getiriyor. Geleneksel kurumlar sarsılıyor, yeni kurumlar ortaya çıkıyor,
gelenekler sorgulanıyor. Eskinin yerine ne konulacağı yönündeki tartışmalar
çeşitli gruplar arasında anlaşmazlıkları da beraberinde getiriyor.
Son on yıllık süreçteki bu yoğun ilginin ve çalışmaların ardındaki nedenler
bütün yönleriyle henüz incelenmiş değildir. Bu ilgi yaşanan krizlerin bu konunun
önemini ortaya koymasından mı kaynaklanmaktadır? Hem siyasal hem de ekonomik
anlamda güçlenen islamcı harekete yönelik devletin tavır değişikliğinden mi
kaynaklanmaktadır? Uluslararası konjonktürde yeralan dini ve ulusal kimlik
kalıplarına dönme eğilimlerinin Türkiye'deki yansımalarından mı
kaynaklanmaktadır? Ekonomik ve siyasal liberalizasyon, iletişim kanallarındaki
yaygınlaşma vb. gibi birçok etkenin bu gelişmelerin arkasındaki itici güç olup
olmadığı tartışılabilir. Türkiye'de bu zamana kadar ne yazık ki bu konuların
kapsamlı analizi yapılmış değildir. Az sayıda araştırmacı bu konularla
ilgilenmekte, bu da haliyle yetersiz olmaktadır. Bu konuda herkesin üzerine
düşeni yapması gerekmektedir. Cesaretle söylemek gerekir ki Alevi dernek, vakıf
ve cemevleri, üniversiteler ve diğer devlet kurumları bu konuda sınıfta
kalmışlardır. Şimdi bu konudaki değerlendirmelerime geçmek istiyorum. Şüphesiz
bu değerlendirmelerimden rahatsız olanlar olacaktır. "Bu konuları yazmaya ne
gerek var?" diyenler olacaktır. Ancak bunların mertçe yazılıp çizilmesi ve
tartışılması konuyu anlamamız ve çözümler üretebilmemiz bakımından zorunludur.
Alevilik ve onunla ilintili konularda yeterince araştırma yapılmaması önündeki
engellemelerde kimi bilinçli, kimi bilinçsiz hareket etmektedir. Alevi inançlı
bir aileye mensup olmaktan onur duyan ve Güzel Türkiyemizin her bakımdan
gelişmiş olmasını arzulayan bir yurttaşı olarak bunları açıkça yazmak ve
tartışmak zorundayız. Bazı çevre ve kişiler rahatsız olsa da bu konuları ele
alma isteğim ülkeme ve yurdumda yaşayan her inançtan yurttaşa olan sevgimden
kaynaklanmakdır.
Alevi Kurumları
Daha önce de çok kez yazdığım gibi Alevi dernek, vakıf vb.kurumlar kurulalı beri
bilimsel araştırma konuları gündemden düşmemiştir. Çünkü sözlü geleneğin
ağırlığının zamanla sorun yaratmaya başlaması ve bugünün koşullarına uygun
olarak yazılı/görsel kaynaklar yoluyla topluma ulaşma arzusu bir şekilde
araştırmalar yapılması yönünde itici bir rol oynamıştır. 1990'lı yıllardan bu
yana özellikle Alevi dernek/vakıfları bir araştırma kurma düşüncesini sürekli
ifade etseler de bu henüz tam anlamıyla gerçekleşebilmiş değildir. Son beş yıl
içinde yapılan girişimler başarısız olmuş, hem Türkiye'de hem de yurtdışında
Alevi kurumlarınca kurulan ve Alevilik alanında faaliyet gösteren araştırma
merkezleri kurulamamıştır. Avrupa'da varolan Avrupa Alevi Akademisi ve Alevi
Bektaşi Kültür Enstitüsü gibi kurumlar hem kadro hem de ürettikleri bakımından
henüz bir araştırma merkezi niteliği kazanmış değillerdir. Zaman içerisinde
umarız bu veya başka kurumlar sorunlarını çözerek yeterli bilimsel gereklere
sahip şekilde faaliyet gösterirler.
