OSMANLI
DÖNEMİNDE ALEVİ BAŞKALDIRILARI
Türkiye'de aydınlar arasında, genellikle Aleviliğin başkaldırı
geleneği üzerinde durulmuştur. Halk katmanlarının alt
kesimlerinden oluşan Alevi toplulukları, tarih boyunca,
bulundukları ülkelerdeki iktidarlarla mücadele etmişlerdir. Bu
konuda elde yeterince kaynak bulunmaktadır.
Şimdiye kadar Alevilik hareketlerini değerlendiren üniversite
kaynaklı yazarlar, tıpkı sarıklı müderrisler gibi davranarak,
Alevileri bir tür beşinci kol ve vatan hain gibi göstermeye
çalıştılar. Osmanlı devleti bütün gücüyle savunmasız halkın
üzerine gelirken, bu kesimlerin, kendilerini koruyabilmek için,
diğer bölgelerden destek almaları, başka devletlerden yardım
istemeleri onların yaşayabilmeleri için kaçınılmazdı. İran'da
kurulan Safevi Devleti, Osmanlı'dan bin kez daha Türk'tü...
Ayrıca bu bir Alevi devleti idi. Bugün nasıl yabancı ülkelerdeki
Türkler, Türkiye'den destek bekliyorlarsa, Anadolu Alevileri de
doğal olarak İran Alevi yönetiminden destek beklemiştir.
Alevilerin, İran'daki Alevi yönetimine sempatileri olduğu
kesindir. Fakat, bu iş tersten de olmuştur. İran'daki Sünni
kesimlerder de Osmanlı'dan destek ve yardım görmüşlerdir. Bunun
böyle olduğunu, Osmanlı sarayından yazılan fermanlar açıkça
gösteriyor.
Başbakanlık Arşivleri'nde bulunan 30 Numaralı Mühimme
Defteri'nde 186 numara ile yer alan 1577 tarihli padişah
fermanına bakıldığında bu saptamanın doğruluğu görülecektir.
Özetle şunları söylüyor ferman:
"Şehrizol Beylerbeyi'ne Hüküm:
Şah tarafından Solak Hüseyin, Pelangan aşireti üzerine
gönderilmiş, malları yağma ettirilmiş. Pelangan Aşireti Sünni
olup bu tarafa muhabbeti olduğu bildirilmektedir. Şimdi sulh
zamanıdır. O taraftan sulha aykırı bir hareket olmayınca, bu
tarafta da bir şey yapılamaz. Pelangan beylerine mektup yaz ve
barış bozulursa, kendilerinin bu tarafa alınacaklarını bildir."
İran'da Sünni kesim üzerinde oluşan baskı karşısında, buradaki
Sünni boyların Osmanlıdan yardım istediği anlaşılıyor.
Yaşayabilmek için buna zorunlu olan Pelangan aşiretini nasıl
vatan haini veya beşinci kol sayamazsak, Anadolu Alevilerini de
sayamayız. İnsanın yaşama hakkının üzerinde hiçbir değer
bulunamaz.
13. Yüzyıl'da olduğu gibi 16. Yüzyıl'da bile Anadolu nüfusunun
çoğunluğu Alevi yolundadır. Bunun kanıtını, saraydan yazılan
fermanlarda bulabiliyoruz. 71 Numaralı Mühimme Defteri'nde 118
numara ile yer alan bir fermanda özetle şöyle deniyor. "Rum
vilayetinin (Anadolu'nun) halen çoğunluğu Alevidir. Bunlar
İran'a sevgi duymaktadırlar. Nezirlerini İran'a yollamaktalar.
İran'dan gelenler bunlar arasında propaganda yapıyor. Bunlardan
üçü yakalanmıştır. Bundan sonra da böyle dikkatli olun ve asla
bu tür çalışmalara fırsat vermeyin..."
Osmanlı yönetimi, bu çoğunluğun baskı altında tutulması için
gizli ve açık bütün baskı yöntemlerini kullanmıştır. Osmanlı
dönemini, Türk halkının veya Anadolu insanının mutluluk dönemi
gibi gösterenleri, bizzat saraydan yazılan fermanlar yalanlıyor.
