Konuyla ilgili yazılar
Gülen bugüne nasıl geldi?
Gülen tarihi
Vaaz ve kasetleriyle
Bir vaaz örneğini
seyredebilirsiniz
Uzun vaadeli
Gülen ve CİA
Türkmenistan çıkartması
Nurettin Veren çatlağı
Gülen ve Nazlı Ilıcak'tan yanıt
Son kitaplarından biri acaba Gülen'in mi
Fethullah Gülen ve medya atağı
Eleştiri sınırlarını
aşıp kampanyaya çevirdiler
Takke Düştü
Kocamı Fethullahçılara
kaptırdım
New York sokakları('Kocamı
Fethullahçılara kaptırdım'a Fethullahçı yanıtı)
 |
Eleştiri sınırlarını aşıp kampanyaya çevirdiler
"AKP ve Gülen hareketinin araştırmanın bulgularını
önemsemelerini beklerdim"
'Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler,
başlıklı araştırmanın kamuoyunda yarattığı yankı, araştırılması
gereken sosyolojik bir olaya dönüştü. Bu tepkiler, Türkiye'de
özellikle cumhuriyet döneminde düşünce hayatımızı ikiye bölmüş
olan din, modernite ve laiklik konularında farklı görüşte olan
kesimler arasında uzlaşı sağlanmasının ne denli güç olduğunun
göstergesi'
Bu yazıda, İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener'le birlikte
yürüttüğümüz araştırma hakkında yayımlanan eleştirileri
değerlendirmek istiyorum. Yazının bugünkü bölümünde genel
yorumların yanı sıra "İslami kesimden," özellikle Fethullah
Gülen hareketi çevresinden gelen eleştirilere değineceğim.
Yarınki bölümünde ise kamuoyunda "liberal aydınlar"
tanımlamasıyla bilinen kesimden pek çok kişinin, bu araştırmaya
neden tepki gösterdiğini ele alacağım. Bir meslektaşım, "Bu
çalışma Türkiye'nin iki kez röntgenini çekti" dedi. "İlki
sonuçlarıyla, ikincisi tepkileriyle." Sonuçları kamuoyuna
açıkladığımız 19 Aralık 2008 tarihinden bu yana, araştırma
hakkında yazılı basında ve görsel medyada 700 civarında
haber/tartışma/köşe yazısı/yorum yer aldı. Araştırmanın
kamuoyunda yarattığı bu yankının, ayrıca araştırılması gereken
sosyolojik bir olaya dönüştüğü kanısındayım. Bu tepkileri,
Türkiye'de Tanzimat'tan bu yana ve özellikle Cumhuriyet
döneminde düşünce hayatımızı ikiye bölmüş olan din, modernite ve
laiklik konularında farklı görüşte olan kesimler arasında uzlaşı
sağlanmasının ne denli güç olduğunun bir göstergesi olarak
okuyorum. Türkiye bugün halkın birlik ve beraberlik içinde
yaşadığına dair söylevlerin gerçeği örtmeye yetmediği bir
bölünmüşlük yaşamakta. Araştırmamızın bulguları ve gösterilen
tepkiler, temel ilkeler üzerinde uzlaşmış, farklılıkların
zenginlik olarak görüldüğü, ortak bir vizyonu ve kaderi paylaşan
insanlar topluluğu görünümü vermiyor.
ELEŞTİRİLER SONUÇLARI TARTIŞMAYA YÖNELMEDİ
Böyle olmadığı içindir ki araştırmanın başlattığı tartışmanın,
soğukkanlı ve ortak akıl üretmeye yatkın olduğunu
söyleyemeyeceğim. Dil cambazlıklarıyla işi hakarete döken bir
kaç "yazıyı" dışarıda bırakacak olursak, ne yazık ki araştırmaya
yöneltilen eleştirilerin hemen hemen tümü sonuçların
tartışılmasına yönelmek yerine, bilimsel olmadığı iddialarının
arkasına sığınmayı yeğledi. Sonuçlar, "İslamiyet'te
ötekileştirme yoktur" türü daha çok din âlimlerinin alanına
giren ancak sosyal gerçeklikle ilgisi olmayan önermelerden
tutun, "Anadolu'da zaten eskiden beri önyargılar mevcuttu" türü
kabullenmelere kadar geniş bir yelpazeyi kapsadı. Oysa kaleme
aldığımız araştırma raporu, bu coğrafyada tarihsel arka plandan
kaynaklanan dışlanma ve baskı örnekleri ile AKP iktidarının
kadrolaşması ve Fethullah Gülen hareketinin Anadolu'daki
faaliyetleri sonucunda yeni ortaya çıkmış bir iklimin
tezahürleri arasındaki farkı ayırmaya çalışmıştı.
