HACI BEKTAŞ-I VELÎ TÜRBESİ’NDE
BULUNAN
SEMBOLLER VE ANLAMLARI
SYMBOLS AND MEANING IN
HACI BEKTAŞ-I VELI’S SEPULCHER
ÖZET
Sadberk ERSOY1
Sezgin ERSOY2
Simge ve semboller tarih boyunca kültürlerin ve kurumların
düşüncelerini ifade eden bir dil olarak kullanılmıştır.
Değerlerin ifadesinde kelime ve isim kullanmak yerine simge ve
imgeler kullanmak teolojik ve kült boyutunda karşımıza
çıkmaktadır. Örneğin İslamiyet’te Allah; yaratılmış ve benzeri
olan herhangi bir isim ile ifade edilmemektedir. Esmâü’l-Hüsnâ
olarak bilinen isimler dışına çıkmamaya özen gösterilir. Ancak
yazılı ve sözlü eserlerde Allah isminin sembolleri
bulunabilmektedir.
Anlam biliminin yanında skolastik, hermenötik, masonlukta ve
kısmen de olsa İslamiyet’te kelam ilmi içersinde simgelere
rastlanmaktadır.
Anadolu Türklerinin kullandığı simge ve semboller; Orta Asya’dan
taşınan kültür ve bu kültürün Hristiyanlık ve Musevilik gibi
dinlerle etkileşimi sonucu oluşmuştur.
1 Öğretmen, eğitimci.
2 Dr., Marmara Üniversitesi, Teknik Eğitim Fakültesi.
Çalışmamızda Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’nde yer alan ve değişik
zamanlarda eklenmiş olan simge ve sembollerin açıkla- ması
yapılmıştır. Bu semboller hakkında yapılan araştırmaların
incelenmesi sonucunda elde ettiğimiz bilgileri sunmayı
amaçlamaktayız. Bu bilgiler ışığında kullanılan sembolleri
irdelemenin faydalı olacağına inanıyoruz.
ABSTRACT
Signs and symbols have been used as a language that expresses
the thoughts of cultures and institutions throughout history.
Use of signs and images instead of words and names in the
expression of values is encountered both in theological and cult
dimensions. For example, in Islam, Allah is not expressed with
names like created et cetera. Great attention is paid not to go
beyond names known as Esmâü’l-Hüsnâ. However, many symbols are
encountered in the transfer of written and visual works that
imply Allah.
Symbols are encountered in scholastic, hermeneutic, Masonic and
Word science in Islam, even partial. The emergence of
Alavism–Bektashism in Anatolia, where religions such as
Christianity and Judaism were also lively together with its
culture brought from the Middle Asia shows that it significantly
contains signs and symbols.
The Chinese proverb that says “When a finger points to the moon,
the imbecile looks at the finger” shows us the nature of signs.
In our study explanations were made for signs and symbols that
are located in the tomb of Hacı Bektaş-ı Veli and were added
during different periods. We aim to present the information
obtained as a result of the studies that were performed in
relation with these signs. We believe that it will be useful to
examine the symbols in light of this information.
GİRİŞ
Bir duygu, düşünce, ihtiyaç, bilgi gibi mesajların kişiler arası
aktarımını iletişim olarak tanımlayabiliriz. Ancak iletişimi
açık- layacak daha fazla ve geniş tanımlara ihtiyaç duymaktayız.
Bu sebepten iletişimi bir yaklaşım olarak tanımlamalıyız. Bir
kaynaktan bir mesajın (bilgi, duygu, düşünce, fikir, ihtiyaç,
v.b.) bir kanal yolu ile bir alıcı veya alıcılara aktarım
yöntemi olan iletişimde mesajın doğru bir kanalla aktarımı
önemlidir. Bu kanallardan en önemlisi kuşkusuz ki dildir. Sözlü
iletişimde mekân kavramı önemlidir. Aktarılmak istenen mesajın
iletilmesinde mekân örtülü bir etkiye sahiptir. Mekânın kurgusu
anlatılmak istenen düşünceleri bir doğrultu üzerinde kurgular.
Mekânlar anlatılmak istenen hususu diğer anlam ve etkilerinden
arındıran bir özellik gösterir.
Ancak dil en çok kullanılan iletişim aracı olmasına rağmen
zaman, mekân, toplum ve kültür farklılıklarıyla değişikliğe
uğra- maktadır. Buna karşı bu unsurlara istinaden değişikliğe
uğramadığı düşünülen diğer bir mesaj aktarımı ise sözsüz
iletişimdir. Bu iletişim türünün sembollerle aktarımı da mümkün
olabilmektedir.
İletişimin temel bir yönünü de sözsüz iletişim oluşturur. Başka
bir ifadeyle yaşam içinde gerçekleştirilen ilişkilerde başvuru-
lan simgesel kodlar içersinde sözsüz olanlar anlam oluşturma ve
paylaşmada çoğu kez bilincinde olmaksızın ama; kaçınılmaz olarak
sürekli kullanılırlar (Tosun, 1999: 14).
Sözsüz iletişim dediğimizde; giyim kuşam, müzik, davranışlar,
jest ve mimikler sayılabilir. Ancak en küçük yapı içerisinde en
fazla anlam yüklenebilen araç sembollerdir.
Sembol, kendisinden başka bir gerçeğe dikkat çeken, bir şeyin
yerine geçen veya onu tasvir eden bir nesne, bir fiil veya
insanlar tarafından yapılmış herhangi bir işarettir (Kimpel,
1954: 132; Hinnels, 1984: 316; Be- van, 1962: 244; Atasağun,
2001: 167).
Simge ve semboller aslında birer iletişim teknolojisidir.
İletilmek istenen mesajlar kendi toplum değerlerine ait olmak
kaydıy- la tüm zamanlarda aynı anlamı ifade eder.