Osmanlı yönetiminin en muhteşem dönemi sayılan 16. Yüzyıl,
Anadolu insanının, özellikle de Alevilerin kan kustuğu bir
çağdır. Anadolu'ya yüzyıllar boyunca bir çivi bile çakmayan
Osmanlı yönetimi, halk üzerinde korkunç bir terör estirmiştir.
Belgelerin ortaya çıkardığı bir gerçek daha var: İran'da oluşan
Alevi gücü nedeniyle Osmanlı yönetimi, Anadolu Alevileri üzerine
öyle açık açık gidemiyor. Fakat, yapacağı zulmü başka bahaneler
yaratarak yine yapıyor. "Gizli katliam dönemi" diye
adlandırabileceğimiz bu döneme ilişkin, Osmanlı sarayından
valilere yazılmış fermanlardan bazı örnekler vereceğiz.
Başbakanlık Arşivleri'nde bulunan ve Omanlı devletinin resmi
belgesi olan bu evrakın sahte olmasına, şunun veya bunun kişisel
görüşünü yansıtmasına asla olanak yoktur.
29 Numaralı Mühimme Defteri, tarih: 1576, Belge No: 488:
"Zülkadir Beylerbeyi'ne hüküm: İran ile ilişkisi bulunan
Rafızileri (Alevileri), başka bir nedenle suçlayarak toplayıp
öldürün. Yalnız Rafızi olanları ise hapsedin. Sonucu da başkente
bildirin.
(Fermanın bir sureti Halep Beylerbeyi'ne yollanmıştır)"
Aynı defterdeki, 489 numaralı ferman özeti:
"Bosyan ve Bozyan Beyi Behlül Beye hüküm: İran ile alakası
bulunan Alevilerin gizlice araştırılması. Bunların başka bir
bahane ile idam edilmesi..."
Aynı defterdan, 490 numaralı ferman özeti:
"Bozak Beyi Çerkes Bey'e Hüküm: Sancağınızda bulunan
Rafızilerden İran ile ilişkisi bulunanların araştırılarak tespit
edilmesi... Bunların, başka bir bahane ile idam edilmeleri...
İran ile ilişkileri bulunmayan Alevilerin ise saptandıktan sonra
Kıbrıs'a sürülmeleri...
(Bir Sureti Kırşehir Beyi'ne?"
30 Numaralı Mühimme Defteri'nde de aynı tavrı yansıtan fermanlar
bulunuyor. 488 Numaralı ferman; "defterini dürmek" deyiminin ne
olduğunu açık açık göstermesi bakımından öğreticidir. Belge
özetle şöyle:
"Bozok Beylerbeyi'ne hüküm: Kızılbaşlıkla suçlanan kişilerin
yazıldığı defter suretleri gönderilmişti. Bu kişiler
soruşturulsunlar, Kızılbaşlıkları gerçekse, idam edilsinler.
Lakin, yalnız ithamla kalmışsa, (Kızılbaş oldukları
kanıtlanamamışsa) bunlar Kıbrıs'a sürülsün."
1577 tarihli bu fermanın birçok benzeri var. Anadolu'daki bütün
yöneticilere bu tür fermanlar yollanmış bulunuyor. Devlet
gizlice, bütün Alevilerin katledilmeleri için karar alıyor; bunu
uygulatıyor. Bulunan suçlar da, genellikle, "Hırsızlık yaptı,
yol kesti, çeteci" türü şeyler. Bu Aleviler, geceleri evlerinden
gizlice alınıyor, bir çuvala konulup ucuna taş bağlandıktan
sonra Yeşilırmak, Kızılırmak gibi sulara atılıyorlar,
boğuluyorlardı.
Aleviler, içlerine casus dahi sokularak saptanıyor. Adları bir
deftere yazılıyor. Deftere adları yazılanlar daha sonra
öldürülüyorlar. Yani, "defterleri dürülüyor". Alevilerin
Anadolu'da yok edilmeleri için Osmanlı yönetimi elinden gelen
bütün uygulamaları gerçekleştirmiştir. Korunaksız köylüler
üzerinde oluşturulan dört yüz yıl öncesinin bu terörü
karşısında, yaşama mücadelesi veren Aleviler, sıkı bir içe
kapanma yolunu seçmişler; kentlerden, ulaşım noktalarından
uzaklaşmışlardır.
