E

Ğ

E

R


İ

N

S

A

N


İ

S

E

N


Ö

L

M

E

Z

S

İ

N


K

O

R

K

M

A
Uzumbaba Anasayfa Hacıbektaş logo Pirsultan semah 
Konuyla ilgili yazılar

Gülen bugüne nasıl geldi?

Gülen tarihi

Vaaz ve kasetleriyle

Bir vaaz örneğini seyredebilirsiniz

Uzun vaadeli

Gülen ve CİA

Türkmenistan çıkartması

Nurettin Veren çatlağı

Gülen ve Nazlı Ilıcak'tan yanıt

Son kitaplarından biri acaba Gülen'in mi

Fethullah Gülen ve medya atağı

Eleştiri sınırlarını aşıp kampanyaya çevirdiler

Takke Düştü

Kocamı Fethullahçılara kaptırdım

New York sokakları('Kocamı Fethullahçılara kaptırdım'a Fethullahçı yanıtı)

Platforma dön

Bıkmadınız mı Fethullah Gülen ile Uğraşmaktan?

Nurettin Veren adını taşıyan bir kişi, birkaç senedir ortalarda dolaşıyor ve Fethullah Gülen'i ona buna şikâyet ediyor. İddiasına göre, Gülen, ona o kadar kızgınmış ki, Amerika'ya ziyaretine gittiğinde kendisini öldürmek istemiş! Gülen'in kızgınlığı da, bir ara medyaya yansıyan ve "çete lideri" gerekçesiyle yargılanmasına yol açan kasetlerin, Nurettin Veren tarafından basına satıldığı iddiasından kaynaklanıyormuş.

Hiçbir ciddi müessese veyahut kişi, Veren'in sözlerine değer vermedi. Sonuçta, Doğu Perinçek ve Aydınlık dergisi ona sahip çıktı.

40 yıllık arkadaş

Gülen aleyhine zaman zaman bazı komplolar hazırlanır. Bu cemaati kamuoyu nezdinde yıpratmaya çalışan girişimler göze çarpar.

Nurettin Veren, bu yılın Mart ayında beni telefonla aramış ve Fethullah Gülen'in kendisini öldürmek istediğini daha o zaman söylemişti. Ayrıca, Fethullah Gülen'in sağlık durumunun iyi olmadığını, hafızasını ve aklî melekelerini kaybettiğini, Fethullahçılar içinde bir yarışın başladığını, Gülen'in koltuğunun taliplilerinin birbiriyle mücadeleye giriştiğini anlatmıştı. Tam da aynı tarihte, Cumhuriyet gazetesinden Hikmet Çetinkaya bir yazı dizine başlıyordu. Anons şöyleydi: "Son 40 yılın öyküsü. Fethullahçılar nasıl örgütlendi? Bugünlere nasıl gelindi? Gülen'in sağlık sorunları vs..."

Belli ki, Gülen'in 40 yıllık arkadaşı olduğunu söyleyen Nurettin Veren -ki gerçekten de 1961 yılından beri tanışıyorlar-, Hikmet Çetinkaya ile işbirliği yapmak suretiyle, bütün eski dostlarına bir darbe vurmaya hazırlanıyordu; Cumhuriyet'teki yazı dizisinin kaynağı oydu.

600 dolarlık borç

Peki Veren neden böylesine kızmıştı? Onun da cevabını telefonda bana söylemişti: "2003 yılı sonunda Zaman gazetesinin künyesinden ismimi çıkardılar."