Bu konuda tabi ki geçen zaman içerisinde bir emekleme döneminde olunduğu
söylenebilir. Henüz Alevi kurumları bu konunun bilincine tam anlamıyla varmış
değillerdir. Bu kurumların maddi manevi anlamda desteklediği alan çalışmaları ne
yazık ki yoktur. Bazı kurumları bu konuda yönlendirmeye çalışan araştırmacılar
da bu bilinç eksikliği nedeniyle dışlanmakta, görüşleri dikkate alınmamaktadır.
Ancak çoğu kurumlarda sözde olmak kaydıyla bilimsel araştırmalar ve bilime saygı
sözü de dilden düşürülmemektedir. Çeşitli dernek, vakıf vb. kurumların başında
bulunan ve Alevilik konusunda bilimsel çalışmaları olmayan kişiler, bilim
adamlarının görüşlerine başvurmak yerine, yarım yamalak bilgileriyle Alevilik
konusunda toplumu yanlış bir şekilde yönlendirebilmekte ve ağızdan düşmeyen
"bilim" sözcüğüne en başta kendileri saygı duymamaktadırlar. Zaman içerisinde bu
kurumlar bunu bir önemli gereksinim olarak gördükleri zaman bu sorunlar da
ortadan kalkacak ve gerçek anlamda bilimsel araştırma kurumları kurmaya
çalışacaklardır sanırım.
Konuya tarafsız olarak yaklaşan herkesin görebileceği gibi Alevilik konusunda
yetişmiş uzman gereksinimi oldukça fazladır ve bu gereksinimi çözmeye yönelik
bir çaba da görülmemektedir.Geçtiğimiz yıllarda sadece Şahkulu Dergahı'nda buna
öncülük edebilecek kurslar başlatılmıştı. Ancak sürdürülemedi. Alevilerce
kurulan kurumların çoğu da bu önemli sorunu gidermeye yönelik çabalar yerine saz
ve semah kurslarıyla işi sürdürmeye çalışmaktadırlar. Sanırım bu konudaki
boşluğun en büyük nedeni araştırma kurumlarına olan gereksinimin öneminin
kavranmamasından kaynaklanıyor. Bu bilinçlenme ortaya çıktığı zaman biz
inanıyoruz ki Alevi dernek ve vakıfları da bu konuya eğilmek zorunda kalacaklar
ve araştırmalara girişilecektir. Bu günlerin yakın olmasını dilemekten başka
elimizden birşey gelmiyor.
Hükümetler
Cumhuriyet Hükümetleri kuruluşundan bu yana Osmanlı'dan devraldığı tarihsel
mirasın da etkisiyle etnik, inançsal vb. yurttaşlarının farklı yönlerini öne
çıkaran konulara "tabu" şeklinde yaklaşarak, bazı seçkinci tezleri uygulamaya
koymuş ve bu tezler doğrultusunda çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar etnik ve
inançsal sorunları çözmekten çok ertelemiş ve kronik hale getirmiştir.
Hükümetler Alevilere birçok vaatlerde bulunmuşlar bunları yerine
getirmemişlerdir. Özellikle seçim dönemleri öncesi basında bu tür haberler çokca
görülmektedir. Seçimlerden sonra verilen bu sözlerin unutulduğu görülmektedir.
Çok değil 6 yıl önceki bir gazetede manşetten verilen ve sayfanın dörtte birinin
ayrıldığı haberin başlığı şöyle: "Hükümetten Alevi Atağı". Haberin girişinde ise
şöyle yazıyor: "Hükümet Alevi din adamları yetiştirecek okullar açılmasını,
cemevleri açılmasının yasallaştırılmasını ve Diyanet İşleri'nde Alevilerin
temsilini de içeren, 'Alevilerin haklarının tanınması' konusunu tartışmaya
açıyor."(Hürriyet 26 Ekim 1994) İşte aradan yedi yıl ve kaç hükümet değişmesine
karşın bu belirtilen konulardan hangisi çözümlendi. Her gelen hükümet bu boş
sözleri söylemeyi sürdürdü.
Bugün olmuş hala açılan cem kültür evleri yasal bir statüden yoksun. Aleviler
kendi inanç mekanlarını yasalar karşısında başka adlar altında açmak zorunda.