Osmanlı yönetiminin katliam defterlerine adları yazılmasın diye,
pek çok Alevi de yolunu bırakmış, Sünni görünmüş, daha sonra da
Sünnileşmiştir. Böylece, Anadolu'da çoğunluktaki Alevi nüfusu
azınlığa inmiştir.
Osmanlı yönetiminin yaptığı zulmün birinci derecede sorumluları
da Osmanlı din alimleridir. Allah adına fetva ve dolayısiyle
karar veren bu sarıklı cellatlardan en tanınmışı Ebussuud
Efendi'dir. Bu mollanın yobazlığı o derecede ileridir ki, halk
arasında bağnaz kafalılara, onun döneminden itibaren, "Ebussuut
Efendi'nin torunu (erkeklere), gelini (kadınlara)" denilmeye
başlanmıştır. Deyim olarak bu söz yaygınlaşmıştır. Tarih
kitaplarında büyük alim diye tanıtılan bu Alevi düşmanı yobazın
16. Yüzyıl'da verdiği fetvalardan uzunca bir bölümü, bu günün
diliyle, Osmanlı'da Karşı Düşünce adlı çalışmamızdan
aktarıyoruz.
Soru: Bir kişi açıktan açığa ramazan gününde yemek yese,
sorgulamasa sırasında, "Özrün yokken neden yemek yiyorsun?" diye
sorulduğunda yine, "Ramazan hadistir, düzme koşmadır..." diye
cevap verse ve bu sözünde dirense, ona ne yapmak gerekir?...
Cevap: Elbette öldürülmesi gerekir...
Soru: Hazreti Hüseyin soyundan gelen bazıları (seyyidler),
"İbadetle ilgili kurallar bizi bağlamaz. Biz öbür dünyada ahiret
kurallarından sorumlu tutulmayız. Biz cennete
gireceklerdeniz..." deseler, bunlara ne yapılmalıdır?...
Cevap: Bu inanç üzerinde direnir de Müslümanlığa (şeriat yoluna)
gelmezlerse dinsizlikleri anlaşılmış olur, bu nedenle de
öldürülmeleri gereker...
Soru: Bazı sufiler, "Bize şeyhimiz böyle buyurdu..." diye
sürekli olarak zikretseler, onlara ne yapmak gerekir?
Cevap: Şeyhleri olan dinsizin buyruğunu Tanrı peygamberinin
buyruğuna yeğledikleri için (Diğer ibadetleri yapmayarak...)
tümünün öldürülmesi gerekir...
Soru: Kızılbaş topluluğunun, dine göre topluca öldürülmesi helal
midir? Bunları öldürenler gazi, bu öldürme sırasında ölenler de
şehit olur mu?
Cevap: Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbette dinimize göre
helaldir. Bu, en büyük, en kutsal savaştır... Bu yolda ölmek de
şehitliğin en ulusudur.
Soru: Kızılbaşların öldürülmesi, İslam Sultanına (Osmanlı
padişahına) düşmanlık besledikleri için mi şarttır, yoksa başka
nedenleri de var mıdır?...
Cevap: Bunlar hem sultana isyan ederler, hem de dinsizdirler...
Soru: Kızılbaşların önderinin Tanrı Peygamberinin (Muhammet'in)
soyundan olduğu söyleniyor. Bu durumda, Kızılbaşların
öldürülmelerinin helal olduğundan biraz kuşku duyulamaz mı?...
Cevap: Hâşâ, en küçük kuşku duyulmaz. Kızılbaşların yaptıkları
kötü işler, o temiz peygamber soyuyla bir ilgilerinin olmadığını
göstermeye yeter. Ayrıca babası İsmail (söz konusu Şah
İsmail'dir) ortaya çıktığında, İmam Ali er-Rıza ibni Musa
el-Kazım'ın mezarının bulunduğu ve diğer yerlerdeki büyük
seyyidleri zorlayarak kendi soyunu da onlarınkinden göstermek
istedi. Direnenleri öldürttü. Bazı seyyitleri kıyımdan kurtulmak
için bu isteğe boyun eğmişler, fakat dikkat edenlerin
anlayabilmesi için de onun soyunu kısır bir seyyide
bağlamışlardır.
Ayrıca, soyunun peygambere dayandığı doğru olsa bile, dinsiz
olunca diğer kâfilerden ayrımı kalmaz. Ancak ve ancak doğruluğu
tartışılmayacak olan kutsal şeriat töresine uyanlar ve onun
sağlam kurallarını koruyanlar peygamber soyundan olabilir.