Semiyotik ya da diğer adıyla semiyoloji; simge, sembol ve
işaretlerin yorumlanmasını, üretilmesini veya işaretleri anlama
süreçlerini içeren bütün faktörlerin sistematik bir şekilde
incelenmesine dayanan bir bilim dalıdır. Değişik işaret
sistemlerine dayanan anlam ve bildirim konularını inceler.
Modern semiyotik başlıca iki kaynağa dayanır. Bunlardan
birincisi Ferdinand de Saussure’e ait 1916’da yayımlanan Genel
Dilbilim Dersler’i, ikincisi ise Charles San- ders Peirce’ın
yazılarıdır. Kültürel kodlara, geleneklere ve metni anlam
süreçlerine göre düzenlenmiş işaret sistemleri diye nitelenen
her şey semiyotiğin inceleme alanına girmektedir. Semiyotik
bugünkü anlamda ilk defa John Locke tarafından 1960 yılında 4
ciltte yayınladığı “Essays Concerning Human Understanding”
başlıklı eserde kulla- nılmıştır. Semiyoloji, yapısalcılığın
modeli olarak düşünülmektedir (www.turkcebilgi. com).
Göstergebilim (Semiyoloji); diller, düzgüler, belirtiler vb gibi
gösterge dizelerini inceleyen bilimdir (Guiraud, 1994: 17).
Göstergeler kuramı üzerinde; 17. ve 18. yüzyıllarda kendine
araştırma alanı bulan ve felsefeci olan John Locke, Matematikçi
Jean Henry Lambert, Dil Felsefeci Joseph Maria, Hoene-Wronski,
Çek Matematikçi Bernhardt Bolzano, Edmund Husserl gibi bilim
adamları çalışmalarda bulunmuşlardır (Rıfat, 2005; Özgür, 1998).
Görsel göstergebilim kuramının gelişmesinde Fransız düşünür
Roland Barthes’in çalışmalarının önemi büyüktür. Algirdas-
Julien Greimas, 1984’te Fransız göstergebiliminin yayın organı
“Actes Semiotiques” adlı bilimsel dergide yayımladığı bir
incelemede görsel göstergebilimini betimsel göstergebilimle
birlikte ele alarak tanımlar. Ona göre görsel göstergebilim,
fotoğraf, resim, grafik gibi bir yüzeyi kullanan yapıların
incelenmesidir (Karahan, 2004: 75).
Göstergebilim kavramı etrafında Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’nde
yer alan ve değişik zamanlarda eklenmiş olan simge ve
sembollerin açıklaması yapılmıştır.
Skolastik düşüncede, hermenötik anlam bilgisinde, masonlukta ve
kısmen de olsa İslamiyet’te kelam ilminin içersinde sim- gelere
rastlanmaktadır. Alevi-Bektaşiliğin, Orta Asya’dan taşınan
kültürü ile birlikte aynı zamanda Hıristiyanlık ve Musevilik
gibi dinlerin canlı olduğu Anadolu’da ortaya çıkması simge ve
sembolleri önemli ölçü- de içerisinde barındırdığını
göstermektedir.
1950 yılında Mayanas Üniversitesi’nde verilen bir konferansta
Alman Eğitim Bakanı Hellpachinpek şu kelimeleri ifade etmiş- ti:
“Muhtelif muhitlere ait olan sembollerin ihtiva ettiği özel bir
kuvvet ki, insanları, bu sembolün ifade ettiği tasavvuru
gerçekleştirmeğe teşvik eder” (Schimmel, 1954: 3).
Durkheim’ın din analizi ise; dini sembollerin anlamı ya da
içeriği (kutsallığı) ile dinin fonksiyonlarından biri (toplumu
bü- tünleştirmesi) arasındaki temel bir karışıklığa dayanır.
Berger, dini sembolleri; nes- nelleştirme, somutlaştırma ve
içselleştirme süreçleri tarafından üretilen psiko-sosyal
yansıtmalar olarak görür (Davis, 2004: 231).
Tarihi dinleri incelediğimizde Hinduizm’de inek canlı olan her
varlığın simgesidir. Zerdüştler başta “ışık” simgesi olarak
ateşi kullanmışlar fakat bu sembol zamanla anlamını kaybetmiş ve
bu ateş sembolü Tanrı’nın yerini almaya başlamıştır.
Svetlana Nesterova çalışmasında, Mevlânâ’nın Mesnevisi’nin
müstakil bir çalışma olmaktan ziyade tasavvuf geleneğinin bir
parçası olduğunu vurgulamıştır. Tasavvuf metinlerinde geleneksel
olan metaforik ve sembolik dil kullanıldığını ve bunların bir
dinî öğretinin geliştirdiği metafizik tasvirlerin açıklanmasında
en doğru yol olduğunu açıklamıştır.
Anadolu tasavvuf edebiyatında sıkça kullanılan metaforların
sunulmasında mecazlar bilişsel işlevi yerine getirirken, sem-
boller daha çok ontolojik statü tanımak için kullanılmaktadır
(Neşterova, 2011).
Bahtiyar (2004: 33) çalışmasında dinde sembollerin, ilahî
hakikatlerin nakil vasıtası olduğunu, bunların varlığın yüksek
halle- rinden kaynaklandığını ve bunu bizim bu hallere taşıyarak
dönüştürdüğümüzü belirtmiştir.
Ricouer‘a göre, (2007: 82) dinsel simge; söylemin bağımsız bir
ürünü olan metafordan bütünüyle farklıdır. Simgeler sözlü ol-
duğu kadar görsel olarak da betimlenebilir. Görsellik olarak
imgeler düşüncelere yakın durmaktadır, metaforlar ise henüz
simgelerden ayırt edilemeyen dilsel ifadelerdir. Ona göre,
simgeler değişmez olsaydı, metaforlar her zaman yeniden
yaratılırdı.