Çünkü yasalar Cemevlerini bir inanç mekanı olarak tanımıyor. Bu kurumlar bugün
işlevlerini sürdürmelerine rağmen yasal bir dayanaktan ne yazık ki yoksun
bulunuyorlar. Bu samimiyetsizliğe bir an önce son verilmeli ve hükümet edenler
bütün yurttaşlarına eşit mesafede olmalılar. 2000'li yıllara geldiğimiz şu
günlerde hükümet edenler bu kurumların yasal dayanaktan yoksun bir şekilde
varolmalarına daha ne kadar müsade edecekler. Halihazırda cemlerin vd. kültürel
hizmetlerin icra edildiği bu mekânlar yasal anlamda da bu adlarıyla kabul
görmeliler, nasıl camiler sünnilerin inanç mekânları olarak yasalarca kabul
görüyorlarsa.
Yine tüm bu samimiyetsizliklere karşı zaman zaman devlet kurumları irticai
olaylara müdahelede ve laikliğin sigortası olarak sadece Alevileri görme ve
gösterme yolunu seçmiş görünmektedirler ki bu da oldukça yanlış bir yaklaşımdır.
Bugüne kadar Diyanet yoluyla Sünni Hanefi görüşü empoze eden hükümetlerin iş
kontrolden çıkınca Alevilere bel bağlaması pek tutarlı bir yaklaşım olmasa
gerek. Eğer Türkiye'de korunması gereken "olmazsa olmaz" değerler varsa bunları
korumak ne sadece Alevilere ne sadece Sünnilere düşer. Bu ülkede yaşayan herkes
bu değerlere sahip çıkmalı korumalıdır. Aksi taktirde bu değerlerin belli
grupların varlığına indirgenmesi veya onlarla özdeşleşmesi farklılıkları daha da
körükleyici bir rol oynar. Hükümetlerin çözümlemesi gereken bir diğer konu da
özellikle zorunlu din dersleri konusudur. Din dersleri konusu Alevi yurttaşları
en fazla rahatsız eden ve devletin bir an önce çözüm bulması gereken bir
sorundur. Çünkü bugünkü eğitim sistemimiz içinde varolan Din Dersleri yarardan
çok zarar getirmektedir. Dersleri veren öğretmenler daha çok hanefi ekolüne göre
yetişmiş ve eğitim veren kişilerdir. Dolayısıyla Alevi çocukları aileleri ve
okullarda onlara verilen arasında bocalamakta hatta bazı öğretmenlerle zaman
zaman sorunlar yaşamakta ve bunlar basına da yansımaktadır. Yine bizim dedelik
kurumuna ilişkin yaptığımız görüşme cetvellerinde de inançlara ilişkin devletin
resmi okulları ve Diyanet İşleri Başkanlığı'na ilişkin büyük güvensizlik
bulunmaktadır. Hükümetler yukarıda özetlemeye çalıştığım en öncelikli meseleleri
bir an önce ele almak ve çözümlemek zorundadır. Bu da sorunu doğru bir şekilde
anlamak ve çözümler üretmekle olanaklı olabilir. Bunun için de objektif verilere
dayalı alan çalışmaları yapılması zorunludur. (1)
Üniversiteler
Milyonlarca Alevi yurttaşın yaşadığı Türkiye'de Alevilik konusunda yapılmış
yüksek lisans ve doktora tezi sayısı dikkat çekicidir. Bunların çoğu da son beş
yıllık sürece aittir. Bu makaleyi hazırlarken (13 Kasım 2001'de) internete
girerek (http://www.yok.gov.tr) YÖK Yayın ve Dökümantasyon Dairesi Tez
Merkezi'nde "Alevi" ve "Bektaşi" sözcüklerini içerek tez taraması
(http://www.yok.gov.tr/teztara.html) yaptım. Buna göre "Alevi" sözcüğü
aramasında 19 adet tez bulunuyor. Bunlardan 4'ü sözcük uyumu nedeniyle var ve
Alevilik konusunun dışındaki konularda tezler. Geriye 15 adet tez kalıyor.
Bunlardan 11'i yüksek lisans tezi, 4'ü ise doktora tezidir.
"Bektaşi" sözcüğü aramasında ise 22 adet tez bulunuyor. Bunlardan 18'i yüksek
lisans tezi, 3'ü doktora tezi ve 1'i ise sanatta yeterlilik tezidir. Bu iki
aramada bulunan tezlerden 5 tanesi hem "Alevi" hem de "Bektaşi" sözcüklerini
içermeleri nedeniyle iki arama sonuçlarında yer alıyorlar. Bu ortak tezleri de
çıkarırsak toplam 32 tez bulunuyor. Hadi bu sayı ilgili diğer ilgili sözcük
aramalarıyla elli olsun diyelim. Bence bu sayıdan utanç duymamız gerekiyor.