Örneğin, Kenan, Nuh Peygamberin oğluydu ama onun yolundan
çıkmıştı. Nuh Peygamber, Kenan'ın kurtulması için yalvardığında,
Tanrı, "O senin soyundan sayılmaz..." demiş, Kenan da, öbür
kâfirlerle birlikte boğulup cezalandırılmıştı...
Eğer büyük peygamber soyundan gelmek azabdan kurtulmaya
yetseydi, Âdem Peygamber soyundan geldikleri için, bütün
kâfirler bu dünyada ve öbür dünyada asla azaba düşmezlerdi...
Soru: Kızılbaşlar, Şii olduklarını söylüyorlar, "Lailahe
illallah" diyorlar. Kendilerine karşı uygulanan bu ölçüde
sıkılığın nedeni nedir? Ayrıntılı ve geniş geniş açıklar
mısınız?..
Cevap: Onlar Şii de değildir. Zaten, "Yetmiş üç yoldan ehli
sünnet dışındakiler yanacaktır..." diyen peygamberimiz durumu
aydınlatmıştır. (Aleviler, bu hadisi kendileri için söylemiş
sayarlar ve kendilerini "tarik'ün necat" kurtulmuş topluluk
sayarlar. (R. Zelyut) Kızılbaşlar, yetmiş üç yolun tam olarak
birinden değildirler. Her birinden bir parça kötülük ve
bozgunculuk alıp kendi isteklerine göre yarattıkları sapıklık ve
küfürlerine katarak bir sapıklık ve dinsizlik mezhebi
kurmuşlardır. Bu kötü durumlarını gün gün artırmaktadırlar.
Bunların sürüp giden, bilinen suçlarına bakarak kutsal din
yasalarına (şeriate) göre şu yargılara varırız:
O zalimler, ulu Kuran'ı, kutsal şeriatı ve İslam dinini hafife
almakta, dinsel kitaplara söverek ateşe atmaktalar. Gerçek din
bilgilerini (şeriat âlimlerini) bu bilgileri yüzünden kırmakta,
önderleri olan sapık haini Tanrı yerine koyarak ona secde
etmekteler. Ayrıca haram olduğu sağlam ayetlerle saptanmış olan
bütün yasakları da helal sayıyorlar. Ayrıca Ebi Bekr ile Ömer'e
lanet ettiklerinden dolayı da kâfirdirler. Ayrıca, doğruluğu
tartışılamayacak olan Ayşe'nin (Peygamberin ailesi) erdemine
ilişkin birçok ulu ayet inmişken, bunlar Ayşe anamıza dil
uzatarak Kuran'ı yalanlamakta ve böylece de kâfir olmaktalar. Ve
yine Ayşe'ye yönelik suçlamaları ile peygamberimizin kutsal
büyüklüğüne leke sürerek bu yolla peygambere sövmüş sayılırlar.
Bu yüzden bütün Kızılbaşların, büyüğü küçüğü ile, kentleri ve
eserleriyle yok edilmeleri şarttır. Bunların kâfir olduğundan
kuşku duyanlar da kâfir olur...
Kızılbaşlar, İmam-ı Âzam ve İmam Süfyan-ı Servi'ye göre, eğer
tam anlamıyla tevbe eder de İslamiyete dönerlerse ölümden
kurtulurlar. Fakat İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ahmed bin
Hambel, İmam Leys bin Sad, İmam İshak bin Rahuya ve öteki din
bilginlerine göre bunların tevbeleri de kabul edilmez. Elbette
boyunlarının kesilmesi gerekir.
Hazret-i İmam (Ebi Hanife) onların hangi yanın inancını
benimserlerse o yandan olacaklarını söylemiştir. Bu yargı
bilinir...
Kızılbaş askerleri için ne yapılması gerektiği konusunda bir
ikilik yoktur. (Öldürülmeleri gerekir.) Fakat köylerde ve
kentlerde kendi hallerinde doğrulukla oturup Kızılbaşların
nitelik ve davranışlarından arınmış, dışları da buna uygun
kimselerin, yalanları ortaya çıkmadığı sürece, diğerlerine
uygulanan uygulamalardan (katliamdan) kurtulmaları gerekir.
