MALATYA KATLİAMI
Malatya'da meydana gelen olayları
değerlendirmeden önce, bu kentin siyasi ve inançsal yapısının bilinmesinde yarar
vardır. 1990 genel nüfus sayımına göre Malatya'nın nüfusu 702.055'dir. Kent
nüfusunun yüzde 30'unu Alevi, yüzde 70'ini Sünni topluluğu oluşturmaktadır.
Alevilerin yoğunlukta olduğu ilçeler Arguvan, Arapgir, Doğanşehir, Akçadağ,
Hekimhan'dır. Yeşilyurt ve Darende ilçelerinde ve köylerinde yerleşik Alevilerin
sayısı azdır. Pütürge'de ise Alevilerin yerleşik olduğu yalnızca dört köy
bulunmaktadır.
Malatya merkezinde Alevilerin yoğun olduğu mahalleler, Başharık, Gürsel,
Çavuşoğlu, Özalper (Samanharkı), Çilesiz, Fırat, Küçük Mustafapaşa, Samanlı,
Ata, Aşağıbağlar'dır. Diğer mahallelerde az sayıda Alevi yerleşiktir.
Malatya'nın siyasi yapısının zaman dilimi içinde önemli değişimler yaşamış
olduğunu görürüz. 1946'da çok partili döneme geçilmiştir. Kurulan siyasi
partilerden biri DP'dir. DP halka yapılan baskıların ve yoksulluğun karşısında
olduğunu belirterek özgürlüklerin savunuculuğunu yapıyordu. Aleviler,
Osmanlı'dan beri horlanmışlar, baskı ve katliamlarla karşılaşmışlardır. DP'nin
özgürlük söylemlerine inanan Aleviler, 1950, 1954 ve 1957 yıllarında yapılan
milletvekili genel seçimlerinde oylarının yaklaşık olarak yüzde 70'ini DP'ye,
kalanını da CHP'ye veriyorlardı. Sünni topluluğunun büyük çoğunluğu (yüzde 70)
ise, İsmet İnönü'ye tutkularından dolayı oylarını CHP'ye veriyorlardı. 27 Mayıs
1960 askeri darbesiyle DP kapatıldı. 1961 Anayasası hazırlandı. 1961 Anayasası
bazı yenilikler, temel hak ve özgürlüklere ilişkin önemli düzenlemeler
içeriyordu. Buna bağlı olarak memurlar örgütlenmeye başladılar. Sivil örgütlerin
içinde nice ve nitel olarak en önemlisi, öğretmenlerin kurduğu TÖS'dü. TÖS'e üye
öğretmenlerin tümüne yakını solcu ve demokrattı. Köylerde genellikle TÖS üyesi
öğretmenler çalışıyordu. Bu arada, demokrasi ve emek yanlısı TİP'in de
yandaşları çoğalıyordu.
1950'li onyıl boyunca DP'ye oy veren Aleviler, bu kez sol partilere yöneldiler.
1965 milletvekili genel seçimlerinde Alevilerin çoğunluğu CHP'ye, bir bölümü de
TİP'e oy verdi. Önceki seçimlerde CHP'ye oy veren Sünni topluluğu, bu kez DP'nin
devamı olan AP'yi ve diğer sağ partileri desteklemeye yöneldi. Böylece
Malatya'da siyasal yapılanmanın üzerinde bulunduğu zemin sürekli değişiyordu.
1973 milletvekili genel seçimlerinde MSP, 29.139; AP, 20.224; MHP, 2.686 ve CHP,
64.442 oy almışlardı. Görüleceği üzere, çalkantılı yılların başlarında, siyasal
İslâmcıların ağırlıklı olduğu MSP kentte önemli ölçüde taban oluşturmuştu. Bu
siyasal gelişmeler sağ-sol ayrışımını da birlikte getirdi. Sağ siyasi
iktidarların (1950'den günümüze sağ partiler iktidardadır) desteğiyle kurulan ve
korunarak geliştirilen Komünizmle Mücadele Dernekleri, Ülkü Ocakları, Akıncılar
Derneği gibi sağ dernekler güçlenirken; karşıt sol örgütler de oluşuyordu.
Bu ideolojik örgütlenmeler, giderek karşılıklı çatışmalara dönüştü. Sağ
örgütler, genellikle dini kullanarak karşıtlarına saldırıyorlardı. Sol örgütler
ise, "Demokrasi, eşitlik ve özgürlük" söylemiyle taban oluşturmaya
çalışıyorlardı. Siyasal ayrışım körüklendikçe Aleviler sol partilere, özellikle
CHP'ye blok halinde oy vermeye yöneldiler. 1977 milletvekili genel seçimlerinde
CHP, 99.107; AP, 32.224; MSP, 38.516; MHP, 17.371 oy aldılar. (1)
Bu seçimlerde MHP ve MSP'nin oyları büyük artış göstermiştir. Türkiye genelinde
sağ siyasal iktidarlar tarafından körüklenerek geliştirilen ideolojik ayrışımın
yoğunlaştığı illerden biri Malatya'dır. Malatya'da Alevi-Sünni ayrışımı yaratmak
amacıyla "Mum söndü" tiyatro getirerek Aleviler küçük düşürülmeye çalışıldı.
Nitekim Alevilerin bu oyuna tepkileri sert olmuştu. Camilerde de Alevilere
yönelik horlayıcı, suçlayıcı vaazlar veriliyordu. "Türk-İslam sentezi"
doğrultusunda konferanslar, paneller düzenleniyor, ırk ve inanç ayrılığı
körükleniyor, bu ayrımlar üzerinden saldırılar tertiplenmeye çalışılıyordu.
Gelişmelerde, ABD'nin gönderdiği "Barış Gönüllüleri"nin de oldukça önemli
etkileri olduğunu belirtmek gerekiyor. ABD, Sosyalist Blok'un gelişmesini
kendine yönelik bir tehdit olarak algılamış, bunun karşısında da bazı ülkeleri
öncü karakol olarak kullanmayı amaçlamıştı. Türkiye, Sovyetler Birliği'yle
karadan ve denizden komşuydu. Bu yüzden, Türkiye ABD için önemli bir ileri
karakol işlevi üstlenebilirdi, ancak bunun için Türkiye'nin Sovyet nüfuzuna
girmesini önleyecek tedbirler almak gerekmekteydi. Türkiye'deki devrimci
gelişmeler ve örgütlenmeler, bu amaçla engellenmeye çalışıldı. Devrimci ve
demokrat kitle örgütlerinin karşısında duracak ırkçı-şeriatçı örgütlenmelere
yönelindi. Bununla da yetinmeyen ABD, özel yetiştirilmiş uzmanlarını Barış
Gönüllüleri adıyla Türkiye'ye göndermeye başladı. Barış Gönüllülerinin,
Türkiye'deki feodal, etnik ve mezhepsel (Alevi-Sünni, Kürt-Türk) ayrışımın yoğun
olduğu bölgelerde (Doğu, İç ve Güneydoğu Anadolu) çalışması isteniyordu. Her
türlü gereksinmeleri karşılanan Barış Gönüllüleri, istenilen bölgelerde
görevlendirildiler.
Barış Gönüllüleri, Türkiye'de ne iş yapacaklardı? Gelişlerinin nedeni gerçekten
barış için olamazdı, çünkü Türkiye'de o dönem iç savaş yoktu. Eğer barış
istiyorlarsa öncelikle kendi ülkelerine baksınlardı. ABD'deki Kızılderililere
yönelik baskı ve soykırımına engel olsunlar, kendi ülkelerinde iç barışı
sağlasınlar, Vietnam'a ve Kore'ye asker gönderilmesini engellesinlerdi. Elbette,
kendi ülkelerindeki olumsuzlukları görmezlikten gelerek Türkiye'de barışı
sözümona sağlamaya gelmelerinin altında gizli bir amaç bulunmaktaydı. Doğu ve
Güneydoğu Anadolu'da feodal yapının halen önemli ölçüde devam ettiğini iyi bilen
ABD, bu bölgelerdeki aşiretler, inançsal topluluklar arasındaki çelişkileri
saptamaya çalışıyordu. Barış Gönüllülerinin bir bölümü Malatya'da çalışmaya
başladı. Öncelikle Alevilerle Sünnilerin iç içe yaşadığı ve yoğunlukta olduğu
ilçelerde çalışmayı yeğlemişlerdi. Barış Gönüllülerinin çalışmalarından kuşku
duyan Akçadağ'ın köylerinden bir grup (Süleyman Kırteke, Reşoali Erdoğdu, Köse
Polat, Teslim Töre ve arkadaşları) ortak bildiriyle tepkilerini duyurmaya
çalıştılar, ama tutuklanarak cezaevine konuldular. Malatya Ağır Ceza
Mahkemesinde, 1969/158 nolu dosyayla yargılanan bu kişiler, daha sonra beraat
ettiler. Malatya'daki gerici ve ırkçı saldırılar, Barış Gönüllülerinin
Malatya'da çalıştıkları dönemde başlamıştı. Böylece ideolojik ve inançsal
ayrışım saldırıya dönüştü. Aşağıda, bu saldırılardan birkaç örnek, çeşitli
boyutlarıyla ele alınacak.
Kemal Abbas Altunkaş olayı (1968)
Kemal Abbas Altunkaş, 27 Mayıs 1960'da Tunceli'de Milli Eğitim Müdürüdür. 27
Mayıs 1960 askeri darbesi sonrası Nevşehir'e öğretmen olarak atanır. Bir süre
sonra Malatya Turan Emeksiz Lisesine edebiyat öğretmeni olarak gelir. Kemal
Abbas, güzel şiir okur, hoş sohbetlidir. Nurculara karşı tepkiseldir ve
tepkisini her ortamda çekincesiz göstermektedir. Malatya'da kısa sürede çevre
edinir. En yakın arkadaşlarından biri, CHP İl yönetiminde bulunan Turan
Akyol'dur.(Daha sonra MSP'den Malatya milletvekili seçildi.) Kemal Abbas, Turan
Akyol'un babasına ait Fırat Palas Oteli'nin boş bir odasında özel ders vermeye
başlar.
1967-68'de Malatya'da sağ-sol ayrışımı keskinleşmeye, saldırılar yaşanmaya
başlar. Kemal Abbas, hem TÖS'ün üyesi, hem Tuncelili ve Alevi kökenlidir. Sağ
örgütler, Malatya'da Alevi-Sünni ayrışımını körüklemek için her yöntemi
denemektedirler. Kemal Abbas'ı hedefleyen bir plan hazırlanır. Kemal Abbas'ın
özel ders verdiği öğrenciler arasında sağ görüşlü, Yakınca kasabasında yoksul ve
problemli bir ailenin çocuğu olan Kenan Çırak da bulunmaktadır. Irkçı örgütler
çıkar karşılığında Kenan Çırak'ı piyon olarak seçerler. Kamuoyunu etkileyecek
olayın senaryosu hazırlanır. 18.01.1968 günü akşamıdır. Kemal Abbas, özel ders
verdiği öğrencileri için otele gelir, ders notlarını alarak odasına çıkar. Kenan
Çırak da gelmiştir. "Hocam kahve mi, çay mı içersiniz?" diye sorar. Kemal Abbas,
"Sade bir kahve ve su getir" yanıtını verir. Tepsi üzerinde kahve ve su gelir.
Kemal Abbas, bir yandan kahvesini yudumlamakta, bir yandan da o günün ders
konusunu anlatmaktadır. Kahve bitmiştir, Kemal Abbas derin bir dalgınlığın
içinde uyur gibidir. Bir süre sonra Kenan Çırak, Kemal Abbas'ın kesik erkeklik
organını elinde sallayarak dışarıya fırlamış ve "Bana tecavüz etmek isterken
uzvunu kestim..." diye sokakta bağırmaya başlamıştır. Bunun üzerine otel katibi
Kemal Abbas'ın bulunduğu odaya girer. Kemal Abbas, somyanın üstünde dalgın
dalgın oturmaktadır; yere akan kan pıhtılaşmıştır. Gel gör ki Kemal Abbas, acı
duyduğuna ilişkin herhangi bir belirti vermediği gibi, yerinden dahi
kıpırdamamıştır.
Otel katibi karşılaştığı acılı olayı polise ve ailesine bildirir. Kısa bir süre
içinde Kemal Abbas, Kayseri Tıp Fakültesine yetiştirilmek üzere karayoluyla yola
çıkarılır. dört saat sonra Kayseri Tıp Fakültesine ulaştırılır. Olayın üzerinden
beş saat gibi uzun bir süre geçmiştir. Bunca süreye karşın Kemal Abbas halen
baygın ve gelişmelerden habersizdir. İlk müdahale sırasında yapılan tahlil
sonuçlarına göre, uyuşturulduğu ve halen uyuşturucunun etkisinin geçmediğini
belirten rapor verilir. Kayseri'de, İstanbul'daki Tıp Fakültelerinden birine
acilen yetiştirilmesi gerektiği söylendiği için, hemen karayoluyla İstanbul'a
hareket edilir. İstanbul'da da, uyuşturulduğuna dair rapor verilir.
Fırat Palas Oteli'nde meydana gelen olaydan 15-20 dakika sonra yüzlerce sağ
görüşlü kişi hükümet binasının önünde gösteri yapmaya başlamıştır. Aynı anda,
olayın ayrıntılarıyla yer aldığı sağ görüşlü Beydağı Gazetesi de mahallelerde,
kahvelerde dağıtılmaktadır. Oysa, Beydağı Gazetesinin matbaasının makinesi eski
tip, el dizgilidir. Böyle bir haberin elle dizgisinin yapılması için en azından
5-6 saat zamana gereksinme vardı. Demek ki, hazırlanan senaryonun doğrultusunda
haber çok önceden dizilerek hazırlanmıştır.
Sağ örgütler, olayı protesto etmek amacıyla bir miting düzenleme kararı alır. Bu
yönde hazırlıklar sürerken; Alevilere ait ev ve işyerlerinin işaretlendiği
görülür. Saldırı duyumunu alan Aleviler, güvenlikleri için belirli noktalarda
nöbet tutmaya başlar. Malatya'nın cadde ve sokakları insanlarla dolmuştur. En
ufak bir kışkırtma ve tartışmanın yüzlerce insanın ölümüne neden olabileceğı bir
gerginlik hüküm sürmektedir. Mitingin iptali için, Malatya Valiliğine, Savcıya,
Başbakana, Cumhurbaşkanına ve İçişleri Bakanına telgraflar çekilmeye, telefonlar
edilmeye başlanır. Şehir merkezinde alınmış olan olağanüstü güvenlik önlemleri
de artırılmıştır. Valilik, mitingin güzergahını değiştirerek şehir dışına taşır.
Bu gerginlik birkaç gün devam eder.
Malatya'da bu olumsuz gelişmeler olurken; Milli Eğitim Bakanı, Kemal Abbas'ı
açığa alır. Kemal Abbas'ın avukatları, açığa alınmanın yanlı bir soruşturmanın
sonucu olduğunu ileri sürerek Danıştay'a dava açarlar. Danıştay 5. Dairesi,
gerekli belgeleri değerlendirerek E:1969/2553, K:1970/1957 ve 05. 05. 1970'de,
olayın tertip olduğunu belirtir ve açığa alınma kararını iptal eder.
Kemal Abbas'ın davası, güvenlik gerekçesiyle Samsun'a nakledilir. Samsun sorgu
yargıcı, E:1969/22, K:1969/216 sayılı ve 18. 11.1969 günlü kararıyla olayın
komplo olduğuna karar verir. Daha sonra Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde görülen
davada Kenan Çırak ağır hapis cezasına çarptırılır.
Hekimhan Olayı (1968)
Hekimhan'ın AP'li Belediye Başkanı Ali Akyüz ile AP İlçe Başkanı ve İl Genel
Meclisi Üyesi Turan Garipağaoğlu'nun öncülük ettiği sağcı militanlar, 15 Aralık
1968'de Hekimhan Lisesi'nde görevli sol görüşlü öğretmenlere ve öğrencilere
"vurun Alevilere, komünistlere" sloganı eşliğinde, cop ve şişelerle saldırırlar.
Çok sayıda öğrenci yaralanır. Lisede görevli 13 öğretmen, jandarmanın
gözetiminde okuldan alınarak Malatya'ya götürülür. Daha sonra bu öğretmenlerden
solcu ve Alevi olanlar kar-kış demeden değişik yerlere sürgün edilirler. Birçok
öğrenci de okuldan uzaklaştırılır. (2)
2 Şubat Mitingi (1975)
Devlet destekli ırkçı-şeriatçı örgütlerin mensuplarının, gözlerini kırpmadan
karşıtlarını öldürdüğü yıllardı 1970'ler. Bireysel saldırılar ve öldürmeler
giderek toplu saldırılara dönüşüyordu. Yoğunlaşan faşist saldırıları kınamak,
devlet yetkililerini uyarmak amacıyla Malatya'daki demokratik kitle örgütleri
bir araya gelir ve "Faşizmi protesto" adıyla bir miting düzenleme kararı
alırlar. Gerekli yasal işlemler tamamlanır ve izin alınır.
2 Şubat 1975 günü İnönü Caddesi'nin üzerinde bulunan Kız Meslek Lisesi'nin
önünde on bin kişi toplandı. Yürüyüş sırasında yolda katılanlarla yürüyüşçülerin
sayısı 30 bine ulaşmıştı. Yürüyüş halindeki kitle, güzergah üzerindeki binalarda
oturanlar tarafından alkışlanıyordu. Disiplinli, sessiz ve çok katılımlı yürüyüş
korteji Atatürk Anıtı'nın önüne geldi. Saygı duruşundan sonra dağılınacağı
sırada, ortaya Ülkü Ocaklı bir grup çıktı. Tahrik edici slogan ve küfürlerle
hakaret etmeye başladılar. Bu sırada emniyet güçleri dağılmakta olan topluluğa
copla saldırarak miting alanını savaş alanına dönüştürdüler. 22'si ağır olmak
üzere aralarında kadın ve çocukların da olduğu yüzlerce kişi yaralandı. Saldırı
sonrası ülkücüler polisleri omuzlarına almış alkışlıyorlardı.
Polislerin saldırısında ağır yaralananlar şu isimlerden oluşuyordu: Aziz Maho
(öğretmen); Aziz Takçi (öğretmen), Ali Şahabettin Aktaş (ilköğretim müfettişi),
Ramazan Şimşek (öğretmen), Şeyho Kızıldağ (öğretmen), Yusuf Bayram (öğretmen),
Hasan Doğan (öğretmen), Hüseyin Nacar (öğretmen), Hasan Sönmez (öğretmen), Hasan
Çınar (öğretmen), Hüseyin Gökbulut (öğretmen). Selahattin Toy (halktan), Erdal
Bozkurt (halktan), Mustafa İçöz (halktan), Yusuf Akdağ (halktan), Hüseyin
Özçelik (halktan), Mustafa Yılmaz (avukat), Mehmet Balarısı (köylü), İlyas
Zengin (köylü), Kemal Atalay (köylü), Ali Kaya (köylü). (3)
15-16 Şubat olayları (1975)
TÖB-DER, öğretmenlere yapılan baskıları, sürgünleri ve öğretmenlerin özlük
sorunlarını görüşmek amacıyla 15 Şubat 1975'de 57 ilde kapalı salon toplantısı
yapılmasını kararlaştırır. Kapalı salon toplantılarının yasal kurallara uygun
izinli yapılması da TÖB-DER'ce karara bağlanır. Alınan kararlar, şubelere
bildirilir. TÖB-DER Malatya Şubesi, bu karar doğrultusunda valiliğe başvurarak
gerekli izni alır. Hazırlıklara başlanır.