Oysa Veren'in künyeden adının çıkarılmasının bir arka planı var. İhtilâf, 1990'ların ortalarına kadar gidiyor. Bugün Hikmet Çetinkaya ile dost olan Nurettin Veren, 1995'te Çetinkaya'nın hedefindeydi. Çetinkaya, Kazakistan ziyaretini 13 Eylül 1995 tarihli Cumhuriyet'te şöyle anlatıyordu: "Kaldığımız Marco Polo Oteli'nde hesabı herkesin kendisinin ödeyeceği Türkiye'de duyuruldu. Gezi rehberinde de yazılıydı. Ben hesabı ödedim. Hemen arkamda Veren vardı. Anahtarı verdi, hesabı ödemeden dışarı çıktı. Otel yetkililerinin uyarısını dinlemedi. Hesabı, Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdür Yardımcısı Ataman Yalgın 'lânet olsun' deyip ödedi. Başbakanlık Basın Müşaviri Mehmet Bican, ertesi gün Veren'i sıkıştırıp, 600 doları aldı. Orada öğrendim ki Veren, daha önceki Özbekistan gezisinde de parasını ödememiş; Dışişleri de üstlenmemiş; iki ülke arasında bu konuda yazışmalar devam ediyormuş."

Nurettin Veren'in 40 yıllık arkadaşlarına sırtını dönmesiyle birlikte, gazeteci Hikmet Çetinkaya nezdinde itibarı da artmış olacak ki, 16 Kasım 2004 tarihli yazısında Çetinkaya, Veren'in bir mektubuna dayanarak, onun, Fethullah Gülen tarafından öldürülmek istendiği iddiasına sahip çıktı. (Bu iddiayı veren, pişirip pişirip gündeme getiriyor. Nitekim Mart 2004 bana aynı şeyleri söylemişti.)

Çetinkaya, 600 doları vermediği için teşhir ettiği Nurettin Veren'in dürüstlüğüne ve doğruyu söylediğine acaba nasıl inanıyor? Bu iddiaların bir şantaj aracı olarak kullanılması ihtimalini hiç düşünmüyor mu?

Hikmet Çetinkaya'nın 1995 tarihli makalesinde örneğini verdiği hareket tarzı, çeşitli vesilelerle tekrarlanmış, Veren'in, para alışverişlerindeki tavrı, Gülen'in hoşuna gitmemişti. Bu yüzden cemaat kendisinden yavaş yavaş uzaklaştı.

Aksu'ya suç duyurusu

Veren, 3 Ocak 2003'te İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'ya bir dilekçe vererek, Fethullah Gülen tarafından öldürülmek istendiğini beyan etmiş ve suç duyurusunda bulunmuştu. Şimdi Aydınlık'a "Ben böyle bir dilekçe verdim ama Abdülkadir Aksu konuyu ört bas etmek için elinden geleni yaptı" diyor. Halbuki, 10 Ocak 2003 tarihinde suç duyurusu dilekçesini kendisi geri aldı ve bu iddiasının doğru olmadığını, hırsa, öfkeye kapıldığını, öç alma duygusuyla böyle davrandığını belirtti. Gülen'in yakınları, bana, suç duyurusu dilekçesiyle, bu dilekçeyi geri almak için verilen ikinci bir yazıyı gösterdiler.

Demek, Veren, doğru konuşmuyor.

Zaman'ın künyesinden isminin 2003 yılı sonunda çıkarılması da, beraberce kararlaştırılmış bir husustu. Nurettin Veren'in cemaat içinde tasvip edilmeyen davranışları, hatta zaman zaman şantaja başvurma eğilimi karşısında isminin künyeden çıkarılmasına karar verildi. Buna mukabil, kendisinin ricası ile, adının bir süre daha, 2003 yılı sonuna kadar Zaman'ın künyesinde kalmasına müsaade edildi.

Site hack'landı

Nurettin Veren, www.nurettinveren.org isimli bir sitede görüşlerini duyurduğunu, fakat sitesinin Aksiyon dergisinde çalışan bir muhabir tarafından (Yasin Kesen) hack'landığını ve ismiyle ilgili bütün sitelerin gene aynı muhabir tarafından satın alındığını iddia ediyor. Bu iddia üzerine Yasin Kesen bir açıklama yaptı ve "nurettinveren.com, org, net gibi adreslerin kendisi değil, Dünya Telekom tarafından alındığını" söyledi.

"Nurettinveren.org" adresi ise, Ankara'da iş yapan Kaynak AŞ tarafından kurulmuş, yayını da gene, Kaynak AŞ tarafından durdurulmuştu. Çünkü Kaynak AŞ, aynı zamanda AK Parti'nin web sitesini hazırlayan bir şirketti ve Fethullah Gülen'e kıyasıya saldıran Nurettin Veren ile işbirliği içinde görünmek istememişti.