BİRİ DIŞINDA BÜTÜN KENTLERE BEN DE GİTTİM
Bilimsellik kıstası, araştırmanın metodolojisine
yönelik itirazlara ilişkindi. Önce şunu belirteyim ki,
araştırmayı yürütenlerin "sıradan gazeteciler" olduğu ve benim,
bu arkadaşlarımın bulgularına imza atmaktan öte pek bir şey
yapmadığım iddiası gerçekleri yansıtmıyor. Çalışmayı birlikte
yürüttüğüm arkadaşlarımın özgeçmişlerine bakma zahmetine
katlanılacak olunursa, "sıradan gazeteciler" olmadıkları
anlaşılabileceği gibi, rapor okunduğunda onlarla birlikte, tek
bir kent hariç, tümüne gittiğim görülecektir. İkincisi,
araştırmayı Açık Toplum Enstitüsü'nün "yaptırttığı" iddiası da
doğru değil. Bu konuyu onlara ben götürdüm ve Boğaziçi
Üniversitesi Araştırma Projeleri fonlarıyla birlikte, mali
desteklerini istedim. Araştırmanın kurgulanması, yürütülmesi ve
yazılım aşamalarında bu kurumların hiçbir müdahalesi olmadı.
Sonuçlardan ve rapordan bu kurumlar sorumlu tutulamaz. Bunu
vurgulamanın özellikle önemli olduğunu düşünüyorum çünkü Zaman
gazetesi ve Aksiyon dergisinde yayınlanan iki yazıda, Açık
Toplum Enstitüsü Yönetim Kurulu Başkanı'nın raporu eleştirdiği
ve benimsemediği belirtildi. Her çalışma tabii ki, destek veren
kuruluşların yöneticileri ve çalışanları dahil, herkesin
eleştirisine açıktır.
İSLAMİ KESİMİ DEĞİL, ONLARIN DIŞINDAKİ KESİMİ ARAŞTIRDIK
Üçüncüsü, İslami kesim ve özellikle örtünen kadınlar
hakkında yapılmış olan araştırmalarda, diyelim ki, örtünme
konusunun neden başı açık kadınlar yerine sadece örtülü
kadınlarla konuşulduğunu sorgulamayı aklına bile getirmemiş
olanların, bu çalışmada "sadece laik kimliktekilere" bakılmış
olmasını metodoloji açısından eleştirmelerini anlamakta zorluk
çekiyorum. İslami kesim çalışmaya dahil edilmedi, çünkü bu
araştırma onları değil, bu çevrenin dışındakileri irdelemeye
yönelikti. Tıpkı, ölümcül hastalığı olan insanların ne
hissettiklerini anlamak için gidip sağlıklılarla
konuşulamayacağı gibi. Kimi liberal yazarların iddia ettiği
gibi, araştırma evrenini İslami kesime "düşmanca" bakan kişi ve
gruplarla sınırladığımız da doğru değil. Konuştuğumuz
Alevilerin, gençlerin, Kürt kökenli öğrencilerin, solcuların,
kadınların, Romanların, esnaf ve işadamlarının çoğu laiklik
konusunu yaşamlarının merkezine oturtmuş kişilerden oluşmuyordu.