Devletin siyasi güçleriyle iyi ilişkiler içinde olan ve her yerde taşeron olarak
kullanılan ırkçı-şeriatçı örgütler, TÖB-DER'in toplantılarını engellemek, olay
çıkarmak, Alevi-Sünni, Kürt-Türk ayrışımı yaratmak amacıyla planlar hazırlamaya
koyulur. Faşistlerin saldırı hazırlıklarıyla ilgili bilgiler ve haberler
yaygılaşınca; TÖB-DER Malatya Şubesi yöneticileri, Malatya Barosu Başkanı Turan
Fırat, CHP İl Başkanı ve bazı duyarlı kişiler, Vali Sadullah Verel'i ziyaret
ederek duyumlarını, kaygılarını iletirler. Vali, "Ben on ayrı kaynaktan bilgi
topluyorum. Böyle bir saldırının olacağına dair en ufak bilgi edinmedim. Böyle
bir saldırının olması düşünülemez. Devlet güçlüdür, her şeyin üstesinden
gelecektir" yanıtını vermiştir. Malatya Valisine ne gibi bilgilerin verildiği
bilinmiyordu; ama TÖB-DER toplantısının yapılacağı 15 Şubat günü, faşistlerin
kentin belirli semtlerinde toplanmaya başladığı görüldü. Toplananlar bir süre
sonra saldırıya geçtiler. Saldırganların bir kolu, Elazığ Caddesi üzerinde
bulunan vali konağını sarar. Taşlarla konağın camlarını yerle bir ederler.
Valiye ve eşine yakışıksız sözler edilir. Vali Sadullah Verel ve eşi, konağın
balkonuna çıkarak ellerinin başparmağını havaya kaldırır ve "Biz de Müslümanız!"
diye bağırırlar. Saldırganlar bu "itiraf"la yetinmez ve Vali ile eşinin kelime-i
şahadet getirmesini isterler. Bunun üzerine Vali ve eşi "kelime-i şahadet"
getirirler, hem de birkaç kez tekrarlayarak...
Saldırganların eylemlerinde kararlı olduğu görülür. Oradan şehir merkezine doğru
yürüyüşe geçerler. Karşılarına çıkan ve solcu bildiklerine ait olan işyerlerini
yağmalarlar ve yakıp yıkarlar.
Saldırganların bir kolu, Belediye binasının önüne toplanmıştır. Bu grup,
yürüyüşe geçtikleri Fuzuli Caddesi üzerinde bulunan CHP İl binasına, bazı basın
organlarının bürolarına ve TÖB-DER binasına saldırırlar. Aynı cadde üstünde
karakolu bulunan Toplum Polisi, barikat kurarak saldırının yaygınlaşmasını
engellemeye çalışıyordu.
Saldırganların başka bir kolu da, Samanpazarı denilen meydanda toplanarak Cezmi
Kartay Caddesi üzerinde bulunan Alevilere ait işyerlerini yağmalamaya, yakmaya
yöneldi. Başka bir kol da PTT binasının bulunduğu yöne doğru yürüyüşe geçti.
Saldırı ancak akşama doğru askerlerin müdahalesiyle denetim altına alınabildi.
Saldırının birinci günü böyle noktalandı.
Saldırı, ikinci gün olan 16 Şubat'ta, daha acımasız ve daha yıkıcıydı. Birinci
gün yağmalanan ve yakılan işyerlerinin sahipleri, zararlarını tespit etmeye,
kırılan ve yıkılan yerlerini onarmaya çalışıyorlardı. Saldırganlar da yeni bir
saldırının hazırlığı için Belediye ve Samanpazarı Meydanında toplanmaya
başladılar. Ortalıkta polis görünmüyordu. Toplanan saldırganlar, yine kollara
ayrılarak yürüyüşe geçtiler. Önceden belirlenen solcu ve Alevilere ait
işyerlerini yakmaya giriştiler. Bir gün önce saldırma imkanı bulamadıkları CHP
ve TÖB-DER binasının kapılarını, camlarını ve tüm eşyalarını yerle bir ettiler.
Saldırı giderek mala zarar vermekten cana zarar vermeye dönüşüyor, çatışmalar ve
yaralamalar görülmeye başlıyordu. İşte ancak o zaman askeri birliklerden yardım
istendi. Akşama doğru saldırı güçlükle denetim altına alınabildi. İki günün
bilançosu, bir ölü ve 29 ağır olmak üzere 220 yaralıydı. Yaralananların
çoğunluğu Alevi ve sol görüşlü işyeri sahipleriydi.
Tanıklar anlatıyor:
Hasan Bozkurt (işçi): "Saat 16 sıralarıydı, evime gidiyordum.
Cezmi Kartay Caddesinde, karşıdan gelen büyük bir kalabalıkla karşılaştım.
'Kahrolsun Ecevit, komünist Ecevit, başbuğ Türkeş' diye bağırıyorlardı. Hızla
geldiler, ben de bunların arasında kaldım. Bu sırada karşı bir grup belirdi ve
Cezmi Kartay Caddesi, birden bire cehenneme döndü...
Kalabalığın arasında, şimdi burada çiftçilik yapan eski AP Milletvekili Hamit
Fendoğlu'nu gördüm. MHP İl Başkanı Şerif Dursun'la birlikteydiler. Kavgalara
bunlar da katıldılar. Kalabalıktan bazı kişilerin elinde kurt resmi vardı.
"Ortalık makineli tabancaların sesiyle yankılanıyordu. Çatışmaya başladılar.
Caddede korkunç bir kavga başlamıştı. Tabanca mermileri ve taşlar yağıyordu.
Sopalar inip kalkıyordu. Bu sırada bir grup, Doğan Palas ve Tüccarlar Klubü
Oteli'ne yöneldi. Sahipleri CHP'li olan bu oteller kısa zamanda tamamen tahrip
edildi. Bir başka grup da TÖB-DER merkezi ile altında bulunan beş dükkanı aynı
şekilde tahrip edip, içeride taş üstünde taş bırakmamışlardı. Beydağı, Halk
Postası ve Güneş Gazetelerinin idarehaneleri de aynı akıbete uğradı. Çoğunu
tanımıyordum. Ben Malatyalıyım, hemşehrilerimin çoğunu tanırım. En azından
aşinalığım vardır. Bu memlekette herkesin birbirine göz aşinalığı vardır. Fakat,
hadiseyi çıkaranların çoğunu tanımadım. Bunlar, herhalde Malatyalı değillerdi.
Başka yerlerden gelmişlerdi..." (4)
Cafer Erkul (35 yaşlarında gazete satıcısı): "Bildiğiniz gibi
benim kulübem İş Bankasının tam önünde, karşımda Ziraat Bankası var; şu
kenardaki de Garanti Bankası, PTT binası da karşımda. Emniyetin en çok güvence
altında bulundurması gereken bir alan. İşte burada saldırıya uğradım. Ben
Malatyasporluyum ve aynı zamanda CHP'liyim. Kulübemde Ecevit'in resimleri ve
kitapları vardı ve satıyordum. Saldırıdan önce bana geldiler ve 'Sen şu kitap ve
resimleri satma. Sana istediğin kadar para veririz' dediler. 'Ben inancımı
parayla satacak adam değilim' dedim.
"Nihayet 15. 02. 1975 günü saat 13-14 sıralarında 06 plakalı beyaz bir arabayla
Dr. Muhittin Turgut, yanında bulunan birkaç kişiyle geldi. Şu kenarda durdular.
Ben de yeni yemek getirtmiştim, daha bir lokmasını ağzıma almadan kulübe taş ve
sopalarla sallanmaya başladı. Kafama, sırtıma bıçaklar inip kalkıyordu. Kulübe
dar olduğu için çıkamıyordum. Tahrayla kapıları kırarak beni dışarı çıkardılar.
Elden ele verdiler. Tam 17 bıçak yemişim. Nasıl kurtulduğumu bilmiyorum. Bir
uyandım ki Sigorta Hastanesinde serum veriliyor. Yanımdaki karyolada da anam
yatıyordu. Anam benim öldüğümü duyunca kriz geçirmiş ve komaya girmişti."
-Emniyet'te kimse yok muydu?
-Tek kişi olsaydı onların hepsini yakalardı. Kimse ortalıkta yoktu.
-Zararın ne kadar?
-Biz 4-5 kardeşiz. Çok fakiriz. 28 yıllık emeğimizi bu kulübeye yatırmıştık.
Daha o gün 3500 TL borç ederek Tekel'den sigara almıştım ve satıyordum. Şöyle
böyle 28-30 bin lira kadar zararım oldu. Oldu değil yok oldum. İnan ki tek çivi
dahi bırakmamışlar. Sigara, para, kitap, dergi ne varsa hepsini alıp
götürmüşler, yırtmışlar.
Anlamadığım nokta, bunu Müslümanlık adına yapıyorlarmış. Müslümanlıkta böyle
talan, hırsızlık var mı ki? Kıbrıs'taki EOKA'cılar dahi bunlardan
merhametliydiler. Bunların gözleri dönmüştü, talancıydılar. Bir yanda Müslüman
Türkiye diye bağırırlarken, diğer yanda hırsızlık, talan, adam öldürmeye
girişiyorlardı.
Ata Yıldırım (50 yaşlarında berber): "Benim dükkanım Fuzuli
Caddesinin üzerinde ve Hükümet Binasının arkasındadır. Karşımda ve caddenin öbür
kenarında da Toplum Polisinin binası var. Ayrıca dükkanımın önünden bir yol da
CHP binasına doğru gider. Yani dört yol ağzındayım.
"Babam imamdı. Ben de uzun süre imamlık yaptım, sonra berber oldum. O saldırıyı
görünce her şeyimden utandım. Hiçbir din bu çapulculuğa, tahribe ve
ayrıcalıklara müsaade etmez. Bunların yaptıklarının din ve insanlıkla ilgisi
yoktu. Gözleri dönmüştü, ne yaptıklarını bilmiyorlardı.
"Dükkanımda oturuyordum. 16. 02. 1975 günü saat 13 sıralarında Belediyenin
önünde bir grup saldırgan bağırarak Fuzuli Caddesinden yukarıya doğru (TÖB-DER
Lokaline) yürümeye başladılar. Tam Toplum Polisinin binası önüne gelince
içlerinde birisi bağırarak 'Önce şu solcu CHP binasını tahrip edelim, sonra
TÖB-DER'e gidelim' dedi. Ve kalabalık, CHP binasının, Beydağı, Halk Postası ve
Güneş Gazetelerinin camlarını kırdıktan sonra geri döndü. Aynı polislerin
yanından geçerek TÖB-DER Lokaline doğru gittiler. Bu kalabalık içinde Paşa
Camii'nin imamı da vardı. Ve bağırıyordu. Hatta bir jandarma astsubayının,
durumu görünce polislere dönerek 'Utanmıyor musunuz, bu nedir?' diye bağırdığını
duyduk, tabii polisler de duydu. CHP binasıyla Hükümetin arası 29-30 metre bile
yok.
"Gördüklerimi Malatya Milletvekillerine anlattım. Halkı tahrik edenlerin başında
bazı imamlar geliyordu. Emniyet ve Vali tamamen göz yumuyordu. Yoksa 10-15 polis
hepsini dağıtabilirdi."
Haydar Karagöz (20-25 yaşlarında, gazete satıcısı): "Benim
kulübem belediyenin bitişiğindedir. 15 metre yukarımda Toplum Polisinin binası
ile 20 metre karşımda Hükümet binası var. Saldırganlar, Belediyenin önünde
toplandılar. Yani benim kulübemin bulunduğu yerde toplandılar. Resmi ve sivil
polisler buralarda geziniyorlardı. Saldırganlar, 'Allahuekber, Müslüman Türkiye'
gibi sözler söylüyorlardı. Sanki sinema dağılmıştı. Her biri bir tarafa doğru
gitmeyi söylüyorlardı.
"Halbuki 20-30 polis bunları rahatlıkla dağıtabilir ve hatta hepsini Emniyete
götürebilirdi. Çünkü çoğunluğu çocuktu.
"Ben fakirim, bu kulübedeki gelirle geçiniyorum. Böyle insanlık olur mu? Onlar
kim, ben kim? Hepimiz Türk'üz, Müslümanız ve insanız. Ama bunlar, bunlardan
uzaktır. Polis hiç engel olmuyordu. Ne yapayım, zararım 7-8 bin liradır. Borç
ederek yeniden kulübeyi yaptım..."
Adını söylemek istemeyen bir cami imamı: "Kardeşim, siz bir
defa görüyorsunuz. Bunlar her gün camilerde bölücü konuşmalar yapıyorlar. Sanki
cami değil, bir parti binası. Bunları, Emniyet de, Vali de, öğretmen de ve halk
da iyi biliyor, dinliyor. Müslümanlıkta bölücülük yoktur. Talan yoktur. Dükkanın
sahibi olmadığı halde tahrip ediyorlar ve mallarını götürüyorlar. Bu
hırsızlıktır, zorbalıktır. Elhamdülillah Müslümanlıkta bunlar yasaktır.
Affedilmeyen günahlardandır. Sonra Alevi kim, Sünni kim? Hepsi kardeştirler.
Cephede birlikte savaşıyorlar, fabrikada birlikte çalışıyorlar, bu ayrım nedir?
Çok ayıptır. Dine yakışmaz. Ne bileyim, bu dünyadaki suçu hemen kanun
vermelidir. Yoksa memlekete yazıktır. Camilere saldıracaklar demişler. Müslüman
yalan söylemez. Düpedüz yalandır. Şimdiye kadar camiye saldırma görmedim. Velev
ki saldıracaklarını biliyorlardı, niye Emniyet'e haber vermeden halkı toplayarak
saldırganlığa geçmişlerdir. Yalandır kardeşim yalandır..."
Süleyman Efe (Avukat): "Olayı açıklamadan önce derinlemesine
incelemek ve değerlendirmek gerekiyor.
"Tarihimizi incelediğimizde görüyoruz ki, ileriye ve halka yönelik her girişim
karşısında mutlaka irtica olayının varlığına tanık olmaktayız. Bilindiği gibi,
ekonomik, politik, siyasal ve kültürel yönden geri kalmış toplumlarda halkın tüm
emeği sömürücülerin ipoteğine girmiştir. Ellerinde yalnız inançları kalmıştır.
Bunu da vermemek için canlarını vermektedirler. İşte halkın bu can alıcı
noktasını iyi bilen ve değerlendiren sömürücü güçler; halkı bu yönüyle tahrik
ediyorlar.
"İlericilere düşen en büyük sorumluluk; halkı, bu etki alanından çıkarmaktır. Bu
sorumluluk ödünsüz olarak demokratik yollarla yapılmalıdır.
"Bu açıdan olaya bakıldığında, dinin ne kadar sömürüldüğü, sorumluların
kimlerden yana olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. "
15. 02. 1975 günü evde oturuyordum. Evim Turan Emeksiz Caddesi üzerindedir.
Dışarıdan gelen bağırtı ve gürültüler duyduk. Çocuklarım pencereye koştular.
'Baba, baba gel...' diye heyecanla seslendiler. Pencereye gittim. Çok kalabalık
bir grup, önlerinde öğrenci oldukları belli olan çocuklar vardı. Ellerinde
değnekler vardı. 'Müslüman Türkiye, Allahuekber, ölüm...' gibi sesler
çıkarıyorlardı. Bir şeylerin olduğunu anladım. Yanımda yeğenim İbrahim vardı.
Durumu öğrenmek için çarşıya gönderdim. Gitti geldi. Birçok işyerinin tahrip ve
talan edildiğini, bir kişinin yaralandığını söyledi.
"O gün TÖB-DER'in kapalı salon toplantısı vardı. 'Acaba öğretmenlere bir şeyler
oldu mu?' diye ben de çıktım. Hükümetin arkasından geçerek gitmek istedim.
Hükümetin ve belediyenin arası çok kalabalıktı. Bağırıyorlardı. Polis
azınlıktaydı. Ses çıkarmıyorlardı. TÖB-DER'e giden yolda polis barikat kurmuştu
ve kimseyi bırakmıyordu. Oradan yazıhaneye gittim. Yazıhanem Mecidiye İş Hanının
4. katındaydı. Bitişiğinde Samanpazarı Alanı vardır. Bu alan da hiç tanımadığım
insanlarla doluydu. Tekbir getiriyorlardı. Oradan Cezmi Kartay Caddesindeki 50.
Yıl Kıraathanesine saldırdılar. Camlarını kırdılar, biraz sonra askeri birlik
geldi. Birkaç saldırgan, yanına gittikleri bir üsteğmenin ellerini öptüler.
Sonra dağıldılar...
"Daha sonra Tüccarlar Kulübüne gittim. Orada; Malatya Beden Eğitim Bölge Müdürü
Osman Çağlar olduğunu öğrendiğim bir kişi, konuşuyor ve olayı anlatıyordu. 'Bir
grup kalabalık geldi, burada toplantı varmış dediler. Yok dedim. İçlerinde
tanıdığım sakallı ve hacca gitmiş bir şeyh vardı. Kendisine, bu iyi bir şey
değildir dedim. O da, hayır, din için her şey yapılır dedi ve geri döndüler.
Şehre doğru gittiler. İçlerinde Şerif Dursun da vardı. Biraz ötede topluluğu
durdurdu ve 'Ölüme hazır mısınız?' dedi. Onlar da 'evet' diyorlardı. 'Böylece
gittiler...' diyorek anlatıyordu...
"Ertesi gün (16.02.1975) TÖB-DER'e gittim. Herkes üzücü olayı anlatıyordu. Bir
aralık iki polisin geldiği ve TÖB-DER başkanını emniyete götürdüğünü ve
dönüşünde 'Emniyet Müdürünün emniyetini sağlamayacağız, lokalinizi boşaltınız'
dediğini anlattı. Öğretmenler dağılarak lokali boşalttılar.
"Ben de Cezmi Kartay Caddesindeki 50. Yıl Kıraathanesine gittim. Biraz oturdum.
Sonra kıraathanenin alt katındaki Kent Lokantasına inerek yemek yemeye gittim.
Dışarıda oldukça kalabalık vardı ve bağırıyorlardı. Lokantada, Turan Emeksiz
Lisesi Müdürü de vardı. Kalem şefi Hüseyin Özcan ile Mehmet Guguk ve Ali Zeynel
adlarındaki öğretmenler de oradaydılar. Onlar da kalabalığı görünce şaşırdılar.
Ali telefonla valiliği aradı ve Valiyi evinde buldu. Durumu anlattı. Vali de
'Bir şey olmaz. Yürüyüş varmış, seyire gelmişler. Tedbir alınmıştır' dedi. Daha
sonra saldırı başladı. Camlar, kapılar kırılmaya başlandı. Korkuyla dışarı çıkan
işyeri sahiplerinin üstü polisçe aranıyordu. Ben de, 'Ne oluyor, önce olayı
yaratanları önleyin' dedim. Bunun üzerine polisler üzerime atılarak coplarla
vurmaya başladılar. Bir arabaya koydular. Her tarafım kan ve yara içindeydi.
Hastaneye götürdüler. Doktorun yanında da vurmaya başlayınca doktor ve bazı
hemşireler engel oldular. Yaralarım sarıldı. Eve döndüm. Kısacası olay, önceden
hazırlanmış ve bilinen bir şeydi. Çünkü polis taraf tutuyordu. Ancak askeri
birlikler gelince önlenebildi. Olay bir irtica hareketiydi."
Mehmet Ali Yılmaz (65 yaşlarında, seyyar yumurta satıcısı):
"Ben seyyar yumurta satıcısıyım.Geçimimi bununla sağlıyorum. Cezmi Kartay
Caddesindeyim. Saldırı başladı. Polis yoktu, olanlar da seyirciydi. Tekbir
getiriyorlar, ilahiler okuyorlardı. Saçlı, bıyıklı kimi görseler dövüyorlardı.
Bu sırada dükkanların camları kırıldı. Ateş açıldı. Ortalık toz dumana döndü.
Saldırganlardan biri bana ateş etti. Sağ kulağımın altından bir kurşun girdi ve
dilimin bir kısmını ve takma üst dişlerimi parçalamak suretiyle dışarı çıktı.
Ağzım kan içerisindeydi. Bu sırada bir grup beni yakalayarak 'kelime-i şahadet'
getirmemi istedi. Ben de getirdim. Bıraktılar. Ötede başka bir grup tuttu, yine
'kelime-i şahadet' getirmemi istediler. Sonra 'yanlış okudu' diyerek dövdüler."
