Ekonomik Kriz ve
Latin Amerika’daki Devrimci Yükseliş
Al Jazira TV'nin Venezuella
Devlet Başkanı Hugo Chavez ile bir röportajı
G-15 hareketini gündemin dışında tutmaya
çalışıyorlar
"Üçüncü Yol Yok. Tek Yol Sosyalizm"
Latin Amerika’da Köylü
Hareketleri
Latin Amerika’dan Türkiye’ye ‘Ulusal
Sol’
Latin Amerika Üzerine Bir
Değerlendirme
Venezüella'da Yoksulluk Parası
ve Militarizm!
Chavez Kuyrukçuluğu
Değişik görüşler açısından
okumaya değer, diye düşündüm(indymedia.org'dan alıntıdır)
Devrimin Yüzü: "Che"
Che Guevara
belgeseli(film)
Latin Amerika ve
sosyal-liberalizmin sonu
|
Latin Amerika'da devrim |
LATİN
AMERİKA VE SOSYAL-LİBERALİZMİN SONU
JAMES PETRAS
Güncel dünya bunalımı ve bazı ülkelerin olası toparlanışı,
geleneksel ‘ihraç piyasası’ –serbest ticaret-, göreceli fayda
doktrinlerinin zayıflıklarını açığa vurdu.
Bu hiçbir yerde son Latin Amerika deneyiminde olduğu kadar açık
değildir. Bölge ülkelerinin çoğunda ortaya çıkan son halk
ayaklanmalarına ve merkez-sol rejimlerin yükselişine rağmen, dış
ekonomik ilişkiler başta olmak üzere, izlenen ekonomik
yapılanmalar, stratejiler ve politikalar, öncellerinin ayak
izlerini takip etmekten kurtulamadı. Özellikle tarım, maden ve
enerji alanındaki ürünlere şiddetli talep ve fiyatlarındaki
artışın etkisiyle bir dizi kritik alanda yapılması gereken
değişikliklerden vazgeçtiler ve neo-liberal seleflerinin politik
ve ekonomik miraslarına adapte oldular. Böylece şu an 2008’de
başlayan dünya ekonomik durgunluğuna bağlı olarak ciddi sosyal
sonuçları olan keskin ekonomik gerilemeyi yaşamaktalar.
Sosyo-ekonomik krizler önemli dersler sunuyor; yatırım, ticaret
alanlarındaki derin yapısal değişikliklerin ve stratejik
ekonomik sektörlerin mülkiyetini devralma gibi adımların adil ve
istikrarlı bir büyümeyi garantilemek için temel noktalar olduğu
düşüncesini güçlendiriyor.
SERBEST PİYASA, SERBEST TİCARET DOKTRİNİ: 1990’LAR
1970’lerin ortasından itibaren ABD yanlısı askeri ve sivil
otoriter rejimlerin iktidara gelişi ve ABD serbest piyasa
akademisyenleri ve ABD eğitimli ekonomistlerin rehberliğinde
Latin Amerika, serbest piyasa-serbest ticaret politikalarının
bir laboratuarı hâline dönüştü. Koruyucu ticaret engelleri
düşürüldü veya kaldırıldı, böylece sübvanse edilmiş ABD ve AB
tarım ürünleri, yerel tüketim için gıda üreten küçük çiftçileri
büyük oranda yok ederek engelsiz bir şekilde ülkelere girebildi.
‘Göreceli fayda’ doktrini altında, politikacılar buğday, soya,
mısır ve büyükbaş hayvan gibi temel gıda maddelerinin ihracına
yoğunlaşan ve uygun fiyatlara, uygun pazar imkânlarına tarım
makinelerini üretebilecek ve tarım-dışı ithalatı ucuza
yapabilecek imkânlara sahip büyük ölçekli tarım işletmelerini
finanse ve teşvik ettiler.
