E

Ğ

E

R


İ

N

S

A

N


İ

S

E

N


Ö

L

M

E

Z

S

İ

N


K

O

R

K

M

A
Uzumbaba Anasayfa Hacıbektaş logo Pirsultan semah 
Ekonomik Kriz ve Latin Amerika’daki Devrimci Yükseliş

Al Jazira TV'nin Venezuella Devlet Başkanı Hugo Chavez ile bir röportajı

G-15 hareketini gündemin dışında tutmaya çalışıyorlar

"Üçüncü Yol Yok. Tek Yol Sosyalizm"

Latin Amerika’da Köylü Hareketleri


Latin Amerika’dan Türkiye’ye ‘Ulusal Sol’

Latin Amerika Üzerine Bir Değerlendirme

Venezüella'da Yoksulluk Parası ve Militarizm!

Chavez Kuyrukçuluğu Değişik görüşler açısından okumaya değer, diye düşündüm(indymedia.org'dan alıntıdır)

Devrimin Yüzü: "Che"

Che Guevara belgeseli(film)

Latin Amerika ve sosyal-liberalizmin sonu


Platforma dön

Latin Amerika'da devrim
Chavez Kuyrukçuluğu
gönderen: banu güven Friday, Feb. 03, 2006 at 3:20 PM

Chavez petrol rantından elde ettiği gelirin kırıntılarını dağıtarak yoksullarla zenginler arasındaki uçurumun en derin olduğu ülkelerden biri olan Venezuella’da hüküm sürmektedir. Bu sayede, «hepsini istiyoruz; kırıntı değil», «senin saltanatının destekçisi olmayı değil, iktidarı bizzat almak istiyoruz» diyecek bir devrimci hareketin önünü kesmektedir.

Türkiye’deki sosyalist basında Chavez’in referendum zaferine ilişkin bir çok değerlendirme bulmak mümkün. Atılım «Venezüella’da halk Chavez dedi; Biz kazandık» diyerek, Ekmek ve Adalet «ABD-AB-Tekeller ittifakına karşı Halk Kazandı, Biz Kazandık» diyerek, Evrensel «Zafer Venezüella halkının» diyerek, Komünist ise «Bolivarcı Devrim kazandı» diyerek bu gelişmeyi sayfalarına taşıdılar. Ancak bu değerlendirmeler baştan aşağı kuyrukçu bir tutumu yansıtıyor. Cuntacı Chavez, Türkiye’de “halkçı lider” diye pazarlanıyor. Emekçilerin devrimci mücadelesinin üstüne tüneyen Chavez’in mücadelesi anti-emperyalist devrimci bir mücadele olarak yansıtılıyor. Kendi topraklarındaki cunta liderlerinden tiksinenler; Okyanus’un ötesinde cuntacılara kurtarıcı olarak bakıyor. Venezüella’da yaşananlar kendiliğinden bir emekçi hareketinin sınırlarını gösterdiği kadar; bu olayların Türkiye’de değerlendirilişi yaşadığımız topraklardaki sosyalist akımların hiçbir programatik temele dayanmayan kuyrukçu eğilimlerini bir kez daha ortaya çıkarıyor.

TKP Genel sekreteri Okuyan’ın işaret ettiği durum ibret vericidir. Okuyan, Komünist’in 177. sayısındaki köşe yazısında şunu demeye getiriyor: biz oldum olası silahlı kuvvetlerin önemine dikkat çekerdik; Chavez örneği de bu hassasiyetimizin önemini vurgulayan bir örnektir; ama şimdi darbeci bir subay olan Chavez’i «liberter bir kahraman» gibi göstermek isteyenler tutarsızdır.

Evet, TKP’nin «geleneği», sözümona ilerici ve sözde sol cuntalar eliyle, güya «kapitalist olmayan» bir yoldan kalkınma politikalarının mucidi ve destekçisidir. Her ne kadar, SSCB’nin tarihe karışmasıyla birlikte, bu sözümona kalkınma stratejisinin temel dayanağı ortadan kalkmış olsa da, Venezuella örneği bu geçmişi hatırlatan ve bu geçmişe bağlı olma iddiasındaki siyasal akımların yelkenlerini şişiren bir etken olmaktadır. Chavez ile Kastro arasındaki yakın ilişki de bu ortaklıktan ileri gelmektedir.

Bu bakımdan TKP, Chavez’in «yiğit Allende’nin yapamadığını yaptığını» söyleyip «biz kazandık!» derken boş bir laf etmemektedir.

Peki, kendilerini 70’lerdeki kopuşun devamı olarak görenlerin bugünkü durumuna ne demeli? O kopuş hem SSCB eksenli reformizmden, hem de SSCB eksenli «sol cuntacılıktan» kopuş değil miydi? O kopuş bugün TKP’nin sahip çıktığı ve temsil ettiği gelenekten ilk kopuş değil miydi?

TKP’nin hem reformist Allende ile Chavez arasında bağ kurması, hem de Chavez vesilesi ile cuntacı kapitalist olmayan kalkınma yolu stratejisini hatırlatması makuldür. Ama geçmişte SSCB’nin bu politikalarını sosyal emperyalizmin bir alameti olarak görenlerin, Kübayı Sosyal emperyalizmin vurucu gücü olarak görenlerin; Allende’nin reformist politikaları yüzünden Şili’nin karşı devrime teslim olduğunu savunanların bugün Chavez’in zaferi noktasında TKP ile buluşarak «biz kazandık» diye konuşmasına ne demeli?

Chavez petrol rantından elde ettiği gelirin kırıntılarını dağıtarak yoksullarla zenginler arasındaki uçurumun en derin olduğu ülkelerden biri olan Venezuella’da hüküm sürmektedir. Bu sayede, «hepsini istiyoruz; kırıntı değil», «senin saltanatının destekçisi olmayı değil, iktidarı bizzat almak istiyoruz» diyecek bir devrimci hareketin önünü kesmektedir. Bu anlamda karşı devrimci bir rol oynamaktadır. Kendilerini onunla özdeşleştirmekte mahsur görmeyenler de devrimci bir çıkışın önünü kesen bu tutuma destek vermektedir. Oportünist hesaplarla karşı devrimciliğin kuyruğunda sürüklenmektedirler.

Asıl ibret verici olan da Chavez’in anti emperyalist olduğundan bir halk devriminin önünü açtığından söz edenlerin aynı zamanda Irak’taki şoven milliyetçi ve dinci gerici direnişi ilerici ve anti emperyalist sıfatlarıyla bezeyip destekleme noktasında da buluşmalarıdır.

Çok farklı kökenlerden gelip, anti-emperyalizmi anti-ABD’ciliğe indirgedikleri için, ABD karşıtı olmaktan başka özelliği olmayan hareketlere anti-emperyalist etiketi takmakta birbirleriyle yarışan akımların buluşma noktaları aynı zamanda KöZ’ün arkasında duran komünistlerin onlarla ayrımlarının belirginleştiği noktalardır.

Bu vesile ile Venezüella ve Chavez hakkında daha önce söylediklerimizi tekrarlamanın tam zamanıdır.
http://www.kozonline.org
------------
Chavez!
gönderen: Patrio Saturday, Feb. 04, 2006 at 2:34 AM

Hugo Chavez, dün bir açıklama yaptı. Buna göre tümü Venezuela dışından ithal edilen kağıt, alüminyum levha, tekstil, demir boru ve yedek parça gibi ürünlerin Venezuela'da üretilmesi için fabrikalar açılıyor. Venezuela, tükettiği ürünlerin % 70'ini ithal ediyor. Bağımlılıktan kurtulmak, Venezuela petrol gelirlerinin çoğunun ithalata harcamaya son vermek için dev bir kalkınma girişimi başlatıldı. Buna 3,5 milyar dolar harcandı.

Başka bir örnek mi, Venezuela, Arjantin'in IMF cenderesinden kurtulması için onun borçlarını üstlendi. Bu işe milyarlarca dolar ayırdı.
Yukarıdaki arkadaşın niyetini bilemem ama, tüm bunların gerçekleştiği bir Venezuela'da Chavez'in halka petrol gelirinin kırıntılarını verdiğini söylemek için ............ olmak gerekir. Boşluğu siz doldurun lütfen...