(5)
TÖB-DER'in Raporu
15-16 Şubat 1975 olaylarını yaşayarak tanık olan TÖB-DER Şube Yönetimi,
ayrıntılı bir rapor hazırladı. Rapor, Malatya Valisi'ne, İçişleri Bakanlığı'na
ve Milli Eğitim Bakanlğı'na gönderildi. Raporun bazı bölümleri şöyle:
Saldırının birinci günü: "TÖB-DER Malatya Şubesinin düzenlediği kapalı salon
toplantısının saatleri yaklaşırken, toplantıya katılacak öğretmenler gelmeye
başladı. Diğer yanda irtica ve saldırı olayına katılacaklar da sabahın erken
saatlerinde Malatya'ya akın ediyorlardı. İlk grup (40-60 kadar kişi) Akpınar
Semtinin Samanpazarı Alanında ellerindeki sopalarla, demir çubuklarla ilahiler
okuyarak toplanıyorlardı. Önlerinde Şerif Dursun bulunuyordu. Giderek kalabalık
büyüdü. Hamit Fendoğlu (Hamido) ve Dr. Muhittin Turgut da katılarak omuzlara
alındılar. Saat 10.00 sıralarıydı. Ellerinde bulunan başı çivili coplar, demir
çubuklar, tahralar gibi saldırı gereçlerini havaya kaldırarak ilahiler söyleyip
Kelime-i Şahadet getiriyorlar, Allahuekber, Müslüman Türkiye, Şeriat İsteriz,
Komünistlere Ölüm, Cihad gibi sloganlarla tansiyonu yükseltiyorlardı. Saldırı
olaylarının açıklamasına geçmeden bu tahrikçi başlarının durumuna değinmekte
yarar görüyoruz.
* Hamit Fendoğlu (Hamido): Demokrat Partili olup, 27 Mayıs darbesiyle
Yassıada'ya götürülmüş, cezaya çarptırılmıştır. Daha sonra 1965-1969 yılları
arasında AP Malatya Milletvekili seçilmiş, Meclis'te Tabii Senatör Sıtkı Ulay'ın
kulağını ısırarak yaralamış, 1973 seçimlerinde DP Milletvekili adayı olmuşsa da
seçilememiştir.
* Hacı Şerif Dursun: Büyük Doğucu'lardandır. 1951 yılında Malatya'da Gazeteci
Ahmet Emin Yalman'a yapılan suikasta, 1971'de Kırıkhan'da 3 kişinin ölümüyle
sonuçlanan kanlı olaya karışmıştır, MHP'lidir.
* Dr. Muhittin Turgut: Malatya'daki Doğu Özel Hastanesinin sahibi olup,
Hastanenin her tarafı Bozkurt resimleriyle donatılmıştır. MHP'lidir.
Hamido ve Şerif Dursun, Malatya'nın merkezine bağlı 15-20 köyün birleşmesinden
oluşan İzollu Aşiretinin ileri gelenlerindendir. Bu aşirete egemendirler.
Saldırıya katılanların büyük çoğunluğu bu aşirettendir. Diğerleri Elazığ'ın Palu
ve Baskil ilçesinden getirilmiştir. Malatya'nın diğer ilçelerinden de katılanlar
vardır.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan akla şöyle bir soru gelebilir. "Peki polis
hiç bunları önceden sezinlemedi mi, toplanırken görmedi mi?"
Saldırganların toplandığı yerin 100 metre uzağında Merkez Polis Karakolu, 50
metre doğusunda Toplum Polisinin binası, 30 metre güneyinde Hükümet binası
(Hükümet binasında Vali, Jandarma İl Komutanı, Savcı ve Emniyet Müdürü)
bulunmaktadır. Toplandıkları yer, şehrin ana caddesinin üzeri olup, merkezi
yerdir.
Toplantı saati yaklaşmaktadır. 'Allahuekber' sesleri Malatya'yı çınlatıyordu.
Gittikçe çoğalan saldırganlar, kollara ayrılarak yağmalamaya, tahrip etmeye ve
yakmaya başladılar. Malatya Emniyeti, TÖB-DER'in bulunduğu Fuzûli Caddesinin
giriş-çıkış yollarında barikat kurarak saldırganların gelişlerini önlemeye
çalıştılar. Bir polis ekibi de TÖB-DER Lokali önünde görev almıştı. Bir ara
Emniyet 2. Şube şefi, TÖB-DER'e geldi. 'Toplantınızı ya öne alın, yahut iptal
ediniz. Güvenliği sağlamamız zorlaşıyor. Cezmi Kartay Caddesi curcunaya döndü'
diyordu. Diyordu ama, paneli öne almanın veya iptal etmenin önemi kalmamıştı.
Çünkü her taraf sarılmıştı. Samanpazarı, Belediye önündeki alanda toplanan
saldırganlar, tahralarını, nacaklarını, çivi başlı sopalarını, demir çubuklarını
havaya kaldırarak 'Şeriat isteriz, Müslüman Türkiye, Komünistlere ölüm, cihad'
gibi sloganlarla bağırıyorlardı. Saldırı ve tahribat başlatılmıştı.
Saldırganların bir kolu, Cezmi Kartay Caddesine doğru harekete geçmiş, 50. Yıl
Kahvesine saldırarak tüm camlarını kırmışlardı. Bu cadde üzerinde ve Alevilere
ait birçok işyeri tahrip edilerek yakılmıştı. Saldırganların diğer bir kolu,
Kışla Caddesinde aynı sloganlarla saldırılarını sürdürüyorlardı. Vali konağının
camlarını da kırmışlardı. Vali ve eşi dışarı çıkarak 'Biz de Müslümanız' diye
şahadet parmaklarını havaya kaldırarak kelime-i şahadet getirmişlerdir.
Saldırganların başka bir kolu, İstasyon Caddesinden Sıtmapınar Semtine doğru
saldırılarını sürdürüyorlardı. İş Bankası önünde Cafer Erkul'a ait gazete
kulübesine saldırarak tahrip etmişler. Cafer Erkul'u da ağır biçimde
yaralamışlardır. Sıtmapınarında Dursun Erkul'a ait gazete bayii tahrip edilmiş
ve yakılmış, sahibi feci şekilde dövülmüştür.
Keza hükümet binasının bitişiği ve toplum polisi binasının önündeki sinema
reklamlarının yerleri tamamen tahrip edilmiş. Aynı yerde Haydar Karagöz'e ait
gazete kulübesi de tahrip edilerek dağıtılmıştır. Böylece saldırının birinci
günü 9 kişi yaralanmış, 7 işyeri tahrip edilerek yakılmıştır.
Saldırının ikinci günü: "16.02.1975 günü 'Nasıl olsa Emniyet kuvvetleri durumu
kontrolleri altına aldı ve artık bir şeyler olmaz' düşüncesiyle herkes şehir
merkezine geliyor, işyerlerini kontrol ediyordu. Halkı köylerden toplayıp
getiren tahrikçiler ise, amaçlarını yeterince gerçekleştirmemişlerdi. Çünkü
TÖB-DER ve Alevilerin birçok işyeri hala sapasağlam duruyordu. Bu amaçlarını
gerçekleştirmek için uzak yerlerden, köylerden getirdikleri saldırganları
bırakmadan evlerinde, çeşitli yerlerde konuk ederek saklamışlardır.
16.02.1975 Pazar günü erken saatlerde (saat 10.00) belediyenin önündeki alanda,
bir gün önce kullandıkları saldırı araç ve gereçleriyle toplanıyorlardı.
Belediye ile hükümet binasının arası 20-30 metre ya var, ya yoktur.
Öğretmenler kendi lokallerinde gelişmelerden habersiz oturuyorlardı. Saat 12.00
sıralarında iki sivil polis geldi, Şube Başkanı Tuncay Ünlü ile TÖB-DER Bölge
Temsilcisi H. Nedim Şahhüseyinoğlu'nun Emniyet Müdürlüğü'nce çağrıldığını
söylediler. Her iki yönetici birlikte Emniyet Müdürlüğüne gitti. Hükümet
binasının önüne gittiklerinde, tahrikçi ve saldırgan bir grubun toplanıp
beklediğini görmüşlerdir. Polis ise, hükümet önünde bekliyordu. Emniyet Müdürü,
'Hocam, sizden rica ediyorum, sizler dünkü olaylara karşı bir yürüyüş
düşünüyormuşsunuz. Bu nedenle karşı grup yeniden toplanmış. Bir olay
çıkarılmaması için lokalinizi boşaltarak dağılınız. Yoksa çıkacak herhangi bir
olayda koruma gücümüz olmayacaktır' dedi.
Emniyete giden yöneticilerimiz ise, 'Bizim yürüyüşümüz yoktur, böyle bir şeyi
düşünen tek üyemiz dahi yoktur. Uydurmadır. Ancak emniyet bizi korumakta
güçsüzse, müsaade buyurun biz kendi güvenliğimizi kendimiz alalım' yanıtını
vermiştir.
-Biliyorum sizin yürüyüşünüz olmadığını, ama halkı öyle kandırmışlar. Olayı
görüşüyoruz, önlememiz zordur, lütfen dağılınız...
-Ama onlar iki gündür yasadışı toplanıyorlar. Suç işliyorlar. Dağılması
gerekenler onlardır. Biz lokalimizde oturuyoruz.
Karşılıklı tartışmalardan sonra anlaşıldığı kadarıyla bir oyun düzenlenmiş. Bu
oyunda hem saldırıya uğramamızı, hem de suçlu duruma düşmemizi istiyorlardı.
Yönetim Kurulumuz ve avukatlarımız birlikte olayı değerlendirdi. En uygun
çözümün TÖB-DER'i boşaltmak olduğu kanaatine vardık ve lokalimiz boşalttık...
Eğer emniyet kuvvetleri (polis) içtenlikle ve yansız davransaydı, saldırganlar
ilk anda ve hiçbir güçlükle karşılaşmadan dağıtılabilirlerdi. Müdahale
edilmemesi, saldırganları daha da cesaretlendirmiştir.
Saldırının ikinci günü, aynı topluluk ilahilerle ve bir gün önceki sloganlarla
saptadıkları semtlere doğru harekete geçti.
Önce sinema reklamları (bir gün önce tahrip edilmişti, yeniden .yapmışlardı)
yeniden tahrip edilerek parçalandı. Oradan CHP binasına, gazetelerin bulunduğu
bürolara saldırdılar. Büroları tamamen tahrip ederek yaktılar. Sonra TÖB-DER'in
lokaline saldırdılar. Lokalin tüm kapıları, pencereleri, içindeki eşyaları
tahrip edildi, yakıldı. Altta bulunan 3-4 dükkan da camları tahrip edilerek
yağmalandı.
Başka bir kol da İstasyon Caddesinden hareketle, bu cadde üzerindeki Malatya
Basın Galerisi ve gazete başbayii gibi birçok işyerini tahrip etmiştir. Diğer
bir kol da Kışla Caddesi üzerinde bulunan ve içki satan birçok dükkanın
camlarını kırmıştır.
Keza bir gün önce tahrip edilen ve hemen camları takılan 50. Yıl Kıraathanesine
yeniden saldırarak tüm camlarını, eşyalarını tahrip ettiler.
Sokaklarda rastladıkları solcu ve saçı uzun, bıyıkları kaba olanlara da feci
şekilde işkence etmişlerdir. Bu sırada saçı uzun olan bir genci döverek
öldürdüler. Avukat Süleyman Efe de aynı biçimde dövülerek ağır yaralanmıştır.
Süleyman Efe'yi dövenler polistir.
Böylece iki gün süren saldırının bilançosu, 60 işyerinin tahrip edilmesi,
yüzlerce insanın yaralanması, bir ölü ve yakılan Malatyadır.
Polis, olanları engelleyeceği yerde, işyerlerini korumak zorunda kalmış
olanları, lokantada yemek yiyenleri, kahvede oturanları toplayarak gözaltına
aldı... (6)
Basında 15 - 16 Şubat olayları
Cumhuriyet (16. 2. 1975): "Malatya'da TÖB-DER'in toplantısını
protesto için 2000 kişi yürüyüşe geçmiş, bu arada Vali Lojmanını taşa
tutmuşlardır. Saldırganlar daha sonra sol eğilimli kişilere ait bazı işyerlerini
ve gazete bayilerini tahrip etmişlerdir."
Cumhuriyet (16. 2. 1975): "Malatya'da bir çatışma oldu, bir
kişi öldü. TÖB-DER'in önceki gün yapılan toplantısından sonra başlayan olaylar
dün büyümüş, 'Müslüman Türkiye' diye bağırarak tekbir getiren sağcı bir grup,
solcu diye tanınan kişilerin işyerleri ile CHP ve TÖB-DER merkezlerini
taşlamışlardır. Malatya sokaklarında 'Komünist avına' çıktıklarını ilân eden
bazı sağcıların kanlı saldırıları polisin yetersiz kalması karşısında askeri
birliklerce süngü takarak önlenebilmiştir...
"Samanpazarı mevkiinde önceki gün toplanarak, ellerinde Türk Bayrağı olduğu
halde halkı kışkırtan grubun başlarında AP Eski Malatya Milletvekili Hamit
Fendoğlu ile Şerif Dursun'un bulunduğu ve tüm olayların bunların direktifiyle
başlayıp, genişleyerek kanlı bir biçime dönüştüğü...
"Sağcılar, şehirde giriştikleri güya 'Komünist avı'nda uzun saçlı gençleri
toplayarak dövmüşlerdir. TÖB-DER üyesi öğretmenler sokak aralarında feci şekilde
dövülmüşlerdir."
Oktay Akbal'ın yazısı, Cumhuriyet (19. 2. 1975): "Pazar günü
yurdun birçok ilinde yapılan TÖB-DER kapalı salon toplantıları gözünü kan
bürümüş daha doğrusu bürütülmüş insanlar tarafından baskına uğradı. İzin
alınmıştı, kapalı salon toplantısı yapmak için. Faşist örgütler günlerce önceden
hazırlıklarını yapmışlar, bu toplantıları kurmak için... Açık bir gerçek bu. Bir
İstanbul gazetesinde çıkan yazılarla daha da belirginleşen bu işlerin ardında
kimin, kimilerin bulunduğunu gözler önüne seren bir gerçek... CHP Genel
Merkezinden yapılan bir açıklamaya göre, bu gazete birkaç gün önce şöyle yazılar
yayınlamıştır: 'Kavgayı halkı yanıltıcı mekanlarda ve şartlarda yapmak yerine,
halkın içinde, cesur, daha iyi göreceği yerde yürütmeliyiz. Bir Taksim hadisesi
halkın kuralların niyeti ve eylemi hakkında tam ve kesin fikir sahibi olmasına
neden olmuştur. Tarihi bir pazar gününün hatırası üç solcu eşkıyanın Taksim
civarından bile korkarak geçmesini sağladı.' "'
Ergün Göze, Tercüman (21.02.1975): "Böylece TÖB-DER, Türk
Öğretmenine, Türk Milletine, Türk Gençliğine tamamen ters düşmüştür. TÖB-DER,
bugüne kadar Türk Öğretmenine yapılan en büyük kötülüğü yapmış. Onu Stalin'le
bir hizada görmüştür. Sayın Ecevit de "Her ne kadar TÖB-DER'i tasvip etmemekle
beraber faşizan baskılardan söz ettiğini" söylemekle partisini Stalin'le aynı
noktaya getirmiş bulunmaktadır."
Alpaslan Türkeş'in basın açıklaması, Tercüman (23. 2. 1975):
"Türk Milliyetçiliği herkesten önce ve herkesten çok sömürüye karşıdır.
Emperyalizmin kökünü kazıyacağız. Adana'da işçi Hüseyin'in öldürülmesinden de
bizi mesul tutan Ecevit'e hatırlatırım. Eğer biz öldürmeye niyetli olsak, işçi
Hüseyin'e sıra ne zaman gelir düşünmesi gerekir... Halkın en meşru tepki hakkını
kullanmasını devlete isyan diye jurnallamaktan utanmayan adamın kişiliğine
bakın... Ve olayların devlete karşı değil, sadece TÖB-DER'e karşı olduğunu
görmemezlikten gelmektir."
Hürriyet (18. 02. 1975): "Malatya'da Pazar günü çıkan olaylar
sırasında sağcı oldukları öne sürülen eli sopalı topluluk 300 işyerini tahrip
etmişlerdir. İki kişinin öldürülmesi ve 100 kişinin yaralanmasından sonra,
askeri birliklerin müdahalesiyle güçlükle bastırabilen olaydan sonra 224 kişi
gözaltına alınmıştır."
Milliyet (16. 02. 1975): "Malatya'da, saat 11.00'de ellerinde
özel olarak yapılmış sopalar olduğu halde yürüyüşe geçen bir grup, vilayet
önünde 'Yaşasın Müslüman Türkiye, Kahrolsun Komünizm' diye bağırmışlar.
Yürüyüşçüler sol yayınlar sattığı ileri sürülen Cafer Erkul'un satış barakasını
tahrip etmişlerdir. Sinema afişlerinin asılı bulunduğu camekânları
parçalamışlardır. Bir içkili lokanta, üç kahve ve iki kitabevi taş yağmuruna
tutularak camları kırılmış... olaylarda 18 kişi yaralanmış, ikindi ezanının
okunmasıyla yürüyüşçülerin büyük bir bölümü camilere girmişlerdir."
Deniz Baykal'ın Meclis'te yaptığı konuşma, Milliyet (18. 2.
1975): "Cepheleşme hareketiyle birlikte, Ülkü Ocakları Derneği saldırgan bir
politika içinde girdi. Sağ terörizm dönemi başladı. Hükümet süratle
açıklamalıdır. Adana'daki işçiyi öldürenler, afiş asan genci üç yerinden
vuranlar, Şahin Aydın'ı, Kerim Yaman'ı öldürenler, TÖB-DER toplantılarını
basarak isyan yaratanlar kimlerdir? Bunların siyasal nitelikleri nedir? Bütün bu
olaylarda yer alanların aynı siyasal kampta yetiştirilmiş olmaları basit bir
rastlantı mıdır? Bu olayların sorumluları kimlerdir? Tetiği çeken parmaklar mı,
yoksa o parmaklara hükmedenler mi? Hükümetin suçlu ile haklı karşısında tarafsız
kalmaya çalışmasını anlamak mümkün değildir."
Olayın hukuki boyutu ve sonucu
Olaylar denetim altına alındıktan sonra 400 kişi gözaltında alındı. Gözaltına
alınanların yüzde 90'ını, işyerleri saldırıya uğrayanlar ile TÖB-DER Şube
Yöneticileri, Malatya Yüksek Öğretim Derneği'nin ve Devrimci Gençlik Birliği'nin
yöneticileri oluşturuyordu. Binlerce saldırgandan yalnızca 40 kadar kişi
gözaltına alınmıştı.
Resmi yetkililerin anlatımlarına göre, saldırı TÖB-DER'e yönelikmiş. 57 il
merkezinde kapalı salon toplantısı düzenlemiş olan TÖB-DER'in toplantısı yasal
izinlidir. Saldırı ise Alevilerin yoğun olduğu (Malatya, Erzincan, Adıyaman,
Amasya, Tokat, Turhal, Elazığ vb.) bölgelere yönelikti. Alevilere ait işyerleri
tahrip edilmişti. Eğer saldırı TÖB-DER'e yönelikse, Alevilere ve solculara ait
işyerlerini niye yağmalayarak tahrip etmişlerdir? Alevilerin ve solcuların
işyerlerini önceden kim belirleyerek işaretlemiştir? TÖB-DER'in konuşmalarının
sonucu halkın tahrik olduğu söylendi. Oysa TÖB-DER'in toplantıları kapalı
salonlarda yapılıyordu. Görüntü ve ses dışarıya verilmiyordu. Kaldı ki, daha
toplantılar başlamadan saatler öncesinden saldırı başlatılmıştı. Bu ve benzeri
sorular yanıtlandığında saldırının perde arkası ortaya çıkacaktır. Kim ne zaman
yanıtlayacaktır?
Olay sonrası İçişleri Bakanı Mukadder Öztekin, Jandarma Genel Komutanı Org.
