Latin
Amerika Üzerine Bir Değerlendirme
9 - 07 Şubat 2006
Latin Amerika’da ulusal sol yükselişi, bu yükselişle iktidarları
yavaş yavaş ama “demokratik” yollarla ele geçiren liderler,
bütün dünyanın ilgisini çekiyor. 21.yy’ın yeni sömürü düzeni
sayılan “Küreselleşme”yi kalkınma için tek ve en iyi çözüm
görenlerin ve yıllar boyunca savunanların, bu sistemin, sadece
zengini daha zengin yaptığının, alt gelir gruplarını, kültürü,
sosyal adaleti, çevreyi hiçe saydığının ve tek hedefinin sadece
“kâr” etmek olduğunun “diğerleri”nce fark edilmesiyle, işleri
artık kolay değil. Çünkü başka çözümlerin ve başka bir dünyanın
varlığı, romantik bir söylemin ötesine geçerek, yeniden
filizlenmeye ve somutlaşmaya başlamıştır.
Küba Cumhuriyeti, yalnızca Karaibler ve Latin Amerika’da değil
Dünya’da da anti-emperyalist duruş ve direnişin bir simgesi
durumunda. II. Bush rejimi, bütün dünyaya terörizm karşıtı
mesajlar verirken yaptığı uygulamalarla, ne yazık ki bunun
tersini gösteriyor. Soğuk savaş yıllarının “Made in USA”
tescilli teröristi, karşıdevrimci Luis Posada Carriles’i ABD
topraklarında barındırıyor; tek amaçları Florida sahillerinden
ülkelerine yapılan saldırılar hakkında bilgi toplamak olan 5
Kübalıyı yıllardır hapishanelerinde tutuyor, Amerika’da yaşayan
Kübalıların ülkelerini ve ailelerini ziyaret etmelerini, para
göndermelerini önlemek için kanun dışı bahaneler yaratıyor.
Fidel de yıllardır bunları dile getiriyor.
Küba’nın uzun yıllar boyunca yaptığı bu direniş, Venezüella’daki
1998 seçimlerini Hugo Chavez’in kazanmasıyla daha da ivmelendi.
Başkan Chavez, Simon Bolivar’ın açtığı ulusal devrimci geleneği
devam ettiren bir anlayışla, Bolivar’ın hayali olan, ama
gerçekleşemeyen federasyon düşüncesinin çok daha ilerisini,
kendine yapılan karşı devrim darbesini de atlatarak, kendi
tarifiyle “21.yy sosyalizm”ini gerçekleştiriyor. Kendinden
önceki iktidarların uyguladığı ABD temelli “küresel” politikalar
sonucunda belirli iyileşmeler olsa da, bunlar hiç bir zaman
yaygınlaşmamış ve tabana inememişti. Bugün Venezüella, başını
çektiği ALBA (Bolivarian Alternative for the Americas- Amerika
İçin Bolivarcı Seçenek) ile ABD’nin önderliğindeki ALCA’ya (Área
de Libre Comercio de las Américas) ya da İngilizce kısaltmasıyla
FTAA, (Free Trade Area of the Americas) bir alternatif
oluşturuyor; yeni bir ekonomik araç değil kalkınma öneriyor.
Latin rüzgarı, Bolivya’daki son başkanlık seçimlerini Sosyalizme
Doğru Hareket’in (MAS) lideri Kızılderili Evo Morales’in
kazanmasıyla daha da hızlandı. Morales, gücünü tümüyle,
kendisine %50’nin üzerinde oy veren “yerli halk”tan alıyor. Bu
yüzden birçok politikacıda ya da liderde görünen içi boş ama
dışı yaldızlı, “imaj maker”ların tasarlayıp önümüze
koyduklarından çok farklı.