Neo-DurkheimcıolanNeo-Muhafazakâr Daniel Beli ile Neo-Marksist
Frederic Jame- son toplumsal bağı restore etmek için dini
sembolizme başvurmanın gereğini vurgulamaktadırlar (Thompson,
1993: 451; Bodur, 1994: 167).
HACI BEKTAŞ-I VELİ TÜRBESİ
Bütün bu bilgiler doğrultusunda çalışmamızın konusu olan Hacı
Bektaş-ı Veli Türbesi’nde bulunan semboller açıklanmaya
çalışılacaktır. Türbenin yapısı ve tarihi kısaca tanıtılarak,
söz konusu sembollerin durumu hakkında bilgi verilecektir.
Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde bulunan türbe hem Alevi hem
Sünni müslümanlar tarafından ziyaret edilmektedir.
Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’nde yer alan bilgiye göre Hacı
Bektaş-ı Veli Türbesi Nevşehir iline 60 km uzaklıkta olan
Hacıbektaş ilçesinde yer almaktadır. Türbeye Çatal Kapı ismi
verilen kapıdan girilmektedir. Bu kapı Nadar Avlusu’na
açılmaktadır. Bu bölüm- den sonra sırasıyla Üçler, Altılar ve
Kırklar Kapısı adı verilen kapılar bulunmaktadır.
Nadar Avlusu’nda en dikkat çekici yapı 1902 yılında Feyzullah
Dedebaba döneminde yapılmış olan Üçler Çeşmesi’dir. Nadar
Avlusu’ndan ikinci bölüme yani Dergâh Avlusu’na geçilmektedir.
Bu avluda Arslanlı Çeşme bulunmaktadır. Klasik Mısır sanatı
anlayışında İskenderiye mermerinden yapılmış olan arslanın,
Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı olan Kara Fatma
Hatun tarafından 1853 yılında dergâha hediye olarak gönderildiği
kayıtlarda yer almaktadır. Arslanın içine yerleştirildiği esas
çeşme bölümü ise 1554 yılında Silistre valisi Malkoç Bali Bey
hayratı olarak yakınları tarafından yaptırılmıştır.
Dergâhta; Aş Evi, yeniçeriler tarafından kutsal kabul edilen
Karakazan’ın bulunduğu mutfak ve karşısında meydan yer
almaktadır.
Meydan Evi Bektaşiliği benimseyen kişilerin “yol” a girme
törenlerinin yapıldığı ve çeşitli sorunların tartışıldığı yer
olmuştur. Meydanı çevreleyen duvarlarda çeşitli resim ve
semboller bulunmaktadır.
Meydan Evi’nden çıkışta “Altılar Kapısı” bulunmaktadır ki bu
avluya aynı zamanda Hazret Avlusu da denilmektedir.
Dergâh içinde aynı zamanda Bektaşiliği kurumsallaştıran Balım
Sultana ait türbe yer almaktadır. Kutsal kabul edilen Kara Dut
ağacı burada yer almaktadır. Sırasıyla Pir Evi, Ak Kapı ve
dergâha hizmet etmiş kişilere ait mezarlar bulunmaktadır.
Çilehane yine bu alanda yer almaktadır (www.kapadokyaweb.com).
TÜRBEDE BULUNAN SEMBOLLER
Hû
Sembol ve kavramların incelenmesinde öncelikle Alevi-Bektaşi
kültüründeki selam- laşma eylemini açıklamak gerekmektedir.
Hû kelimesi “o” işaret sıfatına karşılık gelmektedir. İslamiyet
öncesi inanışta Güneş dini hükmünde Türkler yaratıcıya çok saygı
gösterirler ve onun adını ancak ibadethanelerde anarlarken diğer
zamanlarda ve günlük hayatta yaratıcının adı “O” şeklinde ifade
edilirdi.
Alevi-Bektaşi kültürünün Türk kültürü ile doğrudan ilişkisinden
dolayı Hû selam- lama olarak tercih edilmiş olabilir.
Tasavvuf açısından incelediğimizde ise çokluk görüntüsünün
ardındaki, öz`deki teklik boyutudur. Yaratanın vahdet-i vücut
ile açıklanan varlığı; var olan her şeyin yaratıcının bir
parçası olduğu inancı Hû kelimesinin kullanılmasıyla
ilişkilendirilebilir.
Hû kelimesinin Anadolu tarihinde yer alan Enel-Hak inancının bir
göstergesi olarak kullanıldığı da düşünülebilir. Hallac-ı
Mansur’un ölmeden önce söylediği “Ya Rabbi canımı alan bu
kullarını bağışla; çünkü onlar senin bana gösterdiğin
sırlarından haberdar değiller, senin bana gösterdiklerini onlar
göremezler, bilemezler” sözü Hû kelimesinin selamın ötesinde bir
anlam ve sembol olduğunu düşündürmektedir. Bu inancın en büyük
temsilcileri Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Niyâzî-i Mısrî gibi
büyük Türk-İslam düşünürleridir.
Allah’ın sadece Allah ismi ile hitap edilmesini istediğini bazı
Kur’an ayetlerinden anlamaktayız. Esmâü’l-Hüsnâ olarak bili-
nenler ise yaratıcının sıfatlarını anlatan yal- nızca birer
sembollerdir. Sufi inancında ise Allah ismini karşılayan yegane
söz Hû kelimesidir ve bu kelime yaratıcıyı sembolize etmektedir.