Ekonominin bütünsel olarak kontrol dışılaştırılması ve kamu
işletmelerinin özelleştirilmesi kapıları yabancı yatırıma sonuna
kadar açtı ve stratejik sektörlerin devralınmasını
kolaylaştırdı. Böylece ekonomik büyüme ve ödemeler dengesini
sağlamak için yabancı yatırıma bağımlılık arttı. Yönetimlerin
genel stratejisi, ülke içi pazarı (kitlesel yerel tüketim)
derinleştirme ve genişletme pahasına ihraç pazarlarına
dayanıyordu; yerel emek masraflarını ucuzlaştırma ve tarıma ve
madene dayalı zengin yönetici sınıfın yüksek kazancını
süreklileştirme… Rejimlerin bütün kilit ekonomik
bakanlıklarındaki bu sonuncu varoluş, kendi hizmetlerindeki bu
politikalara ‘rasyonel etkili pazarlar’ kavramı çerçevesinde,
uzun süreli istikrarlı bir dünya ekonomik pazarı yaratma
tarihine başarısızlık notu düşerek ideolojik bir cila
yapıyorlardı.
GELENEKSEL NEOLİBERAL REJİMLERİN KRİZİ
Kontrol dışılaştırılmış mali sistem ve 2000-2001 dünya ekonomik
durgunluğu, ekonominin ve kamu hazinesinin serbest piyasa
uygulayıcıları tarafından ve devasa yolsuzluk nedeniyle talan
edilişi, işçilerin, köylülerin ve kamu çalışanlarının vahşi
sömürüsü bölge çapında ayaklanmaları üretti. Seçim yarışlarında
bir dizi ABD destekli rejim devrildi ya da başarısızlığa
uğratıldı. Ekvador, Arjantin, Bolivya, Brezilya, Uruguay ve
Paraguay, seçim kampanyaları sırasında iktidarın yapısında,
sosyal harcamalardaki artış ve kırsal alanda toprağın yeniden
dağıtımını noktalarındaki değişiklikleri de içeren ‘derin
yapısal değişimleri’ vaat eden merkez-sol rejimlerin iktidara
gelişine yolaçan halk ayaklanmalarına tanıklık etti. Ancak
pratikte, yerleşik sağcı partilerin politik yenilgisi ya da
ekonomik elitlerin zayıflaması geniş çaplı ve uzun vadeli
sosyo-ekonomik dönüşümler için bir temel oluşturmadı. Yeni
merkez-sol rejimler ekonomik elitleri, ekonomiyi yeniden
canlandırmaları, yoksul ve işsizleri sübvanse etmeleri için çaba
sarfetmeye zorlayarak onları ‘reform’e etmeyi deneyen
sosyo-ekonomik politikalar izlediler. Partiyi -politik sistemi-
dönüştürmek için ciddi bir çaba göstermeksizin politik elitler
iktidardan uzaklaştırıldılar, büyük basınç altındaki birkaç
rüşvetçi mahkemeye sevkedildi. Diğer bir deyişle, serbest piyasa
politikalarının tetiklediği krizde neo-liberal elitlerin ölümü
tam olarak gerçekleşmedi, merkez-sol rejimlerin devlet
müdahalesini içeren kriz yönetim politikaları nedeniyle dönemsel
olarak muallakta kaldılar.
MERKEZ SOL POLİTİKALAR: KRİZ YÖNETİMİ VE EKONOMİK
PATLAMA
Yeni merkez-sol hükümetler iş dünyasına ekonomik teşvikler
sunmak ve mali düzenlemeler yapmaktan, yoksulluk programlarına
ödeneklerin artırılması, geniş kapsamlı ücret artışları ve halk
örgütlenmelerinin liderleriyle danışmaya kadar bir dizi
politikayı benimsediler. Politik düşmanlarını ve önceki
dönemlerde bazı özel şirketlerin iflasına müdahale eden
suçluları reddettiler. Bu sembolik ve dikkat çekici politikalar
dönemsel olarak kitlesel seçim desteğini güvence altına aldı ve
halk hareketlerinin daha radikal kesimlerini böldü ve onları
izole etti. Yine de bir taraftan merkez sol rejimler tabandan
gelen radikal taleplerle mevcut tüm kapitalist elitleri (yabancı
çokuluslu şirketler, tarım ve maden şirketleri, mali, ticari ve
sanayi elitleri) de kapsayan kendi politik icraatlerini
normalize etme ve kapitalist gelişimi canlandırma noktasında
denge kurmaya çalışırken, diğer taraftan da daha geniş ve daha
derin değişim talebi kitlelerin birinci gündemi olmaya devam
ediyordu.