Mütevazı bir kişiliği var. Kıtada, 500 yıldır, yerli halkın
yaşam kültürüyle batı’nın dayattığı kültürün çatışmasının bir
sonucu olarak, bu defa kazanan yerli halk oldu. Morales
barikatlardan, sokak gösterilerinden, Amerikan karşıtı
eylemlerinden ötürü girdiği hapishanelerden, küçüklüğünden beri
Kızılderili köylülerin geleneksel bitkisi koka tarlalarından
kopup, Kızılderili köylü hareketinin önderi olmuş. Ülkesi için
ölen Che’yi örnek aldığını her fırsatta dillendiren Morales
antiemperyalist bir devrimci, sosyalist ve halk lideri olarak
Bolivya başkanlık koltuğuna oturdu; öyle ki, seçimler sırasında
sömürge valisi gibi davranan Amerikan Büyükelçisi’nin net olarak
“Terörist Morales seçilirse Bolivya’nın izole edileceği”ni
söylemesi bile Morales’in kazanmasını engelleyemedi. Amerikan
Büyükelçisi’nin bu yaklaşımına “Dünya’da tanıdığım tek bir
terörist vardır, o da Bush’tur” cevabını veren Morales,
anti-amerikancı davranış biçimiyle hem oyları hem de seçimi aldı
götürdü.
Fidel, Chavez ve Morales üçlüsü, AB, Rusya, Çin vb. bir güce
dayanmadan, kendi ulusal dinamiklerini, kaynaklarını bölge ya da
kıta ülkelerinin dinamikleriyle birleştirerek, ama dar bölge
milliyetçiliğinin, dar kalıplarına da mahkum olmadan, 21. yy’da
hem kendilerine hem de küreselleşmeden dolayı aşırı fakirleşen
3. dünyaya örnek oluyorlar. Söylemleri ve uygulamaları çok net!
Suya sabuna dokunmayan denge ya da yatıştırma politikalarıyla
uğraşmaksızın anti-emperyalist, devrimci birlikteliklerini
herkese duyurabiliyorlar. Daha da önemlisi, bu söylem ve fiili
güçlerini, oylarını aldıkları yerli halklarından alıyorlar.
Tabii bölgenin 500 yıldan fazla devam eden sömürgeleştirilme
politikalarından bıkan, hiçbir sonuç alınmadığını gören yerli
halkların başını çektiği bir direniş geleneği de, iktidardaki
liderlerin ellerini çok güçlendiriyor.
Kıtanın diğer ülkelerinde de durum farklı değil. Bu üçlü kadar
açık anti-emperyalist ve sosyalist söylemler içinde olmasalar
da; Şili’de son seçimleri “sosyalist” kadın aday Michelle
Bachelet kazandı ve ülkenin ilk kadın devlet başkanı oldu.
Bachelet, faşist Pinochet’in öldürerek yerine geçtiği, seçilmiş
sosyalist lider Salvador Allande’nin partisinde çalışıyor.
Arjantin’de Brezilya’da ve Uruguay’da da sol iktidarlar
bulunuyor. Şili, Peru ve Nikaragua da aynı yolda ilerliyor. Peru
ordusundaki topçu albay Ollanta Moises Humala başkanlık
adaylarından biri olarak sık telaffuz ediliyor. Peru Dışişleri
Bakanı’nın Washington’a yaptığı ziyaret sırasında konuşulanlara
bakıldığında, Morales’in zaferinden sonra Ollanta’nın seçimleri
kazanmasını engellemek için, ABD elinden geleni yapacak gibi
görünse de anketlerde hızla yükselen Ollanta, daha şimdiden
%22’lik oy oranıyla, önde giden sağcı aday Flores’in yalnızca üç
puan gerisinde.
Uluslararası sosyalist hareket, 1959 Küba devriminden beri çok
yol aldı. Che Guevara, 1961'de, Uruguay'daki OAS (Organization
of American States) toplantısına, kıtayı savunmak için, tek
başına gitmişti. Günümüzde, "Summit of the Americas"
toplantısında, Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, Arjantin
Devlet Başkanı Nestor Kirchner, Brezilya Devlet Başkanı Lula ve
Uruguay Devlet Başkanı var. Che yalnızdı. Oysa artık, Latin
Amerika’da Che’nin ektiği tohumlar yavaş yavaş filizleniyor.
Onun yolunda ilerleyen yeni liderler “demokratik” yollarla
iktidara geliyorlar.
Kıtanın geleneksel, direnişçi ruhu bu defa dalga dalga
yayılıyor; halkların kötü yönetimlere, yolsuzluklara,
kaynakların peşkeş çekilmesine, fakirliğe, eşitsizliğe,
işsizliğe, sömürüye karşı “demokratik” direnişi giderek büyüyor.
Latin Amerika’da esen bu güçlü rüzgârların dünyanın diğer
bölgelerini nasıl etkileyeceğiyse, çoğumuzun merak ettiği bir
konu.
Cüneyt Göksu
Kaynak: latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=427
|