Orhan Yiğit ve Emniyet Genel Müdürü Celal Öztüfekçi beraberlerindeki heyetle
Malatya'ya geldiler. Bu yetkililer, Malatya Emniyetinin önceden belirlediği
kişilerle görüştürüldüler. Saldırıya uğrayan, işyerleri tahrip edilenler
dinlenilmedi, görüşülmedi...
Adana DGM'nin üç savcısı, olayları soruşturmak üzere Malatya'ya geldi.
Gözaltında bulunanların ifadeleri alındı. Saldırıya uğrayanlarla saldırganlar
ayrımı yapılmadan; sanki birlikte saldırı düzenlenmiş gibi, savcılar ortak dava
açılmasına karar vermişlerdir. Olayların başladığından beri saldırganlar
korunuyordu. Kimi polislerin olay sırasında yakaladıkları, gözaltına alınmadan
bırakılmışlardı. Ortada ölen ve yaralanan insanlar ile tahrip edilmiş işyerleri
bulunmaktadır. Bunlar için de bir suçlu bulunmalıydı. Ama emniyetin yanlı tutumu
nedeniyle gerçek suçlular ortalıkta yoklardı. DGM'nin savcıları da bu doğrultuda
yürüttükleri soruşturmanın sonunda dengeyi sağlamak amacıyla hareket ettiler ve
saldırganlardan kaç kişi tutuklanmışsa; saldırıya uğrayanlardan da o kadar kişi
tutuklandı.
Tutuklananlar: Saldırıya uğrayanlar: Tuncay Ünlü (TÖB-DER Şube Başkanı), Kasım
Demir (TÖB-DER Yöneticisi), Mehmet Hatip Özer (TÖB-DER Yöneticisi), Aziz Maho
(TÖB-DER Yöneticisi), Haluk Türkşen (TÖB-DER Yöneticisi), Veli Yılmaz (TÖB-DER
Üyesi), H. Nedim Şahhüseyinoğlu (TÖB-DER Üyesi, Bölge Temsilcisi), Nevzat
Yıldırım (TÖB-DER Üyesi), Kemal Kırlangıç (TÖB-DER Üyesi), Murtaza Akgül
(TÖB-DER Üyesi), İhsan Pektaş (Sol görüşlü), Nurettin Eren (Sol görüşlü), Ali
Arı (sol görüşlü), Hadi Kepenç (Sol görüşlü), Cemalettin Doğan (Sol görüşlü),
Adem Özcan (Sol görüşlü), Orhan Apaydın (Gazeteci), Ünal Nebioğlu (CHP'li),
Talat Ertuna (Sol görüşlü işçi), Ömer Kral (Sol görüşlü öğrenci), İsmet Günay
(Sol görüşlü), Rıza Karaca (Sol görüşlü, işyeri tahrip edilen), Hasan Karaca
(Sol görüşlü, işyeri tahrip edilen), Cemil Çimen (Sol görüşlü, işyeri tahrip
edilen), Hüseyin Bezek (Sol görüşlü).
Saldırganlar: Orhan Menekşe, Yaşar Bozkurt, Recep Mesut Samanlı, Ekrem Berber,
İhsan Memiş, Şerif Dursun, Hamit Fendoğlu, Timurtaş Uçar, Muhittin Turgut,
Abdullah Yılmaz, Zeki Öz, Ramazan Temur, Mehmet Ali Diri, Hüseyin Şen, Aziz
Moran, Haci Doğru, Mehmet Polaloğlu, Ali Ercan, Abuzer Karagöz, Nail Çelebi,
Temur Altınkaya, Yusuf Kantıya, Haşim Karaaslan, Hüseyin Çekin, Bedri Öner. (7)
Adana DGM savcılarının hazırladığı iddianamede, saldırıya uğrayan ve işyerleri
tahrip edilen TÖB-DER, Malatya Yüksek Öğrenim Derneği, Devrimci Gençlik Birliği
yöneticileri hakkında şu görüş ve değerlendirmelere yer verildiği görülmektedir:
"TÖB-DER Malatya Yönetim Kurulu üyeleri, MAYÖD Malatya Şubesi Yönetim Kurulu
üyeleri DGB Malatya Şubesi müteşebbis heyeti üyeleri olan sanıklar ile 02. 02.
1975 tarihinde Malatya Merkezinde tertip edilen sessiz yürüyüş tertip
komitesinin üyeleri ve 15. 02. 1975 tarihinde TÖB-DER tarafından tertip edilen
kapalı salon toplantısında konuşmalar yapan sanıkların cümlesinin kül halinde
aynı maksat ve gaye uğrunda zaman zaman birleşerek ve birbirlerinin fiillerini
aynı amaç uğrunda bulundukları bu suretle TÖB-DER, MAYÖD, DGB derneklerinin
yasal birer kuruluş olmalarına rağmen tüzüklerinde yazılı uğraşı amaçları
haricinde gizli kasıt ve gayelerini gerçekleştirmek için legal görünüm altında
illegal cemiyet olarak çalışmalar yaptıkları, 02. 02. 1975 tarihli sessiz
yürüyüş tertip heyetinin ve 15. 02. 1975 tarihli TÖB-DER Malatya Şubesi kapalı
salon toplantısında konuşma yapan sanıkların da aynı gizli kasıt ve gaye uğrunda
birleştikleri ve bu suretle gizli cemiyet olarak bu sanıkların 1961 tarihli
Anayasamızın getirmiş olduğu sosyal ve iktisadi nizamı yıkmak, sosyal sınıflar
üzerinde tahakkümü tesis etmek, memleket içinde müesses iktisadi, sosyal
nizamları yıkmaya matuf 1-2-3-4-5 numaralı bentlerde yazılı olduğu şekilde
çalışmalar yaptıkları, bu çalışmalar cümlesinden olarak yayınladıkları
bildirilerle, yaptıkları konuşmalarla gayelerine erişmek için işçi ve köylü
sınıfını oluşturmak ve eyleme hazırlamak maksadıyla muhtelif vesilelerle,
muhtelif zamanlarda aynı sanıkların komünizm propagandası yaptıkları, cemiyetin
muhtelif sınıflarını kanunlara itaatsizlik ve umumun emniyeti için tehlikeli bir
tarzda kin ve adavete tahrik eyledikleri tüm bildiri münderecatları, 28. 12.
1974 tarihli gecedeki konuşmalar, 02. 02. 1975 tarihli sessiz yürüyüş sırasında
geçirilen pankart münderecatları, bu konuşmaları ihtiva eden bantların tape
edilmiş suretiyle, emanete alınan bant ve matbu evrak münderecatı 15. 01. 1975
tarihinde Malatya merkezindeki toplum olayları, şahadet ve tekmil dosya
münderecatıyla sabit olmuştur."
İddianamenin saldırganlarla ilgili bölümünde ise şu değerlendirmeler
yapılmaktadır:
"Malatya Merkezi Ülkü Ocakları Şubesi Yönetim Kurulu Başkan ve üyelerinin
Malatya'da vuku bulan toplum olaylarından birkaç gün evvel evrak arasında mevcut
(Yüce Türk Milletine) başlıklı bildiriyi teksir ettirip halka dağıttıkları, bu
bildiri münderecatında ileri sol temayüllü şahıslar tarafından söylendiği
anlaşılan (Memleketin ovasından en yüksek tepesine kadar kızıl bayrak çekeceğiz.
Mescitleri ve Kâbe'yi yıkıp yerine bostan ekeceğiz... Kıpkızıl komünistim...
istediğim bir zaman sana gelirim... atarak kızıllığımı karanlıklara... dışarıdan
bir ezan sesi geliyor... tıpkı köpek havlamasını andırıyor) cümlelerini bu
bildiri münderecatına yazdıkları ve bildirinin son kısımlarına da
(...nesillerimizi milliyetçi yetiştirerek komünizmi, masonizmi ve vatanımızı
hiçbir menfaate dayanmadan yüceltmek ve yükseltmek olmalıdır...Ülkü Ocakları)
cümlelerini yazdıkları;
"Bu suretle milliyetçilik grubun sapık ideolojiye sahip olduklarını kabul
ettikleri karşı gruptaki şahısları bizzat ezeceklerini beyan etmek ve bu hususu
bildiri şeklinde kaleme alarak 15-16. 02. 1975 günü Malatya Merkezinde vuku
bulan toplum olaylarından birkaç gün evvel teksir ettirerek halka dağıtmak
suretiyle, halkı bu olaylara tahrik ve teşvik ettikleri; bu suretle cemiyetin
muhtelif sınıflarını umumun emniyetleri, elde edilen bildiri, bu bildirilerin
dağıtıldığına dair tevilli ikrar ve şahadet ile sabit olmuştur..." (8)
İddianamede, TÖB-DER, MAYÖD, DGB yöneticileri için ileri sürülen gerekçeler,
onlarca yıldan beri Sıkıyönetim Mahkemelerinin, DGM'nin iddianamelerinde
kalıplaşmış suçlamaların tekrarı ve benzeridir. İddianamenin düşündürücü yanı;
Malatya'da sağcıların başlattığı saldırı sonucu öldürülen kişilerin, yaralanan
yüzlerce kişinin, yağmalanarak tahrip edilen yüze yakın işyerinin suçlularının
nerede olduğuna, suçluların kimler olduğuna dair bir "iddia"nın olmamasıdır. Bu
saldırı örgüt işi değil midir?
Bir süre sonra Adana DGM'de duruşmalar başladı. Tutukluların bir bölümü hemen
ilk duruşmada, geri kalanlar ise sonraki duruşmalarda tahliye edildiler. DGM ile
ilgili yasa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Dava dosyası Malatya
Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi de davanın
Sıkıyönetim kapsamında olduğunu belirterek dosyayı Elazığ Sıkıyönetim
Mahkemesine gönderdi. Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesi de davanın sıkıyönetimin
ilanından önce işlendiğini belirterek dosyayı yeniden Malatya Ağır Ceza
Mahkemesine gönderdi.
Sonuçta Yargıtay, davaya Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesinin bakacağına karar verdi.
Bu gel-gitlerle dava zaman aşımına uğradı. Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesi, 1983 /
8826, E: 1983 / 220, Karar No: 1984 / 38 kararıyla davanın zamanaşımına
uğradığını belirterek tüm sanıkların beraatine karar verdi. Böylece 15-16 Şubat
1975'te gerçekleşen saldırılar, suçluları ortaya çıkarılmadan örtbas edildi ve
dava dosyası tarihin yargısına havale edildi.
Akçadağ Öğretmen Okulu Olayı (1975)
Akçadağ İlçesinde 17 Nisan 1940'da Akçadağ Köy Enstitüsü açıldı. Daha sonra, Köy
Enstitüsü'nün yerleşim yerini belirlemek üzere araştırmalar yapıldı.
Malatya-Adana demiryolunun otuzuncu kilometresinde bulunan Akçadağ İstasyonunun
güneydoğusuna düşen arazi saptandı. Enstitü'nün yeri için belirlenen araziler,
Karapınar, Kırlangıç ve Onatlı Köylerine aitti. Köylüler, üç bin dönümlük
arazinin bir bölümünü düşük bir bedel karşılığı, büyük bölümünü de bağış yoluyla
verirler. O dönem karayolları yeterli değildi ve hatta yoktu. Bu nedenle,
Darende ve Akçadağ ilçeleriyle çevre köylerin ulaşımı Enstitü'nün bitişiğinde
bulunan tren istasyonundan yapılıyordu. Okul yönetimi, Enstitü arazisinin tam
ortasından geçen on metre genişliğinde, 2 km uzunluğunda bir yol açtı. Bu yolu
çakıl ve kumla da döşetti. Çevrenin tüm ulaşımı bu yol üzerinden yapılmaya
başladı.
Akçadağ Köy Enstitüsü'nün yöresinde 15 Alevi köyü bulunmaktaydı. Enstitü
Yönetimi, bu köylerle ve diğer komşu köylerle ilişkileri oldukça sıcak,
neredeyse bir aile gibiydi. İmece yoluyla bölgenin köylülerine kayısı, elma,
kavak, bağ dikiminde yardımcı olunuyordu. Enstitü'de milli bayramlarda ya da
diğer günlerde düzenlenen temsillere, eğlencelere ve törenlere tüm köylerin
halkı çağrılırdı. Enstitü ile halk arasında dostluk ve işbirliği sağlanıyordu.
Yöre köyleri de düğünlerine Enstitü'nün öğretmenlerini, yöneticilerini, folklor
ve müzik ekiplerini çağırırlardı. 1950'de Köy Enstitüleri kapatıldı. Yerine
Öğretmen Okulları açıldı. Akçadağ Köy Enstitüsü'nün yerine açılan Öğretmen Okulu
da, yöre halkıyla devraldığı gelişmiş ilişkileri pekiştirerek sürdürdü.
Böylece 1970'lere gelindi. 1974'de CHP ile MSP'nin ortak hükümeti düşünce, AP,
MSP ve MHP'nin ortaklaşa hükümeti (I. MC) kuruldu. MC Hükümeti, yatılı okulların
yönetiminde bulunan demokrat yönetici ve öğretmenleri okuldan uzaklaştırmaya;
yerine ülkücü öğretmenler ve yöneticiler atamaya öncelikli olarak yöneldi.
Böylece yatılı okullar, ülkücülerin kurtarılmış bölgeleri oluyordu. Akçadağ
Öğretmen Okulu'na da Cafer Toksun adında bir müdür atandı.
Cafer Toksun, Sivaslı bir Alevi ailenin çocuğudur. Yoksuldur, yatılı okula
zorlukla girmiştir. Öğretmen olduktan sonra ırkçılarla ilişkilerini sıklaştırır.
Yeni müdürün Alevi bir aileden geldiğini öğrenen komşu köyler halkından
Aleviler, "Bizden de bir müdür çıktı" diye sevinmişler, hediyelerle kutlamaya
gitmişlerdir. Cafer Toksun, ziyaretine gelen köylüleri soğuk karşılar. Hatta bir
ara, sorguya çekercesine "Bu köylerin oylarını hep CHP'ye verdiklerini öğrendim.
Doğru mu?" diye sorar. Köylülerin, "Müdür bey, faşistlere verecek değiliz ya..."
yanıtı üzerine, Cafer Toksun'un rengi sararır, gözleri döner ve "Bir daha bu
okulun toprağına ayak basmayacaksınız" diye gelenleri odasından kovar.
Şeyh Mano, Kırlangıç Köyündedir. Pir Sultan Abdal hayranıdır. Pir Sultan Abdal
hakkında bilgi edinmek için Sivaslı olduğunu öğrendiği Cafer Toksun'a gider.
Cafer Toksun, Şeyh Mano'nun kılık kıyafetine, kaba bıyıklarına bakar ve
küçümseyerek "Senin ne isteğin var, söyle bakalım" diye sorar. Şeyh Mano,
"Beyefendi, siz Sivaslısınız, Pir Sultan Abdal hakkında bilgi öğrenmek için
geldim" dediğinde, Cafer Toksun'un tepesi atar ve "Komünistler sizi yoldan
çıkarmışlar. Senin o sorduğun aptal da sapkının biriydi" yanıtını verir,
konuğunu kolundan tuttuğu gibi dışarıya çıkarır. Şeyh Mano, "Orası Sivas'tır,
Pir Sultan da çıkar, Hızır Paşalar da çıkar. Seni Pir Sultan sanmıştım"
yanıtıyla ayrılır.
Bir süre geçmiş ve Cafer Toksun, yöre halkı ve okul hakkında yeterli bilgiyi
edinmiş, kadrosunu oluşturmuş, saldırı planlarını hazırlamıştır; sıra uygulamaya
gelmiştir. İlk iş olarak, okulun üç bin dönümlük arazisinin etrafını dikenli
telle çevirdi, böylece yöre köylerin Akçadağ'a ulaşmak için 35 yıldan beri
kullandığı yolu kapatmış oldu. Yolun girişine bir kulübe yaptırdı. Kulübeye
silahlı bekçi yerleştirdi ve telefon bağlattı. Bununla da yetinmedi, okul
arazisine eli silahlı bekçiler yerleştirdi ve yaklaşanlara ateş ettirmeye
başladı. Böylece okulla yöre halkının ilişkilerini kesti. Eğer biri okula
gidecekse, nöbetçiler önce ziyaretçinin kimliğini kontrol ediyor, sonra okul
yönetimine telefon edilerek verilen bilgilere göre işlem yapılıyordu.
Okulun demokrat öğretmen ve çalışanlarına baskı yaparak onları uzaklaşmaya
zorluyordu. Cafer Toksun'un baskılarından öğrenciler de paylarına düşeni
alıyordu. Sol görüşlü öğrencileri baskıyla yıldımaya, kimi zaman da derslerden
çıkararak dövmeye giriştiği şeklindeki haberler giderek artıyordu.
Faaliyetlerinde, Malatya Ülkü Ocaklarından getirdiği ve özel yetiştirilmiş
militanları da kullanıyordu. Okulun salonlarında asılı sanat değeri yüksek
tablolar indirilmiş, yerine MHP'nin propaganda resimleri yerleştirilmişti.
Atatürk'ün resminin de indirildiği, yerine Ergenekon Destanıyla ilgili bir
tablonun asıldığı haberi, basın organlarında yayımlanmıştı.
Akçadağ Öğretmen Okulu adeta askeri bir kamp, Cafer Toksun da kampın komutanı
gibiydi. Rastladığı Alevi kadınlara "Alevileri yaşatmayacağım. Sizi kocasız
bırakacağım" dediği, baskılarını artırdığı görülmekteydi. Gelişmeler üzerine,
yöre halkı ve öğrenci velileri, durumu Malatya Valisine bildirirler. Vali,
şikayetleri dikkate almamakta, müdürden yana tutum sergilemektedir.
Saldırı ve baskılarla ilgili basın haberi şöyle:
"Dün öğleden sonra Akçadağ Öğretmen Okulu'nda meydana gelen çatışmada birkaç
öğrenci yaralanmış, okul binasının ön tarafındaki bütün camlar kırılarak okul
büyük ölçüde hasara uğratılmıştır. Olay üç solcu öğrencinin dövülmesi üzerine,
okulda bulunan 500 kadar solcu öğrenci idarenin bu tutumunu protesto ederek
derse girmişlerdir. Faşist öğrenciler, idarenin bıraktığı boşluktan faydalanarak
ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla birbirlerine girmişlerdir. Olay yerine
jandarma birlikleri getirilmiş, okulda bulunan öğrenciler ise derslerine devam
etmişlerdir." (9)
Akçadağ Öğretmen Okulu'nda ülkücülerin silahlı eğitim yaptıklarına; öğrencilere,
öğretmenlere yönelik baskıların giderek arttığına, bu baskıların yöre halkına da
yöneldiğine tanık olunmuştur.
Gelişmeler somut meyvelerini vermekte gecikmez ve nihayet, 7 Kasım 1975 gecesi,
önceden hazırlanmış eli sopalı ülkücüler, aniden yatakhaneleri basar. Öğrenciler
yatmaya hazırlanmaktadır ve kimisi pijamalı, kimisi de don-gömlekledir. Ani
baskın ve bedenlerine inen sopaların tesiriyle ne yapacaklarını şaşıran 600
öğrenci, can korkusuyla dışarı fırlamışlardır. Bir kovalamaca başlamıştır. Baskı
ve saldırıdan kaçan 600 öğrenci, okulun üst tarafında bulunan dağ ve tepelere
sığınırlar. Mevsim yağışlı ve soğuk, öğrenciler çıplaktır. Saldırı haberi
Malatya'da CHP İl Başkanı Turan Fırat'a ulaşır. CHP İl Yönetimi, TÖB-DER ve
basın organları mensupları ortaklaşa tuttukları birkaç otobüsle dağlara sığınan
öğrencileri toplamaya gider ve megafonla öğrenci aramaya koyulurlar. Kayaların
kovuklarına sinmiş ve korkuyla bakışan henüz 15-16 yaşlarındaki çocukların büyük
bölümü toplanarak Malatya'ya getirilir. O gece evlere dağıtılan öğrencilerin
soğuktan donmaları önlenmiş olur.