BENİM METODUMU ELEŞTİRENLERİN HİÇBİR ARAŞTIRMASINA
RASTLAMADIM
Dördüncüsü, akademik çevrelerde bile sosyal bilimlerin
kullandığı metodolojileri iyi bilen ancak tek tük akademisyen
varken, Türkiye'de bu kadar çok sayıda bu metodolojilere hakim
kişi olduğunu bilmiyordum. Ne var ki, bu "metodologlarımızın"
hiçbirinin yürütmüş ve yayınlamış olduğu bir araştırmaya
rastlamadım. Raporun uzunca bir bölümünü metodoloji
tartışmalarına ayırdık. Okunursa görülebileceği gibi, kamuoyunda
"bilimsel" geçerlilik kıstasına uygun tek yöntem sanılan anket
çalışmaları kanalıyla toplumsal gerçekliğin her boyutunun
irdelenmesi mümkün değildir. Sosyal bilimcilerin uğraş alanına
giren konuların çoğu, anket çalışmalarına elverişli de değildir.
Sosyal bilimler, bu tür pozitivist bilim anlayışından çoktan
uzaklaşmıştır. Bu nedenledir ki farklı mekân ve zamanlarda
meydana gelmiş olayların karşılaştırılması sonucunda bir örüntü
ortaya çıkartmak, araştırdığınız toplulukla antropologların
yaptığı gibi uzun süreler birlikte yaşamak, derinlemesine
mülakatlar yaparak insanların anlam dünyalarını keşfetmeye
yönelmek sosyal bilimcilerin sık başvurdukları metodoloji
örnekleri arasındadır. Bu tür metodolojiler, araştırılan evrenin
tümü hakkında genelleme yapmaya müsait değildir, ancak o evren
hakkında bize önemli bilgi sunar.
CİDDİYE ALINMASI GEREKEN BİRÇOK SORUNSAL ORTAYA ÇIKTI
Bu araştırmada derinlemesine mülakat yöntemini kullanarak bir
yıllık sürede 401 kişi ile gö-rüştük. Oysa bu yöntemi kullanan
araştırmalar, çok daha az sayıda kişiyle yapılır. Yöntemi
eleştirenler 401 kişinin nasıl olup da Türkiye hakkında
genelleme yapmamıza olanak tanıdığını sorguladılar. Bu
çalışmadan böyle bir genelleme yapılamayacağını, ancak, 401
kişiyle yaptığımız mülakatların sonuçlarının ciddiye alınması
gereken bir çok sorunsalı ortaya çıkardığını defalarca yazmış ve
söylemiş olmamıza rağmen. Bunun da ötesinde kimi yazarlar,
konuştuğumuz kişilerle "on dakika", hadi bilemediniz "bir saat"
zaman harcadığımızı, oysa derinlemesine mülakatların çok daha
zaman gerektirdiğini belirttiler. Bizimle birlikte olmadıkları
için ne kadar zaman harcadığımızı bilme imkânları olmaması bir
yana, bu tür kısa konuşmalarla yetinebilseydik, çalışmanın saha
araştırması safhası bir yılımızı almazdı.
GÜLEN HAREKETİNİN DIŞLAYICI TAVIRLARA KARŞI ÇIKMASINI
BEKLERDİM
Araştırmaya yöneltilen eleştirilerin çoğu Fethullah Gülen
hareketine yakın gazete, dergi, ya da televizyon kanallarından
geldi. Hatta, eleştiri sınırlarını aşıp aleyhimizde "kampanyaya"
dönüştü. Gülen hareketi içinde şahsen tanıdığım ve saygı
duyduğum isimlerden yola çıkarak, bu araştırmada bahsedilen ve
farklı kimliktekilere karşı uygulanan dışlama, aşağılama, hatta
kimi zaman şiddete varan davranışlara, benzer baskılardan
mustarip olmuş "İslami kesimin", özellikle diyalog/birlikte
yaşamak/kültürel çeşitlilik gibi ilkeleri önemsediği belirtilen
Gülen hareketi mensuplarının, karşı çıkmalarını beklerdim. Oysa
bu yapılmadığı gibi, raporda bahsedilen insanlara ve kesimlere
empatiyle bakan, bu anlatılanları ciddiye alıp tüm Müslümanların
bu tür ayrımcılık ve ötekileştirmeyi kınaması gerektiğini dile
getiren tek bir ses duymadım. Bu tavrın, Gülen hareketinin
diyalog ve uzlaşı çağrılarına ağır bir darbe indirdiği
kanısındayım.