Veren'in akıllara ziyan bir açıklaması da şöyle: "Alaaddin Kaya ile görüştüğünü ve ona 'Sıfırdan kuruluşunda bulunduğum Zaman gazetesi, Samanyolu televizyonu, Asya Finans ile Gazeteciler Yazarlar Vakfı gibi müesseselerdeki hisselerimin bana iade edilmesi gerektiğini' söyledim."

Sadece bu sözler dahi, Nurettin Veren'in kimliği ve zihniyeti hakkında ipuçları veriyor. Kaç para yatırmış, Zaman gazetesine ve Asya Finans'a? On milyonlarca dolarla ifade edilen bu varlıklar niçin Nurettin Veren'e verilecek? Neymiş oradaki hisseleri? Bu hisseleri nasıl elde etmiş?

Cesaret mi?

Nurettin Veren, bir çok önemli gazeteciyle temas kurmuş, kimse ona yüz vermemiş. O, bunu, "cesaret edemediler" şeklinde yorumluyor. Nurettin Veren'in iddialarına sahip çıkıp, destek verenlere baktığımızda, "cesaret edemediler" yorumunu haklı bulmuyoruz. Ciddi insanlar bunun bir manipülasyon olduğunu, Gülen'i yıpratmak ve dindar kesim üzerine yeni bir korku dalgası salmak amacının güdüldüğünü anladılar. Kimse, Hikmet Çetinkaya, Doğu Perinçek ve Aydınlık dergisiyle aynı çizgide olmak istemedi.


Nazlı Ilıcak, Dünden Bugüne Tercüman, 01.12.2004

...........................

Fethullah Gülen'den yanıt:

Müfterî Ne Derse Desin, Bizim Tek Sevdâmız Var!


Soru: 1999 Haziran'ında aleyhinizde estirilmeye çalışılan kaset fırtınası ve bir bardak suda boğma kampanyası günümüzde de tekrarlanmak mı isteniyor acaba? Kendi edep ve üslubunuz gereği sükutu tercih etmenize, maruz kaldığınız insafsızca hücumlara mantıkî mahmiller bulmaya çalışmanıza ve herkesle bir çeşit diyalog köprüleri kurma gayretlerinize rağmen hâlâ değişik iftira, isnat ve hatta komplolarla size saldırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Şimdiye kadar, maruz kaldığım asılsız isnat ve ithamları bir husumetin neticesiymiş gibi değil, hep bir içtihat hatası olarak kabul ettim. Bana sağdan-soldan taş atanların kötü bir kasıtlarının olacağına ihtimal vermedim. Onların, bir içtihat mülahazasıyla konuştuklarına ve dini başka bir zaviyeden yorumladıkları için bazen bilmeyerek yakışıksız beyanlarda bulunduklarına inandım. Eğer, çok küçük ve sayıları az bir kesim, millete malolmuş bir kısım hizmetleri benim şahsımda görerek kıskançlık ve hazımsızlıkla bazı çirkin şeylere tevessül ediyorlarsa, onları da beşerî zaaflarına verdim; verdim ve en amansız şekilde hücum edenlere bile şahsım adına mukabelede bulunmayı hiç düşünmedim.