Meydana gelen olaylardan dolayı 600 öğrenci okuldan uzaklaştırılmıştır. Okuldan
uzaklaştırılan öğrencilerin velileri tarafından hazırlanan ve yetkililere
ulaştırılan belge şöyle değerlendirilmektedir: " 'Atatürkçü öğretmen ve
öğrencileri okuldan uzaklaştırmak için çok öncelerden Okul Müdürü Cafer Toksun,
Eğitim Şefi Fazlı Aktaş, öğretmenlerden Mehmet Yıldırım, Halit Karadağ, Remzi
Sağıroğlu, Züleyha Cömert, Celal Aydoğmuş, Mehmet Kara tarafından hazırlığı
yapılan ve ortamı oluşturulduktan sonra meydana gelen olay esnasında, 700
öğrencinin dolaplarının tahrip edilerek eşyalarının, kitaplarının ve paralarının
talan edildiği, talan edilen paraların ve eşyaların bu öğretmenlerce Ülkü
Ocaklarına teslim edildiği, Atatürkçü öğrencilerin okulun bodrumuna konularak
işkenceye uğradıkları ve günlerce ekmek verilmediği gibi, şimdi de olayı
saptırmak için olaya mezhep, dil ve bölgecilik gibi bölücülük niteliğinde olan
suçlamalarda bulundukları, böylece korkunç bir bölücülük yaptıkları, bütün bu
olaylardan haberli olan Malatya Valisi ve Milli Eğitim Müdürünün olaya yeteri
kadar eğilmedikleri, hatta olayla ilgili tanıklar ve mağdurların kimisinin dini
görüşlerinden, kimisinin politik görüşlerinden dinlenilmedikleri, sadece olayı
yaratanlar ve onların gösterdikleri tanıkları dinleyerek tek taraflı kovuşturma
yaptıkları, Vali ve Milli Eğitim Müdürünün adeta onların koruyuculuğunu
yaptığı', ileri sürülerek Cumhurbaşkanına, Senato ve TBMM Başkanına, Parti Genel
Başkanlarına ve Parlamenterlere durum bildirilmiştir. Olaya eğilmelerini,
bülücülük niteliğini taşıyan bu tutumun önlenilmesini, ilgililer hakkında
kovuşturma yapılmasını, gerçeğin ortaya çıkması için ilgilerini
istemişlerdir..." (10)
Malatya Milletvekili Celal Ünver, demokratik kitle örgütleri temsilcileri ve
basın mensuplarından oluşan bir heyetle Akçadağ Öğretmen Okulu'na gider. Olayı
incelemek üzere Akçadağ Cumhuriyet Savcısı ile İlçe Jandarma Komutanı da o
sırada okulda bulunmaktadır. Okul Müdürü Cafer Toksun, Milletvekili Celal
Ünver'in okulu gezmesini, gözaltına alınan öğretmen ve öğrencilerle görüşmesini,
olayın neden kaynaklandığını öğrenmesini engellemeye çalışır. Bunun üzerine
Celal Ünver sert bir tepki gösterir ve Savcının araya girmesiyle olay büyümeden
yatışır. Dönemin yerel basın organlarında, Okul Müdürünün olumsuz tutumu şöyle
anlatıldı: "İlimiz Akçadağ Öğretmen Okulu'nda son çıkan olaylardan sonra 20
kadar öğrenci velisi ile okula giden CHP Malatya Milletvekili Celal Ünver, Okul
Müdürü ile görüşürken, bir süre önce duvara asılan bozkurt resmi hakkında bilgi
istemiş ve bunun üzerine Okul Müdürü Cefar Toksun, zile basıp çağırdığı birkaç
öğretmen ve öğrenciyle CHP Milletvekili Celal Ünver'in üzerine yürümek
istemiştir. Bu arada CHP Milletvekili Celal Ünver odaya gelen kalabalık bir
öğretmen topluluğuna, 'Siz kim oluyorsunuz ki beni dışarı atmak istiyorsunuz'
demiş ve bunun üzerine orada bulunan jandarma üst çavuşunun müdahalesiyle olay
büyümeden önü alınmıştır..." (11)
Akçadağ Öğretmen Okulu'nda meydana gelen olayların sonucunu merak etmeyiniz.
Hiçbir şikayet ve soruşturma sonuç vermedi. 600 öğrenci, 20 öğretmen okuldan
uzaklaştırıldı. Okul, tamamen Ülkü Ocaklarının karargahı haline geldi.
Parlamento üstü bir örgüt
Devletin ekonomik ve politik desteği ve korumasıyla güçlendirilen Ülkü Ocakları,
kendilerini devlet yerine koyuyorlardı. Dokunulmazlıkları vardı. Devletin en üst
organı olduklarını her yerde ve ortamda açıkça söylüyorlardı. Nitekim Ülkü
Ocakları Malatya Şube Başkanı, yaptığı bir basın açıklamasında bakın ne diyor:
"... büyük Türk Milletine ve onun yetkililerine şunu bilhassa ifade etmek
istiyorum. Ülkücüler parlamento dışı parlamenterlerdir. Yani ülkücüler milletin
seçilmemiş milletvekilleridir. Ülkücüler bulundukları yerlerde millete hizmet
ederler. Ülkücüler milletin bir yön ve hedef tayin etmeye çalışan öncüleridir,
önderleridir. Hareketimiz meşrudur. Herkese açıkça şunu hatırlatırız ki, bizim
Allah, Vatan, Millet, Devlet, Bayrak ve insanlığa hizmetten başka bir aşkımız
yoktur..." (12)
Görüldüğü gibi, Ülkü Ocakları kendilerini ülkenin en üst kurumu olan
parlamentonun da üstünde bir kurum olarak görmektedirler. Bu özellikleri
nedeniyle, her türden katliam, tahrip ve yağma onların gözünde meşruydu. Evet
Ülkü Ocaklarının dokunulmazlığı vardır. Kuruluşundan günümüze değin
gerçekleştirdikleri onlarca katliamın, öldürdükleri yüzlerce aydının, bilim
adamının hesabını vermemişlerdir. Onlardan herhangi bir hesap sorulmamıştır da.
O tarihlerde Başbakan Süleyman DEMİREL'in, "Bana sağcılar suç işliyor
dedirtemezsiniz..." demeci ve söylemi; kurdurduğu, koruduğu örgütle karşı
karşıya gelmek istemediğindendir.
1970-1980 arasında Malatya'da bine yakın olay oldu, yüzün üstünde öğretmen,
genç, memur, esnaf öldürüldü. Dokunulmazlıkları nedeniyle, bunca olaya karşın,
Ülkü Ocakları yakayı ele vermemişlerdir. Malatya Emniyet Müdürlüğünün basına
verdiği bilgilere göre, 1976'da 980, 1977'de 891 olay olmuştur. Yani iki yıl
içinde Malatya'da meydana gelen olayların toplamı 1871'dir. Bu rakamlar,
Malatya'da terörün nasıl tırmandırıldığının kanıtıdır.
Hamit Fendoğlu (Hamido) Olayı ve Katliam (1978)
Fendoğlu'na Gönderilen Bombalı Paket
Cumhuriyetin ilânından 1980'e kadar Malatya'da CHP ağırlıklıydı. 1946'dan 1960'a
kadar Malatya'nın milletvekillerinin tümünü CHP kazanıyordu. 1961'den 1980'e
kadar yapılan milletvekili seçimlerinde Malatya'nın 6 milletvekilinin 4'ünü CHP,
geri kalan ikisini de sağ partiler alıyordu. (1965 seçimlerinde 1 milletvekilini
TİP almıştı.) Malatya'nın iki senatörünü de CHP alıyordu.
Malatya Belediye Başkanlığını, 1920'den 1977'ye kadar CHP adayları kazanıyordu.
11 Aralık 1977'de yapılan Belediye Başkanlığı seçimlerini bağımsız aday Hamit
Fendoğlu kazandı. Fendoğlu sağ görüşlüydü.
Fırat Nehri üzerinde Keban ve Karakaya Barajlarının yapılmasından sonra, baraj
suyunun altında kalan yüzlerce köyün halkı Malatya'ya göç ettiler. Göçün
altyapısı hazırlanmamıştı. Göçle gelenlerin büyük çoğunluğu varoşlara
(gecekondu) yerleştiler. Bu insanlar, kent yapısıyla uyum sağlayamadılar.
Ekonomik ve kültürel bunalımla karşı karşıya kalmışlardı. Göçün olumsuz
etkilerinden doğan siyasal ve kültürel boşluğu, siyasal İslamcılar (tarikatlar)
ile ırkçı-milliyetçiler doldurmaya, kente yeni gelen bu insanları siyasal
düşünceleri doğrultusunda yönlendirmeye çalıştılar. İzinli-izinsiz sayısız Kuran
kursu açıldı. Bu gelişmelerin sonucu Malatya'nın demokratik ve siyasal yapısında
büyük değişimler oldu. Malatya İl Merkezinde güçlenen siyasal İslamcılar ve
ırkçılar, Malatya'da Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrımı yaratmaya yöneldiler. Kent
merkezinde işyeri açmış olan Aleviler, baskıyla göçe zorlanıyordu. Sık sık
sağcılarla solcular çatışmaya; çeşitli mahalleler kurtarılmış bölge ilan
edilmeye, faili meçhul cinayetler artmaya başladı. Mezhepsel ve etnik ayrışım ve
saldırılar ilçe ve köylere değin uzandı. Hamit Fendoğlu, böyle bir ortamda
(11.12.1977) bağımsız olarak Belediye Başkanlığı'na seçildi.
Hamit Fendoğlu, Malatya merkezine bağlı Burgurlu Köyü'nde dünyaya gelir. Küçük
yaşta ailesiyle birlikte Malatya'ya taşınırlar, ama köyü ve mensup olduğu İzollu
Aşiretiyle ilişkilerini ve bağını koparmadan sürdürür. Genç yaşta politikayla
ilgilenmeye başlar. 1946'da DP'nin gençlik kollarıyla ilişkisi gelişir, partiye
üye olur. Lise öğreniminden sonra çiftçilikle uğraşan Hamit Fendoğlu, renkli,
hareketli kişiliğiyle Malatya'da isim yapar; etkin kişiler arasında yerini alır.
27 Mayıs 1960 darbesiyle DP kapatılır. DP'nin milletvekilleri, bakanları ve
yöneticilerinin çoğunluğu gözaltına alınır. Hamit Fendoğlu da gözaltına alınarak
Yassıada'ya gönderilir. Orada DP'nin üst yöneticileriyle birlikte yargılanır.
1965 Milletvekili Genel Seçimlerinde DP'nin devamı olan AP'nin listesinde
Malatya Milletvekili seçilen Fendoğlu, 1969'a kadar Milletvekili olarak TBMM'de
görev yaptı. TBMM'de Tabii Senatör Sıtkı Ulay'a, TİP Milletvekili Çetin Altan'a,
İrfan Solmazer'e saldırır. Bu nedenle adı kavgacı olarak yayılır. Yakın arkadaşı
olan gazeteci Abdullah Uraz, gazetedeki köşesinde Hamit Fendoğlu hakkında
şunları yazar:
"... Sık sık çıkan kavgalarda buna dayanamayan Hamido, ön safta bu kavgalara
karşın kendisini tutamazdı. Hakkında yayınlar başlar. O, bunlardan üzülür şöyle
derdi: 'Yahu bu işi anlamıyorum. Beni hadise makinesi gibi gösteriyorlar. Yahu
siz ne biçim gazetecisiniz... Sizde Allah korkusu yok mu? Görmediniz mi? Ben mi
olay çıkardım? Ben mi bir kimseye hakaret ettim? Tahrik ettim? Onlar tahrik
edecek, küfür edecek, benim liderime, hatibime bunları yapacak, üstlerine
yürüyecek... Sonra... Sonra ben de duracağım. Olur mu öyle şey? Bu Hamido'ya
yakışır mı? Sonra da beni suçlu gösteriyorlar'..." (13)
Hamit Fendoğlu, hareketliliği nedeniyle AP yönetimiyle anlaşamaz, partiden ihraç
edilir. Ferruh Bozbeyli'nin kurduğu Demokratik Parti'ye geçer. 1973 Milletvekili
Genel Seçimlerinde bu partiden aday olur, ama seçimi kazanamaz. 15 Şubat 1975'de
Malatya'da meydana gelen saldırıda yer alır. Tutuklanarak Adana Devlet Güvenlik
Mahkemesi'nde yargılanır.
Fendoğlu, 1977'de yapılan seçimlerde MSP, MHP ve sağ güçlerin, örgütlerin
desteğiyle bağımsız olarak Belediye Başkanlığını kazandı. Belediye Başkanı
olduktan sonra siyasal İslamcılar ve milliyetçilerle (ülkücüler) arasının
açıldığı söylentisi yaygınlaşıyordu. 1978'de Türkiye'de politik ortam oldukça
karışıktı, sol ve sağ gruplar birbirleriyle kıyasıya çatışma içindeydi. Halk
tedirgin, muhalefet partileri (AP, MSP, MHP) tahrik ediciydi. Siyasal iktidar
(CHP) yetersizdi...
Böyle bir ortamda, Ankara-Emek PTT'sinden Hamit Fendoğlu adına bir koli
gönderilir. Koli, Kasım Önadım adıyla gönderilmiştir. Kasım Önadım, Hamit
Fendoğlu'nun çok sevdiği bir arkadaşı, dostudur. Koli, Malatya PTT'sine gelir;
Fendoğlu 14 Nisan 1978'de koliyi aldırtır. İşlerin yoğunluğu nedeniyle koli
birkaç gün belediyede kalır. 17 Nisan günü akşamı Fendoğlu koliyi arabasıyla
evine götürür. O anı, Hamit Fendoğlu'nun eşi Mukaddes şöyle anlatmaktadır:
"Hamit eve geldi. Elinde bir paket vardı. Çocuklar 'Ne o dede?' deyip etrafını
sardılar. Hamit de 'Kasım amcanız size çikolata göndermiş' dedi." (14)
Hamit Fendoğlu, koltuğuna oturmuş, kolinin ambalajını açmaya çalışıyordu.
Kolinin kapağı açıldığında ani bir ses ve patlama binayı sarsar. Mutfakta
bulunan eşi salona koştuğunda Hamit'in paramparça olduğunu, torunlarının ve
gelinin de kanlar içinde yerde yattıklarını görür, korkunç olay karşısında ne
yapacağını şaşırır. O sırada komşuları koşuşarak olay yerine yetişirler. Hamit
Fendoğlu'yla aynı köyden ve yakını olan AP İl Başkanı Avukat Bayram Özcan da ilk
yetişenlerden biridir. Avukat Özcan'ın anlatımından:
"Yakın komşuyuz. Olayı duyduğumda ilk yetişenlerden biriyim. Hamit
parçalanmıştı, torunları ve gelini halen canlılardı. Onları bir an evvel
hastaneye yetiştirmeye çalışıyorduk. O sırada evin önünde sayıları 100 kadar
olan bir grup birikti, slogan atmaya başladılar. Bu acıya yenilerinin
ekleneceğinden kuşku duyuyordum. Ölü ve yaralıları hastaneye yetiştirdik,
maalesef yaralıları kurtaramadık. Biz bu telaşın içindeyken, hastanenin önünde
sayılarının 1000 kadar olduğu tahmin edilen bir grubun toplanmış olduğunu,
sloganlarla şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtiklerini, sağa sola
saldırdıklarını sonradan öğrendim. Kuşkularım daha da arttı. Malatya'nın yeni
acılarla karşılaşmasını istemiyordum. Bu ülke, bu toprak, bu insanlar bizim.
Uygarca ve hoşgörü içinde sorunlarımıza çözüm aramalıyız. Maalesef sağ-sol
grupların çatışması hepimizi üzmektedir. Yarın nelerin olacağını tahmin
etmiştim. Hastaneden şehir merkezine yürüyüşümde emniyetin ortalıklarda
görünmemesi kuşkularımı daha da arttırıyordu. Hemen il yetkilileriyle görüştüm,
önlem alınmasını önerdim, Hunharca yapılan bir katliamın sorumlularını
Malatya'da aramak acelecilik olurdu..."
Malatya Cumhuriyet Savcısı Halim Karabeyoğlu: "Olayın olduğu gece Adalet
Bakanlığı Müsteşarına olayları ayrıntılı olarak anlattım. Sıkıyönetimin mutlaka
gerekli olduğunu da anlattım. İlgililere anlattım..." (15)
Malatya'da bulunan CHP senatörleri, düzenledikleri basın toplantısında Hamit
Fendoğlu'nun ve yakınlarının ölüm olayını kınayarak ertesi gün meydana gelmesi
muhtemel olaylara yetkililerin dikkatini çekerek önlem alınmasını istiyorlardı.
(16)
Hamit Fendoğlu ve yakınlarının ölüm haberi hemen İçişleri Bakanına bildirildi.
Bunun üzerine Diyarbakır'da bulunan Emniyet Genel Müdürü Gündüz Atabek ve
Jandarma Genel Komutanı Şahap Yardımcıoğlu uçakla Malatya'ya geldiler. Vilayette
Vali, Emniyet Müdürü ve Jandarma İl Komutanı ortak toplantı yaparak önlemleri
görüştüler.
Gelişmelerden kuşku duyan CHP Malatya İl Örgütü, demokratik kitle örgütleri,
basın ve duyarlı kişiler, Başbakanı, İçişleri Bakanını, Valiyi ve diğer
yetkilileri arayarak önlem alınmasını istediler. Bütün bu çabalar, "Sakin
olunuz, tahriklere kapılmayınız, devlet güçlüdür, her şeyin üstesinden
gelecektir. Gerekli önlemler alınmıştır" yanıtıyla karşılaşıyordu.
Oysa katliamın olduğu gece, göstericilerin saldırı ve taşkınlıkları, ertesi
günün nasıl olacağının işaretiydi. Bunca uyarılara ve saldırılara karşın önlem
alınmaması düşündürücüdür. En azından yakın illerden güvenlik kuvveti
istenilerek, şehrin giriş ve çıkışlarını denetleyebilirlerdi. Şehir merkezinde
güvenlik güçlerinin sayısını artırabilirlerdi. Ama hiçbiri olmadı...
Bindirilmiş Kıtalar Görev Başında
18 Nisan 1978 Salı. Sabahın erken saatlerinden itibaren kente, komşu il ve
ilçelerden, köylerden akın akın insan gelmeye başlamıştı. Gelenlerin bir bölümü
belediyenin önünde, diğer bir bölümü de Samanpazarı'nda toplandı. Toplananların
sayısı kısa sürede on bini aştı. Çoğu 15-20 yaşlarında gençlerdi. Gençlerin
ellerinde özel hazırlanmış sopalar, zincirler, nacak gibi saldırı aletleri
bulunuyordu. Yüzleri maskeli olan çok sayıda kişi de, toplanan grupların önüne
geçtiler. Bir kol, Cezmi Kartay Caddesine yöneldi. Burada bulunan işyerlerinin
çoğunluğu Alevilere aitti. Bir kol, Fuzuli Caddesine, bir kol Akpınar,
Yoğurtpazarı, Mısırlı Çarşısı ve eski Halep Caddesine; bir kol da Turan Emeksiz
Caddesine doğru "Kahrolsun Komünizm, katil Ecevit, Müslüman Türkiye, Dan Dan
Hamido'ya intikam" sloganlarıyla yürüyüşe ve saldırıya geçtiler.
Göstericilerin önünde bulunan maskeliler, solcu ve Alevilere ait önceden
işaretlenmiş işyerlerini göstererek tahrip ettiriyor, arkasından gaz dökerek
yakıyorlardı. Yanan yağların, mobilyaların, halıların, deterjanların kokusu ve
dumanı tüm Malatya'yı sardı.
Siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin (CHP, TÖB-DER, TÜM-DER,
Tütüncüler Derneği) merkez binalarıyla, Gayret, Görüş, Ekspres, Baydağı, Güneş
Gazetelerinin matbaa ve idarehaneleri, Tekel bayileri, gazete bayileri yerle bir
edildi. Rakı, şarap ve benzeri içkilerin satıldığı lokantaların, Tekel
bayilerinin ve marketlerin önü kırılmış şişelerle, masalarla birbirine
karışmıştı. Ateşe verilen bu yerlerden çıkan kokular insanları sersemletiyordu.