Üniversiteler de ne yazık ki Alevilik konusuyla pek ilgilenmemektedirler.
Türkiye'nin en köklü üniversitelerinden olan İstanbul Üniversitesi'nde bile bu
konuda yapılmış bilimsel araştırma sayısı çok sınırlıdır. Bütün üniversiteler
gözönüne alındığında da cumhuriyet tarihimiz boyunca bu konuda yapılmış bilimsel
araştırma sayısı oldukça az sayıdadır. Bunların birbölümü de konuyu kendi
istedikleri yöne çekmeye çalışanların yaptığı subjektif çalışmalardır. Belli
üniversiteler ve akademisyenler konuyla ilgilenmektedirler. Açıkça ifade etmek
gerekirse bugün Türkiye'deki akademik koşullar içerisinde bu konuyla uğraşmak
oldukça zordur. Konunun aynı zamanda ideolojik boyutu bu zorluğa yol açmaktadır.
Belli görüşlerin hakim olduğu ve kadrolaştığı bir akademik ortamda özgür bir
akademik yaşamdan sözedilmesi olanaklı değildir. Sadece Alevilik konusu değil
diğer bir çok konu da bu sorunlu ortamdan olumsuz yönde etkilenmektedir. Umarız
gelecekte üniversitelerimizde ve yayın dünyasında Alevilik konusu ideolojik ve
tarafgir araştırmacıların tekelinden kurtulur da bu konuda bilimsel araştırmalar
yapılabilir. Bu konuda son zamanlarda yaşanan olumlu gelişmeler yaşanmakta
Türkiye'de ve yurtdışında çok sayıda akademik çalışma yapılmaya başlandığı
görülmektedir. Bu gelişme oldukça olumludur.
İlahiyat Fakülteleri
Özellikle de İlahiyat Fakülteleri'nde varolan zihniyeti sergilemesi bakımından
da bu tez arama sonuçları oldukça önemli. "Aydın din adamı" yetiştirmek amacıyla
kurulan bu fakülteler ve "bütün yurttaşlara din hizmeti götürmeyi amaçlayan"
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu tablodan ders çıkarmalarının zamanı gelmiştir
ve geçmektedir. İlahiyat Fakülteleri'nde Alevilikle ilgili bilimsel araştırmalar
neden yok denecek kadar az? Bu fakültelerde yetiştirilen hoca, imam, müezzin,
öğretim üyesi adaylarına Alevilikle ilgili bilgi veriliyor mu, veriliyorsa nasıl
veriliyor? Bu fakültelerdeki karar alıcılar ve öğretim üyelerince Aleviler bu
ülkenin birinci sınıf yurttaşları olarak görülmüyor mu ve/veya siyasilerden mi
çekiniyorlar, veya bizim bilmediğimiz ancak onların bildikleri başka şeyler mi
var? Aleviler Cemevlerini ibadethane olarak gördükleri halde İlahiyat fakültesi
hocaları neden bunu kabullenemiyorlar? Alevilerin Türkçe ve sazlı, sözlü
ibadetlerini küçümseme hakkını nereden alıyorlar? Bu sorulara sağlıklı yanıtlar
verilmediği ve ilahiyat fakülteleri sadece belli bir yönde eğitim vermeye devam
ettiği sürece Aleviliğe yönelik ilahiyat fakültelerindeki bakışta bir değişiklik
olmayacağı söylenebilir.
Diyanet İşleri
Diyanet İşleri Başkanlığı Avrupa Birliği'ne girilecek diye Din Şuraları
düzenlerken, birçok inançtan din adamlarını davet ederken, vergileriyle
maaşlarını aldıkları Alevileri neden görmezden geliyor? Alevilikle ilgili
çalışmalar yapılmadığı, hizmet götürülüp götürülmediği sorulduğunda "Efendim,
Alevi-Sünni kardeştir." diyebiliyor. Alevi, Sünni ve bütün dünya insanları tabi
ki kardeştir. Peki neden taraflı davranıyorsun on yıllardır. Madem bütün
yurttaşlara hizmet götürme iddiasında bu kurum neden Alevilerin ibadetlerini
yaptıkları cemevlerine kaynak ayırmıyor; bunun yerine istemedikleri halde
camiler yaptırıyor, Kur'an kursları açıyor? Bu dayatmacı anlayış islam mıdır?