Doğrusu, benim şuna-buna mukabelede bulunmama da hiçbir zaman ihtiyaç kalmadı; zira Haziran hadisesinde de sonrasında da, toplumun yüzde seksenbeşi, aleyhimizde yapılanları bir çığırtkanlık olarak gördü; itham ve iddialara hiç inanmadı. Ben de üslûbuma aykırı hareket etme mecbûriyetinde kalmadım. Zaten verilmiş bir sözüm vardı; şu fânî dünya için kem söz söylemeyeceğime ve gönül kırmayacağıma söz vermiştim. "Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere ve zindanlarda bana yer hazırlayanlara da hakkımı helâl ettim." diyen dava erinin bu duygularını paylaşacağıma söz vermiştim. Kimseye küsüp darılmayacağıma, Allah'ın rızasına yürüdüğümüz sevgi ve hoşgörü yolunda ölümü dahi bir bayram hediyesi gibi karşılayacağıma ve Allah'a ait hukuka karışamam ama, bana ait hiçbir haktan dolayı kimseden davacı olmayacağıma söz vermiştim. Bundan dolayı da, kendilerini "hasım" bizi de "öteki" ilan eden ve en tecavüzkar hücumlarla üzerimize gelen insanlar hakkında bile sadece hidayet duasında bulundum, "Allah hidayet etsin, sırat-ı müstakîmi göstersin" dedim. Mazhariyetlerimiz ufkundan bakınca acıdım o mahrumların hâline ve "Ya Rabbi, şu mahrumîni de merhumînden eyle" diye yalvardım. Çok üzüldüğüm anlarda bile beddua etmedim, kimseyi lanetlemedim.

Şu kadar var ki, şahsım hakkındaki iddia ve ithamları gülerek karşılasam ve mukabelede bulunmayı, hak aramayı kat'iyen düşünmesem de, en olumlu gayretler etrafında şüpheler uyararak, en yararlı sözleri sağa-sola çekerek, bölüp parçalayarak, montajlarla farklı kalıplara ifrağ ederek diyalog çalışmalarını kundaklayanları da -hidayet dileği alternatifi olarak- Azîz u Kahhâr'a şikayet etmekten kendimi alamadım; onlar hakkında da "Allah'ım, Sana havale ediyorum" demekle müteselli oldum.

Tabiatları düşmanlığa, tecavüze, anarşiye, iftiraya kilitlenmiş tahrip yanlısı bu insanları Allah'a havale ettim ve ediyorum; zira, onların yaptığı, sadece bir ferdin hakkına tecavüz değil, bir milletin bugünü ve yarınlarıyla oynamaktı, Türkiye'nin aydınlık geleceğini karartmaktı. Maalesef, bu marjinal kesim, kendi aklıyla hareket etmeyen bir kısım mütehayyir ve müteredditleri de yanlarına alarak herkesin "hoşgörü" deyip uzlaşma aradığı bir mübarek süreci dinamitlediler. Onunla da yetinmeyip, bu bir fırsattır diyerek dine hücum etti ve bütün dindarları karaladılar. Hemen herkesi bir ideolojinin insanı gibi göstererek, kimini dinci, kimini de bir tarikat mensubu diye fişleyerek irtica çığırtkanlığıyla her yerde fitne ateşleri yaktılar ve bir zaman kızıl bayraklar altında toplanıp millete, devlete yağdırdıkları aynı küfürleri bu defa da dindarlara karşı savurdular. Günümüzde de küfürler savurmaya ve fitne ateşlerini körüklemeye devam ediyorlar.

Onları bir ölçüde anlamak ve "Kendi kötü tabiatlarını ortaya koyuyorlar, vazifelerini yapıyorlar." demek mümkün. Fakat, milletimizin gelişip büyümesini istemeyen bir kısım dış güçlerin piyonluğunu yapanları, bazı vaadlere aldanarak onların ardına takılanları, dün vatan ve millet düşmanı bildikleri kimselerle bugün kolkola çalışanları nereye koyarsınız? Evet, dünün dostlarının bugünün düşmanlarıyla yanyana ve elele olmasına hayret ediyorum.. hayret ediyor, gönül koyuyor ve "değer miydi?" demeden edemiyorum: Değer miydi, bir kaç senelik dünya uğruna ahireti tehlikeye atmaya? Değer miydi makam-mansıp adına din düşmanlarına el uzatmaya? Değer miydi para-pul hatırına onca dosta ihanet etmeye? Değer miydi?..