Malatya'nın üstüne pis kokulu kara bir duman çökmüştü. Alçaktan uçan jetlerin
sesleri karmaşa havasını artırıyordu.
Yeni katılanlarla göstericilerin sayısı 20 bine yaklaşıyordu. Denetim elden
çıkmıştı. Artık kimin ne yaptığı bilinmez olmuştu. İşaretlenmiş işyerleri ve
konutlar tahrip ve yağma edilerek ateşe veriliyordu.
Ortaklıkta başlarında maskeliler olduğu halde, ellerinde benzin bidonuyla
dolaşan on binlerce saldırgandan başka kimse yoktu. Güvenlik güçleri de yoktu.
Belki o gün izinlilerdi! Yalnızca jet uçakları alçaktan uçarak ve sesleriyle
saldırganları caydırmaya çalışıyorlardı. Ancak bu bir işe yaramamıştı. Sokaklara
dökülen eşyalar alev alev yanıyordu. Cadde ve sokaklar atılmış buzdolapları,
mobilyalar, televizyon ve radyolar, içki şişeleri, yağ kutuları, kumaşlar,
ayakkabılar, sebze ve meyveler, cam parçaları, kapı ve pencere kırıkları, gaz
tüpleri, devrilmiş otolardan geçilmiyordu. İçin için yanan eşyalardan yükselen
ağır ve değişik kokular ve kara duman göz açtırmıyordu. Ateşi söndürmeye gelen
itfaiye araçları, hortumları kesilmiş olarak sokaklarda bekletiliyordu.
Şehir merkezinde sağlam yer kalmamış ve saldırganların da işi bitmişti. Bu kez
mahallelere yöneldiler. Rastladıkları genç kızlara sarkıntılık etmeye, yaşlı
kadınları dövmeye başladılar. Bu ortamda nereden geldiği bilinmeyen bir kurşun,
saldırganlar arasında bulunan İnönü Üniversitesi öğrencisi Tahir Kökçü'yü
kafasından ağır yaralamıştı. Hastaneye kaldırılan yaralı kurtarılamış ve
yaşamını yitirmişti.
Olayları yatıştırmak amacıyla bir konuşma yapan Malatya Cumhuriyet savcılarından
Necati Sezener ile Adıyaman'dan gelen Jandarma Komando Birliği komutanı Yüzbaşı
Arif Doğan saldırıya uğradı ve her ikisi de bıçak ve kurşunla yaralandı.
Malatya'nın etkin ailelerinden birine mensup olan Devlet Hastanesi Başhekimi
Yüksel Fenercioğlu, olayları yatıştırmak, yakma ve yıkmayı önlemek amacıyla bir
konuşma yapmak istedi, ancak gözlerini kin bürümüş maskeli saldırganlar yine
saldırdı. Dr. Yüksel Fenercioğlu ve yanındakiler ateşli silahla yaralandı.
Yaralılar Devlet Hastanesinde tedavi altına alındı.
Kalabalık bir grup, Alevilerin yoğun olduğu Ata (Haçova), Cemal Gürsel ve
Başharık Mahallelerine doğru yürüyüşe geçti. Turan Emeksiz Caddesinin üzerinde
bulunan yüzlerce işyeri ve evin camlarını kırarak eşyalarını sokaklara atıyor,
gaz dökerek yakıyorlardı. Bu sırada bir apartmandan saldırganların üstüne ateş
açılır. İki kişi yaralanır. Saldırganlar da apartmanı ateşe verirler.
Saldırganların geliş haberini alan üç mahallenin sakinleri sokak ve yollarda
barikat kurarak güvenliklerini sağlamaya çalışırlar. Aralarında silahlı kimseler
de bulunmaktadır. Yaşlılar, silahlı bir çatışma olasılığını ortadan kaldırmaya
çalışıyor, "Komşular, gençler sizden ricamız, aman kimseye silahla karşılık
vermeyesiniz, öldürmeye çalışmayasınız. Varsın evlerimizi, işyerlerimizi
yağmalasınlar, yaksınlar. Evler yapılır, işyerleri yeniden açılır. Ama ölüm
unutulmaz; kin ve kan davasına dönüşür. Malatya'da hepimiz (Alevi-Sünni,
Türk-Kürt) komşuyuz. Her gün yüz yüze bakıyoruz. Şu kötü niyetlilere uymayınız,
oyuna gelmeyiniz" diye gerginliği yatıştırmaya çalışıyorlardı.
Saldırganlar, Turan Emeksiz Caddesinde "Komünistlere ölüm, katil Ecevit, dan dan
Hamido'ya intikam, Müslüman Türkiye" diye slogan atarak, önlerine gelen
işyerlerini, konutları tahrip ediyor ve yakıyorlardı. Tam bu sırada askeri
birlikler cemselerle olay yerine yetişerek, olası kanlı bir çatışmayı önlediler.
Saldırganların bir kolu, Malatya'nın büyük semtlerinden biri olan Sıtmapınarı'na
yönelmişti. Burası, işçilerin yoğun olduğu bir semtti. Saldırganlar, yıka yaka
Sıtmapınarı'na ulaştı ve Alevi ve solculara ait işyerlerinin tümünü tahrip etti.
Üç öğrencinin hunharca öldürülüşü
Çilesiz Mahallesi, Malatya'nın güneybatısında, bahçeli bir semttir. Kentin eski
mahallelerinden biri sayılır. Yüzyıldan beri Alevilerle Sünniler iç içe
yaşamaktadır. Mezhep sorunları yaşamadan ortak iş yapmışlar, az da olsa
birbirlerine kız alıp-vermişlerdir. Karanlık eller durmaz ki; Hamit Fendoğlu'nun
hunharca öldürülmesini fırsat bilenler saldırılarını bu semte de yönelttiler.
Çilesiz Mahallesi'nin halkı, Malatya Merkezi'ndeki saldırı olayını üzüntü ve
kuşkuyla izlerken; mahallenin çocukları da bahçede top oynamaktadırlar. Saat
12.00'ye doğru bir araba, top oynayan çocuklara yaklaşır. Arabadan biri iner,
"Naci, Sait, Özcan" diye ismen çağırdığı üç çocuğu arabaya alır ve uzaklaşırlar.
Arkadaşları da, herhalde öğretmenleridir, bir yeri göstermek için götürdüler,
düşüncesiyle başta ailelerine haber vermezler. Ama sonra kuşkulanırlar ve
ailelerine bildirirler.
Götürülen çocuklar (Özcan Türksever, Sait Hazar, Naci Erguvanlı) 14-15
yaşlarında olup, Gazi Lisesinin öğrencileridir. Üçü de Alevi ailenin
çocuklarıdır. Birkaç saat sonra acı haber gelir. Çocuklar önce işkence görmüş,
sonra kafalarına sıkılan kurşunlarla öldürülmüştür. Katiller bununla da
yetinmemişler, cesetleri, Malatya'ya 8 kilometre uzaklıktaki Beylerderesi'nde
demiryolu tüneli önünde rayların üstüne bırakmışlardır. Üzerlerinden tren geçen
cesetler paramparça olarak bulunmuştur. Çocukların aileleri, katillerin
bulunması için kuşkulandıkları bazı isimleri ilgili makamlara vermişler, ancak
sanki yer yarılmış katiller içine girmiş gibi, cinayetler yapanların yanına kar
kalır.
Saat 16.30 sıralarında komşu illerden gelen askeri birlikler saldırganları ve
saldırıyı denetim altına alırlar.
Celal Bayar ve Süleyman Demirel Malatya'da
Hamit Fendoğlu'nun ve yakınlarının cenazeleri, Bulgur Köyü'ne götürüldü. Cenaze
törenine katılmak üzere eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, AP Genel Başkanı
Süleyman Demirel, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ile MHP Genel Başkanı
Alpaslan Türkeş, Esenboğa Havalimanına giderler. Ancak, olaylar nedeniyle
Malatya Havaalanı hava trafiğine kapatıldığı için, Bayar ve parti başkanları,
uzunca bir süre Havaalanının açılmasını bekler. Sonunda uçakla Malatya'ya,
oradan da karayoluyla doğruca Bulgurlu Köyü'ne giderler.
Celal Bayar, bir gazetecinin sorusu vesilesiyle değerlendirmesini yapar: "Bu
münasebetle tekrar edeyim ki, bugünkü tutumla anarşi dediğimiz milletlerarası
ihtilalci komünizmin önüne geçilemez. Ancak bu mesele, komünizm tehlikesine
inanmış olan kimselerin, alacakları çok ciddi ve şumullü tedbir ve icraatları
ile hal ve tasfiye olunur." 17 Celal Bayar, bir zamanlar "Kışla birlikte
komünizm gelecek" demişti.
Cihad ve din
Hamit Fendoğlu'nun ölümünden iki gün önce Bilim ve Kültür Derneği adlı bir
kuruluş, Malatya'da "Milletim Uyan" başlıklı bir bildiri dağıtır. Bildiride şu
ifadeler yer almaktadır:
"Milletini seven subay, öğretmen, memur, talebe, işçi, köylü, kendini devletin,
milletin temiz ideallerine adayan değerli kardeşlerimiz, komünistler tarafından
kahpece şehit edilmişlerdir. Müslümanlar, bizi yok etmeye yönelen İslam ve
millet düşmanlarının karşısında, müdafaa kavgasında birleşelim. İçinde
bulunduğumuz zor günler, bütün Müslümanları bir araya getirmelidir. Vedatlar,
İbrahimler; sizlerin bıraktığınız yerden davamız daha da yükselecek, komünist
katillerden intikamınız mutlaka alınacaktır." (18)
18 Nisan günü, Malatya'da saldırı başladığı saatlerde Belediye hoparlöründen
Kuran okumaya başlanır. Kuran'ın okunmasından sonra sağcı bir grubun hoparlörden
yaptığı "Din elden gidiyor. Camilere de bomba konuluyor" anonsları aralıksız
akşama kadar sürmüştür. Böylece halkın dini duyguları kışkırtılarak katılımın
çoğaltılmasına, saldırıların yaygınlaştırılmasına çalışılmıştır. "Güçlü
devlet"in Malatya'daki temsilcileri ise bu tahriklere seyirci kalmıştır.
Olay gecesi
18 Nisan'ı 19 Nisan'a bağlayan gece, sağcı ve solcular, olası bir saldırının
korkusunu yaşıyorlardı. Kimi mahallelerde azınlıkta olan Aleviler, Alevilerin
yoğunlukta olduğu 'Cemal Gürsel, Ata, Samanlı, Özalper, Çavuşoğlu, Başharık
Mahallelerine sığınarak kendilerini güvenceye almaya çalışıyorlardı. Tüm mahalle
ve sokaklarda nöbet tutuluyordu. Aleviler ve solcular, olası bir saldırıda
haberleşmek üzere birbirlerinin telefonlarını alıyorlardı. Sokaklardaki
nöbetlerin yanı sıra, evlerde de nöbet tutuluyordu. Silahlı olmayanlar mutfak
bıçaklarını, tahra, balta gibi kesici aletlerini yanlarında bulunduruyorlardı.
Evlerin ışıkları söndürülmüştü ve insanlar yangına karşı kendilerince önlemler
almışlardı. Az da olsa bazı kişiler, gecenin karanlığında evlerinin yol
cephesini yeşile boyamışlardı. Kimi evlerin pencerelerinde ise, "Bu evde
Hamido'nun yası var" yazılı kağıtların asılı olduğu görülüyordu. Telefonla
mahalleler arası haberleşme aksamadan sürdürülüyordu.
Gece yarısı olmuştu ki, bazı mahallelerden silah sesleri duyulması heyecan ve
korkuyu doruğa çıkardı. Telefonlaşmalar, çeşitli yollarla haberleşmeler ve bilgi
alma çabaları yoğunlaşmıştı. Gözü yaşlı anneler, bebelerini katliamdan nasıl
kurtaracaklarının umutsuz çareleri üzerine kafa yoruyordu. Kimi kadınlar ise,
erkeklerin yanında çatışmaya hazırlanıyorlardı.
Şehir merkezinde tahrip edilen ve yakılan işyerlerinin yangını devam ediyordu.
Karanlığı artıran ağır ve kokulu bir dumanla kaplı gökyüzü, korkuyu artırıyor,
tehdidi insanların yanan genizlerine ulaştırıyordu. İlk gece, önemli bir olay
yaşanmadan ama herkesin tetikte olduğu bir şekilde geçti.
Ertesi günün gazetelerinde saldırıya ilişkin manşetler şöyleydi:
* Bine yakın işyeri yakılıp tahrip edildi. Polis ve Jandarma müdahale etmeyince
Jetler uçuruldu. (Son Havadis, 19. 04. 1978)
* Fendoğlu'nun mensubu olduğu Bulgurlu Aşiretlerinden onbinlerce kişinin şehre
girmesiyle büyüyen olaylar sırasında bin kadar işyeri ve ev kundaklanarak, 3
kişi öldürülmüş, 30 kişi yaralanmıştır. (Tercüman, 19. 04. 1978)
* Dün sabah erken saatlerde çoğunluğu köylerden gelen ellerinde uzun sopa ve
zincir bulunan binlerce kişi şehir içinde gösteri yaptılar. Polisin kendilerine
karşı koymaması sonucu, birçok işyeri tahrip edilerek yakıldı. (Hürriyet, 19.
04. 1978)
* Malatya, saldırgan gruplar tarafından savaş alanına çevrildi. (Cumhuriyet,
19.04. 1978)
* Malatya'da en az 700 işyeri tahrip edildi. Belediye hoparlörlerinden "Din
elden gidiyor, camilere bomba konuluyor" anonsları yapıldı. (Milliyet, 19. 04.
1978) (19)
Saldırganlar Mahallelerde
Beydağı tepelerinde kente ulaşan güneşin ışıkları, yangının karabulutunu delerek
tahrip edilmiş ve yakılmış yerleri aydınlatmaya çalışıyordu. Yeni bir günün
sabahında, geceyi ayakta nöbet tutarak geçirmiş olanlar, görevlerini yenilere
bırakıyordu. Mahallelerden ya da sokaklardan birer temsilcisi, yakılan ve tahrip
edilen yerleri görmek, ayrıntılı bilgiler getirmek üzere, şehir merkezine
gönderildi. Kimi işyerlerinin sahipleri de enkazı temizlemeye, arta kalan
eşyalarını toplamaya gelmişti. Caddeler, sokaklar dükkan ve işyerlerinden
çıkarılmış kırık dökük ve yanık eşya kalıntılarıyla doluydu. Yangın için için
devam ediyordu. Kokudan ve enkazdan geçilmiyordu. Askeri birlikler ve güvenlik
güçleri tam teçhizatla ikişer ikişer dolaşıyorlardı. Motorize birlikler de
caddelerde ve mahalle aralarında devriye geziyorlardı.
Şehir merkezinde tahrip edilen ve yakılan işyerlerinin önü ile, cadde ve
sokaklar insanla dolmuştu. Herkes birbirine kuşkuyla bakıyordu. En ufak bir
tartışma kanlı olaylara dönüşebilirdi. Böyle bir ortamın yaratılmasının
sorumluluğunu kimse üstlenmek istemediğinden olacak ki, kimse kimseyle konuşmak
istemiyordu.
Saldırganların, Alevilerin yoğun olduğu mahallelere yöneldiği haberi fısıltıyla
yaygınlaşınca; şehir merkezi yavaş yavaş boşalmaya başladı.
Beydağı Mahallesi, Beydağı'nın batı cephesinin dik yamaçlarına yerleşiktir.
Buraya yerleşenlerin çoğunluğu Elazığ, Tunceli, Sivas, Adıyaman'ın köylerinden
gelenlerdir. Varoş olarak (gecekondu) tanınan bu mahallenin kanalizasyonu, suyu,
yolu yoktur. Cemal Gürsel Mahallesi de aynı sorunlarla karşı karşıyadır. Bu
mahalleler, gecekonduların tüm tipik sorunlarını yaşayan, işsizliğin kol
gezdiği, yoksulluğun bel büktüğü yerlerdir. Böyle bir ortamda tarikatların,
milliyetçilerin, solcuların egemenlik yarışına girmeleri kaçınılmaz olmuştur.
Silahlı çatışmanın patladığı haberi ilk bu semtten geldi. Beydağı Tepesinden bir
grubun otomatik silahlarla ateş açması üzerine, mahalleden, adeta "Geleceğiniz
varsa, göreceğiniz de var" dercesine, silahını eline alan rasgele ateş eder.
Binlerce mermi sıkılır. Bu sırada 10-15 kişi de yaralanır. Haberi alan askeri
birlikler olay yerine yetişirler. Tepeden ateş edenler, Beydağı'nın yükseklerine
doğru kaçışırlar. Mahalle içindekiler de kaçışarak görünmemeye çalışırlar.
Beydağına kaçmak isteyenler, havadan izleyen helikopterin yardımıyla
silahlarıyla birlikte yakalanırlar. Yakalananların sağ gruptan olduğu söylenir.
Bu arada, güvenlik güçleri tarafından mahallede de arama yapılır, çok sayıda
kişi gözaltına alınır. Aramada bol miktarda silah ve mermi ele geçirilir.
Beydağı, Başharık ve Cemal Gürsel Mahallelerinde silahlı çatışma çıktığı sırada,
Başharık'ın Yakıncı Sokağında oturan biri dışarı fırlayarak, "Ey Müslümanlar ve
duruyorsunuz, Aleviler ve komünistler yukarıda yüzlerce Müslümanı öldürdüler.
Dernek kanalı cesetlerle dolu..." diye bağırır. Bunun üzerine, bağıranın karşı
komşusu ve mahallede "Babaanne" olarak tanınan, namazlı, aptesli yaşlı bir kadın
dışarı çıkar ve "Ulan sahtekâr, yalancı, sen evindeydin. Silah sesleri ta
uzaklardan geliyor. Kapı komşularını birbirlerine mi düşürmek istiyorsun?"
diyerek eline aldığı taşla adamın arkasına düşer. Eğer o yaşlı anne olmasaydı,
belki bu sokakta da çatışma çıkmıştı.
Bu kez kötü haber Çavuşoğlu Mahallesinden geldi. Habere göre, bu mahallede
silahlı çatışma çıkmıştı. Çavuşoğlu Mahallesinde oturanların yüzde 80'i Alevi
kökenlidir. Sağcı bir grup mahalleyi silahla basar, belirli yerlere ateş
ederler. Mahalleden de karşılık verilir. Az sonra olay yerine yetişen polisin,
saldırganların peşine düşeceğine, mahallenin içine dalarak evleri aramaya
başlamasından yararlanan sağcı grup kayıplara karışır. Mahalle sakinleri,
polisin yanlı tutumunu protesto ederek "Bizim evlerimiz burada, önce burayı
basıp ateş edenleri, evlerimizi yakanları yakalayın" diye sert tepki
gösterirler. Silahlı saldırı sırasında mahalleli gençlerden 16 yaşlarındaki Aziz
Yüce bacağından yaralanmış, birkaç ev de ateşe verilmiştir. Polis yanlı
tutumunda kararlıdır, evleri aramaktan vazgeçmez. Bazı evlerde silah ve mermi
ele geçirilir. Ayrıca mahallede kırk kişi de gözaltına alınır.
Özalper (Samanharkı) Mahallesi de sağcı bir grubun silahlı baskınına uğrar.
Saldırganlar, bazı işyerlerinin ve evlerin camlarını kırar. Konutlardan da
silahla karşılık verilmiş, ardından saldırganlarla mahalleli, sokakta taş ve
sopalarla birbirlerine girmişlerdir. Çok sayıda kişi yaralanır; Polis, silahlı
ve sopalı sağcı grupları görmezlikten gelerek; işyerleri ve evleri saldırıya
uğrayanları toplamaya yönelir. Bu kez polise karşı tepki yoğunlaşır. Bu sırada
olay yerine askeri birlik yetişir, mahalleyi kontrol altına alır. Yapılan
aramalarda silah ve mermi ele geçirilir, bunları taşıyan ya da bulunduranlar da
gözaltına alınır.