BEKTAŞİLİKTE TAHTA ASA VE KILIÇ
Bir Altay efsanesine göre yerin göbeğinde, her şeyin merkezinde
yeryüzünün bütün ağaçlarının en yükseği olan ve Tanrı’nın
ikametgâhına dokunan kocaman bir çam büyümektedir. Bazen bu
dünya ağacını, şamanların davullarının üzerinde de gör- mek
mümkündür. Yine Abakan Tatarları’na göre, dünyanın ortasında
demir bir dağ vardır ve bu dağın üzerinde de yedi dallı beyaz
bir kayın ağacı dikilidir (Işık, 2004: 89; Har- va, 1959: 225).
Tatarlar bu kutsal kayından şöyle bahsederler: “Altın yapraklı
kutsal kayın! Sekiz gölgeli kutsal kayın! Dokuz köklü, altın
yapraklı, Bay-kayın (mübarek kayın)...” (Işık, 2004: 89).
Dede Korkut hikâyelerinde Oğuz Kağan’ın bir ağaç kavuğunda
doğduğuna, eşlerinden birinin gökten indiğine, diğerinin ise
yeryüzünün derinliklerinden sunulduğuna inanılmıştır. Bu yüzden
Türkler’in gök ve yerin tüm kuvvetlerine sahip olduğu inancı
yerleşmiştir. Diğer bir eşinin ise bir adada gök renkli gözlere
sahip olduğu belirtilmiştir. Gök renginin Tanrı’yı sembolize
eden bir renk olduğunu Oğuz Kağan Destanı’ndan bilmekteyiz.
Şekil.1
Çuvaşya bayrağı ve Yaşam Ağacı figürü
Dünya ağacı sembolizmi ile gök ve yer arasında merdiven
veya köprü kurmak mümkündü. Çünkü bunlar bir dünya mer- kezinde
yükselmekte idi. Bu anlamda, dünya ağacı sembolizminde birçok
dini fikir de bulunmaktadır. Bir taraftan o sürekli olarak
yenilenmekte olan evreni, kozmik haya- tın tükenmez kaynağını,
kutsalın mükem- mel olarak hazinesini temsil ederken, diğer
yandan da gök veya gezegenlere ait gökleri temsil eder (Işık,
2004: 95).
Eski Yunan’da birçok yıldız, ağaçlarla sembolize edilirdi.
Bunlardan en bilinen örneği Sirius yıldızı Alevi-Bektaşi kültürü
ve Şamanizm’de kutsal kabul edilen ardıç ağacıyla metaforize
edilmiştir.
İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra Türk kültüründe ağaç
kutsal yerini korumuştur. Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmet Yesevi
tarafından Anadolu’ya gönderildiğinde, dervişlerden biri ocakta
yanmakta olan odunlardan birini alarak Rum diyarına doğru
fırlatır. Dut ağacından kesilmiş olan bu odun Rum diyarında
Ahmet Fakih tarafından tutularak, daha sonra Hacı Bektaş-ı
Veli’nin tekkesini yapacağı yerin önüne dikilir ve bu odun
derhal yeşererek bir dut ağacı olur. Günümüzde bu dut ağacının
halâ durduğu ve tepe kısmının yanık olduğu inancının yaygın
olduğu belirtilmektedir (Ocak, 1983).
Türk geleneklerinde ağaç figürünün yeri oldukça önemlidir. Maddi
dünya ile manevi hayat arasında bir köprü olduğu gö-
rülmektedir. Tahtacı diye anılan bir kesimin ağaçlar ve
ormanlara çok saygı duyduğu bilinmektedir. Alevi inanışında
Muharrem ayında kesinlikle ağaç kesilmez.
Birçok erenin tahta kılıçlarla mucize göstermeleri yine
Alevi-Bektaşi menkıbelerinde görülmektedir.
Bugün Anadolu’da da bazı orman ve ağaçların kutsal olduğu
şeklindeki inanışların yaygın olduğu bilinmektedir. Günümüzde
Sünni müslümanlarda görülmekle birlikte, bu tür inanışların daha
çok Alevi- Bektaşi kültüründe tamamıyla korunduğu görülmektedir.
Anadolu’da ve Balkanlar’da birçok tekke ve dergâhta kutsal
sayılan bir ağacın varlığından söz edilmektedir.
Anadolu’da ağaçlara çaput bağlamak, mum yakmak gibi kültlerin
Alevi-Bektaşi kültüründeki ağaç olgusuyla karıştırılma- ması
gerekmektedir. Nitekim Alevi-Bektaşi kültüründe ağaçlar İslami
kurallarla uzlaş- tırılmış, manevi gücü ve Allah’a olan bağı
arttıran bir araç olarak görülmektedir.
Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’nde bulunan meşe ağacı yukarıda
bahsedilen Hoca Ah- met Yesevi’nin Anadolu’ya ışık yayması için
fırlattığı meşale olarak bilinmektedir.
Nadar Avlu: Altın avlu da denilmektedir. Altın
kelimesi, Eski Mısır yazılarında arslan figüründe kullanılarak
yazılan bir kelimedir. Arslan figürü Alevi-Bektaşi kültüründe
kullanılan sembollerden biri olmasına karşın bu felsefenin
kurumsallaşmasın- dan önce bu figüre rastlanması ilginçtir.
Evler: “Meydan Evi”, Dergâh’ın en önemli
bölümlerinden biri olan Meydan Evi, kitabesinden anlaşıldığına
göre 1367 yılında Ahi soyuna mensup Murat Bey tarafından
yaptırılmıştır. Halk arasında cemevi olarak da bilinen Meydan
Evi yola girme (tarikata girme), nasip alma ve ikrar verme gibi
törenlerin yapıldığı ve Bektaşi öğretisinin yaşatıldığı bir
yerdir. Meydan odasının tavanı bingi tekniğinde ve göğün dokuz
kat olduğunu simgelemek açısından dokuz kat olarak yapılmıştır.