------------
YUH BEE
gönderen: BARİKAT Saturday, Feb. 04, 2006 at 4:12 AM

bu yazıyı cuntacı chavez sözüne kadar okumaya dayandım ve sonrasını okumadım bile anlaşılna kendisini devrimci gibi gösterip bazı değerlere saldıran o bilindik oyunlardan bi tanesi bu da chavez e dil uzatacak kadar sahte bir devrimci cuntacı chavez dediğin insan yakın tarihte abd destekli ordu tarafından devrilmek istendi ama buna halkı izin vrmedi o zaman şöyle diyebiliriz ya bu venezuella halkı ne kadar psikopat bir halktır ki cuntacıyı başlarında tutuyolar di mi kimsin ve necisin bilmiyorum ama görünen şu ki latinlerden esen sosyalizm rüzgarı anlaşılan seni rahatsız etmiş dikkat et o rüzgarın önünde fazla durma çünkü senin gibileri uçurup bi köşeye savuracak
------------
banu güvene
gönderen: viva chavez Saturday, Feb. 04, 2006 at 4:26 AM

Banu arkadaşım geçmişte şu şunu dedi bu bunu dedi dedikodularını bırakta, sapı samanı karıştırmadan doğru bir anti emperyalizm tahlili yap.

yorum ekle

fidel ve chavez severler!
gönderen: bLanqui Saturday, Feb. 04, 2006 at 7:29 AM

yukaridaki analizlere verilmis birkac cevap icinde dise dokunur hicbir sey bulamadik.;TKP'nin boku diyen arkadasa afiyet olsun diyerek TKP ve pesisira gelen ifadenin cok yakistiginiz,kemalizm yagdani bir partinin ne boktan oldugunu iyi bildigimizi belirtelim!(ulusal silah sanayi pesinde olanlarin keneften beter kokular yaydigini ne zamandir biliyoruz:) )Barikat'çi arkadasa ne desek bos..nicedir tek kursun sikmadiklari halde pass'tira pass'tira saga sola boyle hezeyanla cevap yetistirmelerini anliyoruz/biliyoruz..semsi'den sonra kendilerine gelemediler ne yazik ki!chavez ve fidel'in anti-emperyalistligi ile sosyalistligini ayiramayacak kadar kor olmuslara ne diyelim!kafanizdaki sosyalizm buna benzer birseyse, chavez ve fidel'in yapamadiklarini yapacak siyasi perspektife ve savasçi bir orgutu yaratmak istemek dedikodu oluyorsa bu sakaci haylazlara diyecek sozumuz yok..ha baska bir sorun, kotu kitaplar okuyup kotu muzikler dinleyen;analiz etme yetenegine ne yaziktir nicedir sahip olmayan bir sol hareket ya lince ugrayacaktir ya da koselerde sikisip kalacaktir..hem de kirk yildir varolan teskilatlar sozkonusu olanlar..ne garabet:hem populist hem marjinal..aferin size

------------
Konuyla ilgisi
gönderen: bunlar bu işe yarar Saturday, Feb. 04, 2006 at 8:13 AM

Kültürel Soğuk Savaş Dosyası


“New York Entelektüelleri” ve

yeni-muhafazakarlığın yaratılması

Denis Boneau

1945'ten itibaren, Amerikan ve İngiliz propaganda servisleri ağırlıklı olarak troçkist çevrelerden entelektüelleri "komünizmle yarışabilecek bir ideoloji imal etmek" üzere kendi saflarına devşirdiler. New York entelektüelleri olarak adlandırılan grup, başlarında Sidney Hook, Kültürel Soğuk Savaş'ın ileri cephe ajanlarına dönüşerek, CIA'in planladığı görevleri tutkulu biçimde ve başarıyla yerine getirdiler. Bu akımın başlıca teorisyenleri olan James Burnham ve Irving Kristol gibi isimler, günümüz Amerikan şahinlerinin yenimuhafazakar retoriklerinin yaratıcıları olmuştur.

Arthur Koestler (İngiliz IRD’nin ajanı), Irwin Brown (Avrupa ve Afrika solunda CIA’in arabulucu ajanı)[1] ve James Burnham (entelektüel çevrelerde CIA’in arabulucu ajanı).

1945 yılında Sovyet stratejistleri Doğu Avrupa’da Halk Demokrasileri’nin dünya tarafından tanınmasını istediler. Bu amaçla gizli servislere dayanarak uluslar arası bir barış kampanyası başlattılar. Hedefleri anglo-sakson ittifakıyla silahlı bir çatışmaya girmeksizin “savunma sahası”nın kontrolünü ellerinde tutmaktı. İngiltere’de ise hükümetler, özellikle Clemet Attlee hükümeti, 1942-1945 arasında Moskovayla kurulan ittifakı haklılaştıran savaş dönemi propagandasını terk etmeyi planlıyordu. Bu çerçeve içinde Şubat 1948’de, Attlee Dış İşleri Ofisi’nin bünyesinde, Enformasyon Araştırma Departmanı’nı (IRD)[2] kurdu. Bu kuruluş, örtülü fonlarla beslenen ve komünistleri karalamak için sahte enformasyon üretmekle görevlendirilmiş gerçek bir “soğuk savaş bakanlığı”ydı…

İngiliz ve Amerikan gizli servisleri ayrıca, “Marksizm-Leninizm’le yarışabilecek, evrensel ve saygın bir öğreti” imal etmeye çalışıyorlardı. Bu amaçla, Sidney Hook, James Burnham, Irwing Kristol, Daniel Bell gibi isimlerden oluşan New Yok entelektüelleri denilen gruptan etkili bir kültürel savaşçılar topluluğu oluşturulacaktı.

İlk “belden aşağı vuruşlar”

New York entelektüellerinin komünist çevrelere sızmaları gerekmiyordu, zaten bu çevrelerin içindeydiler ve kendilerini troçkist militanlar olarak tanımlıyorlardı. CIA, Marksist felsefeci Sidney Hook gibi insanları kazanarak amerikan radikal sol hareketiyle ilgili işine yarayan bilgileri toplayabildi ve Moskova’nın desteklediği uluslar arası toplantıları sabote edebildi.

Mart 1949’da New York’ta Waldorf Astoria otelinde “dünya barışı için bilimsel ve kültürel konferans” düzenlenecekti. Bu toplantıya komünist partili militanlar katılıyordu ve toplantı Kominform tarafından gizli olarak destekleniyordu. Ancak otel tamamen CIA kontrolündeydi, hatta otelin ikinci katı bir CIA karargahına dönüştürülmüştü. Tövbe etmiş eski-komünist rolünü oynayan Sidney Hook, birkaç gazeteciyle buluşarak onlara “Stalincilere karşı” “kendi” stratejisini açıklamaya koyulmuştu; Waldorf otelinin mektup sistemine sızacak ve sahte bildirileri içeri yayacaktı. Sidney Hook’un “Truva atı pozisyonundan” yararlanan CIA konferansın katılımcılarının politik bağlarını açık olarak ilan etmeye kadar varan bir medya

zehirlemesi kampanyası başlattı, bu bakımdan senatör McCarthy’nin “cadı avı” kampanyasına öncülük etti. Hook büyük bir şevk ve azimle ajitatörler, muhbirler ve manipülatörlerden oluşan ekibini toplayarak bildiriler dağıttı ve çalışma gruplarının tüm düzenini bozdu… Eş zamanlı olarak otelin dışında onlarca aşırı sağ militan “Kominform tecavüzünü” protesto eden pankartlarla gösteri düzenliyordu. Operasyon tam bir başarı oldu, konferans fiyaskoya dönüştü. “Waldorf darbesi”nden gerekli dersleri çıkaran CIA ve İngiliz IRD’si Moskova’ya karşı gizli savaşta troçkistlere rol verilmesini sistematik hale getirmeye girişti, böylece bu yöntem SSCB’ye karşı “psikolojik savaşın” bir değişmezi haline geldi.[3]

Sidney Hook, New York entelektüelleri şebekesinin şefi

Brooklyn’in fakir bir mahallesinde doğan Sidney Hook, 1923 yılında Kolombiya üniversitesine kaydoldu, orada John Dewey’le karşılaştı, ilk görüşleri onun etkisinde oluştu. Doktorasını yaptıktan sonra Guggenheim vakfının bursu sayesinde Almanya’da okuyabildi ve Moskova’yı ziyaret edebildi. O dönemin birçok entelektüeli gibi Stalin’e ve Sovyet rejimine hayran kaldı. ABD’ye döndüğünde, New York Üniversitesi’nin felsefe bölümünde kariyerine başladı. 1972’de kendisini komünizmden yeni-muhafazakarlığa getiren bir entelektüel dönüşümün sonucunda Stanford üniversitesine geçinceye kadar buradaki görevini sürdürdü. Birinci dünya savaşından sonra bir komünist militanla evlendi ve Komünist Partiye yakın olan bir profesörler sendikasına üye oldu. Lenin’in kitaplarının çevrilmesi çalışmasına katıldı ve ilgi çeken bir kitap yayınladı: Karl Marks’ın Anlaşılmasına Doğru. Tipik bir sol entelektüel olarak, anarşist işçiler Sacco ve Vanzetti’nin idamlarına karşı düzenlenen gösterilere katıldı.

30’ların başında Hook komünistlerden ayrıldı ve 1938 yılında kurulan Amerikan İşci Partisi içinde birleşmiş olan troçkistlerin klanına katıldı. Stalin tarafından uzaklaştırılan Troçki’nin masumiyetini kanıtlamayı amaçlayan “Moskova duruşmalarının gerçek yüzü hakkında soruşturma komisyonu”nu örgütledi.