İslam sizin tekelinizde mi? Hani islamda ruhban sınıfı yoktu? Bu sizin
yaptığınız ve yapılanmanız ruhban sınıfı değil de nedir?
Alevilerin kendi dilinde, kendi inanç kurumlarında ibadet etmek istemeleri
başkalarını neden rahatsız ediyor anlamak mümkün değil. Diyanet'in bu tavrı
cumhuriyet ilkelerine de aykırıdır. Hiç kimsenin şüphesi olmasın Diyanet'in bu
dayatmacı ve monist tavrı tarihe kara bir leke olarak geçecektir. Açıkça ifade
edilmese de uygulamada her inanca ve yoruma eşit uzaklıkta yer almak yerine
Sünnilik/Hanefilik bayraktarlığı yapmak bu kurumu her geçen gün daha da
tartışmalı hale getirecektir. İşin ilginç tarafı bu kurumdan Sünniler de
şikayetçi. Bu kurumun kimi memnun ettiğini anlamak da zor doğrusu.
Diyanetteki zihniyeti anlamak için şu örneklere bakmak yeterli olacaktır: Bir
zamanlar eski Diyanet İşleri Başkanlarından İbrahim Elmalı Aleviliği eleştiren
açıklamalar yapmış ve 1966'da'nın Aleviliği eleştiren açıklamaları nedeniyle
görevinden azledilmişti.(2) Yine bu zihniyetle ilgili olarak 19 Mart 2001
tarihinde Kanal D'de yayınlanan ve Fatih Altaylı'nın sunduğu "Teke Tek"
programında Diyanet konusu ele alınmıştı. Burada en çarpıcı konuşmaları eski
Diyanet İşleri Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç yaptı. Ancak görüldü ki Tayyar Bey,
Türkiye'deki sorunları ve çözümlerini anlamada bir "kulaç" dahi yol alamamış bu
kadar yıl içinde. Özetle "Efendim Alevilik dediğiniz tek tip değil ki çeşit
çeşit Alevi var. Aleviler de camiye gelsin, hizmetlerini alsınlar. Cemevi diye
bir kurumu ibadethane olarak kabul edilemez, oralar kültür yuvalarıdır. Benim
zamanımda 100'e yakın Alevi köyüne cami yaptırdık." gibi sözler sarfetti.
Milyonlarca insanın inançlarına bu şekilde saygısızlık yapan bu kişiler yıllarca
Türkiye'de din hizmetlerinin başında bulundular. İşte Türkiye'de sorun buradan
kaynaklanıyor. Birileri kendi inanç anlayışlarını herkese dayatmaya
çalışıyorlar. Sayın Altıkulaç, ben senin gibi inanmak zorunda değilim ki. Bu ne
saygısızlık. Ayrıca programa katılan Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlar Daire
başkanı da biz Alevi ileri gelenleriyle yakında toplantı yapacağız, gibi
sözlerle işi geçiştirmeye çalıştı. Daha önce de sıkışınca durumu kurtarmak için
Diyanet çok toplantı yaptı. Ancak bu toplantılardaki hangi talebi yerine
getirdiniz. Sizin zihniyetiniz cami ve Kur'an kursu yaptırmaktan başka bir
hizmete onay verir mi? 1990'larla Alevilikle ilgili alelacele 3-4 kitap
yayınladılar. Bundan başka hiç Alevilikle ilgili yayın var mı? Bunlar konuştukça
daha da trajikomik duruma düşüyor. Dediklerinin özeti şu: "Bizim yaptığımız
gibi, inancın sünni biçimiyle ibadet edecekseniz hizmet var. Bunun dışında
kusura bakmayın sizin inancınızı, ibadetinizi biz kabul etmiyoruz..." Eğer
deseler ki "efendim bu konuda haksızlık ve eksiklikler var ancak buna bizim
gücümüz yetmez. Biz siyasilerin aldıkları kararlara göre kurulmuş bir kurumuz.