FARKLI OLMAK TÜRKİYE'DE HERKES İÇİN SORUNLUDUR
Yürüttüğüm pek çok araştırmada ve yayınladığım yazılarda İslami
kesimin Cumhuriyet elitleri tarafından marjinalleştirildiğini,
siyasi güç odaklarından, sosyal statü gruplarından, entelektüel
prestij dünyasından dışlandığını, karikatürleştirildiğini, vb.
temaları ele aldım. Örtünen kız öğrencilerin üniversitelere
devam edememelerini bir hak ihlali olarak gördüğümü belirttim.
Ancak, Türkiye'de dışlanan ve baskı gören insanların sadece
İslami kesimden olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenlerdir ki, bu
araştırmada İslami kesim dışında kalanları ele aldık.
Saptadığımız tablo, Türkiye'de farklı olmanın her kesimden
insanlar için sorunlu olduğunu ortaya çıkardı..
GÜLEN HAREKETİNDE DİYALOG VE HOŞGÖRÜ ÖNEMSENİYORSA
Bu özgeçmişimi bildikleri halde Gülen hareketinin aleyhimizde
yürüttüğü kampanyanın arka planında, tabii ki bu hareket
hakkında raporda yer alan bölümler var. Bu konuda bilgi toplamak
amaçlarımız arasında değildi. Ancak, konuştuklarımızın tümü,
sormadığımız halde bize Gülen hareketini anlattıkları için
duyduklarımızı rapora eklemek zorunda kaldık. "Baskı" denince
insanların bu hareketi anlatmaya başlamaları, hareket içinde
gerçekten diyalog ve hoşgürüyü önemseyenlerin düşünmesi gereken
bir sorun. Oysa, araştırma aleyhine yürütülen kampanya bırakın
bu tür bir özeleştiriye girişmeyi, hakkında övgü dışında söz
söylemenin bile diyalog ve uzlaşı gibi kavramları nasıl
unutturabileceğini gösterdi. Rapor hakkındaki eleştirilerde,
Gülen hareketi hakkında bize anlatılanların ne gibi yanlışlar
içerdiğinin sorgulandığına rastlamadım. Bulunabilen tek
yanlışımız, öğrenciler için düzenlenen yemek davetlerinde ikram
edilen etli pilavın isminin "maklube" yerine "makrube"olarak
yazılmış olması idi. Araştırmamız hakkında Zaman 'da birer yazı
yayınlayan Ekrem Dumanlı ve Ali Bulaç bu affedilemez hatayı,
araştırmamızın ne denli gayr-ı ciddi olduğunun kanıtı olarak
gösterdiler. Oysa, bize "makrube" olarak aktarılan bu kelimeyi
tabii ki araştırmış, ancak Osmanlıca ve Türkçe sözlüklerin
hiçbirinde bulamadığımızı belirtmiştik. Üstelik, "maklube"
kelimesi de hiçbir sözlükte yok.
"IŞIK EVLERİ DENETLENSİN" DEDİĞİMİZ İÇİN DEVLETÇİ İLAN
EDİLDİK
Araştırmamız da, Gülen cemaatine ait Işık Evleri'nde kalan
öğrencilere giyim kuşamlarından dinledikleri müziğe,
seyrettikleri televizyon programlarından okudukları kitap,
gazete ve dergilere, karşı cinsle arkadaşlık edebilmekten
geceleri sokağa çıkmaya kadar pek çok yasak konduğu hakkındaki
şikayetleri aktardığımız, evlerde görevli "ağabeyler", "ablalar"
ve "imamlar" kanalıyla üniversite öğrencilerinin bugüne kadar
takip edilmiş olan eğitim felsefesinden farklı bir dünya
görüşüne sahip olmaları için yaşamlarının şekillendirildiği, kız
öğrencilere örtünmeleri doğrultusunda telkin yapıldığı vb.
uygulamalar karşısında Işık Evleri'nin denetime tabi tutulması
gerektiğini söylediğimiz için "devletçi" bir bakış açısına sahip
olmakla da suçlandık. Neo-liberal öğretilerin devletin rolünü
arka plana itmiş olması, günümüzdeki modern devletlerin eğitim,
sağlık ve benzeri hizmetleri tüm vatandaşlarına sunmakla yükümlü
olduğunu, devletin basma kumaş, lastik ayakkabı ya da şeker
üretimi yapmasıyla gençleri eğitmenin aynı kategoride
sayılamayacağını unutturmuş gözüküyor. Türkiye'de sosyal devlet
kavramı büyük ölçüde bir anayasa maddesi olarak kaldığı için
olsa gerek, çağdaş demokrasilerin hemen hemen tümünde devletin
yerine getirdiği bu tür hizmetler eskimiş bir devletçilik
anlayışının göstergesi sanılıyor.