1938 yılından itibaren devrimci idealle bağını kesin olarak kopardı. 1939’da Kültürel Özgürlük Komitesi’in kurdu, bu antistalinci örgütlenme savaştan sonra kurulan Kültürel Özgürlük Kongresi’nin[4] temellerinden biri olmuştur. CIA hesabına eski arkadaşlarını izlemeye başlamasıyla bir kopuş boyutlarını aşarak ihanet boyutuna ulaşan bu dönüşüm, kendisi için büyük bir politik ve mali fırsata dönüştü…

Bu ihbarcılık mantığı içinde Hook Wisconsin senatörü McCarthy’nin girişimini açıkça destekledi, “Aykırılığa Evet! Komploya Hayır!” ve “Kültürel katılığın tehlikeleri” diye iki makale yayınlandı, bunlarda McCarthy’yi eleştiriyor görüntüsü altında komünistlere yakın olan bürokratları, entelektüelleri ve politikacıları izleme ve ihbar etme faaliyetlerini teşvik eden görüşleri ileri sürüyordu. Hook daima McCarthy’yi desteklemediğini iddia etti, oysa doğal müttefiki felsefeci Hannah Arendt Hook’un bu iddiasını yalanlamıştır. “Aykırılığa Evet! Komploya Hayır!”da “gerçekçi liberallerin” ideolojik konumlarını ele aldı ve “takip etme suçu” kavramını ortaya attı. Buradan Devletin liberal rejim görüntüsünü koruyarak “cadı avına” devam etmesi gerektiği sonucuna vardı. Bunun için yönetim, komünist memurları kriminalize etmek yerine, şüpheli olanları istifa etmeye zorlamalıydı. Eğitimciler sözkonusu olduğunda komünist bir profesörün “gerçek bir mesleki sahtekarlık içinde olacağını” ileri sürdü.[5]

Sonradan Hook “cadı avı” uygulamalarını bir politik hata olarak değerlendirdi, ama bu kampanyanın faşist mantığı yüzünden değil, McCarthy fazla boşboğaz olduğu ve Sovyetler’in şiddetiyle Amerika’nınkini aynı kefeye koyduğu için. “Kültürel katılığın tehlikeleri” makalesinde kendisi komünistleri avlamak için daha gizli yöntemler önermişti: örneğin belli bir göreve atananlara bağlılık anketleri uygulanması gibi.

Hiç şüphe yok ki Sidney Hook gizli eylemi tercih ediyordu. Kültürel Özgürlük Kongresi gibi birçok Kültürel Soğuk Savaş operasyonlarıyla olan bağları onun “demokrasiyi”, ABD tarafından yönetilen NATO blokunun bir cephesi şeklinde anladığını göstermiştir. 1972 yılında New York’u terk etti ve ölümüne kadar Hoover Enstitüsü’nün[6] baş teorisyeni olarak çalıştı.

Gizli diplomasi çevreleriyle yatıp kalkarak yöneticilerin dikkate aldığı bir muhafazakar ideolog haline geldi. 1985 yılında Ronal Reagan’dan -Frank Sinatra ve Jimmy Stewart’la aynı gün- Amerikanın en önemli sivil nişanı olan, Özgürlük Madalya’sını aldı. 1989 yılında öldü, Bush içten başsağlığı dileklerini Hook’un eşine iletti: “Bütün hayatı boyunca özgürlüğün cesur bir savunucusu oldu… Her ne kadar hayatta mutlak hiçbir şeyin olmadığını söylerdiyse de ironi onun kendi yaşamının aksini kanıtlamasını istedi, keza hayatta mutlak olan bir şey varsa o da Sidney Hook’un daima “entelektüel dürüstlük ve gerçek” adına savaşmış olduğudur.”

Troçkistler devşiriliyor

Sidney Hook’un “ihanetinin” sayesinde Waldrof kampanyasını başarılı olması troçkist kanadın bir fraksiyonunun bütün olarak devşirilmesi hareketinin başlangıç noktası oldu. CIA ve IRD daha geniş bir kampanya için dönek Marksistlerin işbirliğine daha çok güvenmeye başladı. Bu kampanyanın amacı IRD’nin ilk şefi olan Ralph Murray’ın ifadesiyle “komünizmle yarışacak bir ideoloji imal etmek”ti. Kültür Özgürlüğü Kongresi de bu operasyonun başlıca tanıtım aracı olacaktı.

CIA ve IRD’nin taktiği ilk adım olarak troçkist militanları “döndürmek” ve sadakatlerini garantilemek biçiminde oluşuyordu. Bunun için tamamen batmak üzere olan bazı radikal dergileri “kurtarmak” amacıyla bunlara gizli ödeneklerden para sağlandı. Böylelikle örneğin New York entelektüellerinin ocağı, önce Ortodoks komünist sonradan ise Troçkist olan Partisan Review[7] birçok hibe aldı. 1952 yılında Time-Life dergileri imparatorluğunun şefi Henry Luce, Daniel Bell’e Partisan Review’in yok olmaması için 10.000 dolara varan yardım yaptı. Aynı sene, Partisan Review, konusu şöyle özetlenen bir konferans organize etti: “Amerika günümüzde batı uygarlığının başlıca koruyucusu haline gelmiştir.” 1953’den başlayarak New York entelektüellerinin Kültür Özgürlüğü Kongresinde hakim hale gelmesiyle Partisan Review Kültür Özgülüğü için Amerikan Kongresinin “festival ödeneği” adı altında Farfield vakfı tarafından CIA fonlarıyla beslenen bir sübvansiyon daha aldı. Aynı yöntemle Sol Levitas’ın New Leader dergisi de finansör Thomas Braden’in müdahalesiyle “kurtarıldı”… yine CIA’in parasıyla. CIA’in radikal soldan bazı grupların hizmetini nasıl sağladığı böylece anlaşılır hale geliyor.

Partisan Review’in “kurtarılışına” ek olarak CIA, İngiliz gizli servisleriyle işbirliği halinde bir antikomünist dergi çıkarmaya yöneldi. Bu amaçla Kültür Özgürlüğü İçin Amerikan Komitesi icra kurulu başkanı Irving Kristol’u görevlendirdi. Kristol 1936’da City College’e girecek ve burada müstakbel soğuk savaş yoldaşları Daniel Bell ve Melvin Lasky’yle tanışacaktı. Kristol troçkist antistalinci kimliğiyle Enquiry dergisinde çalıştı. Savaştan sonra, ABD gizli servislerinin safına kazanılmış olarak New York’a Yahudi dergisi Commentary’yi yönetmeye gönderildi. Doğrudan Farfield (CIA) kredileriyle desteklenmiş olarak Josselson’un yönetiminde Encounter dergisini çıkarttı. Stephen Spender’le birlikte çıkaracağı “magazine X” ise Amerikan yeni-muhafakar ideolojisinin baş silahı olacaktı.

Kültür Özgürlüğü Kongresinde Komünizmle Savaş

New York entelektüelleri ve diğer dönek komünistler CIA tarafından Kültür Özgürlüğü Kongresi’ni düzenlemek için görevlendirilmiş olan Josselson’la ilişkiye geçtiler. Amaç Arthur Koestler’in ifadesiyle Batı Avrupa’da Moskovaya karşı bir “psikolojik savaş” cephesi yaratmaktı.

Arthur Koestler 1905 yılında Budapeşte’de doğdu. Uzun yıllar aktif bir komünist militandı. 1932 yılında Sovyetler Birliğini ziyaret etti. Enternasyonal kitaplarından birini finanse etti. Siyasi polise Rus kız arkadaşını ihbar ettikten sonra Moskova’yı terk etti ve Paris’e gitti. Savaş sırasında tutuklandı ve politik tutuklu olarak sürgüne gönderildi. Savaş bitti, Koestler Sıfır ve Sonsuz’u yazdı, hayatını ele aldı ve Stalinizm’i suçladı. James Burnham aracılığıyla New York entelektüelleriyle tanışması gizli kültürel operasyonların kararlaştırıldığı çevrelere katılabilmesini sağladı. CIA uzmanlarıyla uzun görüşmelerden sonra gizli servisin doğrudan emriyle bir ortak kitap çalışmasının yönetimini üstlendi. Karanlıkların Tanrısı (Andre Gide, Stephen Sender…) adını alacak olan kitap Sovyet rejiminin yoğun bir suçlanmasıydı. Arthur Koestler, Kültür Özgürlüğü Kongresi’nin örgütlenme kurulunda görevlendirildi.

Koestler, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin 1950’de arkadaşı Melvin Lasky tarafından düzenlenen Berlin toplantısından (Kongress für Kulturelle freiheit) sonra Özgür İnsanların Manifestosu’nu yazdı. Ona göre, “özgürlük saldırı altındaydı.”

Koestler’in CIA hizmetine kazanılmasında başrolü oynayan ise James Burnham’dır. Koestler’in hamisi James Burnham 190 yılında Chicago’da doğdu. New York üniversitesinde profesörken birçok radikal yayına destek veriyordu ve Sosyalist İşçi Partisi’nin kuruluşuna katılmıştı. Birkaç sene sonra troçkistler arasındaki bölünmeyi örgütledi.[8] 1941’de Kültür Özgürlüğü Kongresi’nin gelecekteki manifestosu olacak olan The Managerial Revolution (Yönetici Devrimi) kitabını yayınladı, kitap 1947 yılında Ere des organisateurs (Düzenleyiciler Çağı) olarak Fransızca’ya çevrildi. Burnham’ın dönüşü özellikle ilginçtir. Birkaç yıl içinde “perde arkası” şebekelerinin[9] şefi Franck Wisner ve yardımcısı Carmel Offie’yle karşılaştıktan sonra, “komünist barbarlığa” karşı tek savunma duvarı olarak gördüğü ABD’nin ateşli bir savunucusu haline gelmiştir.