Türkler’de göğün katları 7, 9, 12, 16 ve 17 olarak
gösterilmiştir. Eski Türk mimarisi ve Anadolu’da halâ mevcut
olan birçok taş evlerde tavan 7 katlı olarak yer almaktadır.
Kapı: Kapılar makam ve meydanların girişinde
bulunmaktadır. İç mekân kapılarını eğilmeden geçmek mümkün
olmamak- tadır. Bu durum aynı zamanda mekânlara saygıdan da
kaynaklanan bir davranıştır. Bektaşilik’te ‘’kapıdan geçmek’’,
bir makama erişmek anlamında kullanılır. Alevi-Bektaşi
kültüründe kâmil insan olmanın yolunun 4 kapıya bağlı olduğu ve
bu 4 kapıya bağlı 40 makamdan geçtiği anlaşılmaktadır.
Dergâh içersinde yer alan kapı eşiklerine kesinlikle basılmamalı
ve türbe bulunan odalardan geri geri çıkılmalıdır. Bu saygı
ifade eden ritüel olarak benimsenmiştir.
SAYILARIN ANLAMI
Üç Rakamı: Üç rakamına dini sembol olarak
oldukça sık rastlanmaktadır. Örneğin; Trimurtu diye bilinen üç
ilah simgesi, Hinduizm’de görülmektedir. Hristiyanlıkta ise
Baba, Oğul ve Kutsal ruh ilk akla gelenlerdir.
Türk-İslam kültürü incelendiğinde ise yine karşımıza birçok
örnek çıkmaktadır. Alevi-Bektaşi kültüründe Allah - Hz. Mu-
hammed - Hz. Ali şeklinde bilinmektedir. Osmanlı sancaklarında
rastlanan 3 hilâlli bayrağın yine Hak-Muhammed-Ali anlamını
taşıdığı rivayet edilir. Barbaros Hayrettin Paşa’nın sancağında
yine üçlemeye rastlanmaktadır.
Üçler bazı Alevi-Bektaşi yazı ve şiirlerinde; vücut, can ve ruh
olarak da anlatılmıştır.
Beş Rakamı: Beşler olarak rastlanır.
Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir
(Arslanoğlu, 2001: 33).
Bunun dışında Beşler’in dördü dünya, biri insanla ilgili olarak
ifade edilir. Dört; ateş, rüzgâr, su ve topraktır. Ateş ve
rüzgâr bir, su ve toprak birdir. Aslında dördü bir gömleğe
girmektedir ve birdir. Beşincisi ise can’dır. Can, üçlerin
toplamıdır. Vücut, kan ve iradenin toplamına can denir, yani
insan’dır.
Yedi Rakamı: Yediler olarak rastlanmaktadır.
Çorum bölgesinde yaşayan Alevilerde yediler: Allah, Muhammed,
Ali, Haticet’ül Kübra, Fatımat’üz Zehra, Selman-ı Farısî ve
Kanber’dir (Arslanoğlu, 2001: 33; Er, 1996:84).
Bazı gruplar için yediler, yedi ulu âşıklardır. Bunlar; Hatayi,
Nesimi, Fuzuli, Kul Himmet, Virani, Yemini ve Pir Sultan
Abdal’dır (Arslanoğlu, 2001: 33).
Türk inancında, İbrani kültüründe ve Kur’an’da birçok ayette gök
katları 7 olarak tanımlanmıştır.
Dokuz Rakamı: Türbe’de tavan 9 kat olarak
tasarlanmıştır. Türk inancında genellikle 7 kat olarak
tanımlanan gökyüzü, Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’nde 9 kat olarak
tasarlanmıştır. Bununla birlikte Martın Dokuzu ifadesi de
kullanılmaktadır. Bu terim 12 Hayvanlı Türk takviminde Arslan
yılı Alevi- Bektaşi kültüründe önemli olayların yaşandığı bir
dönemi ifade etmektedir. Arslan yılı olarak bilinir. Hz. Ali’nin
doğumu, Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evliliği bu zamanda
gerçekleşmiştir. Hz. Hüseyin’in hilâfeti almak üzere
arkadaşlarıyla hareket edip, Kerbela vakasının yaşandığı tarihi
vermektedir. Bunun yanı sıra Hz. Hasan veya Hüseyin’in doğum
tarihi olarak kabul edilir. Bahsi geçen bu konularla ilgili
destanlar, menkıbeler ve efsaneler bu zaman dilimini işaret
etmektedir.
On iki Rakamı: Onikiler olarak kullanılır. Hz.
Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed
Bakır, İmam Cafer Sadık, İmam Musa Kazım, İmam Ali Rıza, İmam
Muhammed Taki, İmam Ali Naki, İmam Hasan el-Askeri, İmam
Muhammed Mehdi.