Merkez solun bu açmazı, büyük oranda dinamik talep ve Çin başta
olmak üzere Asya ekonomilerindeki büyümenin tetiklediği ürün
fiyatlarındaki ani artış sayesinde çözüldü.
Merkez-sol rejimler bütün yapısal değişiklikler bahanesini
anında terkettiler ve temel ürünlerin ihracına dayalı ‘ihracata
dayalı büyüme’ kervanına katıldılar. Yabancı yatırım eleştirisi
ve stratejik özel şirketlerin ‘kamulaştırılması’ talebini
terkeden merkez-sol rejimler, düzenleyici kontrol
mekanizmalarının bazılarını iptal ederek büyük ölçekli yabancı
sermaye akışına kapıları açtılar.
2003-2008 ürün patlaması dönemi, merkez sol (ve sağcı)
rejimlerin muhalefeti ‘satın almasına’ izin verdi: sendikacılar
yüklü ücret artışları, iş dünyası yüklü teşvikler aldılar,
yabancı yatırımcılara kolaylıklar sağlandı, yabancı ülkelerdeki
işçilerin havaleleri yoksulluğun düşürülmesine katkı olarak
teşvik edildi. Tek kelimeyle Latin Amerika’nın hızlı büyüyen
ihraca dayalı stratejisinin bütünsel sosyo-ekonomik bünyesi,
dünya pazarındaki talebe ve emperyalist ülkelerdeki ekonomik
koşullara bağlıydı. Ekonomi uzmanlarının, finans yazarlarının ya
da ‘rasyonel piyasaların’ politik savunucularının çok azı ‘ihraç
pazarı’ modelinin sürdürülebilirliğine dair şüphelerini ifade
ettiler.
Bu ekonomilerin aşırı etkilenirliği, çabuk patlayıp-sönen
piyasalara, sınırlı sayıdaki ihraç ürününe ve sadece bir iki
pazara bağımlılıkları, yabancı ülkelerde istikrarsız işlerde
çalışan işçilerin dış havalelerine bağımlılıkları, herhangi bir
ekonomistin ve politikacının düşüncesinde kırmızı bayrağı
yükseltmiş olmalıydı. Harward İşletme Okulu, Penn’s Wharton
Okulu ve diğer prestijli yüksek öğrenim merkezleri (kendi ön
tahminlerini ifade eden matematiksel denklemlerine sevdalı)
tarafından yollanan yüksek ücretli danışmanlar ve uluslararası
istişare misyonları yürütenler en az düzenlenmiş piyasaların en
başarılı olanlar olduğunu iddia ediyorlardı ve merkez soldan
sağa kadar Latin Amerikalı meslektaşlarını, ticaret engellerini
düşürmeye ve sermayenin akışına izin vermeye ikna ettiler.
İhraç pazarının hızlı büyüyüşü daha beş yıl sürmüştü ki Latin
Amerika ekonomileri çöküşle karşı karşıya kaldı. Birleşmiş
Milletlerin 2009 yılında Latin Amerika ve Karayip ülkelerinden
yapılan ihracatı araştıran komisyonuna göre, bu konuda son 72
yıldaki (son dünya bunalımından bu yana) en keskin düşüş
kaydedildi. Bölge ihracatı yüzde 11, ithalatı da yüzde 14 olmak
üzere hacmen 1982 dünya durgunluğundan bu yana en yüksek
azalmayı yaşadı. (Tam rapor, Şili’nin başkenti Santiago’da
Ağustos 2009’da yapılan ‘2008-2009 Dünya Ekonomisinde Latin
Amerika ve Karayipler’ isimli konferans belgelerinde
bulunabilir.)