“Şu anda Sibirya ve Kafkasya’da konuşlandırılmış ve Paris, Londra ve Roma’ya yönlendirilmiş olan bombalara karşıyım… ama Los Alamos’da konuşlandırılan bombaları destekliyorum… bunlar beş yıldır Batı Avrupa özgürlüklerinin koruyucusu –hem de tek koruyucusu- durumundadır” diye görüş belirtmişti. Perde arkası şebekesinin işlevinin ne olduğunu gayet iyi bildiği halde Burnham, Raymond Aron’un bu troçkizmden sağ muhafazakârlığa geçen yakın dostu, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin entelektüelleriyle CIA arasındaki başlıca aracı rolünü oynadı. 1950 yılında Melvin Lasky Marshall Planı fonlarından elde edilen paraları alırken neler döndüğünün pekala farkındaydılar. Burnham, Kültür Özgürlüğü Kongesi sayesinde The Managerial Revolution (Yönetici Devrimi) kitabını tüm Batı Avrupa’da dağıtabiliyordu.

“Komünizmle yarışacak bir ideoloji”

Raymond Aron, Fransa’ya New York entelektüellerinin tezlerinin aktarılması işinde baş rolü oynadı.[10] 1947’de Calmann-Lévy yayınevinden The Managerial Revolution kitabını yayınlamak için yardım istedi. Aynı anda Burnham ABD’de yeni kitabı olan Struggle For the World’ün (Dünya İçin Savaş) tanıtımı için çalışıyordu. Yönetici Devrimi profesör Georges Gurvitch tarafından yerinde olarak bir “teknokrasi”nin bir kutsallaştırılması olarak tanımlandı.

Sınıf mücadelesi terimleriyle yapılan analizi gözden düşürmeye çalışan Burnham yöneticilerin dünya ekonomisinin yeni efendileri olduğunu ilan etti. Ona göre Sovyetler birliği, sosyalizmi gerçekleştirmekten uzak “teknisyenler”den oluşan yeni bir sınıf (bürokratik diktatörlük) tarafından yönetilen bir rejimdi. Batı Avrupa’da ve ABD’de yöneticiler parlamenterlerin ve geleneksel patronların zararına olarak iktidarı ele geçirmişti. Bu anlamda yönetici devrimi hem kapitalizmin hem de komünizmin yenilgisi anlamına geliyordu. Burnham’ın başlıca hedefi dünya çapında komünist bir toplumun iktidara gelişini öngören Marksist-leninist analiz ve bunun temeli olan tarihsel diyalektik. Aslında “kapitalizm yerini sosyalizme bırakmayacaktı”; belli bir dereceye kadar devletleştirilen üretim araçları, teknik yeterlilikleri sayesinde günümüz devletini yönetebilecek tek sınıf olan yöneticiler sınıfının elinde toplanacaktır.

Léon Blum, James Burnham’ın tezlerinin anti-marksist boyutunu çok iyi kavradı. Savaştan sonra, Washington’un müttefiki haline gelen bu eski halk cephesi adamı The Menagerial Revolution’un Fransızca çevirisine önsöz yazma önerisini hiç sıkılmadan kabul edecekti: “Eğer bu öneriyi getirenlerin dostluğundan emin olmasan, bir kötü niyetten kuşkulanabilirdim… şayet sosyalist okuyucunun zihninde bu kitap kadar büyük ve beklenmedik bir şok yaratacak başka bir eser yoktur.”[11] Raymond Aron gibi bir sponsorla ve önsözünü de Léon Blum yazınca, Yönetici Devrimi kitabının ciddi bir başarı yakalamasına şaşırmamak gerekir.

Daniel Bell

Sidney Hook’un yakın dostu onunla birlikte “cadı avını” destekleyen Daniel Bell de 1960 yılında İdeolojilerin Sonu kitabını yayınladı, bu kitap Commentary, Partisan Review, New Leader dergilerine yazdığı makalelerini ve Kültür Özgürlüğü Kongresindeki konuşmalarını bir araya getiriyordu. Kitabın Fransızca çevirisine, bütün hayatı boyunca sosyal bilimlerin amerikanlaştırılmış bir kavranışını dayatmak için Emile Durkheim ve Pierre Bourdieu gibi isimlerin temsil ettiği Fransız sosyolojisinin teorilerine karşı savaşmış olan Raymond Boudon önsöz yazdı.

İdeolojilerin Sonu isminden de anlaşıldığı gibi, New York entelektüellerinin en sevdikleri konuyu ele alıyordu, komünizmin bir ideal olarak ortadan kalkmasını. Daniel Bell, kitabının geniş olarak dağıtımını sağlayan Kültür Özgürlüğü Kongresinin aktif bir üyesi olarak yeni ideolojilerin mücadelesinin doğuşunu da ilan ediyordu: “İdeolojilerin Sonu’nda marksizmin bir ideoloji olarak çözülüşü teşhisi koyulmaktadır ancak bütün ideolojilerin sona ereceğini söylenmemektedir. Orada daha çok entelektüellerin ideolojilere daima ilgi gösterdiklerini ve yeni toplumsal hareketlerin yeni ideolojiler doğurmaya devam edeceğini söylüyorum, bu ister panarabizm olsun, isterse bir deri rengi veya ulusal kimlikle ilgili olsun.”[12]

Sidney Hook, Norman Podhoretz, Hans J. Morgenthau ve H. Stuart Hughes, “Batı Değerleri ve Topyekün Savaş” konulu bir konferans sırasında, 1961

Antikomünizmden Yenimuhafazakarlığa

Birçok çevreye sızma operasyonuna katılan New York entelektüelleri gerçek ideolojik konumlarını ancak sonraları, kitlesel olarak köşe başları zaten dönek Marksistler tarafından tutulmuş olan yenimuhafazakar harekete katıldıklarında ortaya koydular. Irving Kristol 1947’den 52’ye kadar Commentary dergisini yönetti. Yenimuhafazakarlığın bir başka önde gelen ismi Norman Porodhetz Kültürel Özgürlük Kongresinin yarı resmi yayın organın 1960’dan 1995’e kadar başındaydı. Fransa’da Raymond Aron 1978 senesinde Commentaire (Commentary dergisinin Fransızca muadili) dergisini yarattı.[13] Irwing Kristol’un oğlu ise aşını yenimuhafakar Weekly Standard dergisini yönetmektedir.

Yaygın iddianın aksine Amerikan sağına troçkist bir sızma sözkonusu değildir, tam tersine troçkist unsurların önce “Stalinizm”e karşı nesnel bir işbirliği, daha sonraları ise bunların entelektüel kapasitelerini liberal maskeli emperyalizmin hizmetine kazanılması söz konusudur. Burnham ve Shatchman, 1940 yılında Sosyalist İşçi Partisi’ni ve 4. Enternasyonal’i terk ederek kendi hizip partilerini kurdular. Max Shatchman kısa süre sonra Demokrat Parti’ye entrizm (sızma) politikası izlemeye başladı. Askeri-endüstriyel sermayenin çıkarlarını ateşli savunusundan dolayı “senatör Boeing” lakabını alan Demokrat şahin Henry Scoop Jackson’a katıldı. Partisini Demokrat Partinin içinde ABDli Sosyal Demokratlar (SD/USA) adı altında bir eğilim olarak yeniden örgütledi. 70’li yıllarda senatör Jackson kendi etrafına parlak yardımcılardan bir çevre oluşturdu: Paul Wolfowitz, Doug Feith, Richard Perle, Eliot Abrams bunların içindeydi.[14] Radikal sol söylemini daima koruyan Max Shatchman, SD/USA’i CIA’in radikal solu gözden düşürmekte uzmanlaşan bir organı ve antikomünist sendikal örgütlenme AFL-CIO’nun başlıca danışma merci haline getirdi.[15] SD/USA’in politik bürosunda Jeanne Kirkpatrick gibi Reagan döneminin ikonlarından birisine dahi rastlayabiliyoruz. Tam bir türler karmaşası içinde, aşırı sağcı teorisyen Paul Wolfowitz radikal solun kongrelerine konuşmacı olarak katılıyordu. SD/USA’in başkanlığına getirilen Carl Gershamn, bugün National Endowment for Democracy’nin[16] icra kurulu başkanıdır. Başlıca istasyonları Commentary dergisi ve Özgür Dünya Komitesi olan bu partinin üyeleri Ronald Reagan seçilir seçilmez manipülasyon çalışmaları dolayısıyla sözcüğün geniş anlamında ödüllendirilmişlerdir.

New Yok entelektüelleri komünist solun bir eleştirisini geliştirmekle kalmadılar, son ürünü yenimuhafazarlık olan aşırı sağ fikirlere “sol” bir kıyafet giydirme sanatını da onlar yarattılar. Böylelikledir ki, baba-oğul Kristollar ve onların dostları güvenle George W. Bush’u bile bir “idealist” olarak sunabiliyorlar ve onun dünyayı “demokratikleştirmeye” çabaladığını ileri sürebiliyorlar.