Evet, şahsım adına maruz kaldığım yalan, tezvir, itham ve iftiralara tahammül edebiliyor ve her şeyi sineme çekebiliyorum. Fakat, dinine ve milletine hizmetten başka bir sevdası olmayan, "Bu bir gönüllüler hareketi dir" deyip kendi üzerine düşen yükü omuzlarken herhangi bir dünyalık beklentiye de girmeyen bahtiyarlara atılan iftiralar ve onlar hakkındaki komplolar karşısında çok üzülüyorum. Hele bana isnad edilerek o mübeccel hizmetlerin aleyhinde olunmasına ve muasır medeniyetlerin de önüne geçmesi muhtemel Türkiye'nin yolunun tıkanmasına dayanamıyorum. Aslında, bana ve benim şahsımda gönüllüler hareketine yapılan hakaretleri hiç çekinmeden bütün dünyanın duyacağı şekilde, yapanların yüzlerine vurabilirim. Ne var ki, ülkemizin her zamankinden daha çok sulhe, sükûna, iç huzura ve devlet-millet kaynaşmasına muhtaç olduğu bir dönemde, bize yapılanlar ne olursa olsun, katlanmak mecburiyetinde olduğumuz kanaatindeyim.

İşte bu duyguyla, seneler var ki, zulmü lânetlemek, zalimin yüzüne tükürmek, müfterîye ağzının payını vermek, komplocuya "yeter artık" demek tâ dilimin ucuna kadar geliyor ama milletimin sulh, sükun ve iç huzurunu düşünerek kimseye bir şey demiyor; Allah'ın görüp bildiğini düşünüyor; karakter, düşünce ve üslûbumun hatırına herkesin yalan-doğru sesini yükselttiği durumlarda bile ben bir "Lâ Havle" çekip "Buna da eyvallah" demekle yetiniyorum. Müsaadenizle, bir münasebetle söylediğim sözü tekrar edeyim: "Ne yapalım, Allah, ısırmak için bir diş, parçalamak için de vahşî bir pençe vermemiş, elimizden bir şey gelmez ki...! Ayrıca, herkes kendi karakterinin gereğini sergiler, karakterimize rağmen farklı bir tavır takınmayı kendimize karşı saygısızlık sayıyoruz ve böyle bir saygısızlığı irtikâp etmemek için, gürül gürül konuşacağımız bir yerde sadece yutkunmakla iktifa ediyoruz."

Gerçi böyle davranmak çok defa zalimi cesaretlendiriyor, müfterîyi daha da azgınlaştırıyor, mütecâvizleri küstahlığa sevk ediyor; ama, ben kendi kendime: "Ne de olsa bunlar da insan, bir gün insan olduklarını düşünür ve bu tür münasebetsizliklerden vazgeçerler." diyor ve herkesin insafa geleceği bir eşref saat beklemeye koyuluyorum.

Onlar insafa gelir mi gelmez mi bilemeyeceğim. Fakat, bildiğim bir şey var ki, isnad, itham ve iftiralarla atılmaya çalışılan çamur asla tutmayacak ve kamu vicdanı doğru ile yalanı mutlaka ayırt edecektir. Çünkü ehl-i insaf da takrir etmektedir ki, bizim, Allah'ın rızasından ve milletimizi dünya muvazanesinde hak ettiği yere taşımaktan başka bir isteğimiz olmamıştır ve olmayacaktır. Bu konuda, dinine ve milletine hizmet eden samimi insanlara güvendiğim gibi, kendi adıma da, maddî-manevî makam sahibi olmaktan, iyi bir insan olarak bilinip tanınmaya kadar her türlü dünyevî isteği Rabbime, Efendime ve dinime karşı vefasızlık kabul ediyorum. Dinime ve milletime hizmet duygusu benim biricik sevdamdır; o bütün bütün ufkumu kaplıyor ve bana başka arayışların ardına düşme ihtiyacı bırakmıyor. Zaten bu sebeple, dünya namına bir şeye sahip değilim ve kendime ait bir evim bile olmadan ötelere yürüme muradındayım. Bir başka münasebetle dediğim gibi, "Kendime ait bir zeytin dalım bile yoktur. Eğer olsaydı, onu da barışın remzi olarak hasmâne tavır takınanlara uzatırdım."

Kaynak: herkul.org, 28.11.2004
yanan_odun
Valid XHTML 1.0 Transitional  Valid CSS!
Bu site bir uzumbaba.com yapımıdır Başlangıç
tarihi 2004.
Uzumbaba Anasayfa