ÜRÜN İHRACATINDA ÖZELLEŞMENİN TEHLİKELERİ
Karşılaştırmalı veriler ticaret yapısındaki uzun süreli
taahhütlerin ve zayıf noktaların göstergesidir: geçmişteki ve
şimdiki durgunlukların Latin Amerika üzerindeki etkileri
şiddetli olmaktadır, çünkü hem geçmişteki hem de şimdiki
ekonomileri, kendi iç krizlerini hızla Latin Amerikalı ticari
ortaklarına yansıtan emperyalist pazarlara yaptıkları tarım ve
hammadde ihracatına bağımlıdır. Ticaretteki tarihsel düşüş ihraç
sektöründeki işçiler arasında işsizlik oranını kaçınılmaz bir
şekilde ikiye-üçe katlıyor ve bu düşüşün dış ticaret tarafından
üretilen harcama ve tüketime bağlı olarak bunlarla ilintili şube
şirketler üzerinde birçok etkisi oluyor. Tarım ve hammadde
ihracatına yoğunlaşma, başka ekonomilerde varolan alternatif
istihdam yaratma imkânına sahip olamıyor. Devlete, onun
tarım-hammadde ve enerji ihracından gelecek gelirlerine
bağımlılık, kamu yatırımlarında ve sosyal hizmetlerdeki
harcamalarda kesinti anlamına geliyor. Latin Amerika ticaret
krizleri özellikle geleneksel olarak tarım, maden ve enerji
ürünlerinde ihracata göre yapılanmış ülkelerde etkili
olagelmiştir: Venezüella, Ekvator (petrol), Kolombiya (petrol ve
kömür) ve Bolivya 2009’da kıta ortalamasının çok üstünde
yeralarak yüzde 33’lük bir düşüş yaşadılar. Ticaretinin yüzde
80’i ABD’ye bağlı olan (petrol, turizm, göçmen havaleleri,
otomobil) Meksika, GSMH’sındaki yüzde 11’lik düşüş ile bu
yarıküredeki ülkeler arasındaki en büyük zararı yaşadı. İhracata
dayalı tüm ekonomiler krizden ciddi bir şekilde etkilenmişken,
petrol ve maden ihracatında özelleşmiş ülkeler yüzde 50’lik bir
düşüş yaşarken, daha çeşitli karma ticarete (imalat, tarım,
hizmet sektörü) sahip ülkeler yüzde 20 civarı düşüş yaşadılar.
TEK PAZARA BAĞIMLILIĞIN TEHLİKESİ
Farklı pazarlara ve ticari ortaklara sahip ülkeler, özellikle
Latin Amerika kıtası içinde ve Çin ile ticaret yapanlar, yüzde
35’ten daha fazla düşen ABD ve AB pazarlarına bağımlı ülkeler
olan Meksika, Venezüella ve Orta Amerika ile
karşılaştırıldığında daha küçük bir düşüş yaşadılar. Ticaret,
Latin Amerika’yı olumsuz etkileyen dört farklı cepheden yalnızca
biriydi: doğrudan yabancı yatırım, yurtdışında çalışan
işçilerden gelen havaleler, mal fiyatlarının artışı,
YABANCI YATIRIMA BAĞIMLILIĞIN TEHLİKELERİ
Latin Amerika’nın yabancı yatırıma dönük açık kapısı krizin
başlıca sebebidir. Yabancı yatırım Latin Amerika’nın iç
büyümesine bağlı olarak, mal/ticaret patlaması sonucu meydana
getirilen yüksek kâr avantajınından yararlanarak artarak akar.
Ticaret, gelir ve kârlardaki düşüşle birlikte yabancı yatırım
kârlarını alarak, krizi ve artan işsizliği daha da kötü hâle
getirerek geldiği yere geri döndü, yatırımlarını geri çekti,
Yabancı yatırım kolay giriş ve hızlı çıkış pratiklerini izler-
gelişme için yüksek derecede güvenilmez ve istikrarsız bir
organizasyon.