26 Ekim 2004

(Voltairenet.org)

[1] Irwing Brown, Türkiye’de, Amerikan sendikacılığının getirilmesi ve Türk-İş’in kuruluşuna öncülük etmesi faaliyetleriyle tanınmaktadır. Bkz. Amerikan Sendikacılığı ve Türkiye, AFL-CIO’nun Türkiye Temsilcisi Irwing Brown’la Söyleşi, Dr. Kenan Öztürk (Stalin Arşivi’nin notu)

[2] IRD hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ernie Trory, Soğuk Savaşın Kökenleri. (Stalin Arşivi’nin notu)

[3] Frances Stonor Saunders, Qui mène la danse ? La CIA et la Guerre froide culturelle, (Parayı Veren Düdüğü Çalar, CIA’in Kültürel Soğuk Savaşı, adıyla Türkçe yayınlandı) Denoël, 2003.

[4] « Quand la CIA finançait les intellectuels européens », (CIA Avrupalı entelektüelleri finanse ederken) Denis Boneau, Voltaire, 27 Kasım 2003.

[5] Bernard Genton, Une passion anticommuniste, Sidney Hook (1902-1989), (Sidney Hook, Antikomünist Tutku) IEP Strasbourg.

[6] « La Hoover Institution, archives réservées aux Républicains », (Hoover Enstitüsü, Cumhuriyetçilere özel arşivler) Voltaire, 26 octobre 2004.

[7] Terry Cooney, The rise of the New York Intellectuals, Partisan review and its circle, (New York Entelektüelleri, Partisan Review ve Çevresinin Yükselişi) University of Wisconsion press.

[8] James Burnham’ın istifa mektubu Marxists.org sitesinde bulunabilir. http://www.marxists.org/francais/trotsky/livres/defmarx/dmc3.htm

[9] « Stay-behind : les réseaux d’ingérence américains » (Perde arkası: Amerikan nüfuzu şebekeleri) Thierry Meyssan, Voltaire, 20 Ağustos 2001.

[10] « Raymond Aron, avocat de l’atlantisme », (Raymond Aron, Atlantikçiliğin savunucusu) Denis Boneau, Voltaire, 21 Ekim 2004.

[11] James Burnham, L’Ère des organisateurs, (Düzenleyiciler Çağı), Calmann-Lévy, 1947.

[12] Daniel Bell, La Fin des idéologies, (İdeolojilerin Sonu) Presses universitaires de France, 1997, s. 212.

[13] « La face cachée de la Fondation Saint-Simon », (Saint-Simon vakfının gizli yüzü), Denis Boneau, Voltaire, 10 Şubat.

[14] « Les racines historiques du néoconservatisme : une attaque diffamatoire contre le trotsksime », (Yenimuhafazakarlığın tarihsel kökenleri: troçkizme karşı karalama saldırısı) World socialist web site, 23 Mayıs 2003.

[15] « AFL-CIO ou AFL-CIA ? », (AFL-CIO mı AFL-CIA mi?), Paul Labarique, Voltaire, 2 Haziran 2004

[16] « La nébuleuse de l’ingérence démocratique » (Demokratik nüfuzun sisli örgütü) Thierry Meyssan, Voltaire, 22 janvier 2004.

stalinkaynak.com/denisboneau.htm

------------
chavez kuyrukçuluğu
gönderen: sosyalist/Etik Saturday, Feb. 04, 2006 at 11:17 AM

Yani bu yazıyı sosyalizm adına yazana pes doğrusu.Bu kadarı da fazla.halkının sevgilisi,Amerikan Emperyalizmine halktan güç alarak kafa tutan bir lidere ancak bu kadar insafsız saldırılır,Bunu yazan arkadaşın kafasındaki devrim 1917 koşullarında ki Büyük Ekim Kasım devrimi olsa gerek.Ama bu arkadaş Şilide,Arjantinde ve diğer güney Amerika ülkelerinde oluk oluk akıtılan sosyalist ve iyerici kanlarını bilmiyor sanırım.Eğer bilseydi.Şimdi iktidara halk desteği ile gelen bu liderlere böyle haksız biçimde saldırmazdı.Lenin bunlad için"SOL KOMÜNİZM ÇOCUKLUK HASTALIĞIDIR" demiş.

------------
yorum
gönderen: ekimci Saturday, Feb. 04, 2006 at 11:50 AM

chavez yaptığı uygulamalrla bölgede emperyalizme ciddi darbeler vurmaktadır.ancak sosyalist devrim persfektifini net biçimde ortaya koyamaması ise günümüz devrimci hareketlrinin genel eksikliğidir
------------
öyle mi demiş?
gönderen: miçi Saturday, Feb. 04, 2006 at 11:57 AM

Ne zamandır reformizmi ve yardakçılarını eleştirmek "çocukluk hastalığı" sayılıyor Sol Komünizm'i kaçıncı kadehten sonra okudun? Esas Lenin, Chavez kuyrukçuları SİP/TKP ve benzeri Kautskiciler için ne demiş ilk elden onu bellemek gerek.
Yürü ya Chavez yürü ya Morales! Reformizmin fendi kapitalizmi yenecek! Ne zamandır burjuva parlamenter demokrasi vasıtasıyla sosyalist devrim gerçekleşiyor? Chavezgiller'in eteğine bu kadar yapışmanın alemi yok. Reformizmin becerebileceği yegane iş Allende'nin Şili'de yaptığı gibi zaten perişan olmuş burjuva parlamenter sistemini ve burjuva demokrasisini yeniden inşa etmek, son kullanma tarihini doldurunca da karşı-devrim tarafından tepelenmektir. Chavez'in suyu henüz ısınmadı belki de, öncülünün yolundan gidiyor süratle.
Hadi bakalım bu sefer bir mucize gerçekleşse de Lenin de tükürdüğünü yalasa, reformistler sosyalizmi getirse, biz de bıraksak bu "sol komünist(!)" devrimci proletarya ayaklarını sizi gidi Kautskiciler sizi!
------------
özgür
gönderen: komikya Saturday, Feb. 04, 2006 at 12:36 PM

arkadaşlar banu güven kimdir hangi siyasettendir bilen varmı?
adını yeni duydum.da
ya banu kardeş git işine.böyle aptalca değerlendirme mi olur?
sen asmıyalımda besleyelim diyen kenan evrenle ya stek yol sosyalizm diyen chavez i nasıl aynı kefeye koyarsın.senin cuntadan ve cuntacılıktan anladığın ne
bu yazıyı kaale alıp insanca bir karşı fikir yazılmasına bile değmez

------------
chavez!
gönderen: ccc Saturday, Feb. 04, 2006 at 12:36 PM

chavez'i ozlenilen devrimci surecin tartisilmaz bi oncusu gibi gormak ne kadar yanlissa, onu ve hareketini onemsiz gormek daha fazla yanistir.

chavez, ulkesindeki oligarsinin siyaset uzerindeki tekelini kendine has yontemlerle kirmayi basarmistir.
bunu da kimilerinin iddia ettigi gibi cuntacilikla veya darbeyle degil genis halk destegiyle gerceklestirmis, halk hareketlerinin cogu yerde karsilastigi "katliamvari" tezgahlarla, mesruluk kavramini onplana cikararak savasmistir.

bilgi edinmek isteyenler http://www.stalinkaynak.com sitesinden multimedia bolumunden "devrim televizyondan yayinlanmayacak" belgesel filmini izleyerek gelismeleri daha iyi kavrayabilirler.

ayni zamanda hukumet yonetimindeki devlet televizyonundan enternasyonal marsi esliginde iscilere ve yoksullara daha yogun orgutlenme cagrisi yapilmaktadir.

tabi tum bunlar chavezin haraketinin bir sosyalist devrimle sonuclanacagi anlamina gelmemektedir.ama chavezin haraketinin devrimci mucadeleye katkisi olmadigini iddia etmek beyinsizliktir.

ufak bi ayrinti: chavezin kuba konsolosu kardesi bir roportajda, gecmiste icinde bulundugu klasik marksist-leninist orgutlenmelerle halka ulasmakta gucluk cektiklerini, bu nedenle farkli bir yol denemeye karar verdiklerini ifade etmistir, yoruma aciktir.
------------
gram akıl yok
gönderen: düşünmek Saturday, Feb. 04, 2006 at 2:07 PM

bu yazılanların çoğunda gram akıl ilintisi yok yazık size... chavezi niye çekemiyosunuz anlamıyorum. kapitalizmi savunsa daha mı iyi olurdu salaklar

------------
köz kimdir
gönderen: doğrucu Saturday, Feb. 04, 2006 at 5:39 PM

Köz ,irakta ABD nin yanında yer alan karşı devrimci
Toriçksistir,Ukraynada anarşistleri katledenleri unutmadık.Türkiye solunda tutunamıyacakları için Kürt ve PKK yalakalıyı ile birşeyler kotarırmıyız diye bir
tarzları var,Kısaca dikkate alıncak durumları yok.Amerika arka bahçesini kaybediyor,dangalakların
yaptığı açıklamaya bak

------------
Selam Chavez'e!
gönderen: Komünist Enternasyonel Saturday, Feb. 04, 2006 at 8:43 PM

Bu köz dergisi zaten bir avuçluk bir grubun etrafında dönüyor ve kimse itibar göstermiyor.