Kırk Rakamı: Hz. Muhammed Mustafa,
Sidretü’l-Münteha’dan (Miraç’tan) dün- yaya döndüğü zaman,
Kırklar meclisinin (ceminin değil) kapısına geldi ve o sırada
gaipten bir ses işitti: “Habibim, ol meclise dahil ol.” Orada 39
kişi bulunuyordu. İçeri girmek üzere kapıyı çaldı. “Kimsin” diye
sordular. ”Ben peygamberim” dedi, ”Bizim yanımızda peygamberin
yeri yoktur” dediler. “Ben Muhammed’im” dedi, yine “Biz
Muhammed’i tanımayız” dediler, çünkü bu sözlerde hep “benlik”
söz konusu ediliyordu. O sırada Cebrail gökten indi ve Allah’tan
bir mesaj getirdi: “Habibim, bencilliği bırak ve gönlünü turab
et.” En son “Ben fukarâ-ı miskinim” dedi. Bunun üzerine
kendisini içeriye aldılar. “Siz kimsiniz?” diye sordu. “Biz
kırklarız” dediler. “Ben sizin kırklar olduğunuzu nereden
bilirim?” dedi. Bunun üzerine “ Biz kırklarız; birimiz hepimiz,
hepimiz birimizdir. Birimizin kolundan kan aksa hepimizden akar”
dediler. Hz. Ali koluna bir neşter vurdu, gerçekten hepsinin
kolundan kan akmaya başladı. Bir damla da tavandan damladı, bu
orada bulunmayan ve Sidretü’l-Münteha’da Hz. Muhammed’e verilen
üzümü keşküle (poşete) koyan Selman’ın kanı idi. Selman-ı
Farisi, o meclise katıldıktan sonra Peygamberimiz onun getirdiği
üzümden bir tanesini parmağıyla sıkıp bir maşrapa üzüm suyu
meydana getirerek peygamberlik mucizesini gösterdi. Kırkların
hepsi bu üzüm suyundan içerek kendilerinden geçtiler ve bunun
manevi sarhoşluğu ile ayağa kalkıp dönmeye başladılar. İşte cem
törenlerinde içilen dem ve dönülen semah buna dayanmaktadır
(Ars- lanoğlu, 2001: 33).
Hz. Muhammed de kırklarla birlikte semah dönerken abası yere
düştü, bunu kırk parçaya böldüler ve bellerine bağladılar. Buna
kemerbest denildi. Tarikata girenlere kemerbest bağlanması
buradan gelir (Er, 1996: 39). Bu olay cem törenlerinde dua
eşliğinde aktarılmaktadır.
İŞARET VE SEMBOLLER
Güneş: Allah’ın sembolize edildiği bir
şekildir. Işığın kaynağı ve aydınlatan özel- liğinden dolayı bu
anlamı taşıdığı düşünül- mektedir. Kırklar meydanının yüksek
tavanı üç kemer tarafından taşınmaktadır. Kemerler arasında yer
alan ahşaptan yapılmış iki tam ve iki basık kubbe güneş
sembolleri ile süslenmiştir. Meydanı “Hacet (Mürüvvet)
Penceresi” aydınlatmaktadır. Güneş sembolü çoğunlukla arslan
resmi ile birlikte kullanılmaktadır.
Hilâl: Oğuz Türkleri’nde ışık Tanrı’yı, yani
Gök Tanrı’yı ifade eder. Ulu kişileri “ışığını güneşten alan ay”
ile özdeşleştirmek, Oğuzlu atalarımızın önemli inanış
betimlemesidir. Şiraz (İran) Alevile- rince yapılan Hz. Ali
resimlerinde Ali, hilâl ile güneş’in arasında resmedilir.
Arapça yazılışında hilâl kelimesini oluşturan sözcükler Allah
yazılışındaki kelimelerle aynıdır.
Osmanlı sancaklarında görülen Zülfikar ve hilâller Alevi-Bektaşi
kültüründeki kutsal üçleme olan Hak-Muhammed-Ali üçlemesini akla
getirmektedir. Hilâl sembolüne Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’nde de
rastlamaktayız.
Altın Yıldız Motifi: Hacı Bektaş-ı Veli taşı
olarak da bilinir. 12 uç notaya sahip olan bu şekilde 12 imam
sembolize edilmek- tedir.
Süleyman Mührü: “Davud Yıldızı” veya “Davud
Mührü” veya “Davud Kalka- nı” gibi değişik isimlerle
adlandırılan (Carl,
1991: 300; Smith, 1907: 653; Atasağun, 2001;
125), altı köşeli veya altı uçlu bir yıldızdır ki, iki eşkenar
üçgenin eşit noktalardan birbirini çapraz olarak kesmesiyle
meydana gelmiştir. Fakat ne Ahd-i Atik’te ne de Talmud’da bu
tabirlerin hiçbiri geçmemektedir.
Altı köşeli yıldızın, bronz çağından çok daha önceleri bir süs
ve bir büyü işareti ola- rak kullanıldığı görülmüştür. Bazı
kültür- lerde, Yukarı Mezopotamya ve Britanya’nın bazı
bölgelerinde Demir Çağı örnekleri bu- lunmuştur. Bazen de
Yahudiler tarafından zaman zaman lamba ve mühür gibi Yahudi
eşyaları üzerinde, herhangi bir özel anlam ifade etmeksizin
kullanıldığı görülmüştür (Atasağun, 2001; 125).
Buna dair en eski ve çarpıcı örnek M.Ö. VII. yüzyılda Sidon’da
bulunan Joshua b. Asayahu’ya ait bir mühürdür. İkinci Ma- bet
döneminde altı köşeli yıldız, Süleyman Mührü olarak bilinen beş
köşeli yıldızla birlikte Yahudi ve Yahudi olmayanlar tarafından
sık sık kullanılmıştır. Altı köşeli yıldız, süs amacıyla
Ortaçağ’da özellikle X. ve XI. yüzyıllarda Müslüman ve
Hıristiyan memleketlerinde de kullanılmıştır.
Abdal Musa Türbesi’nde de Süleyman mührü olarak adlandırılan
şekilde bir kuyu taşı bulunmaktadır. Barbaros Hayrettin Paşa’nın
sancağında yine bu işareti görmekteyiz.
Şekil 2

Deniz müzelerinde yer alan Barbaros Hayrettin Paşanın kullandığı
sancak (http://www.denizmuzeleri.tsk.tr)
Bu mühür, birçok İslam eserinde mevcuttur. Yıldızın yukarı bakan
kısımları iyiliği aşağıya bakan kısımları ise kötülüğü sem-
bolize etmektedir.