Özalper Mahallesinde, saygınlığıyla tanınan Yusuf Güzel tepkisini dile
getiriyordu: "Hamido'nun ve yakınlarının ölümü hepimizi çok üzmüştür. Ama
mahallede oturan Alevilerin suçu nedir? İki gündür evlerimizi, işyerlerimizi
tahrip ettiler, yaktılar. Kanlı bir olay çıkmasın diye gençlerimizi evlerde
tutarak dışarı bırakmadık. Onların canı varsa, bizim de var. Bir yanda faşistler
saldırıyor, bir yanda polis bizi eziyor. Böyle devlet, adalet olmaz. Bizi
canımızdan bezdirdiler."
Kalender Ağdaş isimli yaşlı bir vatandaş da, bir polis yetkilisiyle
tartışıyordu. "Memur bey, iki-üç gündür var mıyız, yok muyuz. Gözümüze uyku
girmedi. Şu karşıdaki evlerin, şu yukarıdaki evlerin, şu sokaktaki evlerin tümü
Sünni. 30-40 yıldan beri komşuyuz. Aramızda değil mezhep, çocuk kavgası bile
olmadı. İki günden beri Alevilere, solculara ait ev ve işyerlerimizi yaktılar.
Kanlı olay olmasın diye çocuklarımızı, gençlerimizi sokağa bırakmıyoruz.
Faşistler silahla kollarını sallayarak geliyorlar, dükkanları, evleri
yakıyorlar, tahrip ediyorlar. Polisler de geliyor, onları değil, suçlu diye bizi
alıp götürüyorlar. Devlet, Alevilere, şehirde işiniz yok, işyeri açamazsınız,
işçi olarak çalışamazsınız, çocuklarınızı okutamazsınız, yeniden köylerinize
gidin, davar-sığır güdün desin. Bu nedir? Faşistler uzaklardan gelip bize
saldırıyor, ateş ediyor. Polis geliyor bize saldırıyor, bizi toplayarak
götürüyor..."
Mahallelerde silahlı çatışmaların yoğunlaştığı haberleri yaygınlaşıyordu. Olayın
birinci günü Çilesiz Mahallesinde bahçede top oynayan üç lise öğrencisi
kaçırılmış ve işkenceyle öldürülmüşlerdi. Öldürülen bu gençlerin cenaze törenine
on bin kadar kişi katılmıştı. Cenaze törenine katılan kadınlar gözyaşlarıyla
ağıt söyleyerek, yaşlılar suskun, gençler slogan atarak yürüyorlardı. Güvenlik
güçleri, kortejin yolunu değiştirmek için engellemeye çalışmıştı. Kortejdekiler
de direniyor ve belirlenen güzergâha gitmek istiyorlardı. Güvenlik güçleriyle
kortejdekiler arasında sert tartışmalar, itişmeler de olmuştu. Güvenlik güçleri,
bazı gençleri gözaltına almaya kalkışınca, tartışmalar daha da sertleşiyordu.
Askeri birliklerin devreye girmesiyle olay tatlıya bağlandı. Cenazeler, Kuyuönü
Mezarlığında toprağa verildi. Tam bu sırada Cemal Gürsel Mahallesine silahlı
saldırı düzenleyen sağcı bir grupla solcular arasında çatışma başlamıştı.
Binlerce merminin sıkıldığı çatışmada 10 kadar kişi yaralandı. Askeri
birliklerin yetişmesi üzerine çatışan gruplar kaçışmaya başladılar. Çok sayıda
kişi gözaltına alındı. Aramalarda bol miktarda silah ve mermi yakalandı.
Çatışmaların çıktığı mahallelerin tümü Alevilerin yoğun olduğu yerlerdi. Başka
yerlerden gelen sağcı gruplar silahla saldırıyor, güvenlik güçleri gelince
kaçışıyorlardı. Güvenlik güçleriyse kendini savunan mahalle halkını gözaltına
alıyordu. Tüm bunların, Alevileri gözaltına almak için hazırlanmış bir oyun
olduğunu düşünenler de olmuştu. Çünkü silahla saldıran sağcılar nedense
yakalanmıyordu. Yakalanan az sayıda sağcıyı da askeri birlikler ele geçirmişti.
19 Nisan akşamı, güvenlik güçleri ve askeri birliklerin ortaklaşa çabalarının
sonucu olaylar denetim altına alınmıştı. Ama korku ve kuşkular günlerce sürdü.
Mahalle, sokak ve ev nöbetleri devam etti.
İçme suyuna zehir konulması
İki günden beri devam eden saldırının, işyerlerinin ve konutların yakılıp
yıkılmasının yarattığı sinir gerginliği, korku ve heyecan sürüyordu. Bu gece ve
yarın neler olabileceği olasılıkları üzerine tahminler, yorumlar yapılıyordu.
Tam bu sırada, şehrin içme suyuna zehir konulduğu haberi kısa süre içinde tüm
kentte yayıldı. Bilinmeyen biri tarafından, emniyete, bazı kurumlara ve basına
telefon edilerek içme suyunun bulunduğu ana depoya çok miktarda zehir atıldığı
bildirilir. Bunun üzerine Valilik, her olasılığı düşünerek tahlil sonuçları
gelinceye kadar kent suyunun içilmemesini anons eder.
İki-üç günden beri uykusuzluğun ve olumsuz ortamın gerginliğinden rahatsız olan
bazıları zehirlendikleri şüphesiyle hastanelere başvurur; hastanelere kasıtlı
olarak başvuranlar da olmuştur. Haber üzerine 8. Kolordu Komutanı, Sağlık
Müdürünü de yanına alarak, tüm hastaneleri bizzat dolaşmış, hastalarla görüşmüş;
hastane yetkililerinden bilgi almıştır. Kolordu komutanı ayrıca kentteki resmi,
özel ve askeri hastanelerden suyun tahlilini istemiştir. Kısa süre sonra tahlil
sonuçları rapor halinde gönderilir. Gelen raporların tümünde içme suyunda
zehirli maddelerin bulunmadığı belirtilmiştir. Ancak Türkeş'i Malatya'ya
geldiğinde evinde konuk etmiş olan Muhittin Turgut'un sahibi olduğu "Doğu Özel
Hastanesi"ne zehirlenme şikayetiyle 200'e yakın başvuru olduğu, Muhittin
Turgut'un gelenleri geri göndermediği, zehirlenme belirtilerini teyid ettiği,
fakat böyle bir şeyin şimdilik olanaksız olduğu bildirilmiştir. (20)
Silah kaçakçıları devrede
Malatya'da silah kaçakçılığı yapan bir şebekenin Sünni elemanlarının, Sünni
mahallelerinde tanıdıklarının aracılığıyla "Alevilere dışarıdan çok silah geldi.
Saldırıya hazırlanıyorlar" diye söylenti çıkardığı, bu duruma karşı önerilerde
de bulunduğu bildiriliyordu. Bu kişilerin şöyle konuştuğu anlatılır: "Bir
Müslüman olarak, zorumuza gitti. Böyle bir gün ve ortamda Müslümanlara yardımcı
olmazsak, Müslümanlığımızdan şüpheleniriz. Sağdan-soldan silah temin ettik. Size
istediğiniz kadar silah vereceğiz. Para önemli değil, elinize geçtiğinde
ödersiniz."
Aynı şebekenin Alevi ortaklarının da, Alevilerin yoğun olduğu mahallelere
giderek aynı biçimdeki söylemlerle güya yardımcı olmaya çalıştığı belirtilir.
Kaçakçılar, böylece silahlarını, o günün fiyatlarının 3-4 kat üstünde pazarlama
imkanı bulmuşlardır.
Hamit Fendoğlu'nun eşi hükümetin telgraflarını kabul
etmiyor
Hamit Fendoğlu'nun eşi Mukaddes Hanım, saygın bir ev hanımıdır. Konukseverdir.
Her akşam evinde en azından üç-dört konuğu bulunmaktadır. Tatlı dil, güleryüzle
konuklarını, komşularını, arkadaşlarını memnun etmeye çalışır. İnsanlar arasında
ayırım gözetmeden, fakir-zengin demeden herkesi aynı gözle görür, sever ve
yardım elini uzatır. Çevrede sevilen bir hanımefendidir.
Mukaddes Hanım, eşinin, gelininin ve torunlarının acısını yaşarken Malatya'da
işyerlerinin tahrip edildiğini, yakıldığını, üç öğrencinin öldürüldüğünü
duyduğunda, "Bunlar olmamalıydı. Acımıza yeni acılar eklenmemeliydi. Biz ve
Malatyalılar böyle acıyı hak etmemiştik" diye üzüntülerini belirtmiştir.
Hamit Fendoğlu'nun ve yakınlarının katledilmesinden dört gün sonra Başbakan
Bülent Ecevit ile İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Fendoğlu'nun eşine birer
başsağlığı telgrafı göndermişlerdir. Mukaddes Hanım, gelen her iki telgrafı da
almaz ve gerekçesini şöyle belirtir:
"Bu suikast bir Kotil'e (İstanbul Belediye Başkanı), bir Dinçer'e (Ankara
Belediye Başkanı) yapılmış olsaydı, Ecevit'in temsilcisi veya kendisi o cenaze
töreninde bulunmaz mıydı? Bu acılı gönlümle Ecevit'e soruyorum: Eşimin cenaze
törenine hükümeti temsilen kim gönderilmiştir?
"Hükümetin İl'deki temsilcisi Vali bile başsağlığı ziyaretine dört gün sonra
gelmiştir. Ecevit iktidar olurken; 'Analar ağlamayacak, göz yaşlarımız dinecek'
demişti. Şimdi anneler değil, babalar, babaanneler, kayınvalideler de ağlıyor.."
(21)
Bir Bilanço
17 Nisan 1978 akşamı başlayan saldırı, tahrip ve silahlı çatışma; 20 Nisan
akşamına kadar sürdü. Ancak üç gün içinde denetim altına alınabildi. Bu süre
içinde 8 kişi ölmüş, 20'si ağır olmak üzere 100 kişi yaralanmış, 100 işyeri ve
konut tamamen olmak üzere, toplam 960 işyeri ve konut tahrip edilmiştir. Olaylar
sırasında onlarca oto da zarar görmüştür.
Bazı işyerlerinde yangının halen devam ettiği 20 Nisan günü şehir merkezindeki
enkazı kaldırma çalışmaları başlatıldı. Cadde ve sokaklar ancak iki günde
temizlenebildi. Bir yandan enkaz kaldırılıyor, bir yandan da mahkeme kanalıyla
hasar tespiti yapılıyordu. Hasarın o dönemin değeriyle 100 Milyon TL olduğu
belirlenmiştir. Ancak devlet 60 Milyon TL ödemiştir.
Doğu illerine gönderilen bombalar
Hamit Fendoğlu'na gönderilen bomba dışında, birbirinin benzeri ve ağırlıkları 1
kilo 350'şer gram, ambalajları da aynı olan üç paket daha 7 Nisan'da Ankara'dan
postaya verildi. Bombalı paketler, Kahramanmaraş'ın Pazarcık İlçesi CHP İlçe
Başkanı Memiş Özdal'a (Alevi), Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı Abdülkadir
Oltu'ya ve Ahmet Akalın adında Adanalı bir işadamına gönderilmiştir.
Pazarcık'taki alıcı Memiş Özdal kuşkulanır ve paketi almaz. Postaneye getirilen
paketi burada iki memur açar. Açılır açılmaz meydana gelen patlama sonucu, bir
memur parçalanarak yaşamını yitirirken, diğeri de ağır yaralanır.
Adıyaman ve Adana'ya gönderilen paketlere, alıcılarına ulaşmadan İçişleri
Bakanlığınca el konulur. Uzmanlar tarafından röntgen ışınlarıyla incelenen
paketlerde bomba olduğu belirlenir ve paketler imha edilir.
Yapılan inceleme sonucu, bu paketlerdeki patlayıcıların, daha önce İstanbul
Üniversitesi'nde öğrencilerin üzerine atılan bomba ve ADMMA yakınlarında
atılarak 5 kişinin yaralanmasına neden olan bombalarda kullanılanla aynı olduğu
belirlenmiştir. Bombaların dinamit üzerine demir çubuklar ve şarapnel parçaları
konduktan sonra telle sarılarak yapıldığı, ateşleme piminin kutunun kapağına
bağlandığı saptanmıştır.
Uzmanlar, herhangi bir yerde yapılmasının mümkün olmadığını belirttikleri bu
türden patlayıcıların ancak Atom Enerjisi Araştırma Merkezinde yapılabileceğini
belirtmişlerdir. Bunun üzerine Ankara Nükleer Araştırma Merkezinde arama
yapılmıştır. Bu merkezde çalışanların büyük çoğunluğu Ülkü Ocaklıdır. Ülkü
Ocaklarının eski Genel Başkanı Muharrem Şemsek de burada çalışmaktadır. Muharrem
Şemsek ve birkaç arkadaşı gözaltına alınır ve Nükleer Araştırma Merkezi de bir
süre için kapatılır. Muharrem Şemsek ve arkadaşları daha sonra mahkemece serbest
bırakılır. (22)
Bombalı paketler neden Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya gönderilmiştir? Doğu ve
Güneydoğu Anadolu'da feodal yapı (aşiret, şıhlık, tarikat, ağalık) ağırlıktadır.
Mezhep, Kürt-Türk çelişkisi bulunmaktadır, Bu yapının her an kavgaya hazır
olduğu beklentisiyle bu bölgeler seçilmiştir. Amaç, bölgede karışıklık çıkarmak,
kavga ve çatışma ortamının fitilini ateşlemektir. Böylesine profesyonel planlar,
PTT organizasyonun kullanılması, sıradan örgütlerin işi değildir. Bunlar ancak,
deneyimli, çok ilişkili kurum ve örgütlerin yapabileceği eylemlerdir,
hazırlıklardır. Hamit Fendoğlu'nun ölümüne neden olan bombanın sırrı hâlen
çözülmüş değildir.
"Hamido ile iki torununun ve gelininin katliyle ilgili suikastın, solcuların ve
onlarla işbirliği halindeki bölücülerin eseri olduğuna dair bir bant gazetemizce
ele geçirilmiştir." (23)
Ortadoğu Gazetesi böyle yazıyordu. Ama aradan tam 20 yıl geçmiştir. Ortadoğu
Gazetesinin ele geçirdiği söylenen bant nerededir? Niçin bu bant alınıp
çözülmemiş, olay ortaya çıkarılmamıştır? Gazetenin ele geçirdiği ileri sürülen
bant gerçekse, açıklanmasında bir sakınca mı vardır? Bombanın ve katliamların
arkasında güçlü örgütler mi var? Bombalar Ankara Nükleer Enerji Araştırma
Merkezi'nde mi imal edildi, eğer öyleyse bombalar kimler tarafından imal edildi,
kimlere verildi? Birbirini izleyen sorular...kuşkular.. susan iktidarlar...
tartışılan Kontr-Gerilla örgütü ve CIA...
Politikacıların söz düellosu
Başbakan Bülent Ecevit: "Malatya olayının rastlantı olmadığı, ülkede
kutuplaşmayı körüklemek isteyen güçlerin, örgütlerin payının olduğu
söylenmektedir. Muhalefet partileri Malatya'daki olaylara tam olarak temas
etmemişlerdir, çünkü taraf tutmaktadırlar... Barışa razı olmayanlar vardır..."
(24)
Tekin Erer (Son Havadis Gazetesi): "Komünist ve anarşist elbette bomba atacak,
elbette yurtta huzursuzluk çıkaracaktır. Onun görevi esasen budur. Böyle olmazsa
zaten biz onlara anarşist ve komünist damgasını vurmayız. Komünist ve
anarşistlerin yurdu karıştırmak, milleti bölmek sabotajlar yapmak, cinayetler
işlemek görevidir. Onların işi bu" (25)
Yaşar Okuyan (MHP Genel Başkan Yardımcısı): "Komünist alçaklar tarafından
hunharca öldürülen Malatya Belediye Başkanı, değerli dava insanı merhum
Fendoğlu'nun gerçek katillerini CHP iktidarı himayesine almaktadır. Ve
milliyetçilere iftira savurmaktadır..." (26)
Süleyman Demirel (AP Genel Başkanı): "Hadiselerin altında komünizm, yıkıcılığın
ve bölücülüğün bulunduğunu henüz hükümet hiç dillerine almıyor. Türkiye'yi
rahatsız eden gerçek sebep budur... Bu olayların gerçek sebebini anlamaktan aciz
bulunan hükümetin gaflet uykusundan uyanması için daha kaç vatandaşımız can
verecektir? Bu hükümet gaflet uykusundadır..." (27)
Alpaslan Türkeş (MHP Genel Başkanı): "Ecevit ve İçişleri Bakanını, bizim
hakkımızda ima yolu ile de olsa öne sürdükleri iddialarını ispata davet
ediyorum. Bu iddialarını ispat edemedikleri takdirde dünyanın en alçak ve en
şerefsiz insanları olacaklardır..." (28)
Görüldüğü gibi, siyasi partilerin lider ve yöneticileri, bu katliamların,
olayların neden ve niçinlerini araştırmadan, önleyici çözüm önerileri üretmeden;
demagojilerle birbirini suçlamaktadırlar.
Provokasyon kokusu
Malatya'da meydana gelen olaylar sırasında polislerin büyük bölümü müdahale
etmemiştir. Saldırganlara engel olmaya, maskeli öncülerini yakalamaya çalışan
bazı polisler ise diğer bazı polislerin sert ve küfürlü tepkileriyle
karşılaşmışlardır. Hatta kendi aralarında kavga edenler de olmuştur. Malatya
Emniyet Müdürü, polislerin kendi aralarındaki kavgadan dolayı POL-DER Başkanı
Komiser Yusuf Değirmenci ile POL-BİR Başkanı Rıza Kaya'yı işten el çektirmiştir.
Yine adını açıklamak istemeyen bir polis yetkilisi, Milliyet Gazetesi'nin
Malatya Muhabiri Erhan Akyıldız'a şu açıklamayı yapmıştır: "Malatya'da olaylar
aynı anda, değişik yerlerde patlak vermiştir. Cenazenin kaldırılacağı caminin
yanında bulunan bir dinamit patlamadan etkisiz hale getirilmiştir. Bazı
yerlerden ateş açıldığı görülmüştür. Bütün bunlar, olayın kökünde bir
provokasyon olduğunu işaret etmektedir. Dünkü protesto gösterisini yapanların
büyük bir çoğunluğunu 15-20 yaşlarındaki gençlerin teşkil etmesi de bunun başka
bir kanıtıdır." (29)
Cumhuriyet Gazetesi'nin Malatya muhabiri, aynı zamanda Görüş Gazetesinin de köşe
yazarı Raşit Kısacık'a göre; "... Bu gergin hava, Emniyet kadrosunda da geniş
ölçüde huzursuzluğa, gerginliğe ve küskünlüğe yol açıyor, polisin olaylar
karşısındaki etkinliği kalmıyordu. Nitekim 17 Nisan akşamı saat 19.00'da Hamit
Fendoğlu'nun evinde açılan bombalı kolinin yolaçtığı olayın nelere gebe olacağı
hemen herkes tarafından değerlendiriliyorken; bu değerlendirmenin polis
örgütünden neden yapılmadığına dikkat çekiliyordu. Aynı gece saat 20.00
sıralarında harekete geçen MSP'li, MHP'li ve AP'li militanların Kışla
Caddesi'nde yaptıkları yürüyüş ve bu yürüyüş esnasındaki saldırılar ertesi gün
için bir uyarı iken, bir gün sonra cadde ve sokaklarda hiçbir güvenlik
görevlisinin görülmemesi çok anlamlıdır. "
17 Nisan gecesi saldırganlardan hemen sonra Malatya'da bulunan CHP'li senatör,
bir basın toplantısı düzenleyerek... ertesi gün olabileceklere yetkililerin
dikkatini çekerek önlem alınmasını istiyorlardı. Ancak ne yazık ki bu istem
yetkilileri harekete geçirmiyordu..." (30)
Türkeş'in kehaneti
MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş; "Hükümet, MHP'ye yönelik iftiralarını
yoğunlaştırdığını ve milliyetçilere işkence ederek, canavar POL-DER üyesi
işkenceci polisler hakkında hükümetin yasal yoldan hesap sormasını istemiş. Bu
muameleler sürdüğü takdirde Erzurum ve Kahramanmaraş'ta da bu tür olayların
çıkacağını belirterek gelecek hakkında tahminde bulunma sayılmamalıdır
demiştir.." (31)
Türkeş'in bu kehânetinin gerçekleşmesi çok sürmez. Erzurum ve Kahramanmaraş'ta
olaylar başlar. Pazarcıklı Memiş Özdal, 7 Nisan'da gönderilen bombalı paketi
alıp açsaydı; 24 Aralık 1978'de Maraş'ta meydana gelen toplu katliam herhalde o
zaman olacaktı. Türkeş; ezbere konuşmaz, bir olay olacaktır demişse mutlaka
olur. Nitekim Kahramanmaraş'ta ve Erzurum'da olay çıkacak demişti. Çok sürmedi,
olaylar her iki ilde artarda patlak verdi.