Bu adamlar değil midir Kuzey Irak'ta ABD kontrolünde bir kukla Kürt devletinin kurulmasına bile onay veren?

Chavez'den önce emperyalizmin itleri Talabani ve Barzani'yi eleştirin. Nelerden talimat aldığınız çok net ortaya çıkıyor.

Hadi koçum yallah biraz araştırın....

Devrimcilik adı altında mücadeleyi baltalamak, karalamak içinden ağzınızdan köpükler saçarak saldırmayı kesin yoksa 100 tane sattığınız dergiyi bile satamazsınız.
------------
sağ ve sol sapma
gönderen: devrimler Sunday, Feb. 05, 2006 at 8:06 AM

bir taraftan chaveze cuntacı diyenlr,, finans kapitalin temsilcisi olarak gorenlrer,, diğer taraftada chavez savunuculuğunusahte bir sosyalizm gorunumuyle,, ulusalcı sol- kemalist sol çizgiye yedekleyenler marksizmin--devrimci hareketin duşmanlaridir,, ve marksistlr bu iki sapmaya tavir almalıdıfr.. tutarlı anti empeyalist olmanın kosulu enternasyonal olmaktir,, turkiyedeki antiemperyalizm.orgtada ifadesini bulan sol milliyetçilik ve diğer tarafta koz cevresinde bulunan sol sapma tutum mahkum edilmelidir..(sol sapma ozunde sag sapmadir, ) bu liberalizmin ve milliyetçiliğin panzehiri ise devrimci sosyalizmdir...
------------
banucum sen troçkistsin herhalde.
gönderen: stalinist Monday, Feb. 06, 2006 at 12:41 AM

eh be banucum siz troçkistler zetan hiçbişeyi beğenmezsiniz.oturup ahkam kesmesi değil işte siz yapın daha iyisini birazda biz atıp tutalım dimi ama.bi deneyin be.bi devrim yapmayı deneyin.bi iktidara gelmeyi deneyin.avrupadan devrim beklemekle olmuyor bu işler.

sizinki sürekli devrim değil sürekli umutsuzluk.
------------
ÖYLEMİ DEMİŞ
gönderen: SOSYALİST/ETİK Monday, Feb. 06, 2006 at 1:47 AM

ARKADAŞ SANIYORUM SEN USTALARIN KİTAPLARINI İÇKİ İÇTİKTEN SONRA OKUYORSUN BEN KAFAYI ÇEKİP LENİNİ OKUMAYI ŞEREFSİZLİK SAYARIM.AMA DUR BİR DÜŞÜN YAZARKEN.SEN SOSYALİST ALLENDEYİ KÜÇÜMSEYECEK SEVİYEYE GEL ONDAN SONRA ELEŞTİR.ALLENDE ELİNDE SİLAH CUNTAYA KARŞI SAVAŞA SAVAŞA ÖLDÜ.SEN ANCAK BİLGİSAYARLA ONA BUNA ÇAMUR ATARSIN."EVET SENİN GİBİLER İÇİN TEKRAR SÖYLÜYORUM SOL KOMÜNİZM ÇOCUKLUK HASTALIĞIDIR"

------------
saçmalığın daniskası
gönderen: forza chavez Monday, Feb. 06, 2006 at 7:14 AM

dergi köşelerine kurulup hiç bir şey beğenmeden, herşeye çamur atmak ne kadar güzel değil mi? doktrinerlik yapıp, en saf en rafine komünist teoriler üretmek sizi ne kadar mükemmel yapıyor değil mi?

sen ülkende faşist linç girişimlerinden dolayı sokağa çıkamaz duruma gelmişken, adam kendi ülkesinde petrolü millileştiriyor, bilmem bunun bir anlamı var mı? ama sizin gibi pürüzsüz komünist değil tabii, "halkçı bir reformist..."

ırak'taki direniş anti-amerikancıymış da anti-emperyalist değilmiş... chavez sosyalist değilmiş. komünistler, sosyalistler ele geçirdi de elinden mi aldılar?

ah yarı-troçkistler; saksı devrimcileri... ah devrimin yanılmaz şaşmaz hakimleri ve savcıları...

komiksiniz,başka ne diyeyim. gölge etmeyin başka ihsan istemez...

------------
saksı komünistleri
gönderen: forza chavez Monday, Feb. 06, 2006 at 7:14 AM

dergi köşelerine kurulup hiç bir şey beğenmeden, herşeye çamur atmak ne kadar güzel değil mi? doktrinerlik yapıp, en saf en rafine komünist teoriler üretmek sizi ne kadar mükemmel yapıyor değil mi?

sen ülkende faşist linç girişimlerinden dolayı sokağa çıkamaz duruma gelmişken, adam kendi ülkesinde petrolü millileştiriyor, bilmem bunun bir anlamı var mı? ama sizin gibi pürüzsüz komünist değil tabii, "halkçı bir reformist..."

ırak'taki direniş anti-amerikancıymış da anti-emperyalist değilmiş... chavez sosyalist değilmiş. komünistler, sosyalistler ele geçirdi de elinden mi aldılar?

ah yarı-troçkistler; saksı devrimcileri... ah devrimin yanılmaz şaşmaz hakimleri ve savcıları...

komiksiniz,başka ne diyeyim. gölge etmeyin başka ihsan istemez...

------------
gönderen: devrimler Monday, Feb. 06, 2006 at 8:25 AM

Komünist bir dünya kuracağız...

------------
James Petras Söyleşisi
gönderen: ... Tuesday, Feb. 07, 2006 at 5:36 AM

Yanında oturan çevirmen arkadaşın akıcı çevirisiyle bize ulaşan Petras’ın konuşmasının başlığı “Yeni Dönem Sosyal Hareketler ve Sorunları”ydı. Petras, New York Devlet Üniversitesi’nden bir profesör emeklisi olmasına karşın konuşmasına üniversitelere ilişkin bir açıklamayla başladı. Birçok şeyin tartışıldığı fakat hiçbir şeyin değiştirilmediği akademik kurumlara gitmek yerine dünyanın dört bir yanındaki sosyal hareketleri ziyaret etmeyi, onlarla birlikte çalışmayı tercih ettiğini anlattı. Petras konuşmasını toplumsal hareketlerin üç sorunu üzerine kurdu: Toplumsal hareketlerin özerkliği, savunma ve hücum perspektifi taşıyan toplumsal hareketler, toplumsal hareketlerin stratejileri ve taktikleri.

“Toplumsal hareketler ne derece bağımsız olmalıdır?” sorusunu yanıtladığı birinci kısımda Petras hem nalına hem de mıhına vurma kaygısı içindeydi. Petras’a göre geçmişte orta sınıfları ürkütüp, seçim ittifaklarını bozmaktan çekinen siyasi partilerin işçi sınıfının ve yoksul köylülüğün bağımsız eylemlerini engellemesi, grevlerin, toprak işgallerinin önünde durması yanlıştı. Üstelik toplumsal hareketler içindeki bir tek bu sağcı tutumları değil kitleleri kendi denetimleri altında tutmaya çalışan aşırı solcu grupları da eleştirdi. 80’li yıllarla birlikte siyaseti toptan reddeden ve kendisini günlük mücadelenin dar sınırlarına hapseden bir anlayışın geliştiğini söyledi. Siyaseti reddeden bu sivil toplumcu anlayışın da önceki yanlış tutumlar kadar hatalı olduğunu belirten Petras toplumsal hareketlerin özerklik talebinin haklı olduğunu ancak bunu yaparken devleti dönüştürme hedefinden de vazgeçilmemesi gerektiğini anlattı. Petras bunları söylerken “bizler, Marksistler, devrimciler” ifadelerini üzerine basa basa kullanıyordu: “Dolayısıyla bizler, Marksistler, devrimciler reformları destekleriz ancak bu reformların derinleşebilmesi ve yaygınlaşabilmesinin de esas olarak devletin dönüştürülmesine dair bir sorun olduğunu bilerek destekleriz.”

Devrimcilik kelimesi ne zamandan beri devleti yıkmak, parçalamak değil de dönüştürmek anlamına geliyordu? Marksizm ne zamandan beri parçalamayı hedeflediği devleti dönüştürme görevini üstlenmişti? Marksistlerin amacı ne zamandan beri toplumsal ilişkileri devleti ortadan kaldıracak şekilde köklü bir biçimde değiştirmek değil de reformları derinleştirmek ve yaygınlaştırmak olmuştu? Petras elbette yanıtlayamayacağı bu sorulara hiç değinmedi.

Petras’ın bizim aydınlarımızla olan benzerliği konuşmasının ikinci ve üçüncü kısımlarında iyice açığa çıktı. Konuşmasının bu kısmında savunmacı toplumsal hareketlerinin açmazlarına değinen Petras, toplumsal hareketlerin hücum etmesini, kapitalist özel mülkiyeti ve devlet iktidarını hedeflemesi gerektiğini savundu. Arjantin ve Venezuela’daki gelişmeleri bu doğrultuda olumlu örnekler olarak sıraladı.