Kızılbaşların öldürülmeleri, diğer kâfirlerin yok edilmelerinden
daha önemlidir. Örneğin Medine çevresinde kâfir çokken ve Şam
henüz ele geçirilmemişken, Ebi Bekir kâfirlere saldırmayı değil,
yalancı Müseyleme'ye bağlı bu döneklere saldırmayı yeğlemiştir.
Hazreti Ali zamanında Haricilerin kırılması da böyle olmuştur.
Bu kesimin kötülükleri çok büyüktür. Bunların kötülüklerini
yeryüzünden silmek için çok çaba harcamak, ne gerekirse yapmak
lazımdır.
"Kendisinden yardım istenilen ve kendisine bağlanılan Allah'tır.
Ey Tanrım, günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı
affet. Ayaklarımızı sağlam yere bastır. Kâfirlere karşı bize
yardımcı ol."
"Bunu, efendimiz ve en üstünümüz, zamanın büyüğü, İslam ve zafer
diyarının müftüsü Ebussuud yazdı. Sene: 955 (1548)."
Soru: Nahcivan seferinde ele geçirilen Kızılbaş evladı kul olur
mu?...
Cevap: Olmaz...
Soru: Padişah buyruğuyla Kızılbaş topluluğu kılıçtan geçirilip
büyüğü küçüğü tutsak alındığında, yakalananlardan bazıları
Ermeni olduklarını söylerse, bu durumda kurtulurlar mı?...
Cevap: Ermeniler kurtulurlar. Eğer Ermeniler, Kızılbaş askeri
ile birleşerek İslam askeri (Osmanlılar) üzerine gelmemişlerse
dine göre tutsak edilemezler...
Soru: Dört halifeye söven ve Kızılbaş olduğu bilinen birisini
öldürene ne yapılır?
Cevap: Eğer bu nedenle yapmışsa, hiçbir şey yapılmaz...
Soru: "Peygamberin kimdir?.." denilen birisi, "Bilmem..." diye
karşılık verse ne olur?...
Cevap: O kişi, gerçek de, yalan da söylemiş olsa kâfir olmuş
olur...
Soru: Bu konuda bazı kişiler o kişiye, "Peygamber yolundan
(şeriattan) çıkma, peygamberi tanı, utan..." deseler, o da
öfkeyle, "Ben peygamber bilmem." dese, dine göre kendisine ne
yapmak gerekir?
Cevap: O kişi kâfirdir, öldürülmesi gerekir...
Soru: Müezzin ezan okurken, bir kişi, "Bin kere seslensen,
bizden sana varan olmaz..." dese, ona ne yapmak gerekir?...
Cevap: Bunu söyleyen kâfirdir, dolayısıyle öldürülmesi şarttır.
Soru: Bir kişi, diğerine, "Bana Tanrı'yı buluver..." dese,
diğeri de, "Kuran'ı kılavuz alır, peygambere uyarsan Tanrı'yı
bulursun..." dese, ötekisi yine, "Onlara ne gerek var? Ben
onlarsız da bulurum..." diye konuşsa, yahut da "Buldum..."
deyiverse ona ne yapmak gerekir?
Cevap: Dinsizdir, öldürülmesi şarttır...
Soru: Bir kişi, "Bana İsa Peygamber gibi gökten sofra iner.
Birçok insanı vebadan ve başka belalardan kurtardım, kurtarırım.
Dilediğimi de kötü duruma düşürürüm..." dese ne yapmak
gerekir?..
Cevap: Bu kişi deli değilse dinsizdir. Derhal yakalayıp
sorguladıktan sonra hakkından gelmek gerekir...
Soru: Birisi, "Dolu cennetten, boş cehennem yeğdir..." diye şaka
yollu konuşsa, ne gerekir?...
Cevap: O kişi kâfir olur.
Soru: Birisi haşri yadsıyıp, "Mümine haşir yoktur..." dese, ona
ne yapmak gerekir?
Cevap: Öldürmek gerekir...