DENİZAŞIRI ÜLKELERDEN GELEN İŞÇİ HAVALELERİNE
BAĞIMLILIĞIN TEHLİKELERİ
Latin Amerika rejimleri, yurtdışında çalışan vatandaşlarının son
derece kırılgan yasal ve ekonomik durumlarını görmezlikten
gelerek, buralardan gelen milyarlarca dolarlık gelire dayalı
projelerin sürekliliğini esas aldı ve bunu ekonomi politikası
olarak yapısallaştırdı. Yurtdışında çalışan işçilerin büyük
çoğunluğu oldukça kırılgan bir pozisyondalar: birçoğu kâğıtsız
(illegal göçmenler), durgunluk ve ekonomik çöküş dönemlerinde
çabucak işsiz kalıyorlar. İkincisi inşaat, turizm, bahçıvanlık
ve temizlik gibi durgunluk nedeniyle şiddetle etkilenen
sektörlerde çalışıyorlar. Üçüncüsü ya az ya da hiç kıdeme sahip
olmayıp ve ‘en son işe alınıp, en önce kovulan’ durumundadırlar.
Dördüncüsü, birçoğu işsizlik sigortası elde edebilecek durumda
değiller. Hayatlarını sürdürebilecek imkânlara sahip değillerse
yurtdışı edilmeyle yüzyüze kalıyorlar. Yurtdışında çalışan
işçilerin yüksek düzeyde olumsuz etkilenişini, yoksulluğu ve
ödemeler dengesindeki olumsuz eğimi artıran Latin Amerikaya
yurtdışından gelen multi-milyar dolarlık işçi havalelerindeki
düşüşte görebiliriz.
Ürün Fiyatlarındaki Dengesizlik
Bütün yumurtaları yüksek ürün fiyatları ve yurtdışı pazarları
sepetine koyarak merkez-sol hükümetler dış tahrikli krizden
ulusal ekonomiyi korumak için, iç pazarlarını, ithal yedekli
sanayileşme, toprak reformu, tarım ve maden ile ilşkili üretim
yapısındaki kamu yatırımları ve enerji kaynaklarını geliştirme
yoluyla derinleştirme noktasında büyük bir imkânı kaçırdılar.
SOSYAL LİBERALİZMİN (‘MERKEZ-SOL’) SINIRLARI VE EKONOMİK
KRİZ
Yeni milenyumun ilk on yılı boyunca, yeni anlamdaki merkez-sol
rejimler neo-liberalizme sövüp saydılar ve kendilerini ‘XXI.
yüzyıl sosyalistleri’ olarak adlandırdılar. Pratikte bunun
anlamı, mevcut ekonomik yapılara ve ticari politikalara, ticari
ortaklarlıklarda ve yabancı yatırımcılarla yapılan bazı
durumlardaki ‘ortak işletmeler’de birtakım ayarlamalar yapmak
suretiyle sosyal harcamalardaki artışları eklemek oldu. Dönem
süresince rejimlerin tümü çağdaş Avrupa sosyal demokrat
yönetimlerine benzer sosyal liberal politikaları hayata
geçirdiler: yoksulluk-karşıtı programlar, işsizlik yardımları ve
asgari ücretlerde artış için büyük harcamalarla serbest ticaret
ve yabancı yatırım için açık kapı politikasını kombine ettiler.
Diğer taraftan da kârlar, ticareti, tüketimi ve borç kredi
uzatımlarını finanse eden tarım-maden ve banka elitlerine aktı.
Yine de bütün sosyal liberal model ürün ihracına dayalı strateji
krizinin kırılgan yapılarına, çabuk değişen ticari gelirlere ve
kırılgan yurtdışı işçi havalelerinden gelen gelirlere
dayanıyordu. Latin Amerika ihraç piyasası kuruyunca ve ürün
fiyatları düşünce, gelirler azaldı ve işçiler işsiz kaldı.
Sosyal liberal model negatif büyümeye girdi, istihdamdaki ve
yoksulluk azalımındaki önceki kazanımlar tersine döndü.
SOSYAL LİBERAL MODELİN ÇÖKÜŞÜNDEN ÇIKAN DERSLER
Sosyal liberal rejimlerin süregiden deneyiminden birçok önemli
ders çıkarılabilir.
1. Pozitif sosyal programlar dıştan gelen etkileri azaltan
yapısal değişiklikler olmaksızın sürdürülebilir değildir.
2. Dıştan gelen etkileri azaltabilme, yabancı temelli sermayenin
tipik davranışı olan sermaye uçuşunu engelleyebilmek için
stratejik ekonomik sektörlerin kamu mülkiyetinde olmasına
bağlıdır.