Petras’a göre Arjantin’deki hücum hattının örnekleri kapitalistler tarafından terk edilmiş fabrikaları işgal eden ve bu işyerlerini işçi denetimi temelinde üretime sokan işçilerdi. İşçiler sadece ücret pazarlığı yapmakla yetinmemiş aynı zamanda kapitalistlerin özel mülkiyetine de darbe vurmuşlardı. Petras işçi denetiminin sadece işçilerin değil tüm toplumsal katmanların denetimi olduğunu, fabrikaları işleten işçilerin muhasebecileri ve psikiyatristleri de yardıma çağırdığını belirtti. Petras’a göre işçiler karmaşık hesapları yapmak için muhasebecilere gereksinim duyuyorlardı. Psikiyatristlerse, her gün ordu ve polisin fabrikalara müdahalesinden korkan işçilerin endişelerini yatıştırmak, gerilimlerini almak içindi.

Petras’ın hücum stratejisine verdiği ikinci örnek Venezuella’dandı. Petras Chavez’in önderliğini çektiği hareketin kazanımlarını, ballandıra ballandıra anlattı. “ 21. yüzyılın sosyalizmini” getireceğini ilan eden Chavez hükümetinin, içindeki sağ muhalefete karşın kapitalistler tarafından işletilmeyen fabrikaları işçi denetimine sokmayı hedeflediğini amaçladı. Petras konuşmasının son kısmında işçilerin muhalif bir hattan çıkması gerektiğini anlattı. Bolivya’da işçilerin başkanlık sarayını kuşattıklarını fakat sarayı işgal etmeye kalkmışmadıklarını söyleyen Petras, bu konuya ilişkin Bolivyalı sendika liderlerinden biriyle arasında geçen konuşmayı aktardı. Bolivyalı lidere başkanlık sarayını niçin işgal etmediklerini sorduğunda “Devleti nasıl yöneteceğimizi bildiğimizden emin değiliz.” yanıtını aldığını belirten Petras sözlerini “İşçiler kahramanca mücadele etmelerine karşın devlet iktidarını ele geçirme konusunda terreddüt yaşayabililerler. Bu ciddi bir sorundur. Bunun için politik kadrolara ve bu anı değerlendirecek bir hazırlığa sahip olmamız gerekir” diyerek noktaladı.

Petras’ın konuşması baştan sona kadar marksizmin işçi hareketi, devlet ve parti sorunları hakkında görüşlerini çarpıtmalarıyla doluydu. Bizler, dinleyici kitlenin bileşimini de göze alarak bu alandaki çarpıtmaları skolastik bir teori tartışmasıyla açığa çıkarmak yerine Petras’ın konuşmasındaki çelişkilerin altını çizmeye çalıştık.

Birinci soruyu soran arkadaşımız Petras’ın Arjantin’de işyeri işgallerinden, işçi denetiminden bahsetmesini önemli bulduğunu belirterek söze başladı. Sonra da Petras’a “Madem işçilerin denetimini bu denli önemli buluyorsunuz aynı zamanda Arjantin’de işçilerin her an ordunun ve polisin müdahalesinden endişelendiğinizi belirtiyorsunuz. O halde işçilerin bu sorun karşısında psikiyatristlere başvurmak yerine ordu ve polis teşkilatını dağıtıp silahlı kuvvetler üzerinde de kendi denetimlerini kurmaları gerekmez mi? Şu anda Venezuela’da ve Arjantin’de işçilerin ordu ve polis teşkilatı üzerinde denetiminin arttığını gösteren gelişmeler var mı? Eğer varsa bunlardan bizi haberdar edebilir misiniz?” sorularını yöneltti.

Sorduğumuz soru ingilizceye çevrilir çevrilmez, Petras “Bu çok hassas bir konu” diye meseleye girince bir an kapitalistlerin özel mülkiyet tekeline son vermekten, devleti ele geçirmekten rahat rahat söz eden Petras’ın kendisiyle çelişerek bizi yasal zeminde söylenemeyecek şeyleri sorarak kendisini güç durumda bırakmakla suçlayacağını sandık. Ancak kısa süre sonra yanıldığımızı anladık. Petras meseleye bizimkine taban taban zıt olsa da bambaşka bir açıdan yaklaşıyordu. Toplumsal çelişkilerin yükseldiği anlarda ordunun içinde bir bölünme meydana geleceğini, ordunun içindeki subaylar arasında halk çocuklarının da bulunduğunu ve bu kesimlerin emekçilerden yana tavır alacağını belirtti. Meğer “hassas mesele” derken Petras subaylarla kurulacak ittifakın “ince” niteliğinden söz ediyormuş da biz anlamamışız. Bizi Latin Amerika’da toplumsal hareketler hakkında aydınlatmayı vaad eden Petras, Venezuela ve Arjantin’de toplumsal hareketlerle ordu arasındaki ilişkiyeyse hiç değinmedi. Devleti parçalamaktan değil ele geçirmekten, dönüştürmekten söz eden, 1992’de bir askeri darbeyle devleti ele geçirmek isteyen cuntacı albay Chavez’den başkan Chavez diye söz eden, bu albay eskisinin 21. yüzyılın sosyalizmini kurabileceğine inanan bir aydından da başka bir yanıt beklemiyorduk zaten.

Dinleyicilerden biri Petras’a daha dünyevi bir soru sormak istediğini belirtti. Ordu ve işçi hareketleri arasındaki sorunu ahirette düşünmeyi hedefliyor ya da ordunun emekçileri gözetleyen bir melek olduğuna inandığını düşünerek sorusuna kulak verdik. Avrupa’daki işçi eylemlerinden ve Fransa’da AB anayasasına hayır oyu çıkmasından söz eden dinleyici “Acaba Avrupa’da Sosyal Demokrasi küllerinden yeniden mi doğuyor?” diye sordu. Petras bu soru karşısında Avrupa sosyal demokrasisi yerine konuşmaktan çok Avrupa’daki işçilerin uyanışından söz etti ve soruyu “Türkiyeli işçiler AB konusunda kendi başbakanlarını izlemek yerine Fransız işçi sınıfına kulak vermeli” diyerek yanıtladı. AB’ye hayır oyu veren Fransız, Hollandalı ve diğer Avrupalı işçilerin göçmen işçi kardeşlerinin sorunlarına kulak vermek yerine Avrupa’yı kara kafalılardan, kara derililerden temizleme vaatlerinde bulunan ırkçı partilere oy verdiğini, AB anayasasına verilen “Hayır!” oyunun asıl anlamının da bu olduğunu belirtmedi elbette.

Söz alan bir başka arkadaşımız yaşadığımız topraklardaki emekçilerin temel sorunlarından birinin ulaşım sorunu olduğunu, ulaşım araçlarına verilen paranın işçilerin aylık ücretlerinin önemli bir kısmını oluşturduğunu belirtti. Otobüs ve minibüs fiyatlarına yapılan zamların temel sorumlularının elbette emekçileri soyan burjuvalar, hükümet ve devletin diğer kesimleri olduğunu belirten arkadaşımız “Peki bu soygunda petrol fiyatlarını denetleyen tekellerin hiç mi sorumluluğu yok? 21. yüzyılın sosyalizmini kurma iddiasında olan Venezuela’nın petrol tekeli OPEC’in en önemli üyeleri arasında olması, bizim cebimizden kazandığı parayla kendi emekçilerine refah sağlamasında bir sorun görmüyor musunuz?” diye sordu.

Petras yine bir demagojik yanıtla durumu geçiştirmeye çalıştı. “Petrol Chavez için problem değil. Chavez Amerikan emperyalizmiyle işbirliği yapmayan bütün Latin Amerika ülkelerine petrol veriyor.” diye söze başlayan Petras sözlerini “Siz de kendi hükümetinizi Amerika’yla işbirliği yapmaması için sıkıştırın size de ucuz petrol satsın.” diye noktaladı. Petras elbette Venezuela’nın gündelik petrol üretiminin 1,5 milyon barel olduğundan yapılan indirimin 34 bin barel, yani Venezuela’nın petrol üretiminin yüzde ikisi olduğundan söz etmedi. Bu petrol programının yeni bir şey olmadığından 1980’lerin başından beri Venezuela ve Meksika tarafından da sürdürüldüğünden, Amerika Birleşik Devletleri’nin böyle yüzlerce programı olduğuna da değinmedi Petras.

Toplumsal hareketlerden bir şeyler öğrenme umuduyla üniversiteleri değil de toplumsal hareketleri ziyaret ettiğini açıklayan Petras gerilla hareketlerinin geleceğine ilişkin bir soruya da yanıt verdikten sonra, meşgul bir üniversite profesörü edasıyla zamanının olmadığını söyleyerek söyleşiyi noktaladı. Sorularımızın devamını getirmek için yanına yaklaşıp kendisine gazetemizi verdikten sonra Petras’a Avrupalı emperyalist devletlerden hiçbirini karşısına almayan Chavez’in bir antiemperyalist sayılıp sayılamayacağını sorduk. Bugünkü asıl düşmanın Amerikan emperyalizmi olduğunu belirten Petras, ilerici sayılmanın temel kriterinin Amerikan emperyalizmine karşı mücadele etmek olduğunu, diğer meselelerin ikinci planda olduğunu söyleyerek yanımızdan ayrıldı.