Soru: Bir bölük insan, namaz kılmayıp Ramazan ayının farz
olduğunu yadsısa ve Ramazan gelince oruç tutmasalar, bunun
nedeni sorulunca da, "Biz yoksul insanlarız. Bize beş altı gün
tutmak yeter..." deseler ve yine "Şarabın yapıldığı bağlara
bakan bizleriz. O bizim emeğimizdir, bu yüzden bize helaldir..."
deseler ve kadınlarıyla birlikte şarap içseler... Ayrıca
kâfirlerin toplantı günleri gelince o günlere kâfirler gibi
uysalar, saygı duysalar... Bunun gibi şeriata aykırı birçok
davranışları olsa, bu insanlara ve bunlara Müslüman gözüyle
bakıp söz ve davranışlarını benimseyenlere ne yapmak gerekir?
Cevap: Bunlar kâfirdirler. Öldürülmeleri gerekir.
Soru: Birisi şarap içse ve içerken haşa, "Bu şarap güzel bir
nesnedir, hoş şeydir. Bunu içmeyenlerin ağzını, avretini
filanlayayım..." diye sövse, diğer birisi de, "İyi dersin..."
dese, bunlara ne yapmak gerekir?
Cevap: İkisi birlikte kâfirdir. Öldürülmeleri gerekir.
Soru: Bir Müslüman diğer bir Müslüman'a cima kastıyla dinine,
imanına, ağzına sövse ne olur?
Cevap: Kâfirdir, katli helaldir.
Soru: Bir kişi diğerine selam verirken, "Aşk olsun..." dese
diğeri de "Ya hu..." diye karşılık verse bunlara ne yapılır?
Cevap: Yüce Tanrı'nın saptadığı selamı beğenmeyip o şekilde
selamlaşırlarsa kâfir olurlar.
Soru: Bir kişi, diğer iki kişiyi dinsizlikle suçlarsa o iki
kişiye ne yapılır?
Cevap: Bir şey yapılmaması gerekir. Belki dinsiz değildirler...
Soru: Ya bir tanık bulununca, o zaman ne yapılır.
Cevap: Dinsizlikleri anlaşılmış olur ve öldürülmeleri gerekir...
Soru: Kâfir düğününe, "Mübarek olsun." diyene ne yapılır?
Cevap: Eğer "Mübarek" dediyse kâfirdir.
Soru: Bir kişi, "Şarap içersem peygambere sövmüş olayım." dese
ve daha sonra da şarap içse, ona ne yapılır?
Cevap: Kâfirdir, katli helaldir.
Soru: Şeyh Bedrettin Simavi ki "Varidat" sahibidir "Bedrettin
yandaşlarına küfür ve lanet etmeyen kâfirdir." diyen birisine ne
yapmak gerekir?
Cevap: Aslında, Bedreddin yandaşı olanlar kâfirdir, demek
doğrudur. Diğer kâfirleri olduğu gibi bunların adını da anmayıp
lanet etmeyen kendi halindeki Müslümanlar kâfir olamaz.
Soru: Simavilerden bir bölük insan şarap içip izinle
birbirlerinin eşlerine tasarruf etseler, bunlara ne yapmak
gerekir?
Cevap: Öldürülmeleri gerekir...
Soru: Bir kişi, "Kim Şeyh Bedreddin dervişlerini evine konuk
alırsa onu cezalandırıp ayrıca suç parası almak gerekir." dese
bu uygulama dine uyar mı?
Cevap: Konuk alan kötü şöhretli Simavi yandaşıysa uyar.
Soru: Birisi, "Hallacı Mansur şeriate göre kâfir olduysa,
gerçeğe göre de en yüce mümindir. Gerçekten de Hallac'ın davası
doğrudur." dese ve inancı da bu yönde olsa bu kişiye ne yapılır?
Cevap: Hallacı Mansur'a yapılan yapılır... (Öldürülür.)
Soru: Hakim İshak'ın yandaşlarından olan üç kişi, "Kuran'ı, önce
gelen kitabı tasdiken ve ona şahit olarak, hak ile sana
indirdik..." ayetinden yola çıkıp "ona şahit olarak..."
ibaresinin anlamını saptırarak "Halen Yahudilerin ve
Nasturilerin ellerindeki Tevrat ve İncil, indirildiği gibidir.
Asla değiştirilmemiştir." diye konuşsalar ve buna da
inansalar... Tevrat adına halen Yahudiler elinde bulunan kitapta
Lut Peygamber hakkında, haşa, "Sarhoş olup kendini bilmez
haldeyken kızlarıyla zina eyledi." diye yazılı olduğu ve yine
yüce Kuran'a muhalif ve zıt birçok şeyler bulunduğu halde, bu
kişiler yine bu kitaplara yukarıdaki açıklamaya bağlı olarak
inanıp bu inançlarında direnseler kendilerine ne yapmak gerekir.