3. Ekonomik kırılganlığı azaltma, krize uğrayan, mali olarak
kontrol edilen emperyalist merkezlerden uzak pazarları
çeşitlendirmeye bağlıdır. Daha büyük ekonomik dayanılırlık, iç
bölgeler arası ticareti yükselten ve ticareti hızlı büyüyen
bölgelere yönlendiren iç pazarın derinleştirilmesine bağlıdır.
4. Sosyal harcamalar anlık gerekli geçici çarelerdir ancak
yoksulluğun ve düşük gelirlerin kökenine inmez. Tarım ve maden
üretimi ile ilişki kuran ve onunla bütünlenen yerel gıda üretimi
ve yerli sanayilerdeki büyük ölçekli gelişme finansmanı ve
yatırımı ile bağlantılı geniş çaplı toprak dağıtımı, dış
pazarlara bağımlılığı azaltacak ve ekonomiyi istikrarlı hâle
getirecektir.
5. Yabancı ticaret ve stratejik maden işletmeleri üzerindeki
devlet kontrolü, ekonomik çeşitliliğin ve yeniliğin finanse
edilmesi için ekonomik artı değerin yakalanmasına hizmet eder.
6. Bölgesel bütünleşme güzel sözlere dayalı deklarasyonlardan
güncel icraata ve pratiğe geçmelidir. Bölgesel entegrasyona
öncülük eden ve ALBA’nın kurucusu Venezüella Başkanı Chávez
hâlen petrolünün satışının yüzde 80’lik bölümüyle ABD pazarına,
petrol satışından gelen yüzde 70’lik devlet gelirine ve ABD
askeri işbirlikçisi Kolombiya’dan yapılan yüzde 50’nin
üzerindeki gıda ithaline bağımlıdır. Bölgesel entegrasyon
tamamlayıcı yatırımların ve maden, petrol ve diğer hammadde
ürünlerinin endüstrileştirilmesi için ortak kamu işletmelerinin
hayata geçirilmesinin planlanmasıyla mümkündür.
7. ABD-Kolombiya askeri üslerine ve ABD askerileştirme
stratejisine karşı koymayı amaçlayan Latin Amerika rejimleri
arasındaki ortak güvenlik paktlarının aynı zamanda ortak silah
sanayisi kurma ve dışardan alımları azaltma gibi ekonomik
fonksiyonu da olabilir.
8. Ticaretin Asya’ya doğru çeşitlendirilmesi ve ABD, AB’ye
bağımlılığın azaltılması gereklidir ancak eğer ihracat muhtevası
ağırlıklı olarak temel ürünler olacaksa bu yeterli değildir.
Ticari ortakları değiştirmek ancak ‘sömürgeci biçim’deki ticari
şablonlar kırılganlığı azaltmaz. Bolivya, Brezilya, Peru ve
Ekvador başta olmak üzere Latin Amerika, temel ürünlerinin
sanayileştirilmesinde ve Çin’e, Hindistan’a, Japonya’ya ve
Kore’ye ihraç edilmesinden önce değerinin eklenmiş olmasında
ısrar etmeliler.
Özet olarak, güncel dünya krizi sosyal liberal politikaların ve
rejimlerin sınırlarını ve sürdürülebilinemezliğini ortaya
çıkardı. Kırılganlığın ve dengesizliğin kabulü, toprak
sahipliğinde, ticaret biçiminde ve stratejik sanayinin
mülkiyetinde değişikliğe dayanan daha titiz bir yapısal dönüşüm
için ön çalışma yapmayı gerektiriyor. Güncel kriz hem
neo-liberal hem de sosyal liberal reçeteleri boşa çıkardı ve
sosyal mülkiyete dayanan sosyal harcamaları işaret eden yeni
düşünceye kapıları açtı. (Eylül 2009.)
James Petras’ın Lahaine.org adlı sitesindeki İngilizce
orjinalinden Türkçeye Canan Ateş tarafından çevrilmiştir, 14
Eylül 2009, Caracas.
------------
Kaynak: www.yeni-sentez.net (18-09-2009 ) |
|