EKREM DUMANLI TEOLOJİ İLE SOSYOLOJİYİ KARIŞTIRIYOR
Ekrem Dumanlı'nın 22/12/2008 tarihli Zaman'da yayınlanan yazısı,
bize yöneltilen bu kampanyaya en iyi örnek. "Vahim araştırma,
"sapır sapır dökülüyor", "her satırında önyargının izlerini
taşıyor", "gerçekleri tahrif ediyor", "uzayda yapılmış olmalı"
türü yargılarla karaladığı araştırma için kullandığı dil ve
üslup, çok önemsediğini anladığım "gerçek" bilimsel yazıların
dili ve üslubu değil. İtirazının en önemli gerekçesi
Müslümanlıkta bu tür dışlamaların olmadığını söylemesi.
Tele-vizyon programlarında aynı itirazı Ali Bulaç da dile
getirdi. Tabii ki yok. Tüm dinler gibi Müslümanlık da insanlara
karşı merhametli olmayı, kimseyi dışlamamayı, dürüst ve doğru
davranmayı, Allah'ın rızasını almak için yanlışlara sapmamayı,
yardım ve dayanışmayı öğütler. Hayatımda karşılaştığım gerçek
dindarlar, bu niteliklere sahip olmak için çaba sarf eden
kişilerdir. Ancak, tüm dindarların böyle olduklarını
söyleyebilmek olsa olsa teoloji ile sosyoloji birbirine
karıştırıldığında mümkündür.
AKP VE GÜLEN HAREKETİNİN BU BULGULARI ÖNEMSEMELERİ
GEREKİR
Raporda bahsedilen baskı ve dışlama örneklerinin ille de
iktidardaki Adalet ve Kalkıma Partisi'nden ya da dini
cemaatlerden kaynaklandığı doğrultusunda bir yargıya da
varmadık. Ancak, ortaya çıkan tablonun hem AKP hem de
cemaatlerle bağlantılı olabileceğini, tam da bu nedenle AKP'nin
üst yönetiminin ve Gülen hareketinin kanaat önderlerinin
araştırmanın bulgularını önemsemeleri gerektiğini söyledik. Bir
parti ya da hareketin amaç ve niyetlerini belirleyen lider ya da
kanaat önderlerinin, kendi adlarına yerel düzeyde neler
yapıldığını bilmeleri ve önlem almaları tabii ki önemli.
Ellerine güç geçtiğinde, sıradan insanların neler yapabileceğini
tarih okuyan herkes bilir.
İNSANLAR FARKLI OLANLARA KARŞI DUYARSIZLAŞTI
Etyen Mahçupyan'ın Taraf gazetesinde yayınladığı bir yazıda dile
getirdiği gibi, dindar kesim tarafından "topa tutulmamız" - ki
Mahçupyan bunu "epeyce haklı bulduğunu" belirtiyor- Türkiye'deki
bölünmüşlüğün, aynı zamanda insanları kendilerinden farklı
olanlara karşı ne denli duyarsız yaptığının da bir göstergesi.
Raporda kaleme alınan hikayeleri siyaseten değerlendirip
dışlanan, hor görülen, dayak yiyen, hakarete ve şiddete maruz
kalan, iktidar odaklarına uzak oldukları için itilip kakılan
insanlara empati duyulmamasını anlamak mümkün değil. Üstelik bu
duyarsızlığın, araştırmanın metodolojisine yöneltilen
itirazların arkasına sığınarak gizlendiğini görmek daha da
üzücü.
Yazar: Prof. Dr. Binnaz Toprak (Bahçeşehir Üniversitesi)
--------------
Kaynak: Milliyet (20/01/09) |
|