Cevap: Bu durum çirkin bir bilgisizlik ve açıkça sövgüdür.
Bunlar gerçek anlamda tevbe ederlerse bizim imamlara göre
ölümden kurtulurlar ama diğer imamlara göre boyunları vurulur.
Azınlığa dayanan, bir azınlık iktidarı olan Osmanlı yönetimi;
bir yandan gericilere, bir yandan Hıristiyan dönmelere dayanarak
Anadolu'yu kasıp kavurmuştur. Bunu en iyi saptayanlardan birisi
de Mustafa Kemal olmuş, Osmanlı'ya karşı, Alevilerin tutumuna
benzeyen amansız bir öfke duymuştur.
Bu nedendendir ki, günümüz gericileri, Atatürk'ü birinci düşman
sayarlar. Bu nedenledir ki, günümüz Alevileri, kendilerine beş
yüz süne kan kusturan Osmanlı'yı yere seren Atatürk'ü candan
severler.
Bu baskı ve zulüm karşısında Anadolu Alevilerinin önemli bir
kitle halinde Cumhuriyet Devri'ne kadar ulaşmaları da tam bir
mucizedir.
Bu mucize, onların, gerçekçi tavırlarından, insan sevgilerinden,
öğretilerinin sağlamlığından kaynaklanmıştır.
Bu kitlenin bir arada tutulmasında, geliştirilen özel ibadet
biçimi cemin ve dedelerin aktardığı geleneksel Alevi kültürünün
de büyük etkisi olmuştur.
İsyanların Özellikleri
16. Yüzyıl'daki Alevi isyanlarının en büyük özelliği, yerel
olmasıdır. Bulunduğu bölgede güçlenen Alevi liderleri, devletin
yoğun baskısına uğruyorlar, bu da onları başkaldırmaya itiyordu.
Bu isyancı güçlerin arasında, Sünni kesimden yoksul insanlar,
timarları alınan toprak sahipleri de görülüyordu. Bu toprak
sahipleri, Osmanlı devleti ile anlaşır anlaşmaz, isyancıları
arkadan vuruyorlardı.
16. Yüzyıl kır isyanlarının hemen hemen tümünde asıl güç
Alevilerdir.
İsyancı güçler ve liderleri, başkaldırı işinde, can derdine
düşmüş bir tavır sergiliyorlar. Bir an önce kurtulmak
çizgisiyle, artık başka çare kalmadı çizgisi arasında gidip
gelen bu tavır, yeterli bağlantılardan yoksun olduğu için belli
bölgelerle sınırlı kalıyordu.
Bunun en somut örneği de 1527 yılında çıkan isyanlardır. Baba
Zünnun, Yozgat dolayları Alevilerinin başında devlete karşı
bayrak açıyor. Sert savaşlardan sonra öldürülüyor. Aynı yıl
içinde güney bölgelerindeki güçlere dayanarak Hacı Bektaş
evlatlarından Kalender Çelebi ayaklanıyor. O da, toprak
beylerinin ihanetine uğruyor ve savaş meydanında can veriyor.
Bu ayrı baş çekmelerde, Alevi ocakları arasındaki çekişmenin de
etkisi olmuştur.
Alevi güçlerin, devlet karşısında sürekli bozguna uğramaları,
17. Yüzyıl'da, onların derebeyi isyanlarının içine girmelerine
neden oluyor. Devlete kafa tutan yöneticiler; önemli ölçüde
Alevi kitleden destek alıyorlar. Kuyucu Murat Paşa'nın katliam
yaptığı bölgelerin çoğunluğu Alevi yerleşim alanlarıdır.
Osmanlı devletinin yoğun baskısı ve bir türlü yenilmemesi,
Alevilerin sürekli kırılmaları 18. Yüzyıl'dan itibaren Alevi
isyanlarının sonunu getiriyor. Alevilerin yoğunluğunun azalması
ve birbirlerinden bile koparak küçük birimler halinde içe
kapanmaları, Alevi başkaldırılarını yok ediyor.
Kaynak: www.karacaahmet.com |