Bu bizi aşıyor." O zaman anlayacağız. Ancak böyle demiyor ve varolan statünün
korunmasını arzulayıcı açıklamalar yapıyorlar. Bu Toplumun vergileriyle
inançlarımıza saygısızlık eden bu şahıslarda her Türkiye yurttaşının kul hakkı
vardır. Ben kendi adıma bu hakkımı helal etmiyorum. Maaşını ben vereceğim, bana
hizmet vermeyeceksin, vermediğin bir yana benim inancımı tanımayacaksın, saygı
duymayacaksın, Atatürk Türkiyesi yurttaşlarına kendi bildiğin doğruları din diye
sunacaksın. OLMAZ BÖYLE ŞEY. Artık yolun sonuna doğru gelinmiştir. Bu boş
sözlerle yurttaşlara hizmet verilmez. Din Şuraları yaparak Alevileri çağırmayın.
Onlara inanç hizmeti götürmeyin. Bu halinizle Avrupa Birliğine girin bakalım,
nasıl gireceksiniz? Cemevlerinin ibadet yeri olup olmadığına Tayyar Altıkulaç
gibi ilahiyatçı ve diyanetçiler değil bu mekanları ibadet yeri olarak gören
Aleviler karar verecektir. Bu onların en temel insanlık haklarıdır. Bu hak
Anayasamızın 10. maddesiyle de güvence altına alınmıştır. Diyanet bu haliyle ya
kaldırılacak, ya da tarafgir yapılanmasından kurtarılarak bütün yurttaşlara eşit
hizmet götüren bir kurum olacaktır.
Yapılması gerekenler şu şekilde özetlenebilir:
1. Genel bütçeden veya uygun başka bir kaynaktan Alevilerin inançlarını
yaşatabilmeleri için gerekli kaynak sağlanmalıdır.
2. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi ve kadrosu bakımından da Alevi inançlı
yurttaşlara hizmet götürmeli, götürülen bu hizmet onların inançları
doğrultusunda olmalıdır.
3. Bugün özellikle büyük kentlerde faaliyet gösteren "Cem ve Kültür Merkezleri"
inanç mekanları olarak tanınmalı ve yasal bir çerçeveye oturtulmalıdır. Bugün
Alevi inançlı yurttaşlar cenaze ve ibadet hizmetlerini bu mekanlarda
görmektedirler. Devlet kurumları Camiye hangi mesafedeyse, Cemevine de aynı
mesafede olmalıdır. Bugün Camilerin bütün elektrik, su vb. giderleri Devlet
tarafından karşılanırken aynı haktan Cem ve Kültür Merkezleri
yararlanamamaktadırlar. Bir zamanlar eski Cumhurbaşkanı Demirel ve şimdiki
Başbakan Ecevit de bu Cem ve Kültür Merkezlerinin açılışlarına resmen
katılmışlar ve çeşitli vaatlerde bulunmuşlardı. Buna rağmen bugün hala bu inanç
kurumlarının yasal statüsünün belli bir çerçeveye bağlanmamış olması olması
düşündürücüdür.
4. Zorunlu Din derslerinde de gerekli düzeltmeler yapılmalıdır. Ders kitapları
Alevi inancına yer vermediği gibi ders öğretmenleri de Alevi inancını eleştiren
konuşmalar yapabilmektedirler. Basında ve TBMM tutanaklarında bu konuda yapılan
ayrımcı olaylara ilişkin bir çok örnek mevcuttur. (3)
Herkes inandığınca veya inanmadığınca özgürce yaşamalıdır. Bunun önündeki
engeller zaman geçirilmeden kaldırılmalıdır. Alevilik konusu spekülatif ve
ideolojik araştırmacıların insafına değil de, bilimin korumasına alınmalı, bilim
adamlarınca bütün yönleriyle araştırılmalıdır. Bu konuda herkes üzerine düşeni
yapmalıdır. 2001 Yılında Türkiye Cumhuriyetine ve dünyanın her yanında yaşamakta
olan yurttaşlarına yakışan da budur.
Dipnotlar:
Aynı konu daha once 27-29 Nisan 2000 tarihlerinde Ankara'da düzenlenen I.
Uluslararası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu'nda sunduğum bildiride de ele
alınmıştır.
Anonim (1966): "Elmalı Azledildi.", CEM, yıl: 1, sayı: 4, (5 Ekim 1966), s. 20.
Bu konuyu ele alan bir makalem de Gönüllerin Sesi Karacaahmet Sultan Dergisi,
sayı: 63'te yeralmıştır.
Kaynak: alevibektasi.org/ali_yaman6.htm
|