Şekil 3

Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’nde yer alan Süleyman Mührü
Arslanlı Çeşme: Avlunun sağ tarafında,
Yusuf Bâli Çelebi’nin oğlu Bektaş Çelebi’ye konuk olan Silistre
valisi Malkoç Bâli İbn-i Ali Bey’in 1554 yılında yaptırmış
olduğu bir çeşme bulunmaktadır. Renkli kesme taşlardan yapılmış
olan çeşmenin üç kurnası vardır. Çeşmenin suyu Çilehane Tepesi
eteklerindeki bir kaynaktan gelmektedir. Çeşmenin alınlığına da
H.1270 tarihli bir kitabe açılmış, bir kitap sayfası görünümünde
yerleştirilmiştir.
1826’da II Mahmud zamanında yeniçeri ocakları kaldırılmıştır.
Böylelikle yeniçeriliğin arkasındaki güç olan Bektaşi tekkeleri
önemli bir kurumunu kaybetmiştir.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa II. Mahmud döneminde başkaldırmış ve
Osmanlı devletine karşı büyük başarılar elde etmiştir. Bu dönem
sonunda Osmanlı ordusu ve donanması önemli ölçüde gücünü
yitirmiştir.
Bu çeşmeye Kavalalı ailesinden ve bir Mısır prensesi olan Kara
Fatma Sultan tarafından 1853 tarihinde arslan heykeli gön-
derilmiş ve bu yüzden de çeşmeye Arslanlı Çeşme ismi
verilmiştir. Çeşmenin suyu üç borudan sürekli akmakta olup, bu
gözlerden biri arslanın ağzındadır.
Kemer üzerindeki kitabede; “Malgoç Bali İbn-i Ali hazretleri
gaziler serdarı ol din eri, Hacı Bektaş-ı Velî’nin aşkına,
eyledi, cari bu ayn-ı kevseri, tarih dokuz yüz altmış ikide
teşnelikten oldu abdalan beri” ifadesi bulunmaktadır.
Sersem Ali Baba’nın buraya bir çeşme yaptırdığı, ancak bunun
kaldırıldıktan sonra yeni yapılan çeşme olan Arslanağzı
Çeşmesi’nin inşasından sonra kitabenin buraya konduğu
bilinmektedir.
Arslanlı Çeşme’nin sağdaki duvar payesine nakledilmiş bulunan
kitabesinde 962 (1544-55) yılında ünlü akıncı beylerinden
Malkoçoğlu Bâlî Bey tarafından yaptırıldığı belirtilmekte,
cephesindeki diğer kitabeden ise 1270 (1853-54)’te ihya edildiği
anlaşılmaktadır. İhya kitabesinde adı geçmeyen kişinin “Mısırlı
Kara Fatma Hatun-Sultan” olduğu rivayet edilir.
Arslanlı Çeşme, sarı ve kırmızı renkli kesme taşlar ile iç içe
örülmüş altı adet sivri kemere sahiptir. Osmanlı mimarisinin
kla- sik üslup dönemine ait olmasına rağmen Memlûk etkili bir
taşra üslubu sergileyen bu çeşmenin ortasında, Kara Fatma
Hatun’un Mısır’dan getirttiği söylenen arslan heykeli yer alır.
Batı etkisinin hissedildiği, tepesinde de “Yâ Ali” ibaresi ve
Zülfikâr tasviri bulunan bu heykel, “Allah’ın Arslanı” olarak
anılan Hz. Ali’yi temsil etmektedir. Bunun yanı sıra çeşmenin
cephesi, üç adet lüle, beş adet on iki köşeli teslim taşı, on
iki dilimli gülçeler (Hüseyin Tacı) gibi başka sembolik
unsurları da barındırır.
Çift Başlı Kartal: Çift başlı kartal figürü,
ilk kez MÖ 3000 yılının sonları ve 2000 yılının başlangıcında,
Mezopotamya’da gö- rülür. Zamanla bütün Orta Asya’ya
yayılmıştır. Daha sonra ise, Anadolu’ya kadar uzanan evrede;
çift başlı kartal, Türk medeniyetleri tarafından sevilerek
kullanılmıştır. Bu pek çok sembolik anlam da yüklenmiştir. Orta
Asya’da çift başlı kartal; nazarlık, tılsım, aydınlık ve güneş
sembolü olarak işlenir. Sikkeler üzerinde ise; bazı hükümdarlar
arma-sembol, diğer bir kısım hükümdar ise, hükmetme gücünü
destekleyen, pekiştiren bir motif olarak kullanmıştır. Artuklu
sikkelerinde ve Anadolu’daki Selçuklu yapılarında kullanılan
çift başlı kartal simgesi, surlarda, cami ve medreselerde,
saraylarda; koruyucu ve hâkimiyet sembolü olarak ve kötü
güçlerden koruyucu olarak kullanılmıştır. Ayrıca çift başlı
kartal motifi Bizanslılar tarafından da kullanılmıştır (http://
tr.wikipedia.org/wiki, 2011).
Çoğunlukla masonik bir sembol olduğu bilinen bu simge Sümerler
tarafından başkentlerinin simgesi olarak kullanılmaktaydı.
Çift başlı kartal resmi Kırklar Meydanı diye anılan yerin
güneyinde yer alan Pir Evi’nin duvarında görülmektedir. Selçuk-
lu, Altınordu, Arnavutluk, Bizans, Almanya ve Rus Çarlığı
bayraklarında rastlanır.