Soğanlı Halkevi’nde konuşan bu emekli profesör, sol akımlara akıl hocalığı yapmaya meraklı aydınlarımızı, kimisi üniversitede kükreyen, kimisi üniversiteye küsmüş, kimisi kendi üniversitesini kurmuş akademisyenlerimizi bizlere anımsattı. Tıpkı onlar gibi Petras da ipliği pazara çıkmış liberallere, işçi sınıfının açık sözlü düşmanlarına savaş açıyordu. Düşman kimi zaman George Bush, kimi zaman faşizm, kimi zaman Türk ırkçılığı, kimi zaman neo-liberal sosyal politikalar, kimi zaman postmodernizm, kimi zaman da sivil toplumculuk oluyordu. Petras ve benzerleri de bu düşmanlara karşı mücadele ederken sözüm ona marksizmi, sosyalizmi savunduklarını iddia ediyorlardı. Oysa yaptıkları gibi, Petras örneğinde olduğu gibi Bush’a karşı Alman emperyalizmini, faşizme karşı burjuva demokrasisini, şovenizme karşı sosyal şovenizmi, neo-liberalizme karşı sosyal devletçiliği ve kalkınmacılığı, postmodernizme karşı burjuva aydınlanmacılığı, sivil toplumculuğa karşıysa darbeciliği savunmak marksizmi miyadı dolmuş, gerici bir burjuva ideolojisine indirmekten başka bir sonuç vermiyordu. Marksizmin bu şekilde tahrif edilmesini engellemek elbette Petras ve benzerlerine karşı bir ideolojik savaş açarak değil sol içinde bu türden okumuşları Türkiye sosyalist hareketine devrimci marksist diye pazarlamaya yeltenen oportünist öbeklere karşı verilen politik bir mücadeleyle mümkün olacaktır. Sosyalist akımların içindeki devrimci güçleri komünist bir hatta birleştiren, ideolojik ve politik bir merkez, marksizm ve komünizm konuşma otoritesini kazanmış bir devrimci parti inşa edilmediği sürece koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denmeye devam edilecek, Petras gibiler içini boşalttığı marksizmi savunan şövalye rolünü oynamayı sürdürecektir.

Yenibosna’dan Komünistler

...

Petras’a göre Arjantin’deki hücum hattının örnekleri kapitalistler tarafından terk edilmiş fabrikaları işgal eden ve bu işyerlerini işçi denetimi temelinde üretime sokan işçilerdi. Petras işçi denetimi derken sadece işçilerin değil tüm toplumsal katmanların denetimi olduğunu belirtmek fabrikaları işleten işçilerin yardımlarına muhasebecileri ve psikiyatristleri de çağırdığını belirtti. Petrasa göre işçiler karmaşık hesapları yapmak için muhasebecilere gereksinim duyuyorlardı. Psikiyatristlerse, her gün ordu ve polisin fabrikalara müdahalesinden korkan işçilerin endişelerini yatıştırmak, gerilimlerini almak içindi.

Bir arkadaşımız “Madem işçilerin denetimini bu denli önemli buluyorsunuz aynı zamanda Arjantin’de işçilerin her an ordunun ve polisin müdahalesinden endişelendiğinizi belirtiyorsunuz. O halde işçilerin bu sorun karşısında psikiyatristlere başvurmak yerine ordu ve polis teşkilatını dağıtıp silahlı kuvvetler üzerinde de kendi denetimlerini kurmaları gerekmez mi? Şu anda Venezuela’da ve Arjantin’de işçilerin ordu ve polis teşkilatı üzerinde denetiminin arttığını gösteren gelişmeler var mı? Eğer varsa bunlardan bizi haberdar edebilir misiniz?” sorularını yöneltti.
------------
Kırtasiye Devrimcileri
gönderen: venceremos Friday, Feb. 10, 2006 at 11:41 PM

Venezüelladaki demokratik devrimin ilkel bazı düşüncelerle karalanması üzerinden kendilerini genç bir kesime keskin kalem devrimcileri olarak beğendirmeye çalışan takiyeci troçkistler komik oluyor. Bu devrimi eksik bulalım veya bulmayalım, Chavez iktidarı altında bütün komünist, devrimci, ilerici güçler tam bir propaganda özgürlüğüne kavuşmuştur, devrimci güçlerin üzerinde hiçbir devlet baskısıı yoktur, işçi sınıfı ve bütün halk kesimleri içinde özgürce propaganda ve örgütlenme çalışması yürütebilmektedirler, hatta Chavez yönetimi işçilerin ve emekçi yığınların ilerici sendika ve partiler etrafında örgütlenmesini bizzat teşvik etmektedir. Venezüella devrimi, ve bolivarcı devrimci demokratik iktidarla kıtadaki ilerici güçlerin Amerikan emperyalizme karşı mücadeleleri günümüzün önemli bir siyasal olayıdır. Kendisine Marksist diyen bir insan bu süreci ciddi olarak incelemeye, anlamaya çalışır. Allende'yi bile aşağılamakta kendilerine göre bir fayda gören böyle ilkesiz, tarih bilincinde yoksun "solcular" nereden çıkıyor anlamak mümkün değil.
------------
senin çıktığın yerden çıkıyorlar!!!
gönderen: x Sunday, Apr. 09, 2006 at 3:29 PM

"solcular"ı soruyorsan nerden çıktığını bir daha düşün!! komünistleri soruyorsan, sınıfın içinde, onlara gündelik yaşamlarını örgütlemeyi, ve kendi öz örgütlülüklerini yaratmayı öğretiyorlar...

az laf çok iş...
------------
chavez gerçeği
gönderen: asya Thursday, Aug. 24, 2006 at 3:02 PM

, sistemin hala daha kapitalist sistem olduğunda anlaşalım önce bir. Zira hala kapitalizmin yasaları egemen. Birkaç fabrikada işçilerin yönetimde söz sahibi olmaları, halk yararına yapılan sosyal politikalar sosyalizmin kurulduğu anlamına gelmiyor kuşkusuz. Venezuella’da şu andaki sistemi, demokratik bir sistemin sola sapmış hali olarak nitelendirmek pek yanlış olmasa gerek. Devamlı dillendirilen bir ‘devrim’ sözcüğü, kapitalizm eleştirileri, sosyal reformlar var kuşkusuz. Bu demokratik yapıdan biraz daha ileri giderek sol vurgusunu da yapmam bu nedenle. Bir sosyal-devlet yapının varlığını da bu anlamıyla kabul edebilirz. Ancak unutmamak gerekir ki bir sosyal-devlet anlayışı ancak kapitalist sistem altında mümkün olabilir.
Kapitalist sistem, tarihsel olarak devrimci niteliğini tükettiğinden beri; gerici, yozlaşmış bir niteliğe bürünmüştür. Ve doğası gereği bu nitelik çelişiktir. Bir yanda burjuvazi olabildiğince ilerleyip zenginleşirken, diğer yanda tüm işçi ve emekçi sınıf gün be gün yoksullaşmaktadır. Kapitalizmin ana yasalarından biridir bu sınıflararası karşıtlık. Ve sosyal-devlet anlayışı bu şartlarda kendine yaşama alanı bulur. Burjuvaziyle ekonomik ve siyasi olarak, arası iyiden iyiye açılan proletaryanın, bu gerikalmışlığını (yine ekonomik ve siyasi olarak, ve kapitalist sistemdeki gerikalmışlığı, elbette ki bir devrim yaratma gücüne bu gerikalmışlıktan dolayı yine onlar sahiptir! ) gizlemek için yaratılan politikalardır bunlar. Diğer bir anlamıyla isyan ateşinin alevlenmemesi için, verilen kırıntı haklar.
Bu hakların aman aman kötü ve kabul edilemez bir şey olduğunu söyleyemeyiz elbette.
Proletaryanın toplumsal bir örgütlülük yaratabilmek için, tüm hakları sonuna dek
kullanması taraftarıyım. Ancak yalnızca bu haklarla yetinilmemeli. Nihayi hedefin
kapitalizmi yıkmak ve sosyalizmi kurmak olduğunu unutmadan hareket edilmeli, bu sosyal
haklar da bu yol da yalnızca bir araç olarak kullanılmalı, amaç haline getirilmemeli.

------------
gönderen: biri Thursday, Aug. 24, 2006 at 11:14 PM

venezuella'da bir devrim olmadığı muhakkak. devrimlerin karakterini taşımayan ama "seçim"le iş başına bir sosyalistin getirilmesiyle bazı şeylerin düzelebileceğine kanaat getiren bir hareket bu. muhaliflerini kesmek de bir başka karakteri olacak tabi (o muhalifler kapitalist olmasa bile)
bunun dışında, "Çok farklı kökenlerden gelip, anti-emperyalizmi anti-ABD’ciliğe indirgedikleri için, ABD karşıtı olmaktan başka özelliği olmayan hareket" bu bize TKP'yi hatırlatmıyor mu? taa SİP zamanından bu yana aynı politikayı, aynı söylemi sürdüren ve ABD karşıtlığından daha büyük kampanyalar üretemeyen TKP'den böyle bir eleştiriyi duymak ilginç.

Kaynak: İndymedia

yanan_odun
Valid XHTML 1.0 Transitional  Valid CSS!
Bu site bir uzumbaba.com yapımıdır Başlangıç
tarihi 2004.
Uzumbaba Anasayfa