Kahramanmaraş'ta güvenlik güçleri, sağcı örgütlerin eylem hazırlığı içinde
olduklarına dair ihbar alırlar. Bunun üzerine olay çıkmasını beklemeden genel
bir arama yaparlar. Arama sırasında çeşitli eylemlere karışmış, adam öldürmüş ve
yaralamış olanların da içinde bulunduğu 34 kişi gözaltına alınır. Sorguları
yapılarak adliyeye sevkedilen ve tutuklanan bu kişilerin arasında, Büyük Ülkü
Derneği'nin birinci ve ikinci başkanlarıyla MHP Maraş Milletvekili Mehmet Yusuf
Özbaş'ın oğlu Avukat Edip Özbaş da bulunmaktadır. Tutuklama haberini alan MHP
Milletvekili, Adliyeye giderek tutuklama kararını veren 2. Asliye Ceza Hakimi
Kazım Demirsu ile Ertop Kazmaz'a saldırır, Savcıya hakaret eder.
Olayların soruşturmasında, "Türk Yıldırım Komandoları" ile "Esir Türkleri
Kurtarma Ordusu" adıyla iki gizli örgüt ortaya çıkarılmıştır. Soruşturmayı
yürüten yetkililerin açıklamalarına göre; "Ülkü Ocaklarının, lise öğrencilerinin
eline az tesirli patlayıcı maddeler vererek ülkücülere ait yerlere attırdıkları,
suçu sol örgütlere yükleyerek eyleme geçtikleri" saptanmıştır. (32)
Erzurum'da Atatürk Üniversitesi'nde ülkücüler, sol görüşlü öğrencilere ve
öğretim üyelerine saldırarak dövmüşlerdir. Ayrıca Erzurum sokak ve caddelerinde
sol görüşlü olanların işyerleri tahrip edilmiş ve dövülmüşlerdir. (33)
Malatya'dan Alevi göçü
Hamit Fendoğlu'nun öldürülmesinin ardından çıkarılan olaylarda 1000'e yakın
işyeri tahrip edildi ve yakıldı. Yakılıp yıkılan işyerlerinin yüzde 90'ı
demokrat, solcu ve Alevilere aitti. Saldırıdan yaralananların da çoğunluğu bu
kesimin insanlarıydı. Artık Malatya'da demokratların, solcuların ve Alevilerin
yaşamlarını sürdürme ve iş yapma olanakları zorlaşmıştı. Bu nedenle Malatya'dan
göç başladı.
12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbeden sonra da, demokrat, solcu ve Alevilere
yönelik faşist baskılar yoğunlaştı. Neredeyse her gün evleri, işyerleri aramadan
geçirilen bu insanlar, uyduruk gerekçelerle gözaltına alınıyor, işkencelerden
geçiriliyordu. Bunca baskıyla karşılaşan demokrat, solcu ve Aleviler, sonunda
Malatya'yı terk etmek zorunda kaldılar. İş sahibi olanlar, işyerlerini günün
değerinin çok altında fiyatlara satarak Mersin, Adana, İstanbul, İzmir gibi
kentlere göç etmeye başladılar. Ekonomik gücü olmayanlar da köylerine döndüler.
Böylece Malatya'nın inançsal, etnik ve kültürel mozaiği, siyasal yapısı esaslı
bir değişime uğramış oldu...
1974-1980 Yıllarında Malatya'da İşlenen Siyasi Cinayetler:
Yaralamayla da sonuçlanabilen siyasal olaylar
- Malatya'daki Demokratik Kitle Örgütlerinin ortaklaşa
düzenledikleri mitinge saldırı yapıldı. 22'si ağır olmak üzere 100'e yakın
yaralı (02. 02. 1975)
- TÖB-DER'in düzenlediği kapalı salon toplantısına
ülkücülerin saldırısı sonucu çıkan olaylarda bir kişi öldürüldü, onlarca kişi
yaralandı. Yüze yakın işyeri tahrip edildi. (15-16 Şubat 1975)
- Arguvan Belediye Başkanının oğlu Naci Orhan silahlı
saldırıdan ağır yaralandı. (01. 07. 1975)
- Doğanşehir'de ülkücüler, İbrahim Elmas ve Hasar Basri
Elmas'ı döverek ağır yaraladılar. (12. 08.1975)
- Hasan Şahin (Emekli öğretmen, solcu) dövülerek
yaralandı. (17. 09. 1975)
- Akçadağ İlköğretim Okulu'ndan 500 sol görüşlü öğrenci,
ülkücülerin saldırısına uğrayarak yaralandı ve okuldan uzaklaştırıldı.
- TÖB-DER Bölge Temsilcisi İbrahim Nacar dövülerek ağır
yaralandı. (26. 02. 1976)
- Ticaret Lisesi Müdürü Mehmet Paçacı dövülerek ağır
yaralandı. (02. 03. 1976)
- TÖB-DER üyesi Haydar Daban, ülkücüler tarafından
dövülerek yaralandı. (30. 03. 1976)
- Yatılı okul sınavlarına girmek için Hekimhan'dan
Malatya'ya gelen 200 öğrenci komandolar tarafından garajda dövüldü. (14. 05.
1976)
- Gayret Gazetesini basan Ülkücüler, malzemeleri
dağıtarak tahrip etti. (1976)
- Turan Emeksiz Lisesine saldıran ülkücülerle öğrenciler
arasında çıkan çatışmada 5 polis, çok sayıda öğrenci yaralandı. (24. 03. 1977)
- İlçe Seçim Kurulu üyesi öğretmen Hüseyin Yıldırım,
uğradığı saldırıda yaralandı. (10. 04.1977)
- Malatya Eğitim Enstitüsü'nü basan komandolar, 10 kız
öğrenciyi ağır yaraladı.
- Ticaret Lisesi öğrencilerinden Sultan Alper ile Aynur
Malatyalı, ülkücülerin saldırısı sonucu yaralandı. (17. 03. 1978)
- Malatya Yüksek Meslek Lisesi'nde okuyan öğrenciler
üzerine silahla ateş açılması sonucu Ahmet Şerif, Battal Erdem, Azmi Ayten ağır
yaralandı; Ahmet Şerif Satılmış olay yerinde yaşamını yitirdi. (05.04. 1978)
- Çavuşoğlu Mahallesine yapılan silahlı saldırı sonucu
Zeynel Adıgüzel öldü, Müslüm Adıgüzel yaralandı. (17. 04. 1978)
- Derme İlkokulu önünde bir taksiye ateş edildi, üç kişi
yaralandı.
- Eğitim Enstitüsüne gece silahla ateş edildi ve okul
yakılmak istendi. (08. 06. 1978)
- Eğitim Enstitüsünde bir grup öğrenci Valiliğe yürümek
isterken çıkan çatışmada bir polis, iki sivil yaralandı. (28. 06. 1978)
- Ülkücülerin gittiği Turan Emeksiz Caddesi üzerindeki
bir kahve gece silahla tarandı, ikisi ağır olmak üzere on kişi yaralandı. (14.
09. 1978)
- Silahlı saldırıya uğrayan özel bir hastanenin başhekimi
Dr. Mehmet Alp ağır yaralandı. (08.05.1979)
- Gazeteci ve Turizm Müdür Yardımcısı Cumali Uyan,
silahlı saldırı sonucu ağır yaralandı. (17.05.1979)
- Öğretmen Ömer Bozkurt silahlı saldırıda yaralandı. (13.
09. 1979)
- Köy Koop Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Elmasulu
uğradığı silahlı saldırıda ağır yaralandı.(20. 09. 1979)
- Salt Köprü Mahallesinde bir eve baskın düzenleyen
silahlı kişiler bir kişiyi öldürdü, iki kişiyi ağıryaraladı. (25. 10. 1979)
- Doğanşehir'de çıkan silahlı çatışmada Adnan Çiftçioğlu
ölürken, Oktay Turan ağır yaralandı. (07.02. 1980)
·Adı Mesleği Öldürülme tarihi Politik tarafı
.Hamza KARAAĞAÇ Memur 15. 02. 1974 Sol
·Nüvit BARUT Serbest 13. 09. 1975 Belirsiz
·Kazım GÖKTAŞ Öğrenci 06. 12. 1975 Sol
·Mehmet ŞENSES Polis 22. 01. 1976
·Bekir ALTINDAĞ Bekçi 22. 01. 1976
·İlker AKMAN Mühendis 25. 01. 1976 Sol
·Y. Ziya GÜNEŞ Öğrenci 25. 01. 1976 Sol
·H. Basri TEMİZALP 25. 01. 1976 Sol
·Naim KORKMAZ İşçi 25. 08. 1976 Sol
·Mehmet YILMAZ Öğretmen 26. 01. 1977 Sol
·Mehmet ERBAŞ Muhtar 02. 06. 1977 Sol
·Kaya ÇAVDAR Öğrenci 20. 11. 1977 Sağ
·Mahmut TANER Serbest 11. 12. 1977 Sağ
·Mustafa BAR İşçi 22. 01. 1978 Sol
·Haydar CERİTLİ İşçi 22. 01. 1978 Sol
·Erhan BİTLİSLİ Mühendis 25. 01. 1978 Sol
·Metin KORKMAZ Öğrenci 10. 03. 1978 Sol
·Hasan YASİN Öğrenci 10. 03. 1978 Sol
·Ahmet Şerif SATILMIŞ Öğrenci 04. 04. 1978 Sağ
·Zeynel ADIGÜZEL Öğrenci 14. 04. 1978 Sol
·Vedat GÖKDEMİR Öğrenci 14. 04. 1978 Sağ
·İbrahim Ömer TOY Öğrenci 14. 04. 1978 Sağ
·Hamit FENDOĞLU Belediye Bşk. 17. 04. 1978 Sağ
·Hanife FENDOĞLU Ev Kadını 17. 04. 1978
·Bozkurt FENDOĞLU Çocuk 17. 04. 1978
·Mehmet FENDOĞLU Çocuk 17. 04. 1978
·Saip HAZER Öğrenci 18. 04. 1978 Sol
·Özcan TÜRKSEVER Öğrenci 18. 04. 1978 Sol
·Naci ERGÜVENLİ Öğrenci 18. 04. 1978 Sol
·Doğan GÜL Öğrenci 18. 04. 1978 Sol
·Tahir KÖRÜKÇÜ Öğrenci 18. 04. 1978 Sağ
·Murtaza İÇEN Öğretmen 21. 06. 1978 Sol
·Turgay GÜRPINAR Öğrenci 03. 08. 1978 Sol
·Yüksel MAZMANOĞLU Esnaf 30. 08. 1978 Sol
·Hasan BAŞYURT Memur 22. 09. 1978 Sol
·Haci YİĞİT İşçi 24. 09. 1978 Sol
·Müslüm KOYUNCU Serbest 24. 09. 1978 Sol
·Mehmet BENLİ Öğrenci 24. 09. 1978 Belirsiz
·Ali BİLMENER Öğrenci 24. 09. 1978 Sol
·Hasan ÇINAR Öğretmen 25. 09. 1978 Sol
·Şinasi SERDAROĞLU Öğrenci 26. 09. 1978 Sol
·Recep EROĞLU Serbest 27. 09. 1978 Sol
·Kemal PAŞAHAN Öğrenci 28. 09. 1978 Sağ
·Vahap EREN Öğrenci 28. 09. 1978 Sol
·İhsan ENGİN Öğrenci 09. 10. 1978 Sol
·Tahir ÖZYAZGAN Öğrenci 10. 10. 1978 Belirsiz
·Murtaza KAYA Öğretmen 25. 10. 1978 Sol
·H. Abdullah KÖSE Öğretmen 26. 10. 1978 Sağ
·Hasan ÖZGÜR Çiftçi 02. 11. 1978 Sol
·Ramazan ORAL Öğretmen 03. 12. 1978 Sol
·Alişar DURHAN Serbest 20. 12. 1978 Sağ
·Bülent GÜL Öğrenci 22. 12. 1978 Belirsiz
·Mustafa ÜNAL Eczacı Kalfası 13. 06. 1979 Sol
·Nevzat YILDIRIM Öğretmen 08. 06. 1979 Sol
·Ali ELÇİ PTT Müd. 19. 07. 1979 Sol
·Ertuğrul EMİR Öğrenci 26. 08. 1979 Sol
·H. Hüseyin TULUK Mühendis 22. 09. 1979 Sol
·Mirza KORKMAZ Marangoz 24. 09. 1979 Sol
·Zeki SERELİ Öğrenci 12. 10. 1979 Belirsiz
·Mustafa ÖCAL Odacı 16. 11. 1979 Belirsiz
·Hasan ÖZTÜRK Eczacı Kalfası 20. 11. 1979 Sol
·Hüseyin ASLAN Emekli Memur 26. 11. 1979 Sol
·Nurettin KILISDOĞAN İşçi 08. 12. 1979 Sol
·Necati İÇEN İşçi 09. 12. 1979 Belirsiz
·Ömer ASLAN Öğretmen 10. 12. 1979 Belirsiz
·Mehmet YUMRUTEPE Sendikacı 26. 12. 1979 Sol
·Ahmet ÇELİK Öğrenci 27. 12. 1979 Sol
·Aziz SÜRÜ Öğrenci 29. 12. 1979 Sol
·H. Hüseyin ÇOLAKOĞLU İşçi 09. 01. 1980 Sol
·Tahsin BEZENE Şoför 21. 01. 1980 Sol
·Andan ÇİFTÇİOĞLU Esnaf 05. 02. 1980 Sağ
·Hasan DOĞAN 20. 02. 1980 Sol
·Fahrettin AKSOY Öğrenci 24. 02. 1980 Sağ
·Mehmet KIZILCIK 07. 03. 1980 Sağ
·Enver KOÇ İşçi 19. 03. 1980 Sol
·Mehmet Ali ÇİLESİZ Öğretmen 04. 04. 1980 Sağ
·Halit ERTAŞ Öğretmen 09. 04. 1980 Sol
·Hidayet VARAN Şoför 19. 04. 1980 Sağ
·Hasan KARAGÖZ Öğretmen 28. 04. 1980 Sol
·Bektaş MUTLU Öğretmen 09. 05. 1980 Sol
·Nusret ARIBANLI İşçi 17. 05. 1980 Sağ
·Muharrem YILDIRIM Öğretmen 21. 06. 1980 Sol
·Şahap ÖZELÇİ Tamirci 23. 06. 1980 Sağ
·Ahmet ÖZDİLEK Polis 08. 07. 1980 Belirsiz
·Vahap ÖKSÜZ Esnaf 17. 07. 1980 Belirsiz
·Bahattin KAYA Memur 17. 07. 1980 Sağ
·İhsan YILDIRIM Öğrenci 17. 07. 1980 Sağ
·Mehmet DURAK Öğrenci 17. 07. 1980 Sağ
·A. Seyit ERTAŞ 23. 07. 1980 Sol
·Ali KUTLAR Öğretmen 01. 08. 1980 Sol
·Sadık TOPER İşçi 05. 08. 1980 Sağ
·Abbas KALI 14. 08. 1980 Sağ
·Osman TERDİ Bakkal 20. 08. 1980 Sağ
·Abuzer KUTLU Kitapçı 25. 08. 1980 Sağ
·Cemal GÜLER Gözlükçü 28. 08. 1980 Sol
·Semai ERCAN 09. 09. 1980 Sağ
·Bektaş TÜRK Çocuk 09. 09. 1980
·Mehmet KORKMAZ Şoför 09. 09. 1980 Sağ
·H. Hüseyin DEDE Öğretmen 09. 09. 1980 Sol
·Mahmut GÜLTAŞ İşçi 10. 09. 1980 Sağ
·Selahattin KARATAŞ Öğretmen 11. 09. 1980 Sol
Bu bilgiler, Malatya'da kurulu Görüş ve Gayret Gazetelerinin 1974-80 yıllarında
yayımlanan sayılarından derlenmiştir.
KAYNAKLAR
1) DİE Milletvekili Seçim Sonuçları
2) Mahmut Makal, Karanlığı Zorlayanlar, Başak Yayınları, Ankara 1992, s. 86
3) TÖB-DER Dergisi, Sayı: 91, 15. 02.1975
4) Cumhuriyet Gazetesi, 18. 02.1975
5) TÖB-DER Dergisi, Sayı: 95, 15. 04. 1974
6) TÖB-DER Dergisi, Sayı: 4, 01.04.1975
7) Adana DGM Savcılığı İddianamesi (1975 / 24)
8) Adana DGM İddianamesi
9) Gayret Gazetesi, 08. 11. 1975 - Malatya
10) Gayret Gazetesi, 08. 11. 1975 - Malatya
11) Gayret Gazetesi, 11. 11. 1975 - Malatya
12) Gayret Gazetesi, 10. 11. 1975 - Malatya
13) Abdullah URAZ, Sonhavadis Gazetesi, 20. 04. 1978
14) Erhan AKYILDIZ, Milliyet Gazetesi, 20. 04. 1978
15) Tercüman ve Milliyet Gazeteleri, 20. 04. 1978
16) Cumhuriyet Gazetesi, 21. 04. 1978
17) Sonhavadis, 20. 04. 1978
18) Cumhuriyet, 20. 04. 1978
19) Geniş bilgi için bak.: 18, 19, 20 Nisan 1978 tarihli Tercüman, Milliyet,
Cumhuriyet, Hürriyet
20) Cumhuriyet, 22. 04. 1978
21) Tercüman, 24. 04. 1978
22) 19-20.04.1978 tarihli Cumhuriyet, Tercüman, Sanhavadis, Hürriyet, Milliyet
23) Ortadoğu Gazetesi, 23. 04. 1978
24) Hürriyet, 19. 04. 1978
25) Tekin ERER, Sonhavadis, 23. 04. 1978
26) Tercüman, 21. 04. 1978
27) Tercüman, 20. 04. 1978
28) Sonhavadis, 21. 04. 1978
29) Milliyet, 20. 04. 1978
30) Reşit KISACIK, Cumhuriyet, 21. 04. 1978
31) 22.04.1978 tarihli Sonhavadis, Hürriyet, Milliyet Gazeteleri
32) 22.04.1978 tarihli Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazeteleri
33) 22.04.1978 tarihli Milliyet, Sonhavadis, Hürriyet, Cumhuriyet Gazeteleri
Geniş bilgi için:
TÖB-DER Dergisi, Sayı: 90, 92, 94, 98, 102
Alpay KABACALI, Cumhuriyet Gazetesi, 24. 04. 1978
M. Reşat GÜLEKEN, Milliyet, 24. 04. 1978
Birikim Dergisi, Sayı: 39, Mayıs 1978
Muzaffer İlhan Erdost, Faşizm ve Türkiye
Ülke Dergisi, Sayı 8
Aydınlık Gazetesi, 18, 19, 20, 21 Nisan 1978
----------
Kaynak: Pirsultan Abdal Kültür Derneği |