Sivas-Divriği’de bulunan Ulu Cami’nin dış duvarını da bu figür
süslemektedir. Ayrıca Konya İnce Minareli Medresesi’ne ait
olduğu düşünülen ve şu an Metropolitan müzesinde bulunan oymalı
mermer taşta yine bu sembole rastlamaktayız. Bu sembolü Türk
kültürünün izlerini taşıyan her yerde görmek mümkündür. Türk
mitolojisinde insanlara gökyüzü ve yeryüzü yolculuklarında eşlik
ettiğine inanılır. Bozkurttan türeme inancı kadar yaygın olmasa
da bazı Türk boylarında kartaldan türeme olduğuna inanılır.
Günümüzde polis teşkilatı ile Selçuk Üniversitesi’nin armasında
yer almaktadır. Koruyuculuğun ve hâkimiyetin sembolüdür.
Şekil 4

Çift Başlı Kartal simgesi (http://tr.wikipedia.org/wiki, 2011)
SONUÇ
Türbede yer alan daha birçok sembol vardır. Balık, güvercin,
geyik başı v.b. gibi bu semboller nesillere aktarılan birer
bilgi şifreleridir.
Sembollerin anlamına bakıldığında Alevi-Bektaşi kültürünün
çoğunu Türk sembolleri oluşturmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli,
Şaman-İslam sentezini Türk kültürü bünyesinde birleştiren bir
düşüncenin ve Türkleşen Anadolu’nun bir simgesi ve sem- bolü
olduğunu bizlere göstermektedir.
KAYNAKLAR
ARSLANOĞLU, İbrahim. (2001). “Alevilikte Temel İnanç Unsurları
Ve Pratikler”. Hacı Bektaş-ı Veli Araştırma Dergisi, 20,
33-134.
ATASAĞUN, Galip. (2009). “Yahudilikte Dini Sembol Ve Kavramlar”.
Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 11,
125-156.
BAHTİYAR, Lale. (2006). “Sufi: Tasavvufi Arayışın Dışavurumu”.
Çev: Mehmet Temelli. İstanbul.
BEVAN, Edwyn. (1962). Symbolism and Belief. London-Glasgow.
BODUR, H. Ezber. (1994). “Eski Sovyetler Birliğindeki Türk
Cumhuriyetlerinde Milli Kimliğin Korunmasında Dinin Rolü”.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 1, 167-177.
CARL, G. (1991). Liungman, Dictionary of Symbols (Magen David
maddesi ). Oxford, İngiltere.
ÇAPÇIOĞLU, İhsan. (2006). “Din Sosyolojisi”. Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2, 231-308.
ER, Piri. (1994). Yozgat İli Merkez Kababel Köyünde Alevî
İnançları-Türk Halk Kültüründen Derlemeler. Ankara.
ER, Piri. (1996). Çorum İli Alaca İlçesi Eskiyapar Köyünde Alevî
İnançları-Türk Halk Kültüründen Derlemeler. Ankara.
GUİRAUD, Pierre. (1994). Göstergebilim.
Çev: Mehmet Yalçın. Ankara. HİNNELLS, R. John. (1984). The
Penguin
Dictionary of Religions. İngiltere.
IŞIK, Ramazan. (2004). “Türklerde Ağaçla İlgili İnanışlar Ve
Bunlara Bağlı Kültler”. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9 (2),
89-106.
KARAHAN, Çağatay. (2004). “Dil Dışı Gösterge Olarak
Sanat/Resim”. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 3 (1), 75-83.
KİMPEL, B. Franklin. (1954). The Symbols of
Religious Faith. New York. NEŞTEROVA, Svitlana. (2011).
“Mevlânâ’nın “Mesnevî” İsimli Eserinde Metaforik
Anlatımın Metafizik Boyutu”. Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı. Ankara.
OCAK, A. Yaşar. (1983). “Bektaşî Menakıpnamelerinde İslam Öncesi
İnanç Motifleri”. İstanbul.
ÖZGÜR, Ahmet. (2006). “Göstergebilim”.
http://www.ahmetozgur.com/ akademik/ gostergebilim. Erişim
Tarihi:
25.07.2011.
RIFAT, Mehmet. (2005). XX. yy’da Dilbilim ve Göstergebilim
Kuramları-1. İstanbul.
RICOEUR, Paul. (2007). Yorum Teorisi
Söylem ve Artı Anlatım. İstanbul. SCHIMMEL, Annemarie. (1954).
“Dinde Sembolün Fonksiyonu Nedir? (29-31
Temmuz I954’de Mayans’ta toplanan Alman Din bilginlerinin
kongresi)”. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 3
(3), 67-79.
SMITH, H. (1907). “Recent Theological Literature; “The Jewish
Encylopaedia”: A Descriptive Record of the History, Religion,
Literature and Customs of the Jewish People form the Earliest
Time to the Present Day”. The American Journal of Theology, 11
(4), 653.
THOMPSON, Kenneth. (1993). “Durkheim, Ideology and the Sacred”.
Social Compass, 40 (3), 451 – 46.1
TOSUN, Cemal. (1999). Din Hizmetlerinde
İletişim Ve Halkla İlişkiler. Eskişehir. UNO, Harva. (1959).
“Les Representation Religiuses Des Peuples Altaigues”.
Gallimard, 157 (2), 224-229. “Semiyoloji”.
http://www.turkcebilgi.com;
Erişim Tarihi: 15.07.2011. “Barbaros Hayrettin Paşa Sancağı”
http://www. denizmuzeleri.tsk.tr Erişim Tarihi:
08.08.2011. “Çift Başlı Kartal Sembolü”
http://tr.wikipedia.org/wiki/ Erişim Tarihi: 11.08.2011.
.....................
Kaynak:
Alevilik Araştırmalar Dergisi(Sayfa 281/294)
The journal of Alevi Studies
Kış/Winter 2012 Sayı/Volume 4
Uluslararası Hakemli Bilimsel Akademik Süreli Yayın
HAKEMLİ DERGİ
|